Thread Rating:
  • 4 Vote(s) - 2 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Bazi Kültürel Bilgiler
#1
Oku-1 
   

Bazi Kültürel Bilgiler

Sanat Nedir? Dalları ve Çeşitleri Nelerdir? Kısaca Hakkında Bilgiler

En basit tanımıyla sanat, yaratıcılığın ve hayal gücünün farklı tekniklerle dışavurumudur. Ama tabii sanat nedir, sorusunu birkaç kelimeyle yanıtlamak mümkün değildir. Zira tarih boyunca sanatın ne demek olduğuyla ilgili farklı fikirler ortaya atılmıştır. Ve sanatın nasıl tanımlanabileceği asırlardır olduğu gibi aynı şekilde bugün de tartışılmaktadır.

Evet, bugün sanat nedir, dalları ve çeşitleri nelerdir, zanaat ne demektir, hepsini bir bir inceleyeceğiz. Diğer bir ifadeyle; sözlüklerde, duygu, düşünce, tasarım veya güzelliği ifade etmek için kullanılan yöntemlerin tümü olarak karşımıza çıkan sanat hakkında detaylıca konuşacağız. Çünkü sanat nedir sorusuna sayısız farklı cevap verilebilir. Hatta bu konuda sanatçılar bile ortak bir noktaya varamamıştır.

Örneğin; “Sanat Nedir?” kitabının ünlü yazarı Lev Tolstoy’a göre sanatta olması gereken şey, eserin yaratıcısı ile onu algılayan kişi arasındaki duygu alışverişidir. Ayrıca Rus yazar Tolstoy, sıradan insan için sanatın güzelin ortaya çıkması olduğunu söylemiştir.

Sanatın keyif, eğlence ve avuntudan ziyade yüce bir iş olduğunu savunan ünlü kişilik, kitabında sanat nedir sorusu üzerine yoğunlaşmış ve savunduğu fikirleri muntazam bir şekilde kaleme almıştır. Mesela; yazar kitabında “Oysa bir sanat yapıtının güzel ama anlaşılmaz olduğunu söylemenin, bir yemeğin çok iyi, çok lezzetli, çok besleyici olduğunu ama onu insanların yiyemeyeceğini söylemekten bir farkı yoktur.” cümlesiyle sanata bakış açısını belirtmiştir.
Sanat Nedir?

Sanat Nedir?
Gelelim, sanat nedir, sorusunun ayrıntılarına. Evet, denilebilir ki insanoğlunun var olduğu günden bu yana var olan olgudur sanat! Ve bu olgu üzerine sayısız farklı şey söylenmiştir. Yüzyıllardan beri süregelen tartışmaların konusu olan sanat! Duygu ve düşüncelerin ifade ediliş biçimi; yaratıcılığın ortaya konduğu, düşüncelerin duyulduğu, hissedildiği, görülür hale geldiği sanat! Her kültürde görülen ve evrensel bir değer olan sanat! İsterseniz, sanat nedir sorusuna bir de aşağıdaki görüşlerle cevap verelim.

Neo-Wittgenstein’ci Görüş: 1956 yılında Morris Weitz tarafından ortaya atılmış olan görüştür. Amerikalı bir estetikçi olan Weitz’in, bir filozof ve matematikçi olan Wittgenstein’den etkilenerek ortaya attığı bu görüşte, sanat açık bir kavramdır ve tanımlanması mümkün değildir. Ayrıca Morris Weitz’e göre Tolstoy, Benedetto Croce, R. G. Collingwood gibi düşünürlerin yaptığı sanat tanımları, yalnızca kişisel görüşlerinin ifade edilmiş halidir.

Kurumsal Sanat Görüşü: Kurumsal sanat görüşünde ise Neo-Wittgenstein’in görüşünün reddedilerek sanatın tanımlanabileceği önermesinin savunulduğunu görüyoruz. Ve 1974 yılında George Dickie tarafından geliştirilen kuramda filozof, bir sanat eleştirmeni, profesör ve filozof olan Arthur Coleman Danto’nun düşüncelerinden etkilenerek yola çıkmıştır.

Sanatın Duyguların Dışavurumu Olduğu Görüşü: İngiliz filozof ve tarihçi Robin George Collingwood ise sanat için duyguların yaratıcı ifade gücü ve dışavurumu olduğu görüşünü öne atmıştır. 1938 yılında basılan Sanatın İlkeleri isimli kitabında filozof, sanatla zanaatı da birbirinden ayırmış, sanatın insan zihni için gerekli bir işlev olduğunu belirtmiştir.

Başat Biçim Görüşü: Sanat isimli kitabın yazarı Clive Bell ise başat biçim görüşünü ortaya atmıştır. Onun için sanatta önemli olan şey; renklerin, şekillerin ve çizgilerin bir harmoni içerisinde kullanılmasıdır. Başat biçim görüşüne göre sanatın sanat olabilmesi için uyum içerisinde yapılması mutlak kuraldır. Ve bu görüşün savunucuları için estetik kaygı gütmeden sadece kavramları ön plana çıkartmak amacıyla yapılan eserlere eser denmek mümkün değildir.
Sanat Dalları ve Çeşitleri Nelerdir?

Sanat Dalları ve Çeşitleri Nelerdir?
Gelelim, sanat dalları ve çeşitleri hakkındaki kısma! Evet, sanat ne demektir, incelediğimize göre (gerçi gördüğünüz gibi sanat ne demek sorusunun tek ve doğru bir yanıtının olduğunu söylemek imkansız) sanat kaça ayrılır, sanat dalları nelerdir, bunları incelemeye başlayabiliriz. Ve dilerseniz burada sanatın pratik ve güzel sanatlar olarak iki ana gruba ayrıldığını söyleyerek, direkt konuya girelim.
1. Pratik (Endüstriyel) Sanatlar (Zanaat)

Pratik (Endüstriyel) Sanatlar (Zanaat)
İlk olarak pratik sanatlar nedir, çeşitleri nelerdir, sorusundan başlayalım. Evet, sanatın iki alt grubundan biri olan pratik sanatlar, aslında hepimizin bildiği zanaatlardır. Yani estetik kaygıdan daha çok günlük hayatımızı kolaylaştırmak üzere yapılan ve el becerisi isteyen şeylerdir. Örneğin; marangozluk gibi! Ya da duvarcılık, dokumacılık, çinicilik, halıcılık, kunduracılık, silah işçiliği, teşbihçilik, minecilik gibi! Kısacası; kendiliğinden, eğitimle ya da usta-çırak ilişkisi sayesinde öğrenilen ve ustalıkla yapılması gereken işlere zanaat denmektedir. Ve bu işleri yapan kişiler ise zanaatkar olarak anılmaktadır.
Kısaca Sanatla Zanaat Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar

Kısaca Sanatla Zanaat Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar
Peki, bu iki sanat türünün arasındaki farklılıklar ve benzerlikler denildiğinde aklınıza bir şey geliyor mu? Mesela; sanatla zanaatın ortak yönleri sizce nelerdir? Ya da bu ikisi birbirinden ne gibi özellikleri ile ayrılmıştır? Gelin, yeri gelmişken sanatla zanaat arasındaki farklılıklardan da kısaca bahsedelim.

Öncelikle her ikisinin de temel amacının insana “bir şekilde” fayda sağlamak olduğunu söyleyeyim. Ayrıca sanatın da zanaatın da el emeği istediğini, işin sonunda bir oluşuma ulaşıldığını ve temelde bir tasarımın olduğunu söyleyebiliriz. İki kavram arasındaki farklılıklar denildiğinde ise akla şunlar gelmektedir:

    Yaratıcılık sanat için mutlak kuralken zanaat için aynı şart gerekli değildir.
    Sanat eserinin yapılmasında amaç güzel ve estetik olması iken zanaattaki amaç sağlayacağı faydadır.
    Zanaat para kazanmak için yapılır, sanat eserinde ise maddi kazanç düşünülmemektedir.
    Sanat eseri yeganedir zanaatla ortaya çıkartılan eserler ise birbirinin aynı olabilir.

2. Güzel Sanatlar

Güzel Sanatlar
Güzel sanatlar denildiğinde akla güzellik ve zevkle ilgili sanatlar gelmektedir. İlk kez Fransızcada “beaux arts” olarak görsel sanatları tanımlamak için kullanılmıştır. Ve güzel sanatlar, duygu ve düşünceleri farklı araçlarla (çizmek, boyamak, yazmak, göstermek…) anlatmamıza, göstermemize, duyurmamıza ya da hissettirmemize yarayan sanatları kapsamaktadır.

Tavsiye İçerik: Pablo Picasso’nun En Pahalı 10 Eseri

Ortaçağ düşünürleri, güzel sanatları “sarf (dilbilgisi), nahiv (sözdizimi), ilmi beyan (güzel konuşma bilimi), belagat, matematik, geometri, musiki, istatistik, felsefe, ilmi heyet” olarak belirlemişken, günümüzde bunlar bilimler arasına girmiş ve güzel sanat olmaktan çıkmıştır. Bugün güzel sanatlar 3 alt gruba ayrılmaktadır. Ve bu sınıflandırma geleneksel sınıflandırma olarak adlandırılmıştır. Hemen şimdi göreceğiniz gibi geleneksel sınıflandırmada sanat eserinin hitap ettiği duyu, belirleyici unsur olarak düşünülmüştür.

Güzel sanatların sınıflandırılmasında kullanılan geleneksel yöntem:
Görsel (Plastik) Sanatlar Nedir? Çeşitleri Nelerdir?

Görsel (Plastik) Sanatlar Nedir? Çeşitleri Nelerdir?
Şekil ve hacme dayanan güzel sanatlardır. Görsel (plastik) sanat dalı için öncelikle kil, balmumu gibi materyaller kullanılmış, zaman içinde kullanılan malzemeler çeşitlenmiştir. Örneğin; görsel sanatlarda alçı kullanımı ilk kez Büyük İskender zamanında gerçekleşmiştir. Görsel sanat nedir, sorusuna kısaca cevap verecek olursak ise, bu sanat türünün temel özelliğinin maddeye şekil verilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Taşa, çamura, mermere şekil vermek gibi! Göze hitap eden bu sanat dalının içerisinde, resim, mimari heykel ve kabartma gibi sanat çeşitleri yer almaktadır.

Heykel: Alçı, taş, balmumu gibi araçlarla meydana getirilmiş üç boyutlu, estetik şekillerdir.
Mimari: Estetik yapılardır. Saraylar, camiler, tapınaklar gibi!
Resim: Varlıkların, cisimlerin ya da duygu düşüncelerin çizgiler ve renklerle ifade ediliş biçimidir.
İşitsel (Fonetik) Sanatlar Nedir? Çeşitleri Nelerdir?

İşitsel (Fonetik) Sanatlar Nedir? Çeşitleri Nelerdir?
İşitsel ya da fonetik sanatlarda ise ses ve söz vardır. Yani kulağa hitap edilmektedir. Örneğin; müzik de işitsel sanatlar arasına giriyor, edebiyat da! Çünkü edebiyatın malzemesi dil! Zaten sırf bu nedenle; yani güzel sanatları, görsel, işitsel ve dramatik olarak üçe ayırmak bazı durumlarda yetersiz kaldığı için birazdan sizin de göreceğiniz bir sınıflandırma daha yapılmıştır.

Müzik: Duygu, düşünce ve hayallerin tek ya da çok sesli olarak ifade etme sanatıdır. Kısaca; sesin anlamlı titreşimler halini almasıdır.
Edebiyat: Kelimelerle yapılan sanat türüdür. Olay, duygu ve düşüncelerin dil aracılığı ile estetik bir biçimde ifade ediliş biçimidir.
Ritmik Dramatik Sanatlar Nedir? Çeşitleri Nedir?

Ritmik Dramatik Sanatlar Nedir? Çeşitleri Nedir?
Harekete biçim veren sanatlardır. Ve dramatik sanatların çoğunda işitsel ve görsel unsurlar da yer almaktadır. Örneğin; opera gibi! Ya da tiyatro gibi! İşte bu nedenle dramatik sanatları görsel sanatlardan ayrı düşünmek pek doğru olmaz.

Opera: Aynı zamanda fonetik ve görsel sanatlar içerisine de giren opera, müzikli tiyatro oyunudur.
Tiyatro: Duygu ve düşüncelerin, hareket ve konuşmalarla anlatılış şeklidir. Tıpkı opera gibi tiyatro da görsel ve işitsel sanat unsurları kullanılmaktadır.
Pandomim: Pandomim ise sözsüz tiyatro oyunudur. Pandomimde sanatçının amacı, beden dilini kullanarak temayı karşı tarafa aktarmaktır.
Dans: Vücudun ritme uyumlu bir şekilde hareket ettiği, estetik değer taşıyan sanat türüdür.
3. Güzel Sanatlar Çağdaş (Modern) Sınıflandırma

Güzel Sanatlar Çağdaş (Modern) Sınıflandırma
Yukarıda da belirttiğim 3 ana sanat grubu, bugün sanat çeşitleri için yeterli gelmemektedir. Çünkü biçim verilen malzeme değiştikçe ve ifade ediliş biçimi farklılaştıkça sanat çeşitleri de farklılaşmaktadır. Dolayısıyla sanat; çağdaş (modern) sınıflandırma adı altında 7 farklı gruba ayrılmıştır. Çağdaş sınıflandırmada göz önünde bulundurulan unsurlar ise sanat dalının niteliği ve tekniğidir.

Yüzey Sanatları: Resim, afiş, grafik, karikatür, fotoğraf, hat ve minyatür dahil olmak üzere 7 sanat dalını kapsayan ve iki boyutlu yüzeyler üzerine uygulanan sanatlardır.
Hacim Sanatları: Heykel, seramik ve kabartma bu grubun içerisinde yer almaktadır. Üç boyutlu sanatsal çalışmaları ifade etmektedir.
Mekan Sanatları: İç mimari, mimari, peyzaj mimarisi gibi sanat dallarının yer aldığı gruptur. Sanat iç ya da dış mekanların tasarımı için kullanılmaktadır.
Dil Sanatları: Dil sanatları ise edebiyat (yazın) türlerini kapsamaktadır. Roman, hikaye, şiir gibi…
Ses Sanatları: Müzik ve türlerini kapsamaktadır. Klasik, caz, sanat, barok…
Hareket Sanatları: Bale, pandomim, dans gibi çeşitleri kapsayan gruptur. Bedenin müziğe uyumlu bir şekilde estetik görünüm kazandırarak hareket ettirildiği sanatlardır.
Dramatik Sanatlar: Dramatik sanatlar ise tiyatro, sinema, müzikal gibi sahne sanatlarını kapsamaktadır. Kişinin hareket ve sözlerle belli bir temayı karşı tarafa aktardığı sanat dallarını ifade etmektedir.
Kısaca Sanat Eseri Ne Demektir? Özellikleri Nelerdir?

Kısaca Sanat Eseri Ne Demektir? Özellikleri Nelerdir?
Sanat eseri nedir, sorusuna verilecek ilk kısa yanıt estetik heyecan uyandıran nesnedir olacaktır. Sanatçı tarafından ortaya konan eser onun duygu ve düşüncelerini yansıtmakta, insanlarda güzel hisler uyandırmaktadır. Bilgilendirici ya da nesnel olmayan sanat eseri özgün ve evrenseldir. Eserde sanatçı kişisel duygu ve düşüncelerini yaratıcılığını ve yeteneğini kullanarak karşı tarafa yansıtmaktadır.

----------------------

DSG Şanzıman Nedir? Nasıl Çalışır? Özellikleri ve Sorunları

Şanzıman dünyasında adından çokça söz ettiren, Volkswagen tarafından geliştirilen DSG vites kutusunun her yönü ile artı ve eksi taraflarını araştırdık. Dilerseniz vakit kaybetmeden DSG hakkında ki yazımıza geçelim.



Şanzıman, otomobillerimizde genel olarak baktığımız zaman en önemli parçalarından biridir. Şanzımanın genel olarak tanımı ile başlayacak olursak; motordan ve baskı balatadan alınan hareket enerjisini, belirlenen düzeyde ileten aktarma organıdır. Burada olan olay, oluşan tork değerini şaft ve diferansiyele aktarmasıdır. Yani motorun çalışması ve araçların bazı harekete duyarlı parçalarının aktif olması bir işe yaramıyor. Temel mantıkta olan, bunları toparlayıp eşit şekilde pay edilmesi gerekiyor. Önemli olan bu ekipmanın sürüş esnalarında dikkat edilmesi ve tavsiye edilen şekillerde kullanılması gerekiyor. Manuel ve otomatik olarak ikiye ayrılan şanzıman türleri, otomatik vites seçeneği de kendi içinde ayrılıyor. Son 15 yılda geriye doğru baktığımız zaman ülkemizde yaygın olmayan ancak ülkemiz dışında da bir o kadar yaygın olan otomatik vites, rahatlık sembolü haline geldi. Her firmanın hemen hemen kendi geliştirdiği veya geliştirilen farklı şanzıman türlerini kendi bünyesinde kullandığını biliyoruz. Konumuz olan ve Volkswagen firması tarafından geliştirilen DSG şanzımanı sizler için kapsamlı araştırmasını yaptık. Başlıklar halinde DSG nedir, nasıl çalışır ve kronik sorunlarından bahsedeceğiz. DSG hakkında aşağıda vereceğimiz bilgiler sadece Volkswagen firmasını değil, Volkswagen grubunun dahil olduğu her markayı kapsamaktadır.

İsterseniz DSG şanzıman hakkında detaylı yazımıza geçelim:
DSG Şanzıman Nedir?

DSG Şanzıman Nedir?
DSG şanzıman Volkswagen mühendisleri tarafından geliştirilen ve Alman gruba dahil olan firmalarda kullanılan vites türüdür. Merak edenler için DSG şanzımanın açılımını verecek olursak “Direct Shift Gearbox” dır. Bu teknolojik vites kutusu aslında 20 yıl öncesinde dayanmaktadır. VW’nin bu vites kutuları üstünde çalışması, yeni nesİL şanzımanın ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Yapılan Ar-Ge çalışmalarında asıl hedef otomatik şanzıman yapımı değil, otomatik şanzımanda çift kavrama ile en yumuşak geçişleri sağlamaktı. Çift kavrama dediğimiz olayda Alman firma tarafından yapılıp diğer firmalar tarafından kullanılmıştır. Biraz da çift kavrama nedir? sorusuna cevap verelim.Çift kavrama yapısına sahip olan vites kutuları, normal dişlilere sahip olan vites kutularından daha hızlı geçişler sunmaktadır. Klasik şanzımanlara göre daha temkinli güç aktarıyor ve daha fazla kontrol sağlıyor. DSG şanzımanın ana yapısı da ilk olarak Formula 1 araçlarının kullandığı, SMT adı verilen, debriyaj kullanmadan geçişlere müsade eden sistemin geliştirilmesinden olmuştur. DSG, frenleme ve ani hızlanmalarda optimum geçişler yaparak, tekerleklere verilen gücü konvektör kullanarak aktara biliyor.(Volkswagen Hakkında İlginizi Çekecek 15 İlginç Bilgi Yazımızı Okumak için Tıklayın.)

DSG’nin içinde barındırdığı çift baskı balata ile vites sayılarını kümeleyerek, her vites sayısının tek ve çift olarak ayrılmasını sağlıyor. Birinci baskı balataya düşen 1,3,5 tek sayıları dahil olurken, ikinci baskı balataya 2,4,6 çift sayıları dahil oluyor. Burada 6. vitese kadar göstermiş olsakta, VW firmasının 1. baskı balataya dahil olacak 7. kuru tip dişlisi vardır. 7 ileri vitesler standart nornmlar da kullanılırken, 6 ileri DSG şanzımanlar daha çok “Tork” üreten araçlara naklediliyor. Audi grubunda kullandığı bu vites türünün sayısal mantığı değiştirilmiş şekilde sunuluyor. Audi’de çift kavramalı şanzımanın 8 ileri versiyonu görev yapıyor ve fazla tork üreten araçlarında VW’ye göre ters olan 7 ileri S-Tronic şanzıman kullanılıyor. VW firmasının bir süredir üstünde çalıştığı başka yenilik ise 10 ileri çift kavramalı DSG şanzımanın hazırlıklarını yaptığı söylenmektedir. Henüz deneme aşamasında olan 10 ileri şanzıman, araçlar için sunulan avantajları fazlalaştırma maksatlı yapıldığını anlıyoruz.

50 Bin TL’ye Kadar Alabileceğiniz En iyi 4X4 SUV Modelleri Hakkında Bilgi Almak için Tıklayın.
DSG Şanzıman Nasıl Çalışır?

DSG Şanzıman Nasıl Çalışır?
DSG şanzıman nedir? kısmında temel kısımların çalışma mantığını anlatmıştık. Şimdi ise DSG’nin araçlarda vites değişimleri nasıl olduğunu anlatacağız. DSG, sessiz ve sürücünün hissedemeyeceği kadar kusursuz geçişler yapıyor. Tork dengelemesini mükemmele yakın yaparak sistemin hassasiyetini ortaya çıkartıyor. Bilgisayar ve sensör destekli çalışmaktadır. Yani geçişler yapılmadan önce sonraki vitesin geçişi tamamlanıp uygun zamanda devreye girmesi sağlanıyor. Manuel şanzımanlarda aldığımız performans hissini bu şanzıman türünde de almamızı sağlıyor. Bunun sonucunda DSG mili saniye sürelerde geçiş yapıyor. Aslında debriyajlı olan bir sistemi çift debriyajlı hale getirerek, size gereksinim duymadan geçiş olanağı vermesi de diyebiliriz. DSG, sport mod ve Drive mod olmak üzere iki ayrı sürüş kullanımı vermektedir. Drive mode, normal sakin kullanımlarda, yakıtı düşürüp ses olayını minimum seviyeye düşürmek maksatlı aracı yüksek viteslerde tutmasıdır. Klasik otomatik vitesler aracın hızına orantılı olarak vites sayıları küçültülürken, DSG şanzıman da hızlanma gerçekleşip sabit duruma geçildiği zaman sürekli vites sayısını yukarı konumlara çekmektedir. Spor mod da ise aracın gaz pedalı tepkimeleri hassaslaşarak, motorun güç bandını kısa tutar. Direksiyon arkasından veya vites kutusu üzerinde bulunan “+/-“ den size bağlı olarak vites geçişleri yapabiliyorsunuz. DSG koruma ve çift kavrama olayını hakimiyet sizde de dahi olsa bırakmayarak, geç vites değişimlerinde direk olarak müdahale ediyor. Daha net olması için şunu dersek; birinci vites de sürekli olarak yüksek devirlerde gitme şansı bırakmıyor.
DSG Şanzımanın Özellikleri ve Avantajları Nelerdir?

DSG Şanzımanın Özellikleri ve Avantajları Nelerdir?
Yukarıda anlattığımız ve de kesitler halinde yazdığımız özelliklerini toparlayacak olursak; oldukça hızlı vites geçişleri sunduğu ve bu geçişleri süre bazında söyleyecek olursak 8 mili saniyedir. Sanırız Formula 1 araçlarının değişim süreleri ile aynı! Manuel şanzımanın değişim süreci ile karşılaştırıldığında sadece 0.2 mili saniye fark olduğu bilgisi veriliyor. Ne kadar yüksek devirlerde vites değiştirirseniz değiştirin yine sarsıntısız ve soft bir şekilde geçişler yapılacaktır. 0-100 kalkışlar içinde avantaj sağlayan DSG, diğer otomatik vites arabalara göre oldukça hızlı şekilde 100 km/h süratlere gelebiliyor. Bu özelliklerin hepsini bir araya topladığınız zaman ortaya çıkan sonuç “Konfor” oluyor. Volkswagen gerçekten devrim niteliğinde olan bu vites türünü çıkarmakla ve kendi grubu içerisinde paylaşmakla konfora ne denli yatırım yaptığını açık bir dille bizlere söylüyor.

Volkswagen’den Muhteşem Üstü Açık SUV Konsepti T-Cross Breeze Yazımızı Okumak için Tıklayın.
DSG Şanzımanda Çıkan Sorunlar ve Dezavantajları Nelerdir?

DSG Şanzımanda Çıkan Sorunlar ve Dezavantajları Nelerdir?
Diye bilirsiniz ki bu kadar teknolojik vitesin ne gibi dezavantajı olabilir? İlk başta servislerden aldığımız bilgiler doğrultusunda, DSG şanzımana sahip araçların ilerleyen dönemlerde kalkış esnasında sarsıntılı geçiş yaptığı söyleniyor. Kavramalardan her hangi biri ufak bir çalışma bozukluğu gösterse bile hem kalkışlarda hem de sürüş esnasında titremeyi hissede biliyorunuz. Özellikle bu durumun yüksek tork gücü sağlayabilen dizel motorlu araçlarda olduğu daha çok gözlenmiştir. Araştırmalarımızdan çıkan diğer bir sonuç ise özellikle 2. vitese geçişlerde çok sarsıntı yaptığı bilgisi vardır. Bunun nedeni ise araç kalkış yaptıktan sonra hemen 1. vitesten 2. vitese çok seri şekilde geçmesidir. Sürekli kullanılan 2.vites belli zaman sonrasında aşınma yaparak görevini tam olarak yerine getiremiyor. Aslında burada hata olarak gördüğümüz durum DSG şanzımanın tamamen çalışma mantığına dayanarak oluşuyor. 2. vitesin görevi sadece kalkışlarda olmayıp, düşük hızlarda durma eğilimine geçildiği zamanda sürekli aracı 2.vites de bekletmesi yine yıpranmaya neden oluyor. 2.vitesin stratejik bir noktaya sahip olduğu ve yapılan her eylem için ona uğrandığını söylemek yanlış olmaz.

2. vites olayını bitirdikten sonra DSG şanzımanın zor duruma düşmesine sebep olan olaya geçelim. Bildiğimiz gibi rampa yukarı çıkışlarda ve özellikle rampa yukarı beklemelerde şanzımana çok yük biner. Hill Holder(yokuş kalkış destek sistemi) olmayan araçlarda dediğimiz gibi tüm yük DSG şanzımana bindiği için kalkışlarda sürekli olan bir titreme ile karşılaşılıyor. Diğer otomatik şanzımanlarda da bu görülse de, DSG’nin bunu yapması ileride daha büyük sorunlar çıkartacağı anlamına geliyor. Sorunların en büyük neticesi, servislere gidildiği zaman çıkarılan maliyetlerden anlaşılabiliyor. Bu aksaklıkların farkında olan Volkswagen firması da bu şekilde gelen müşterileri için iyi niyet garanti altında ücretsiz bir şekilde sorunlarınızı hallediyor. Hatta sorun sanılandan daha fazla ise DSG şanzımanın değişimi yapılıyor.
DSG Şanzımanı Sorunsuz Nasıl Kullanabiliriz?

DSG Şanzımanı Sorunsuz Nasıl Kullanabiliriz?
Bu gibi sorunlar ile karşı karşıya gelmek istemiyorsak, araçlarımız birde dizel motorlu ise ani kalkışlardan uzak durmamız gerekiyor. Motorun içerisinde ürettiği yüksek gücü anlık bir şekilde şanzımana yüklemesi, kaçınılmaz sonların gelişine bilet almış olmaktır. Son sayımlara göre servislere DSG hatası ile giden 500 bin araç olduğu için uyarılara mutlaka dikkat etmemiz gerekiyor. DSG sorunu ile gelen araçlarda sadece Passat, polo modeli diye bir ayrım yapılmaması da çıkan her bir modelde yaşandığını gösteriyor. Gelen şikayetlerin çoğunluğunu da belli süreler sonra servislerin kabul etmediği söylenmektedir. Durma esnasında da dikkat edilmesi gerekiyor desek de, şanzıman büyük ihtimal yine kendi bildiğini yapacaktır. Teknolojik yapısının altına gizlenen narin yapısını da olmasını göz ardı etmemiz gerekiyor. Özellikle kuru tip olanların daha yatkın olduğunu söyleye biliriz.

İlginizi Çekebilir:
Volkswagen Skandalı Beyaz Perdeye Taşınacak

Volkswagen firmasının dünyaya sunduğu eşsiz şanzıman tipini artı ve eksi yönleri ile sizlere sunduk. Geçiş sürelerini, sarsıntısız ve anlık tepkileri pozitif yönde aktardık. Konfor odaklı yapılan bu şanzıman ilk başlarda sürücüler tarafından çok güzel tepkiler almıştı. Belli zaman sonrasında kalkışların sarsıntılı ve bozuk sesler altında yapmasını da negatif olarak sizlere aktarmıştık. Yani yaptığı tüm pozitif gelişimlerin ileride negatife dönüştüğünü görüyoruz. Gelen binlerce şikayetten sonra VW firmasının da mutlaka iyileştirme çalışmalarına başladığını sanıyoruz. Diğer türlü baktığımız zaman imaj kaybı ve güvensizlik daha çok duyulmaya başlanacaktır. Bu içeriğimizden sonra DSG’li bir araca yönelmek sizin taktirinize kalıyor. “Elektronik ürünler şans işidir” diyorsakta, uzun yıllar bozulmama ihtimali her zaman vardır demektir. Sizlerin DSG şanzıman hakkında düşünceleriniz değişti mi? veya sizler yapılmaması gereken uyarıları yapmayanlardan mısınız?


------------------------------------

Tezhip Sanatı Nedir?

Sözcük Anlamı

Arapça tezhip; “altınlamak”, “yaldızlama”, “bezeme”, yazma kitapların sayfalarına, hat levhalarına, murakkalara, hatta tuğraların üst taraflarına altın tozu ve boya ile yapılan her türlü bezeme. Sözcük yalnız altınla yapılanın dışında, toprak boyalarla yapılan bezemeler için de kullanılır. Yalnız altınla yapılan tezhibe “halkari” denir. Tezhip yapan sanatçıya “müzehhib” tezhiplenmiş yapıta da “müzehheb” adı verilir.

2- Türk Tezhip Sanatının Tarihi Gelişimi .

İslam Öncesi Dönem Tezhip Sanatı

Dünyada tarihe malolmus uygarlıklar arasında, süsleme sanatları ile zirveye ulaşmış milletlerden biri de hiç şüphesiz Türklerdir. Türkler Orta Asya’dan başlayarak, Yakın Doğu’yu da içine alan Milli Sanat Kültürünü, yüzyıllardan bu yana Anadolu ve Rumeli’de başarılı bir şekilde yaşatmışlardır.

744 senesinde merkezleri Orhon kıyılarında olan Dokuz Oğuzlar Uygur devletini kurarak MS. 840 senesine kadar bu bölgede yaşamışlardır. Manihaizm dinini kabul eden Uygurlar siyasi ve kültürel açıdan önemli bir rol oynamaya hazırlanıyorlardı. Mani dininden sonra Budizm’i benimseyen Uygurlar, duvar resimlerinde kullandıkları figür ve motifleri daha da küçülterek kitap süslemelerinde kullanmışlardır. Manihaizm’i kabulü ile gelişmeye başlayan süsleme sanatında zemin mavidir. Kullanılan renkler kırmızı, beyaz, altın yaldız, erguvan rengi, açık ve koyu yeşil. Basitleştirilmiş agaç motifleri, yapraklarla bezeli kıvrım dallar baslıca unsurlar.

Bunlar İslami dönem Türk tezhip sanatında stilize edilmiş çiçek ve bitki motiflerinden meydana gelen “Hatayı Üslubu”nun habercisi gibidirler.

XIII. Ve XIV. Yüzyıl Selçuklu ve Beylikler Dönemi Tezhip Sanatı

Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde yapılmış ilmi eserler ve Kuran-ı Kerimler, tezhip sanatımızın en eski ve önemli örneklerini içinde barındırır. XIII. yy’da medeniyet ve sanatlarının zirvesine çıkan Selçukluların başkentleri ve aynı zamanda önemli sanat merkezleri olan Konya’da, Selçuklu Sarayına bağlı sanatkarların yarattığı zengin fakat o nispette sade ve olgun süslemeli şaheserler tezhibin en güzel örnekleridir.

Selçukluların büyük devlet adamlarından ve hayırsever bir kişi olan Sahip Ata Fahreddin bin Ali’nin, hattat ve müzehhiplerin çalıştığı bir nakıshanenin sahip oldugu, tezhip nakışhanelerinin saraya ve önemli makamlara bağlılığını gösteren bir kayıt olup, o döneme ait bir yazma eserin zahriyesinde yer almaktadır. Tezhipçiliği Anadoluya getiren Selçuklular, stilize edilmiş hayvan motifleriyle bezeli “Rumi” üslubunu getirmişlerdir. Selçuklu tezhibi birbirine geçme geometrik şekillerden oluşur ki bunların içi benek, yıldız ve yaprak motifleriyle süslenmiş, çevrelerini çok karmaşık geometrik ulamalar çevirmiştir. Bunlarda zemin altın, çizgiler siyah olup, yer yer kırmızı ve maviyle renklendirilmiştir. Selçuklu devrinde görülen diger bir tarzda birbirlerine sırt sırta vermiş küçük formlardan oluşan münhani adı verilen tarzdır. Selçuklu, Mısır Memlukları ve Beylikleri dönemi tezhibi pek çok yönden birbirine benzerler. Anadolu Selçuklu devletinin dağılmasıyla Anadolu’da Beylikler dönemi sanatı başladı. 1300’lerden 1454’lere kadar devam eden Beylikler devri sanatında Selçuklu sanatının etkileri görülür.

Tezhipleriyle bütünlük gösteren Selçuklu tezhip sanatının ardından gelen Beylikler Devri tezhip sanatında sulyen kızılı, yeşil, lacivert, altın güve tezhip zemini yazılarda beyaz renk belirleyici özelliklerdendir. Anadolu Artuklu tezhibinde Memluk ve Selçuklu karışımı çizgiler görülür.

Erken Osmanlı Dönemi ve 15. Yüzyıl Tezhip Sanatı

İslam Öncesi Türklerinde Toteizm, Şamanizm, gök tanrı inancı devam ederken, 10.yy. inanç sistemi değişmiş. Asya ve Horasan yavaş yavaş İslamlasarak Anadolu’ya Müslüman olarak gelirler. Asya kültür çevresi ile ilgili bilgileri ilk kez Herodot verir. Ayrıca Kurganlardan çıkan eşyalardan bilgi ediniyoruz.

Erken Osmanlı yazmalarında farklı etkileşimlerin birleşiminden doğan yeni bir tezhip üslubunun varlığı ilk bakısta sezilir. Osmanlıların saray çevresinde geliştirdikleri görkemli sanatlarının benliğine özgü motifleri, kitap süslemeciliğinde de görülür. Baslangıçta saraya baglı çalısan nakkaslar ve müzehhipler zümresinin kökenlerine ve fethedilen ülkelerin sanat alanında yarattıkları etkilere baglı olarak, belirli motif dagarcıgına sahip tezhip üslubu dogurmustur. Genellikle, yuvarlak kıvrımlar çizen dallar üzerine yerlestirilmis Rumiler ve Hatayi’ler, kimi kez tek baslarına, kimi kez kademeli olarak birlikte uygulanmıstır.

Kademeli kompozisyonlarda Timurlu sanatının etkisi sezilir. 15. yy’ın ilk yarısında, kitabın düzenlenişi ve tezhibi açısından varolan Memluk ve Timurlu dönemi Herat ve Siraz okullarının etkileri giderek özümlenmis ve yüzyılın ikinci yarısında orijinal bir süsleme üslubu yara özümlenmis ve yüzyılın ikinci yarısında orijinal bir uslub yaratılmıstır.

Bilinen Osmanlı Tezhiplerinin en erken örnekleri Makâsıd el-Elhân adlı musiki nazariyatı ile ilgili bir yazmada yer alır. (TSMK R. 1726). Sultan II. Murad, için hazırlanan eser H.838 tarihlidir. Sultana sunus yazısının bulundugu çift sayfalık zahriyesindeki tezhipler Osmanlı sanatı için gerçekten büyük deger tasır. Zahriyeler birbirinden farklı düzende tezhiplenmistir. Koyu mavi, yesil ve siyahın zemin rengi olarak kullanıldıgı bu tezhiplerde motiflerde çogunlukla altın yaldız, turuncu, beyaz ve mavi hakimdir. Bu dönemlerde Siraz ve Herat tezhip özellikle erken Osmanlı Tezhibinde etkindir.

Osmanlı Tezhip Sanatının bir ekol niteligini yansıtan ilk önemli dönemi Fatih Sultan Mehmed’in Saltanat Yıllarına rastlar. Fatih Sultan Mehmet’in Saltanat Yıllarına rastlar.

Fatih Sultan Mehmet ve veziri Mahmut Pasa adına hazırlanan çok sayıda tezhipli el yazma eserin günümüzde geldigi bu dönemin seçkin örnekleri, TSM ve Süleymaniye Kütüphanesi basta olmak üzere çesitli müze ve kütüphanelere dagılmıstır. Bu eserlerde genellikle zahriye de yer alır. Zahriyeler nadiren çift sayfa olarak düzenlenmistir. Ayrıca eserin basladıgı sayfaya da, baslık biçiminde tezhip yapılmıstır. Ana semalar uygulanmıstır. Ortada yer alan kitap ya da sunulan kisinin adının yazılı oldugu semseler, ya oval biçimde ya da oval biçimde yada tamamen dairevidir. Semseler alt ve üst kısımlarında ince uzun dikdörtgenler halinde yatay panolar veya sayfa köselerinde kösebentler vardır. Genelde ana zemin bos bırakılmıs semse ve kösebentler tezhip edilmistir. Bu dönem tezhibinin baslıca dolgu motifleri ise, rumiler ve kıvrımlı dallar üzerinde sıralanan hatayi grubu çiçeklerdir. Rumiler çogunlukla kapalı formlar olusturan bir düzenleme ile bordür biçiminde sıralanır yada sezilmeyen bir simetri içerisinde yuvarlak kıvrımlı dallar üzerinde görülürler.

Renkler lacivert ve altın en etkili olacak sekilde kullanılmıstır. Ayrıca altın, beyaz, siyah, yesil, kırmızı ve kiremit tonu renkler dikkati çeker. Baslıklarda ve zahriyede hat da süsleme agırlıklı olarak tezhibin içinde yer alır.

16.yy’dan itibaren kitap sanatının vazgeçilmez bir süslemesi olan haklar örneklerine, Osmanlı kitap sanatında bu dönemde az olmakla birlikte rastlanır. Fatih’in hazinesi için hazırlanan Tezkiret’ül Kurtubi adlı eser, dönemin motif dagarcıgını yansıtmaktadır. Altın yaldızla çalısılmıs ve siyahla tahrirlendirilmis haklar çalısmaları eserin manzum kısımlarındaki bosluklarda, metinle cetvel arasında yeralır. 15. yüzyılda Osmanlı ile bir degisme, bir hamleye giren tezhib ve desen sanatlarımız, sanki bir geçis dönemi yasar gibi. Anadolu Selçuklu İmparatorlugu zamanında kurulmus saray nakıshanesi gelenegi, Osmanlılar döneminde de devam etmistir. Bursa, Edirne ve 1453’ten sonra _stanbul gibi baskentlerin saraylarında kurulan nakıshaneler, özellikle Fatih 1451-1481 yılları arasında saltanatı süresince sayısız ve mükemmel eserler vermislerdir.

Sultan II. Bayezıd Devri

İstanbul Sarayı ehl-i hirefinin ve dolayısıyla nakkaşlar bölüğünün kesin olarak teskilatlandırılması ve genislemesi II. Beyazıd devrinde saraya baglı nakkasların adlarını ve tam sayısını gösteren bir belge yoktur. Ancak Beyazıd dönemine ait bazı enam kayıtlarında yaklasık 19 nakkasın adı tesbit edilmektedir.

H.932 (1526) yılında düzenlenen bu maas teftis defterinden sanatçılardan bazılarının 2. Bayezid devrinde saray nakkasları arasına katıldıgı ve kökenleri konusunda bilgi ediniyoruz. Bu sanatçılar Osmanlı tezhip sanatının parlamasında önemli rol oynamıslardır. II. Bayezıd devri tezhip sanatındaki bu gelismede etkili olan diger faktör ise, Seyh Hamdullah gibi essiz bir hattatın yetismis ve olgunluk çagı eserlerini vermis olmasıdır.

Şeyh Hamdullah’ın yazdıgı, TSK yy. 913’de kayıtlı bulunan ve Hasan bin Abdullah tarafından tezhiplenen Kuran-ı Kerim dönemin en güzel ve çarpıcı örnekleri arasında basta gelmektedir. Bu Kuran-ı Kerimlerde zahriye sayfaları çift olup tamamen tezhiplenmistir. Ayrıca, sure basları, duraklar ve güller degisik motif ve kompozisyonlarla zengin ve ölçülü bir sekilde tezhiplenmistir. Bayezid devri Kur’an tezhiplerinde çesitli ana semalar uygulanmıstır. Özellikle baslangıç levhalarındaki kompozisyon düzenlemelerinde sınırlandırmayan desenlerden alınan kesitler kullanılmıstır. Tezhipli sayfalar levhalar, bordürler ve tıglarla zenginlestirilmistir. Dolgu motifleri Rumiler, hatayiler, tepelik ve ortabaglar ve yeni bir motif olarak yaygın bir sekilde kullanılan çin bulutlarıdır. Rumiler incelmis ve çesitlilik kazanmıstır. Altın bol kullanılmıstır. Beyazıd devrinde son derece ince fırça isçiligi de uygulanmıstır. Tezhip ve haklar bir arada kullanıyor. Bosluklarda zerefsan kendini gösteriyor. Motifler daha ince ve zarif seklini almıstır. Bir kısmı İran’dan gelmis sanatçılardan olusan iki nakkashane Topkapı Sarayı’nda kurulmustu.

Hasan bin Abdullah devrin ünlü müzehhibidir. Tebrizden gelen sanatçı, 1520 yılında saray nakkashanesine kaydolmus, uzun yıllar serbölük olarak çalısmıs ve 1556 yılında ölmüstür. Saz üslubunun tezhipteki uygulamaları çok azdır. Buna karsılık sayfa kenarlarındaki haklarlarda, çesitli lake eserlerde görülen bezemelerde yaygın ve sürekli olarak kullanılmıstır. Kanuni saltanatının ortalarına dogru hazırlanan Arifi’nin mesnevisi Guy-u Çevgan bu yıllarda ortaya çıkan yeni üslupların, süsleme tekniklerinin, klasik tezhip anlayısıyla kaynastıgı karakteristik bir örnektir. H. 946 (1539-40) tarihli eserin hattı Muhammet b. Gazanfer tarafından kaat’ı, yani kagıttan oyma ve yapıstırma yöntemiyle hazırlanmıstır. Eserin serlevhası olarak baslangıç sayfaları çerçeve halinde tezhiplidir. Klasik motiflerle yapılan bu tezhibe lacivert ve altın yaldız hakimdir.

Bordürün etrafını, altın yaldız çinbulutları, lacivert, küçük çiçek ve kıvrımlı dallar ve bunlardan çıkan tıglar çevirir. Bu uygulama, 16. yüzyılın sonlarına kadar sevilerek kullanılmıstır. Eserin metin kısmındaki söz basarı ve koltukları da tezhiplidir. Genellikle hatayi ve Rumilerle kompozisyonlar olusturulmustur. Serlevhadaki koltuklar, nis biçimindedir. Altın yaldız zemine beyaz ve pembe çiçeklerle bezelidir.

Eserin sonunda kitap kabı seklinde düzenlenmis bir tezhip bulunur. Burada semse içinde saz üslubunun ana motifleri olan hatayi ve hançeri yapraklardan olusan bir kompozisyona yer verilmistir. Bazı sayfa kenarlarında ise, kalıpla renkli boya püskürtme yöntemiyle yapılmıs süslemelere rastlanır. Bu yıllarda Osmanlı Saray Nakkashanesinde, yaratıcı güce sahip bir müzehhip yetisir. Söz konusu sanatçı, Memi Çelebi veya Kara Memi veya Mehmed Siyah adlarıyla belge ve kaynaklarda geçen Kara Mehmed Çelebi’dir. Kaynaklardan, Sah Kulu’nun ögrencisi oldugu anlasılan sanatçının adına ilk kez H. 952 Masar (1545 Mart, Nisan, Mayıs) tarihli ehl-i hiref maas defterinde rastlanır.

Sanatçı 1556-1557 yıllarında nakkasbasıdır. 1566 yılında da halen, bu görevini sürdürdügü anlasılır. Ölümü veya isten ayrılmasıyla ilgili bir kayda henüz rastlanmamıstır.

Kara Memi Osmanlı tezhip ve süsleme sanatlarının yeni bir çehre kazanmasına yol açmıs, daha dogrusu temel tası, yaratıcısı olmustur. Sanatçının imzalı ve imzasız çesitli eserleri günümüze ulasmıstır. Bunların hepsi de birbirinden özenli, onun yaratıcı gücünü vurgulayan essiz yapıtlardır. Kara Memi tezhip sanatına gerek kompozisyon, gerek motif olarak pek çok yenilikler kattıgı gibi, süregelen üsluplara da, yeni uygulamalar getirmistir. Onun eserlerini tarih sırasına göre incelediğimizde motif dagarcıgının son derece zengin oldugu görülür. Saz üslubunun motifleri, klasik rumi çesitlemeleri, kıvrımlı dallı çiçeklerden olusan bezemeler, hatayi çiçeğinin negatif, yani iç dolgularıyla görüntülendigi süslemeler sanatçının uygulamaları arasında yer alır.

Ancak, Kara Memi’yle Türk tezhip ve süsleme sanatlarında özel bir yer kazandıran yeni bezeme motifleri, gözleme dayanan çiçeklerdir.

Osmanlı tezhibinin çok degisik kompozisyonlar içeren en önemli eseri, Ahmet Karahisarı tarafından yazılan, tezhip ve cildi Sultan III. Murad döneminde yapılan Kur’an’dır (TSM Ktp. H.S. 5.) Büyüt boyuttaki bu Kur’an-ı Kerim’in her sayası tezhiplidir.

Eserin tezhiplenmesi ve ciltlenmesiyle ilgili masraf defterlerinden, bu islemin H. 992 (1548) yılında baslayıp H.1004 Ramazan (1596 Nisan) ayına kadar oniki yıl sürdügü anlasılır. Yine bu belgeden pek çok sanatçının bu is için çalıstırıldıgı, Saray nakkaslarının yanı sıra, dısarıdan nakkaslara da is verildigi ortaya çıkar.

Serlevha dısında, Kur’an’ın her sayfasında dörder tezhipli koltuk vardır. Koltuklarda toplam ikibinüçyüzkırk tezhibin bulundugu eser, Osmanlı Saray müzehhiplerinin motif dünyalarının zenginligini, yaratıcı güçlerini sergiler. Eserin çift sayfa halinde düzenlenmis hatimesinde sayfa kenarları, altın yaldız, çok açık yesil ve pastellestirilmis lal rengiyle saz üslubunda bezenmistir.

Saz üslubunda tezhip – halkar türünün kitap sanatı dısındaki ilgili çekici örneklerine Sultan III. Mehmet (1595-1603) ve I. Ahmet (1603-1617) dönemlerinde rastlanır. Topkapı Sarayı Arz Odasındaki yerli tahtın ahsap üzerinde yapılmıs halkâr süslemeleri saz üslubunun tüm motiflerini içeren ender örneklerden biridir. H. 1006 (1597-97) tarihli olan bu tavan, bordo zemine altın yaldız ve çesitli renklerle çalısılmıs hatayiler, hançeri yapraklarla olusturulmus girift bir zemin degerlendirmesiyle, madalyonlar içerisinde ejder ve simurg mücadelesi kompozisyonlarına sahiptir.

Osmanlı tezhibinin çok degisik kompozisyonlar içeren en önemli eseri, Ahmet Karahisari tarafından yazılan, tezhip ve cildi Sultan III. Murad döneminde yapılan Kur’an’dır Büyük boyuttaki bu Kur’an-ı Kerim’in her sayası tezhiplidir.

16. Yüzyıl Klasik Dönem

Osmanlı Tezhip Sanatının, Fatih’ten sonraki ikinci önemli dönemi 16. yüzyılın ilk yarısına rastlar. Çesitli motif ve üslupların yaratıldıgı bu dönem, klasik Türk Tezhibinin de hazırlayıcısı olmustur. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Zaferinden (1514) sonra Tebriz’e girmesinden sonra, Herat’lı sanatçılar kendisine sıgınırlar. Bir grup Tebrizli sanatçı _stanbul’a gönderilir. Bu da Osmanlı saray sanatında kısa da olsa bazı sanat etkilerinin olusmasına neden olur. Bu etkiler kitap sanatlarına da yansır. 15. yüzyıl sonlarında Herat’da olusan son derece dekoratif olan süsleme üslubu ve bazı formların etkisiyle iplik inceliginde kıvrımlı dallar ve aynı incelikte Rumiler kitap süslemeciliginde kullanılır.

Tezhip, 16. yüzyılın ikinci yarısında daha önceki görülen yeniliklerin gelismelerin gelisim sahası olmustur. Tezhiplerin ana formu, motifler ve renkler burada olabildigince zenginlesmis ve gelismistir. Devrin nakkaslarından Nakkas Bayram B. Dervis ve Muhammed b. _lyas’ın da bu devirdeki çalısmaları Kanuni Devrini üst seviyeye ulastırmıstır. Tezhipte kullanılan motifler irili ufaklıdır.

Tepelikte büyük hatayi, yanında küçük hatayi, rozet ve gül goncalara rastlanır. Halkarda kullanılan motifler genellikle iridir. Yeni bir motif olarak kaplan postu ve pars benegi görülür. Agaç görünümündeki dallar da mevcuttur.

“Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta geçtigi 1520 yılında Saray nakıshanesinin basına getirilen Tebriz’den sürgün gelme Nakkas Sahkulu’nun Osmanlı Sanatına ve kitap süslemeciligine kazandırdıgı yeni bir üslup saray müzehhipleri arasında çok ragbet görmüstür. Nakkas Sah Kulu’nun Osmanlı sanatına ve kitap süslemeciligine kazandırdıgı yeni üsluba, 18. yüzyıl Osmanlı kaynak eserlerine dayanarak “Saz Üslubu” denilmektedir. Bu üslupta, hatayi adı altında toplanan Uzakdogu kökenli stilize çiçekler, 15. yüzyıl örneklerinden çok farklı biçimler ve boyutlarda ele alınmıs, degisik formlara sokulmustur.”

Kanuni Sultan Süleyman devrinde en güzel eserler verilmistir. Çünkü Kanuni, kitap sanatlarına çok meraklıydı. O yüzden onun devrinin eserleri pek çoktur. Bu devrin eserlerine “Klasiklesmis Eserlerimiz” diye bakılmaktadır. 16. yüzyıl Tezhip Sanatı, genis ve zengin imparatorlugun zevkleri ile paralel yürüyen olgun bir sanat anlayısıdır.

Kompozisyon sadeligi korunmakla birlikte,tüm klasik devir özelligi devam eder.

Tezhipler, çesitli formlar içinde görülür. Her çeside bu devirde rastlanır. Fatih devrindeki zahriyeler daha gelismis bir sekilde önümüze çıkar. Zahriyelerin bir kısmı madalyon seklindedir. Semse salbeklidir. Sayfaların kösebentleri rumi ve hatayilerle süslüdür. Bazı zahriyeler rumi ve hatayilerle süslüdür. Bazı zahriyeler salbeksiz ve madalyon seklindedirler.

Süslemeler çesitli formlardadır. Örnegin bazı örneklerde metnin etrafında dikdörtgen paftalar ve bunların üç yanında tepelik motifleri görülür. Pek çok örnegi olan bir baska süsleme tarzı da metnin etrafındaki paftalar ve üç yandan çeviren bordür halinde olanıdır. Bunların bazısında metin küçük bir yer kaplamakta etrafını çift sıra pafta ve üç yandan bordür çerçevelemektedir. Diger bir kısmında metnin etrafı tek sıra pafta ve üç yandaki bordürle çerçevelenmistir. Yalnız bunlarda, metin kısmının yazılısı degi******. Metin yatay ve dikey hatlar arasında yazılmıstır.

Diger bir anaform örnegi baslık seklidir. Bunlarda metnin üzerinde bir ana pafta, üst bordür ve tepelik motifi görülür. Bazı örneklerde sadece ana pafta ve tepelik veya ana pafta ve üst bordür görülür. Bazı örneklerde sadece ana pafta ve tepelik veya ana pafta ve üst bordür görülür.

Motif bakımından bu devir çok zengindir. Fatih devrindeki iri hatayiler yine görülür. Ortabag motifi burada da göze çarpar. İri Rumiler dikkat çeker. İlk sayfa düzenlemesinde oldukça küçük hatayi, rumi, bulut, gonca, penç, yapraklar, nar çiçegi, çintemani, tırtıllı yaprak motifleri görülür. II. Bayezid devrinde ilk defa kullanılan stilize bulut motifi tıg motiflerinde ve ayrıca Rumilerle birlikte görülür. Ayrıca bulut motiflerinin çesitli sekilleri ve kıvrımları baglayıcı fonksiyonları ile desenlerde bazen adeta rumilerin yerini aldıgı görülür.

Halkâr, Kanuni devrinde önem kazanmıstır. Oldukça iri hatayi, karanfil, sakayık, lale çiçekleri kullanılmıstır. 15. yüzyıl ve Bayezid devrinde sevilen ve hakim olan renklerin

kullanılmasına devam edilmistir. Ayrıca yeni olarak yesil, visne çürügü ve mor renklere rastlanır. Lacivert çok tatlı bir tonda yine bütün zeminlerde kullanılır. Altın yaldızın kırmızı ve yesili bazen ayrı ayrı, bazen de birlikte kullanılmıslardır. Bu dönemde zencereklerin azaldıgını, yerini daha çok çiçekli ve motifli bordürlere bıraktıgını görmekteyiz. Yine de iki, üç ve dört iplik kullanılarak yapılan çesitli zencereklere rastlanır.

“16. yüzyılın ortalarına dogru, Türk Süsleme Sanatının motif dagarcıgının birdenbire zenginlestigi görülür. Bu yıllarda saray nakıshanesinin basına Sah Kulu’nun egitmis oldugu müzehhip Kara Memi geçmistir. Sah Kulu’nun Osmanlı Sanatına kendi yorumuyla yerlestirdigi Uzakdogu kökenli stilize çiçeklere (hatayi) karsıt, saray bahçelerinde yetistirilen lale, gül, sümbül, nergis, süsen, zerrin gibi çiçekler, bahar çiçekleriyle donanmıs meyve agaçları, serviler, narlar, Türk süslemeciligine konu olmustur. Kara Memi’nin getirdigi bu yenilik, gözlemci yaklasımla çizilmis çiçekler, önceleri tezhip sanatında uygulama alanı bulmus, giderek Tüm Osmanlı süslemeciliginin ana teması olmustur.

Kanuni’nin “Muhibbi” adıyla yazdıgı siirleri içeren divanını yanındaki usta ve çıraklarıyla birbirinden güzel tezhiplerle bezeyen Kara Memi, aynı zamanda halkâr tarzındaki süslemelerle yüzlerce sayfanın yaratıcısı ve natüralist akımın öncüsü olmustur. 21 Dönemin bilinen diger tezhip ustaları da Mehmet b. İlyas, Hasan b. Abdullah, Fadullah b. Aras, Bayram b. Dervis, Sir El-Hac, Abdullah b. Mehmed, Mehmet Selaniki’dir.




17. Yüzyıl Tezhib Sanatı

17. yüzyıl, 16. yüzyılın devamı niteligindedir. Ancak, bu yüzyıl, gerek motiflerin gerekse kompozisyonların olusturulmasında genellikle bir duraklama ve gerileme yüzyılı olarak görülür. Renk kullanımında, daha evvelki yüzyıllarını parlak, canlı ve milli renkleri kaybolmus, altın yaldız fazlalasmıstır.

Tezhipli Kur’anlar, 17. yüzyılda fazla degisik bir süsleme getirmemislerdir. Kur’anın kutsal bir kitap olması nedeniyle tezhipler aynı belirli sayfalara yapılmaya devam edilmistir. Ancak müzehhipler Kur’an tezhipçiligini monotonluktan kurtarmaya çalısarak yeni üsluplar getirmeye çalısmıslardır. Dısarıya dogru tasan ve madalyonu andıran dıs bordürler buna örnektir. Ancak sayfa ve süsler aynı oldugundan sahife içindeki bocalanıs bir yenilik sayılmaz. 17. yüzyıl Kur’anları genellikle aynı tarzda tezhiplenmislerdir.

17. yüzyıl dini konulu eserlerde diger yüzyıllardaki gibi sık motifli kompozisyonlarla tezhip yapılır. Ancak anlasılamayacak kadar karısık degildirler. Kompozisyonlar, tezhip motiflerinin çok küçük olmalarına karsın, gayet güzel bir sekilde yerlestirilmislerdir. Simetrik bir düzende yapılan kompozisyon ve motiflerde orantısızlık sözkonusu degildir.

“17. yüzyıl tığlarında realist çiçek motifleri, hayvan figürlerine benzer sekiller, zerefsan (serpme altın) zemin üzerine igne perdahlı süsleme yer alır.” Bu yüzyılda pek çok da dini olmayan eser tezhiplenmistir. Örnegin, askerlik, tıp, musiki, tarih, cografya, risaleler gibi. Bu eserlerde Kur’anların tezhiplenmesi sırasında gösterilen titiz çalısma görülmektedir. 17. yüzyılda tezhip sanatı büyük bir ciddiyet içinde yürütülmektedir. Daha önceki yüzyıllarda bu yüzyılın aynıdır. Sadece sahifelerdeki yapılısları azlık veya çoklukla izah edilebilir.

17. yüzyıl tezhibinin saglam bir geçmisten sonra meydana gelmesi ve 16. yüzyıl gibi son derece parlak bir dönemi takip etmesi, bu asırdaki müzehhiplerin kendilerinden emin olmalarını saglamıstır. Artık bu yüzyılda tezhip gayet iyi bilinen bir kitap sanatı olarak karsımıza çıkmaktadır. Yine de her sanat kolunun bir dogus, yükselis ve çöküs devri vardır. Çöküs içerisindeki bir devletin sanatında gelisme görülmesi imkansız gibi bir seydir. 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorlugu için parlak bir devir sayılsa bile aslında bir gelimse sözkonusu degildir. Yüzyılın sonlarına dogru imparatorlugun duraklama devrine girmesi tezhip gibi diger sanat kollarını da etkilemistir. Artık bundan sonra bir batılılasma dönemine girilecek, 18. ve 19. Yüzyıl tamamen batı etkisinde eserlerin verilecegi yüzyıllar olacaktır. Zencereklerin kullanımı bu dönemde iyice azalmıstır. Geometrik zenecerekler basitlesmis, pek çok eserde noktalamalar dikkate alınmadan fırça darbeleriyle kullanılmıstır. Bazı eserlerde iki ve üç iplikli zencereklere rastlanır. 16.

yüzyılın çiçekli bordürleri bu dönemde de devam etmektedir. Bu yüzyılın bilinen müzehhipleri Hasan ve Dervis Mehmed’dir. 17. yüzyıl, klasik tezhibin son parlak dönemi olması dolayısıyla büyük önem taşır.

18. Yüzyıl Batı Etkisi ve Tezhip Sanatındaki Canlanış

17. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı el sanatlarının bazı dallarında hissedilmeye baslanan Batı etkisi, tezhip sanatında da görülür. Yüzyılın sonlarına dogru ilk örneklerini veren tezhip sanatındaki bu yenilik farklı bir anlayısla çizilmis ve renklendirilmis çiçek demetleridir. Üçüncü boyutun verilmeye çalısıldıgı çizim ve gölgeli boyamalarıyla bu naturalist çiçek buketleri veya tek çiçekler, Osmanlı kitap sanatında çiçek ressamlıgı diyebilecegimiz yeni bir türün dogmasına yol açmıstır.

Naturalist yaklasımla yapılan çiçek ve çiçek buketleri, 18-19 yüzyıl boyunca Türk tezhibinde varlıgını sürdürür.

Sultan III. Ahmed’in (1703-1730) saltanat yılları her türlü kitap sanatının, bu arada tezhip sanatının da adeta yeniden canlandıgı bir dönem olmustur. Klasik motifler ile kurulan kompozisyonların yanı sıra, Batı etkisiyle Osmanlı sanatına giren naturalist çiçek buketleri, kıvrık iri yapraklar tezhip sanatının zenginlesmesine yol açmıstır. Fatiha ve Bakara surelerini içeren tarihsiz bir Kur’an cüzünün serlevhasının gösterisli tezhibi, 18. yüzyıl ilk çeyreginde, klasik motiflerle yapılan yeni yorumun ilginç bir örnegidir (TSM Ktp. E.H. 259). Rumiler, stilize çiçekler ve çinbulutlarıyla biçimlendirilen degisik kompozisyonu, dilimli semseler içerisine yerlestirilen, simetrik düzende üsluplastırılmıs çiçek buketleri tamamlar. Renkler zenginlesmis, sırasıyla altın yaldız, lacivert ve yeni bir renk olarak da firuze mavisi bolca kullanılmıstır. Ayrıca lâl, sarı, yesil, kırmızı veya beyaza küçük alanlarda yer verilmistir. Semse içindeki motiflerin altın yaldız zeminine igne perdahı ile metalik görüntü verildigi izlenir. İgne perdahı, bu dönemden itibaren Osmanlı tezhibinde sıkça kullanılmıstır.

18. yüzyıl müzehhiplerinin en önde gelen ismi çiçek ressamı ve aynı zamanda rugani de (lake ustası) olan Ali Üsküdari’dir Sanatçının, lake kitap kapları, ashap üzerine lake yazı kutuları, yaylar, yazı altlıkları, kuburlar, kitap tezhipleri gibi, çesitli eserleri günümüze gelmistir. Kaynaklar, onun özellikle devrin ünlü hattatı Yedikuleli Seyyid Abdullah’ın yazdıgı Kur’an’ları tezhiplemek serefine eristigini belirterek överler. Sultan III. Ahmed (1703-30) döneminden III.Mustafa (1757-1774)’nın saltanat yıllarına kadar uzanan bir zaman diliminde çalıstıgı, imzalı ve tarihli eserlerinden anlasılır. Ali Üsküdari tezhip ve haklarlarında klasik tezhip üslubunu ve saz üslubunu sıkça kullanarak, yeni bir yorum getirmistir. Özellikle, saz üslubundaki basarısından ötürü, devrinin Sah Kulu’su olarak anılmıstır. Sanatçı ayrıca dönemin yeni akımlarını da basarıyla uygulamıs, üçüncü boyutu veren, gölgeli çiçek tasvirleri de yapmıstır. Klasik tezhip ve saz üslubu motifleriyle yaptıgı en önemli eserlerinden birisi, Sultan III. Ahmet’in celi muhakkak hatla yazdıgı kıt’alarını içeren murakkaanın lake kabıdır. (TSM Ktp. A. 3652). H.1136 (1723-24) tarihli bu murakkaa’nın içindeki son derece ince bir isçilikle yapılmıs zarif tezhip ve halkarlar da, Ali Üsküdari’nin elinden çıkmıs olmalıdır. Bunlarda, klasik zevkin yanı sıra, devrinin batı etkisiyle olusan yeni begenisini de görmek mümkündür. Sultan III. Ahmet’in tugra istifi ile yazılmıs hatlarından olusan bir diger albüm, devrin farklı

begenilerini ve tezhip sanatında ulasılan üst düzey sergileyen baska bir örnektir Eserin lake cildi H. 1140 (1727-28) tarihlidir ve mücellid Ahmet Hazine imzalıdır. Bu sanatçının saray enderununa mensup bir kisi ve aynı zamanda iyi bir müzehhip oldugu anlasılır.

18. yüzyıl tezhip – halkâr sanatının orijinal çalısmaları arasında laklanmıs kitap kapaklarının özel bir yeri vardır. Üçüncü boyut verilmekle beraber, üsluplastırılmıs çiçek dalı bezemeli, H. 1171 (1757) tarihli Edirneli Mustafa imzalı bir kitap kabı, bunlardan.

19. Yüzyıl Tezhip Sanatı

Bizde Rokoko tarzı, III. Ahmed zamanında Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa’daki elçiliginin sonunda yazdıgı “Fransa Seyahatnamesi”nin dolaylı ürünü olarak ortaya çıkmıstır. 18. yüzyıldaki Fransa gezisi, Osmanlı Devletinin batıya açıldıgı ilk penceredir. Eserinde Versailles Sarayı basta olmak üzere Paris çevresindeki sarayları, bahçeleri anlatmaktadır. Bu arada Paris’te Rokoko tarzı eserlerin en güzelleri veriliyordu. Batı, Osmanlı yas*****n kültürel, siyasi, ev esyaları, küçük sanatları ve giyimine kadar etki etmistir. Bunda 18. yüzyıl içinde gelen batılı sanatçıların da katkıları göz önüne alınmalıdır. _lk eserler batı tarzında yapılmakla beraber müzehhipler kısa zamanda Rokokoyu benimseyerek Türklesmis bir tarz haline getirmislerdir. Bu tamamen Türklesmis tarz, Fransız Rokokosu gibi sasaalı degil, sade ve gösterissiz bir hale getirilmistir. 18. yüzyıl sonu ve 19. Yüzyıl boyunca halkın begendigi bir tarz olmustur.

19. yüzyılda ampir tarzı bu mimaride hakimken, tezhipte Türk Rokokosunun en güzel eserlerini vermistir. Müzehhiplerimiz Rokokoya apayrı bir canlılık vermislerdir. Kur’an-ı Kerim, Elifba’lar, Musaflar, Mecmualar, Divanlar, Tarihler vb. pek çok din ve din dısı eserler bu dönemde tezhiplenmlistir Kur’an-ı Kerimlerde tamamen Rokoko tarzında akant dalları ve çiçekler kompozisyona hakimdir.

Kumaslı girland, kurdele ve halkalar göze çarpar. Bazı eserlerde klasik ve rokoko bir arada görülebilir. Bazı eserlerde tıglar klasik olarak çalısılırken, kompozisyonlar rokoko üslübundadır. Çiçek buketleri, çiçekli girlandlar ve püsküllerde oldukça sık ullanılmıstır.

Elifba’larda tezhip genellikle bütün sayfayı kaplamıstır. Elifba harfleri baklavalar içinde birer atlama olarak yerlestirilmistir. Kurdeleler, girlandlar ve hurma dalları göze çarpar. Akant yaprakların çiçek gibi düzenlendigi, tepelik hurmalarında çiçekli sepetlerin bulundugu eserlere de rastlanır. Buna karsılık bazı eserler göze batacak sekilde sadedir. Çiçek ve yapraklarda klasik tezhibin stilizasyonu yoktur.

Motifler bakımından inceledigimizde Türk Rokoko tezhibi bitki (floral) grubuna girer. Bunda da çiçekler ve yapraklar hakimdir. Sadece bitkisel motiflerin kullanılması Rokoko tezhibin en büyük özelligidir. Tezhiplerde kavuniçi, sarı, yesil, kırmızı, pembe, eflatun, mavi, kahverengi, mor gibi canlı renkler ve bolca altın yaldız kullanılmıstır.

Bazı eserlerde klasik tezhipten alınmıs motiflere rastlanır. Bunlar karısık üsluplu eserlerdir. Tezhip çerçevelerinde zencerek, çiçek ve akant yaprakları görülür.

Yazı içinde yer alan duraklarda yaldızlar, çiçekler ve yapraklar görülür. Besmelelerin uzantılarında lale, gül, mine gibi çiçekler bulunur. Zencerekler bazı örneklerde klasik tarzda bazı örneklerdeyse tamamen fırça darbeleriyle yapılmıs basit örneklerdir. iki ve üç iplikle örneklere rastlanır.

Eserlerde gölgeleme önemli bir yer tutar. Çiçekler, yapraklar dalından yeni kopmuş gibidir. Bunlar vazoya konmus veya demetler haline getirilmis olarak tezhip edilmiştir. Bu canlılık eserlere gölgelendirme sayesinde kazandırılmıstır. Sayfa kenarlarındaki halkarlar klasik ve rokoko tarzındadır.

Bu dönemin bilinen müzehhipleri, El-Hac Yusuf bin Hüseyin, Seyyid Ahmet, Mustafa el-Üsküdari, Seyyid Mehmet Arif, Hasan (Sakusi Karaman), Ahmed Ziyai El-Tokadi, Seyyid Ahmed Ataullah Hezargaradizade, Hüseyin Rıfat Caferzade, Seyyid Abdullah Zühdi, Seyyid Abdullah Hamdi Muhsinzade, Seyyid Hasan Pertev, Hüseyin Hüsni, El-Haci Ali Rız, El-Hac Ahmed _slamboli, El-Hac Seyyid Hasan Rıza, Nureddin, Osman Yumni, Bahaeddin, Üstad Ahmed, Ata, Lazgradizade Ahmed, Lalelili Sakir Hacı Hasan Salih Tevfik Efendi, Sarhos Ali, Hacı Nuri’dir.

Yetenekli sanatçılar ve onların yetistirdigi ögrencilerle günümüze degin varlıgını belli bir ölçüde koruyabilmistir.

20. Yüzyıl ve Cumhuriyet Dönemi Tezhip Sanatı

“1914”te yazı, tezhip,halı desenleri, minyatür, cilt, ebru gibi geleneksel sanatlarımızı yasatmak ve ögretmek amacı ile açılan “Hattat Mektebi” 1936 senesinde “Sark Tezyini Sanatlar Mektebi” adı altında Güzel Sanatlar Okulu’na baglanır ve daha sonra “Türk Tezyini Sanatlar Bölümü” adını alır. Bu dönemlerde Türk Tezyini Sanatlar Bölümü’nde Tezhip hocası büyük sanatçı Tugrakes İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) in tezhipteki tarzı tutulmamıs ve devam etmemis. Bu tarz tezhibinde rumi ve hatayi motifleri sivri hatlara sahip olup, ana renk altındır.

Çogu zaman İsmail Hakkı Altunbezer tezhipleri koyu renk zemin üzerine zer endud tarzındadır. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in klasik motif ve tezhip anlayısını canlandırıp yasatma çalısmaları ürünlerini vermis, tezhip sanatına daha bilinçli olarak klasik anlayıs ile yaklasılmaya baslanmıstır. Cumhuriyet döneminin en ünlü tezhip ustaları Muhsin Demironat (1907-1983) ve Rikkat Kunt (1903-1986) dur. İsmail Hakkı Altunbezer’in yanında tezhip sanatına baslayan (1936) Rikkat Kunt daha sonra Necmeddin Okyay (1883-1976) ın yönlendirmesi ile klasik anlayısa yönelmis ve genç tezhip ustası Feyzullah Dayıgil ile çalısmaya baslamıstır. Klasik dönem tezhip örneklerini kaynak alarak, hem klasik tezhip sanatını yasatmak, hem de devam ettirmek amacında olan iki sanatçı tezhipte birbirinden güzel örnekler vermislerdir.

Cumhuriyet döneminde yapılmıs en önemli eserlerin basında Muhsin Demironat tarafından tezhiplenen (İzzet Efendi) hilyesi ve Rikkat Kunt’un babasının dayısı, _smail Hikmet Ertaylan tarafından İstanbul’un 500. fetih yıldönümü için hazırlanan Fatih Divanı’dır. Fatih Albümü 64 kıtadan olusmuktadır. Dönemin en ünlü hattatlarının (Necmeddin Okyay – Halim Özyazıcı – Macid Ayral – Ali Alpaslan gibi) yazdıgı siirleri yine dönemin en önemli müzehhipleri (Muhsin Demironat – Rikkat Kunt – Tahirzade Behzat gibi) tezhiplenmis ve klasik cildi Emir Barın (1913-1987) tarafından yapılmıstır. 1944 senesinde yapımına baslanan eser 1950 senesinde tamamlanmıstır.

Fatih Albümü’nün 14 sayfasını tezhiplene Rikkat Kunt kendine has klasik çizgili desen ve renkleri ile tezhipte “Rikkat Kunt” ekolünün yaratıcısıdır. Motifleri, özellikle hatayi motifleri muntazam ve serbesttir. Bu motiflerdeki zenginlik ve incelik Rikkat Kunt’un çini desen ve motiflerinden yola çıkarak tezhipte kendi ekolünü gelistirdiginin göstergesidir. Renkleri sade ve azdır. Çok renklilikten daima kaçınmıstır.

Cumhuriyet dönemi tezhip sanatı, bir iki istisna dısında daha çok levha tezhipçiligi seklinde gelismis, birçok kıtalar, hilyeler ve celi yazılar ile yazılan kompozisyonlar tezhiplenmistir. Yazılar etrafına silme tezhipten çok halkâr tarzı uygulanmıştır ve böyle devam etmektedir.

Günümüzde iki renk altın ve boyalar ile yapılan halkâri’de açık renkler yanı sıra lacivert, bordo-kahve, siyah ve yesil zemin rengi olarak kullanılmaktadır. İki renk altın ve koyu renkler üzerine yapılan halkâr daha çok yaygındır. Halkârde hatayi motifleri agırlıktadır.

Bunun yanı sıra Rumi, bulut motifleri ve yarı stilize edilmis hayvan figürleri de kullanılmaktadır. Bir levhada koltuk, göbek gibi bölümlerde ve küçük hacimli yazılar etrafında uygulanan silme tezhipte ana renkler, zemin renkleri olan iki renk altın, lacivert ve nadiren yesil ile bordo – kahvedir. Motifler ise klasik dönem izleri tasır.

Eskiden el yazması eserlerin yazılıp tezhiplendigi yerler öncelikle saraya baglı ve büyük sanatçıların denetiminde çalısan nakıshanelerdi. Bu arada çalısmalarını çarsılarda ve özel atölyelerinde devam ettiren tezhip sanatçıları da vardı. Bugün tezhip sanatı, Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesine baglı Güzel Sanatlar Fakültelerinin, Geleneksel Türk Sanatları Bölümlerinde akademik olarak ögretilmekte ve bu kurumlarda tezhip konusunda yüksek lisans ve doktora düzeyinde egitim de verilmektedir. Bu arada bazı özel atölyelerde de tezhip sanatı ögretimine devam edilmektedir.

3- Τezhip Sanatının Kullanım Alanları

Yazma Kitaplar

Tezhip sanatı daha çok yazma eserlerin süslemesinde kullanılmıştır. Yazma kitaplar arasında en çok yazılıp, tezhiplenmiş olan elbette ki Kuran-ı Kerim’lerdir.

Yazma kitaplarında genel olarak; zahriye sayfaları, unvan sayfaları, serlevhalar, sure başları, güller, noktalar, satır araları, sayfa kenarları, ve hatime sayfaları tezhiplenmiştir. Zahriye sayfaları yazma kitabın ismini veren birinci sayfaya veya cilt kapağının iç tarafına denir. (Özen, 1983:39) Yazıda başlık anlamına gelen serlevha, zahriyeden hemen sonra gelen ve metnin başladığı ilk sayfadır. Burada tezhibin başlıca amacı olan yazının ön planda, tezhibin ikinci planda olması düşüncesi terk edilerek, tezhibin bütün ihtişamı serlevha sayfalarında gösterilmiştir.

Secde gülü secde edilecek ayetlerin hizasına, hizip gülü her beş sayfada bir, cüz gülü her yirmi sayfada bir, sure gülü de her surenin başına konur.

Noktalar müzehheb çiçeklere verilen addır. Bunlar kitap süslemesinde genellikle ayetlerin söz başlarına veya sonlarına konulduğu için bu adı almışlardır. Vakfe de denir. Hatime sayfaları yazma kitaplarda müellifin eserini bitirirken yazdığı duaları ve hattatını, varsa müzehhibini belirten yazıları kapsayan son yapraktır.

Levhalar

Levhalarda tezhiplenen eserlerdendir. Ancak levhaların camlanıp çerçevelenerek korunmasına önem verilmediğinden, açıkta kalan yazı ve tezhipler dış etkilere özellikle devrin aydınlatma aracı olan kandillerin isiyle kirlenip karararak neredeyse okunmaz hale gelmiştir.

Ferman ve Tuğralar

H at sanatında da önemli bir yeri olan ferman ve tuğralar da tezhiplenmiştir.

Önceleri ferman, berat, vakfiye gibi yazılı belgelerin baş kısmına konulan tuğranın kullanım alanları zamanla yaygınlaşmış, mühürler, paralar, pullar ve kitabelerde kullanılmaya başlanmıştır.

Kitap Ciltleri

Eskiden beri tezhiplenen kitap ciltleri özellikle 16y.y.’da en değerli örneklerini sergilemiştir. Bu yüzyıl cildinde kapaklar, sertap ve miklep üzerindeki şemse, selbek, köşebent ve bordürler, Türklere has renk ve kompozisyon uyumu, sadelik içinde güzel bir ahenk teşkil etmekteydi.

Minyatürler

M i nyatürlerde minyatür içindeki birimler ve bütünün etrafındaki iç ve dış Pervazlar tezyin edilir. Minyatürde tezhiplenen bölümler; mekanlar, çadırlar, kıyafetler, örtüler vediğer ufak detaylardır. Mekanlar genellikle geometrik şekillerle tezhiplenir. Kıyafetlerde devrin kıyafet desenlerine uygun biçimde tezhiplenir. Çadır detaylarında şemseler ve diğer süsleme elemanları en uygun şekilde kullanılmıştır.

Türkler minyatürlerin etrafını gerektiğinde hafif bir halkar ile tezyin etmişler, bazen zerefşan ile süslemişlerdir.

Kubur, Kutu, Sandık (Lake İşleri)

Bunların dışında kubur, kutu ve sandıklarda tezhiplenen eşyalardandır. Kubur üzerinde kalem koymaya mahsus yeri, altında da hokka bulunan yazı aletinin adıdır. Boru şeklinde dört altı ve sekiz köşeli olup, yirmibeş cm. boyunda olanları vardır.

Kuburlar gövde ve kapaktan oluşur. Genelde gövde ve kapağın her iki uç kısmına pervaz yapıldıktan sonra arada kalan alan tezhiplenir.

Diğer Alanlar

Tılsımlı gömlekler de tezhiplenmiştir. Özellikle padişah ve ailesi için hazırlananların tüm yüzeyi hattatlar ve müzehhipler tarafından çeşitli ayetler ve dualar yazılarak, altın ümüş ve kumaş boyaları ile tezhiplenerek doldurulmuştur.

Tezhip sanatı bunların yanı sıra çadır direkleri, tabanca kılıf ve kabzaları, ok ve yaylar ile bunların içine konulduğu tirkeş ve sadak denilen ok kapları üzerine de uygulanmıştır.

Günümüz Kullanım Alanları

Tezhip sanatı günümüzde; genellikle tek başına ya da hüsn-i hat, minyatür gibi eserleri süslemek suretiyle levha olarak kullanıldığı gibi daha çağdaş alanlarda da kullanılmaktadır. Örneğin tekstil sektöründe kumaş deseni tasarımlarında tezhip sanatı motiflerine ve kompozisyonlarına sıkça rastlanmaktadır. Gelenekselliğin değer kazanmasıyla özel kıyafetlerden kravat, eşarp gibi günlük kıyafetlere kadar pek çok giyim eşyasında tezhip sanatı motifleri görülmektedir. Bunun yanı sıra dekorasyon alanında da klasik ya da daha da stilize edilmiş şekilde tezhip sanatı kompozisyonları

kullanılmaktadır. Duvar, tavan, merdiven vs. mekan süslemesinin yanında mobilya ve aksesuar tasarımı ve süslemesinde tezhip sanatı motifleri görülmektedir.

4- Tezhip Sanatında Teknik Üsluplar

Tezhip sanatı tekniklerini; klasik tezhip, halkar, zerefşan, sazyolu, şukufe ve münhani olarak sınıflandırmak mümkündür.

Klasik Tezhip

Klasik tezhibin yapımında öncelikle kompozisyon kurallarına uyularak desen hazırlanır. Desen tezhiplenecek zemin üzerine istenilen desen geçirme yöntemiyle silkilir. Önce fırça ya da kalem ile belli edilerek altın sürülür. Altın kısımlar mührelenerek parlatılır. Tahrirlendikten sonra uygun renklerle çiçekler boyanır.

Tarama ya da lekelendirme gibi yöntemlerle çiçekler renklendirilir. Çiçeklerin tahrirleri de tamamlandıktan sonra istenilen renklerle zemin doldurulur. Desenlerin bazı kısımlarını kabarık olarak göstermek için yaldız ve boya sürülmeden önce yumurta sarısı ile beyaz boya sürülür ve kuruduktan sonra üzerine yaldız ve boya sürülür. En koyu zemin rengi ile kompozisyonun etrafı kontürlendikten sonra uygun tığ çizimi yapılarak boyanır.

Halkar

Tezhip sanatı tekniklerinden biri olan halkar, altınla ya da yaldızla yapılan hafif süsleme üslubuna verilen addır. Gölgeli halkar ve tarama halkar gibi değişik şekillerde uygulanmış ve boyama şekillerine göre isimler almıştır.

Tek renk veya çift renk (sarı-yeşil) altınla yapılan esas halkar tahrirli halkar, renkli halkar, foyalı halkar, iğne perdahlı halkar gibi isimler alır. Sulu altınla çalışılan çiçek yaprak ve şekillerin ortadan dışa doğru süpürme hareketiyle altının uç kısımlarda toplanarak çalışılmasıdır. Daha sonra etrafına yine altınla kalın bir kontür çekilir. Yine aynı tarz çalışılmış fakat daha sonra çok sulandırılmış bir renk ile altının az olduğu iç bölgelere gölgelendirme yapılır ki bu halkarın hafif renklendirilmiş olanına şikaf denir.

Zerefşan

Zerefşan Türk tezyinatında serpme altın şeklinde yapılan bir süsleme tarzıdır.

Varak altının elek üzerinden jelatinli su veya yumurta akı sürülmüş bir zemine serpiştirilmesidir.

Sazyolu

Sazyolu 16 .y.y.’ın ilk yarısında Osmanlı Sarayı’nda geliştirilen bir üsluptur. Sazyolu, kıvrık dal olarak bilinen uzun dallar üzerine yapılan süslemelerdir. Ana motiflerini hançer yaprakları denilen ince sivri uçlu iri yaprak motifleri, çok süslü ve kıvrımlı hatmiler, çeşitli kuşlar, ejderhalar ve simurglar, özellikle sırt çizgisi kalın çekilmiş kıvrık yaprak motifleri oluşturur.

Şukufe

Şukufe doğadan alınan çiçek motiflerinin stilize edilerek kullanılmasıyla yapılan bir çeşit tekniktir. Avrupa’nın barok ve rokoko sanatlarının Türk zevkine göre şekillenmesi ile ortaya çıkan Şukufe tarzı, kendine has karakteri ile Türk tezyinatında yer almaktadır. Şukufe ince fırça darbeleriyle gölgelendirme yapılarak çalışılan, özellikle tezhip sanatında çokça eser verilen çiçek minyatürüdür.

Münhani

Münhani tekniği kitap süslemesinde 11. ve 15.y.y.’lar arasında çok kullanılan bir desen çeşidi, aynı zamanda bir tekniktir. Münhaniler birbirine yapışık kümeler halinde olup kendine özgü bir renklendirme özelliğine sahiptir. Rumi ve kuş gagalarının iç bünyelerinde kullanılan ayrıntılardan oluşup gittikçe incelerek belli bir yöne doğru daralıp deseni meydana getirirler. Münhani boyama tekniğinde önce kağıda geçirilen kompozisyon hatları uygun bir fırça ile yaldızlanır. Siyah ince kontür her motifin yaldızlanan hattının dışına çekilir. Renklendirilmesinde ise istenilen renk en az üç ton olmak üzere hazırlanır. Kuzu denilen bir fırça kalınlığında boşluk bırakılarak, tonlar açıktan koyuya doğru eşit aralıklarla kalan zemine uygulanır. En koyu zemin rengi ile kontür çekilerek, uygun tığla kompozisyon tamamlanır.




Müzehhipler

Tezhip sanatının uygulayıcıları müzehhiplerdir. Müzehhip, el yazması kitapları ve hüsn-i hat murakka’larını, levhaları, serlevhaları ve tuğraları boya ve ezme altınla tezyîn eden kişilere denir.

Tezhip sanatının icrâ edildiği dönemlerde birçok müzehhip yetişmiş, ancak bütün bu müzehhiplerin isimleri günümüze kadar gelmemiştir. Bunun en önemli sebebi, müzehhiplerin yapmış oldukları eserlerine imza atmamalarıdır. İmza koyma önceleri adet olmamıştır. Eskiden nadir örneklerine rastladığımız tezhipli eserlerde imzalara ancak XVIII. yy.da rastlanır. Bu dönem tezhiplerinin en çok uygulama alanları levhalardır. Her dönemin kendi zevk ve inceliğine göre tezhip sanatı gelişerek bugünlere gelmiştir. Bu sanatı icra eden sanatçılar sayılamayacak kadar çoktur. Ancak, biz tezhip sanatın eserlerinden yola çıkarak bu sanatın geçirdiği evreleri öğrenebiliyoruz.

Tezhip sanatının bütün aşamaları müzehhiplerin fırçalarında anlam bulmuştur. Dönem dönem devletin desteğini görmüş, çoğu zaman da tutkulu bir aşkla icrâ edilmiştir. Bu sanatı icra edenler arasında çoğu zaman maddi sıkıntıya düşenler olmuştur. Kanûnî döneminin baş müzehhibine o dönemin şartlarında yanında çalışan 29 kişi ile beraber 214 akçe ödeniyordu. Bu para bugünün şartlarıyla mukayese edildiğinde o gün için zar zor geçindiklerini söylenebilir.

Tezhip sanatı, hat sanatından hiçbir dönem uzak kalmamış, hüsn-i hatla çok estetik bir birliktelik sağlamıştır. Çok uzun geçmişi olan bu sanat, doğuda gelişmeye başlayan, Selçuklularla gelişimini devam ettiren ve nihayet Osmanlılarda zirveye çıkan bir sanat olmuştur. Bu sanatın en ünlü müzehhipleri XV-XVll. yy.lar arasında yetişmiştir.

Osmanlıların, Konya’da eski dönemlerden kalma nakışlardan istifade ettikleri bilinmektedir. Osmanlılarda müzehhiplik XV. yy.ın ilk yarısında görülmeye başlanmıştır. Bursa’da Yeşil Camii’nin nakkâşı

Bursalı Aii b. İlyas bu dönemin nakkâşlarındandır. Yine Aksaraylı Ahmet b. Hacı Mahmut ilk Osmanlı dönemini etkileyen müzehhipierdendir. Sultan II. Murat zamanının nakkâşı Bursalı Nakkâş Safî’dir. XV. yy. nakkâşları arasında Hoca Yusuf b. Hoca Ferruh diğer bir nakkâştır.

XV. yy.da Tebrîz ve Orta Asya’da ehemmiyetini sürdüren nakkâşlık Anadolu’ya girmiş ve bu yüzyılın sonlarında önemini artırrnıştır. Tebrîz’den ve diğer bölgelerden Istanbul’a gelen müzehhipler, tezhip sanatı üzerinde etkili olmuşlardır.

Mustafa Âlî’nin Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserinde birçok müzehhipten bahsedilir. Bunlar arasında XV. yy.da Nişaburlu Molla Sîmî isimli bir kişinin altı kalemde (şeş kalem) , yaprakların boyanmasında, tezhip, zerefşân ve vassâllıkta usta olduğu zikredilir. Nakkâş Mevlâna Abdulhayy Molla Sîmî’nin öğrencisidir. Yine Menâkıb-ı Hünerverân’ın müzehhipler başlıklı bölümünde en ünlü müzehhipler arasında Enîsî’nin öğrencileri “Buharalı Mîr Adûd” ve “Şirazlı Molla Yârî’nin adları geçmektedir.

Fatih Sultan Mehmed için istinsâh ediimiş olan bazı kitapların tezhiplerinde bu sanatının gelişmeye başladığı görülür. Bu dönemin müzehhiplerinden Şahabeddin Kutsî, yaptığı tezhiplerin kenarlarına ismini yazmıştır. Fatih’in sanata olan düşkünlüğü, onun Topkapı Sarayı’nda bir nakışhâne kurdurmasına sebep olmuş ve başına Baba Nakkâş’ı getirmiştir. Baba Nakkâş, sarayda şâheserler meydana getirmiş ve aynı zamanda öğrenciler yetiştirmiştir.

Tezhip sanatının en olgun devresi olarak kabul edilen XVI. yy. eserleri birer şâheser hüviyetindedir. Fatih, II. Beyazıt ve Kanûnî dönemleri bu sanatın en ince ve en zarîf örneklerinin ortaya konduğu devirlerdir. Özellikle Kanûnî Sultan Süleyman döneminin tezhipleri tezhip sanatının klâsik üslûbunu oluşturmaktadır. O dönemin tezhiplerinde devrinin zevk ve inceliğini görmek mümkündür.

XVI. yy.da tezhip sanatıyla uğraşan II. Beyazıt’ı görüyoruz. Heyete dair yazılan bir kitabın şerhinin kenarında bulunan tezhip, 11. Beyazıt’ın olup yanında ismi (imzası) vardır.

Bu dönemin saray nakışhânesinin başına Baba Nakkâş’ın torunu Şeyh Mustafa getirilmiştir. Saray müzehhipleri arasında Hasan b. Mehmet, Melek Ahmet Tebrîzî, Hasan b. Abdulcelîl, Turmuş b. Ahmet, Mehmet b. Bayram, Ali, Mehmet b. Melek, Hasan, Abdullah ve Feyzullah b. Arap54 isimleri sayılabilir.

Kanûnî Sultan Süleyman döneminin en ünlü müzehhibi, Şahkulu’nun öğrencisi Karamemi’dir. Karamemi, Kanûnî Sultan Süleyman’ın Topkapı Sarayı’ndaki Nakışhânesinin baş müzehhibidir. Karamemi, nakışhânede 29 kişiden oluşan arkadaş ve talebeleriyle çalışmıştır. Bunlardan biri de oğludur.

Bu dönemin diğer bir müzehhibi kanbur lakaplı Mehmet Çelebi’dir.58

I. Sultan Selim, Kanûnî Sultan Süleyman ve sonraki dönemlerde istanbul bir sanat merkezi olmuştur. iran’dan istanbul’a gelen sanatçılann yanı sıra yerli sanatçıların sayısı da az değîldir. Nakkâş Şâhkulu, Mîr Nakkâş isfahânî ve üstâd Veli Can bunlardandır.

Bu dönemin müzehhiplerinden Üstâd-ı Rûm diye nâm yapmış olan müzehhip Şaban ve İstanbul nakışhânesinde çalışan müzehhip Hüseyin vardır. Müzehhip Selânikli Abdullah b. Mehmed’in öğrencilerinden hattat ve müzehhip Mehmet b. İlyas tarafından bir Kur’ân-ı Kerîm tezhiplenmiştir.

954/1547′de tezhiplenen bu Kur’ân, Topkapı Sarayı Koğuşlar Kütüphanesi 563 numarada kayıtlıdır.

XVII. yy.ın ikinci yarısından itibaren tezhip sanatı gelişme hızını kaybetmeye başlar. Bu dönemin hattatlarından Derviş Ali’nin yazılarını Sürahi Mustafa adındaki müzehhip tezhiplemiştir. Yine Derviş Ali tercümesinde söz edildiği üzere Sürahi Mustafa’nın öğrencisi Beyazî Mustafa’nın oğlu ve öğrencisi olan Baruthaneli Abdullah, Çinicizâde Abdurrahman Efendi’nin eserlerini tezhiplemiştir62.

Bu dönemde klâsik anlayışta eserler veren müzehhiplerden biri de saray nakkâşlarından Derviş Mehmet’tir.

Türk tezhip sanatı toplumun her kademesine hitap eden bir sanat dalı değildir. Bu sanat, kitapla ilgisi olan kişilerin görebileceği ilmî ve dînî eserlere yapılırdı. Bu yüzden müzehhiplik cazip bir meslekti. Devletin de desteğiyle nakışhâneler kurulmuş ve birçok müzehhip yetişmişti. XV. ve XVII. yy.lar arasında Topkapı Sarayında yetişip, maaş alan sanatçıların sayısı 526′dır.

XVIII. yy. Osmanlı Imparatorluğu’nun Batıya kapılarını açtığı dönemdir. Sanatta Batıyla ilişkilerimizin arttığı bu yüzyılda, sanatımız Batı etkisi altına girmiştir. Artık tezyînatımızda yavaş yavaş Batılı anlayışın tesirleri görülür. Dönemin ünlü müzehhipleri arasında Abdullah Buharî, Yusuf Mısrî ve Ali Üsküdârî sayılabilir. Ali Üsküdârî, Yusuf Mısrî’nin öğrencisidir. Meşhur hattat Yedikuleli Seyyid Abdullah’ın yazdığı Mushafların çoğunu Ali Üskidârî tezhiplemiştir.

XVIII. yy.ın ilk yarısı içerisinde halkârî tarzındaki süsleme ve bilhassa lâkecilikte temâyüz etmiştir. Bir Türk lâke sanatkârı olaraktamnan Ali Üsküdârî, aynı zamanda kudretli bir müzehhiptir66. Seyyid Abdullah’ın

Mushaflarını tezhipleyen müzehhiplerden biri de Haydarpaşalı İbrahim Çelebi’dir. Bu dönemin diğer bir müzehhibi Bursalı Hezarfen’dir.

Ali Üsküdârî, Türk süslemesinin Batılılaşma hareketleri içerisinde kaybolmaya yüz tuttuğu XVIII. yy.da batı tesirlerini klâsik üslûp içerisinde eriterek ortak kullanım noktasını bulmuş bir sanatçıdır. Onun izinden giden ve onunla üslûp benzerliği gösteren birkaç sanatçı, muhtemelen Ali Üsküdârî’nin öğrencisidir. Bunlar arasında Nakkâş Hüseyin olarak imza atan bir sanatçı vardır. Yalnız bu müzehhip Ali Üsküdârî seviyesinde eserler verememiştir.

Ali Üsküdârî, Sultan Ahmet, II. Mahmut, III. Osman ve III. Mustafa dönemlerinde sarayda çalışmıştır. Hattat Mahmut Râsim’in yazılarını tezhiplemiş, Sultan Selim ile Raşit Mustafa Çelebi’ye hocalık etmiştir.

Sultan Ahmet dönemi müzehhipleri arasında Ahmet Hazine ve Çâkerî sayılabilir. Çakeri, Ali Üsküdârî yolunda giden ünlü bir müzehhiptir. Bu sanatkârların eserlerinde, realist çiçek buketleri kullandıkları görülür.

XIX. yy.a gelindiğinde ekonomik ve siyasal açıdan büyük buhranlar içinde olan imparatorlukta, tezhip sanatıyla uğraşan sanatçıların sayıları azalmıştır. Bu geriieme bütün sanatlarımıza da yansımıştır. Bunun belki de tek istisnâsı hat sanatıdır. Bütün sanat dallarımızdaki bozulma yazı sanatımıza tesir edememiş, tam aksine yazı, tarihi seyri içerisindeki tekâmülüne devam etmiştir. Bu yüzyılda hat sanatı en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Uğur Derman, bunun en önemli sebeplerini şöyle sıralamaktadır;

a) Sağlam ve düzenli bir usta-çırak münasebetinin asırlardır bozulup kopmadan devam edişi,

b) Bu sanatın bünyesinde yenilenme ve zamania gelişme

kabiliyetinin bulunması,

c) Hüviyetini bozabilecek benzeri birsanatın Batıda bulunmayışı.

Tezhip sanatı için geçerli olabilecek ilk iki sebepten sonra, üçüncü

sebep belki de tezyînatımız için Batılı tesirler altına girmesinde en etkili sebep olmuştur. Batılı tezyînat anlayışı, tezyînatımızı tesiri altına almıştır. Maalesef bu dönemin en ünlü hattatlarınm yazıları, Batı zevkiyle bezenmiştir.

XIX. yy.ın müzehhipleri arasmda saray baş müceliidi ve müzehhibi Ali Râgıp Efendi, II. Mahmud’un saray baş mücellidi Ahmet, Müzehhip Mehmet Salih, Müzehhip Raşit bu dönemin sanatçılandır. Hezargradizâde Seyyid Ahmet Atauilah, Sultan II. Mahmud ketebeli yazıyı tezhiplemiştir. Seyyid Mehmet’in talebesi olan Hezargradizâde devrin ünlü müzehhibi Hüseyin Hüsnü’nün hocasıdır. Bu müzehhipler devrin modası olan rokoko tarzı tezhipler yapmışlardır.

Hakkâk ve bir müzehhip olan Osman Yümnî, Beyazıt’ta Hakkâklar çarşısında küçük bir dükkânda çalışmalarını sürdürmüştür. Rokoko tarzı tezhipler yapan Osman Yümnî, Sâmi Efendi, Hulûsi Efendi, Çarşambalı Ârif gibi ünlü hattatların yazılarını zer-endûd olarak işlemiş ve tezhiplemiştir. Levha tezyînatında sanatçı için siyah, altın ve gül vazgeçilmeyen unsûrlardır. Beyazıt’ta son dönemlerde çalışan müzehhipler arasında Müzehhip Saffet, Sarı Hâfız, Şeyh Ârif, Hüsnü Efendi, Sâmi, Şevkî ve Şevket Efendi gibi isimler sayılabilir.

Sultan Abdülmecit ve Sultan Abdulazîz’in müzehhibi olan Hacı Hasan Salih, usta müzehhiplerdendir. II. Abdülhamit zamanında ise Tevfik

Efendi, Lâlelili Şâkir’in öğrencisi Nurettin Efendi, Hüsnü Efendi , Bahaeddin Efendi ve Hakkı Bey devrin üstâdlarındandır. Müzehhip Bahaeddin, babası Müzehhip Nurettin’den kalan Beyazıt’taki dükkânında çalışmıştır.

XX. yy.a gelindiğinde tezhip sanatı artık ne sarayda ne de Beyazıt’taki dükkânlarda yapılmaktadır. Devletin himayesinden uzak ve ilgisizlik yüzünden unutulmaya yüz tutmuştur. Bu yüzyılın ortalarından sonra, uzun bir süredir tezyinatımızda görülen rokoko bezemenin aksine, klâsik anlayışa dönülmüştür. Bu dönemin önemli müzehhipleri arasında Muhsin Demironat, Rikkat Kunt ve A. Süheyl Ünver gibi sanatçılar sayılabilir. Demironat ve Kunt klâsik anlayışta eserler vermişlerdir.Her iki sanatçının eserleri, çoğunlukla levhalardır.Bu tarihten itibaren levha tezyinatımızda bir disiplin görülmeye başlar.Levhalarda, zer-endûd levhalarda görülmeyen iç pervazlar ve klâsik unsurlar kullanılır. Günümüz levha bezemeciliğinde, bu iki sanatçının rolü çok büyüktür.

Kullanılan Malzemeler

Tezhip Sanatında Kullanılan Malzemeler

Altın: Tezhip sanatının başlıca malzemesidir. Bugün tezhip sanatı ile uğraşan müzehhibler altını varaklar halinde hazır temin etmektedirler. Eskiden altının varak haline getirilmesi için çeşitli işlemlerden geçmesi gerekmekteydi ve yağsız kuzu derisi arasındaki altın parçaları, özel çekiç kullanılarak, dövülmek suretiyle ezilerek elde edilirdi. Osmanlı altınının bu usulde hazırlanması çok zor ve yorucudur. Bu işleri altın varakçılar yapar, mücellitler de bu varakları ezerek müzehhiblere hazırlarlardı. Defter halinde hazır temin edilen altının ezme işini bugün müzehhibler kendileri yapmaktadır.

Altının fırça ile kullanılabilecek hale gelmesi için bazı aşamalardan geçmesi gerekmektedir. Altın ezmek için kullanılan arap z***ı suda eritilerek çuhadan süzülür. Fazla çukur olmayan sırlı bir tabakta, bir parça arap z***ı veya süzme bal kullanılarak ezilir. Parmak yardımı ile varak altın alınıp su ile yumuşatılmış arap z***ının üzerine konulur. Önceleri donuk çamur renginde olan altın, ezildikçe açılır ve altın rengini alır. Ezilme işlemi tamamlandıktan sonra, üzerine su konulur, altın dibe çökerek arap z***ından ayrılır. Beş saat süren zaman aralığından sonra dibe çöken altın ezildiği büyük tabaktan, kullanılacak olan küçük bir tabağa aktarılır. Bu aktarma esnasında altın ipekten süzülerek içine havadan karışan tozlar ayrılmış olur. Tekrar üzerine su konularak altın yıkanır ve dibe çöker. Bu işlem tamamlandıktan sonra üstteki su süzülür. Artık altın kullanılacak duruma gelmiştir. Jelatinli su ile sulandırılarak işlenilecek yere fırça ile sürülür. Jelatinli su altının sürülen yere yapışmasını temin eder. Altın ezme işleminin iyi derecede yapılması, altının ince olmasını sağlar ve iyi görünmesini temin eder. Altının ayar derecesine göre çeşitleri vardır. Bu derecelerden doğan renk tonları ile değişik tonlamalar elde edilmiştir. Gümüş ilavesinden doğan fakat ayarı düşük olan yeşil altın da kompozisyonlara değişik tonlar kazandırmaktadır.

Fırçalar: Tezhipte kullanılan fırçalar, kullanıldıkları yerlere göre isim alırlar. Müzehhibler bugün samur kılından hazır fırçalar kullanmaktadır. Eskiden kullanılan fırçaların, üç aylık kedinin ensesinden veya samurdan alındığı, ayrıca çulluk kuşunun ensesinden veya kanat ucundan alınan tüylerle yapıldığı söylenmekte ise de, kesin olarak bilinmemektedir. Tahrir fırçası; yalnız tahrir çekmek için kullanılan bu fırçanın, müzehhib için özel bir önemi vardır. Çok ince ve muntazam uçlu olmalıdır. Zemin fırçası; zeminin büyük ve küçüklüğüne göre kalınlıkları değişir. Altın fırçası; değişik kalınlıkları olan ve altın sürmede kullanılan fırçalardır. Sarı ve yeşil altın için ayrı ayrı fırçalar kullanılır.

Mühreler: Tezhipte altın kullanıldıktan sonra, parlatılarak boya görünümünden çıkarılır. Bu parlatmada zer mühre kullanılır. Kağıt mühresi ve zer mühre olmak üzere iki çeşit mühre vardır. Zer Mühre; altın parlatmaya yarayan ucu akik mühre. Sivri mühre; ucu eğri ve düz sivridir. İnce alanları parlatmada kullanılır.Yassı mühre; uç tarafı yassı olan mühredir, daha geniş alanları mührelemek için kullanılır. Kağıt mühresi üç çeşittir. Çakmak mühre; her iki taraftan tutularak kullanılan ağaçtan yapılmış merdane biçimindeki mühre. Bu taş süleymaniye taşı, zebercent (yeşim) veya akiktir. Cam mühre; yumurta büyüklüğündedir, camdan yapılmıştır. Böcek mühre; deniz böceklerinin kabuğundan yapılmıştır.

Boyalar: Eski tezhip sanatımızda kullanılan boyalar, kök ve toprak boyalardan hazırlanırdı. Toprak boyalar arap z***ı ile iki mermer arasında ezilerek ince toz haline getirilir içine pekmez veya gliserin katılır ve zemin üzerine fırça ile tatbik edilirdi. En eski bilinen boyalar, balmumu isinden yapılan siyah, üstübeç beyazı, lapus lazili ve lahor çividi lacivertleridir. Günümüzde müzehhibler hazır şişe boyaları kullanmaktadırlar. Bunlar (gouache) sulu boya ve akrilik, ecolin olmak üzere çeşitli boyalardır.

Kağıtlar: Kitap sanatlarında yazı malzemesi olarak kullanılan kağıtların en eskisi parşömendir. Özellikle mushaflarda bunlar kullanılmıştır. Daha sonra papirüs görülür. Papirüs yerini yavaş yavaş kağıda bırakmıştır. Osmanlıların yaptıkları kağıtlar Avrupa’da önemle aranan kağıt olmuştur. Daha sonra İslam dünyasında Avrupa kağıdı yayılmış özellikle İtalyan kağıdı tercih edilmiştir.Tezhip sanatında kağıdın önemini bilen müzehhibler bunu titizlikle seçmişlerdir. Tezhiplenmeden önce kağıt aharlama, mühreleme ve uzun süre bekletilme gibi aşamalardan geçirilerek, en elverişli duruma getirilerek kullanılır.

Kitap sanatlarında kullanılan kağıdın haricinde, levhalarda kullanılan, murakka denilen kartonu müzehhibler kendileri hazırlamaktadır. Murakka müzehhibin tuvalidir. Kağıtların suyuna göre çapraz ve üst üste gelerek, özel olarak hazırlanmış muhallebi (şap, jelatin ve buğday nişastası) ile yapıştırılmasından elde edilir. Kağıtlar ve murakkalar çeşitli renklerde boyanarak kullanılmıştır.Bu renkler tabiattan hazırlanan boyalardır, çiçeklerden, köklerden, topraktan elde edilmektedir. En çok kullanılan renkler, sarı, kırmızı (gül, nar çiçeği kırmızısı, kiremit kırmızısı), yeşil, mavi, siyahtır.

-----------------------

Ya güzel bir şey söyle ya da…..

Ya güzel bir şey söyle ya da…..

”Normal konuşma dili büyük oranda parçalardan, yanlış başlangıçlardan, konuşma dilinin temelini oluşturan idealleştirilmiş biçimlerin harmanlarından ve diğer tahrifatlarından oluşur. Bununla beraber … çocuk, konuşma dilinin temelini oluşturan bu [idealleştirilmiş biçimi] öğrenir. Bu olağanüstü bir olgudur. Şunu da unutmayalım ki, çocuk bu [idealleştirilmiş biçimi] sistemli bir eğitim olmadan oluşturur, bu bilgiyi birçok başka alanda karmaşık bir zêkaya dayalı başarılar elde edemeyecek bir durumdayken edinir ve bu başarı zêkadan görece bağımsızdır… (Dilbilimci Noam Chomsky, 1969)

Dil, insan canlısının yegane iletişim aracı. Ses birimlerinden sözcüklere, sözcüklerden kelime öbeklerine ve nihayet cümlelere dökülüp istediğimiz, istemediğimiz ve ifade edebilmemizin başta gelen en insansı yeteneğimiz.

Anne karnında duymaya başlıyoruz önce, ama yalnızca düşük frekanslıları; yüksek frekanslı sesler filtreden geçirilip dışarda bırakılır, tıpkı komşumuzun müzik seti gibi. Duvarlar yalnızca düşük frekanslı seslerin geçmesine izin verir, bum-bum seslerinin.Fetüs annesinin kalbinden gelen nabız atışlarını veya bağırsaklarından gelen gurultuları da duyar; bu sesler fetüsün dışarıdan gelen seslere yoğunlaşmasına engel olabilir. Kelimelerimizi dölleyen ses kategorilerimiz, ebeveynlerimizi, kardeşlerimizi ve televizyon sesini dinleme deneyimlerimizle biçimlenir. Bebek kelimenin tam anlamıyla, duyduğu dilin niteliklerine göre kendini ayarlar. Özellikle de geniş kategoriler oluşturup, konuşan kişilerin birtakım sesleri farklı şekillerde telaffuz etmesi durumuyla baş etmeyi öğrenir. Bu öğrenme süreci içinde bebek, konuşma seslerinde (”ses birimleri”nde) daha önce algılayabildiği ince farklılıkları fark etme yeteneğini kaybeder. Zihninde ses birimlerinin modellerini oluşturur ve ufak çeşitlemeleri göz ardı eder.

Ses kategorilerine sahip olmak, içinde büyümediğiniz bir dili dinlerken bazı sorunlara neden olabilir. Örneğin Japon’ ya bebekler /r/ ve /I/ arası bir harfi öğrenirler.Böyle bir kategori oluşturmak bu harfin çevresindeki varyasyonları yok saymayı öğrenmek demektir. Bu yüzden Japonlar İngilizcedeki /r/ veya /I/ harfi ile karşılaştıklarında ikisinin arasındaki Japon harfini duyma eğilimindedirler. Yani iki harfin aynı şey olduğunu düşünürler. Yetiştiriliş biçimimiz gereği çoğumuz Hintçe ve Poretkizcedeki benzer ses birimleri arasındaki farkı da duymayız. Aradaki farkı duyamazsak telaffuzumuzu
düzeltemeyiz.

Bebeklik dönemindeki bu yerel konuşma seslerine alışma sürecinden sonra çeşitli dil özellikleri gelişir. Agulamalar ve çok geçmeden temel bir söz dağarı oluşacak, ikinci yılında iki-üç sözcüklü cümleler, üçüncü yılında ise söz dizimleri ve daha karmaşık cümleler kuracak. Böyle böyle hikayeler ve başka okuma parçaları ilgisini çekmeye başlayacak ve okumayı öğrenecek.
Dil korteksi, duyduğu şeylerin doğal kategorileri çerçevesinde kendini örgütler ve yeni öğrenim dizileri oluşturma devam eder. (Hatta iki yaşından önce sol beyin- dil sol beyin tarafından yönetilir ve merkezi SOL BEYİNDİR. Aritmetik işlemlerin yapıldığı sol beyin, dil ve dil becerilerinin tüm kategorilerini de kapsar. Sanıldığının aksine ‘sözelci’ler beyinlerinin ağırlıklı sol kısmını kullanırlar- hasarı geçiren çocukların çoğu kullanışlı bir dil geliştirebiliyorlar. Sağ beyin, hasarlı olan sol beynin işlevlerini de yüklenir; beyin tamamen yeniden örgütlenir ve konuşma akıcı normal seyrinde devam eder. Sağ beynin telafi yeteneği, çoğumuzda okul öncesi yıllarda yok olur.)
Yeni bir insan, yeni bir hayat böylelikle ”Dil” ile doğmuş olur.

Farkettiniz mi?;

Dil öğrenmenin, bilimsel anlamda önce duymak ile başladığını.

Anne baba ve öğretmenler, sürekli yardım etmezlerse çocukların dili asla öğrenemeyeceklerini sanırlar. Ama dilin öğrenilen kısmının zorunlu olarak edinilen kısmından fazla olmadığını, çocukların budama ve düzeltme olmadan da dili muhtemelen öğrenebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.Çocuklar cümle oluşturma kurallarını sırf gözlemle öğrenirler. Çocuklar 18 ay ile 36 ay arasındaki dönemde, özellikle çevrelerinde konuşulan cümlelerin temelini oluşturan yapı kurallarını öğrenmeye meyillidirler. Konuşmanın kısımlarını anne babalarından daha iyi açıklayamıyor veya bir cümlenin yapısını onlardan daha iyi ortaya koyamıyor olabilirler, ama bu bilgiler beyinlerine iyice yerleşiyormuş gibi bir halleri vardır.

Bu biyolojik eğilim o kadar kuvvetlidir ki, çocuklar yeni bir dil bile icat ederler. Sağır çocukların oyun arkadaşlarıyla kendilerine özgü işaret dili (”ev dili”) icat ettikleri bilinir. Dilbilimci Derek Bickerton, çocukların anne babaları konuşurken duydukları ilkel karma dillerden yeni diller icat edebildiklerini göstermiştir. Karma diller tüccarlar, turistler ve ‘misafir işçiler’ (eski zamanlarda da köleler) tarafından kullanılan ortak sözdağarlarıdır; bu sözcüklere genellikle jestler de eşlik eder; turist İspanyolcası konuşmaya çalışırken bende de olduğu gibi. Laf doladırıldığı için, kısacık bir şey söylemek çok uzun zaman alır.

Kroel diller, kendi sözdizimleri olan; ‘kim kime neyle ne yaptı’ modellerini bir zihinden ötekine çabucak aktarabilen hakiki dillerdir. Karma dil konuşan çocuklar duydukları ortak sözdağarını alıp buna bir sözdizimi oluşturuyor gibi görünüyor, gerçi oluşturdukları bu sözdizimi anne babalarının anadilinin sözdizimi olmak zorunda değildir. Çocuklar ister istemez hakiki bir dil icat ederler. Çocuğun beyninin sözdizimine önceden hazır olduğuna işaret eden en iyi veridir bu. Karma dillerle kıyaslandığında hakiki bir dil, daha az sözcükle karmaşık kavramlar aktarılabilir. Ek anlam düzeylerine ulaşmak amacıyla sözcükleri birbirleriyle ilişkilendirmeyi sağlayan karmaşık kurallara sahip olmasından kaynaklanır bu.

Birinin kurduğu karmaşık cümleyi anlamak çok daha kolaydır, çünkü insan çok iyi tahmin edebilir. Parça parça kelimelerden ne üzerinde konuştuğunun ana temasını çok rahat anlayabiliriz. Dil gelişimindeki kritik dönemlerde fırsatları kaçıran çocukların dil konusunda geri kaldıkları gözlemlenmiştir. Bu kritik dönemler, agulama zamanlarında desteklenmeyen çocuklar ve sürekli soru soran soru çağı (4-7 yaş) çocuklarının geri dönütle beslenmediği zamanlardır. Her soru bir fırsat penceresidir; yanıtlanmayan ya da geçiştiren her soruda bu fırsat penceresi kapanır ve çocuğun dili güdük kalır.
….
Şimdi laboratuvar önlüğümü çıkartıp hep birlikte topluma karışalım…

”Sözlerin büyüsü”

Sözlerle kendini ifade eden insan ırkı, anne karnından yetişkin olana kadar zaman içinde inanılmaz bir işlemler zinciri sonucunda öğrendiği cümleleri nasıl da israf ettiğine tanık oluyoruz. Dahası kimi zaman salt karşımızdakini yaralamak adına! Daha da ilginç olanı ise kendimizi yaralamak adına! Sözler, cümleler ve ağzımızdan çıkan her şey kendi kendisini gerçekleştiren bir kehanettir; tıpkı inanç gibi. Nüfusun %99′ unu Müslümanların oluşturduğu bir ülkede, İslam dininin peygamberinin şu cümlesinden toplumun bihaber olması ne kadar da şaşırtıcıdır:
”Bela insanın diline bağlıdır!” Bu tek cümlelik sözün anlamını bugün modern dilbilimciler, nörologlar fizikçiler arasında bunun tersini söyleyen, veya saçmalık olduğunu ima eden tek bir bilim insanı yoktur. Nöroloji disiplini ağızdan çıkan sözle o sözün nasıl inanca dönüştüğünü; daha doğru bir ifade ile içinizden geçirdiğiniz ve yüksek sesle söylediğiniz cümlelerin beyin tarafından nasıl işlendiğini araştırdığında, karşımıza çıkan sonuçlar hayret vericidir.

Fizik disiplini bize evrendeki tüm maddelerin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve zerreler arasında iletişim olduğunu söyler. Maddenin özüne indiğimizde, maddenin atomaltı taneciklerinin enerji olduğunu görürüz. Maddeler arasındaki bu iletişim o enerji sayesinde olur. Kelimelerimizi oluşturan enerji, evrenin en uzak köşesindeki bir başka enerji parçacığı ile iletişim halindedir. Kabaca ifade etmek gerekirse, siz öfkelendiğinizde ağzınızdan çıkan her ses birimini tüm evrene yaymış olursunuz; küfür ettiğinizde, bela okuduğunuzda.. (tanrıyı oynayarak) birilerinin canlarını cehenneme yolladığınızda.. kendi çocuğunuzu lanetlediğinizde..Kelimelerle, sadece insanla değil tüm evrenle de iletişime geçersiniz..

Kullandığınız her sözcükle bir anlaşma imzalarsınız. Hem kendinizle hem karşınızdaki ile.. Hemde tüm evrenle! Bir insan gelecekte ne yaşayacağını merak ediyorsa bugün ne konuştuğuna baksın. Olasıdır ki bugün en çok konuştuğunuz şey yarının deneyimi olacak.
Olmasını istemediğiniz şeyleri dualarınızda dileklerinizde de anmayın.
İstemediğiniz şeyleri sıralamayın. Sadece OLMASINI İSTEDİĞİNİZ şeyleri söyleyin.

Ben hasta olmak istemiyorum yerine Ben sağlıklıyım.

Yaşlanmak istemiyorum yerine ben her daim genç kalacağım.

Yaşlanmak istemiyorum diyen insanların oradaki odağı yaşlanmaktır mesela.. Ve sonucunda yaşlanmak kaçınılmazdır.

Öyle ki beyin negatifi algılamaz söylenen her sözü gerçek kabul eder. Mesela siz “Unutma” dediğinizde onu “unut” olarak alır. Onun yerine “Aklında tut” demek daha doğrudur. Birisine “Panik yapma” dediğinizde daha fazla panik olacaktır. Bunun yerine “sakin ol” demek daha uygundur.
Bu yüzden ne yapmak istemediğimizi değil, ne istiyorsak onu söylemeliyiz.

Birisi size eğer sizi gördüğünde “hasta gibi görünüyorsun” dediğinde eğer siz buna inanır ve onaylarsanız bu anlaşmayı imzalamış olursunuz ve çok fazla sürmeden hasta olacağınıza dair sizi temin ederim!

Hastalık demişken bazı insanlar var hastalıklarına sıkı sıkı sahip çıkan…

“Benim şekerim var!”

“Benim tansiyonum var!”

BENİM!!!

“Benim” diyerek siz bu kadar sahip çıkarsanız o hastalık da sizi hayatta bırakmaz! Çünkü”Ben” diye başlayan her cümleyi bilinçaltı sahiplenir ve emir kabul eder.

Bazen de kişi burada kurbanı oynamayı seçer. Hatta bazen bundan hoşlanır bile.. Çünkü o hastadır ve çevresinden daha önce görmediği ilgiyi görüyordur.

Farkındalığı olan kişi ise o noktada bedeninin kendine verdiği mesaja bakar.

Ve şu soruyu sorar “Bilmem gereken şey ne? Hayatımda neyi değiştirmem gerekiyor?”

“Neden ben?” değil… “Nerede hata yaptım ve bu hastalıkla bedenim beni uyarıyor?”

Büyüklerin çok söylediği bir söz vardır. “Bir şeyi kırk kere söylersen olur. “

Hiç düşündünüz mü neden acaba?

Çünkü dil neyi çok söylerse bilinçaltı onu gerçek kabul eder, beyin onu gerçekleştirmek için harekete geçer.

Olumlu konuşmak ve düşünmek işte bu yüzden çok önemlidir.

Dr. Andrew Newberg şöyle der:

“Olumlu kelimelere odaklanarak ve bunları yansıtarak genel sağlığınızı iyileştirebilir ve beynimizin işlevselliğini artırabiliriz.”

Enerjinizi hangi kelimeler üzerine odaklıyorsunuz? Eğer hayatınızın istediğiniz kadar güzel olmadığını fark ettiyseniz, olumsuz kelimeleri ne sıklıkta kullandığınızı not etmek için bir defter tutun. Gerçekten daha iyi bir hayatın ne kadar kolay ulaşılabileceğini gördüğünüzde şaşıracaksınız. Kelimelerinizi değiştirin, hayatınız değişsin.”

Sözlerinizle birlikte davranışlarınızda değiştiğinde siz değişmeye başlarsınız.

Siz değiştikçe yaşamınızda değişir.

Bir bakarsınız ki yaşamınız söyledikleriniz, düşündükleriniz, davranışlarınız olmuş.

Bu yüzden olmasını istediğiniz şey neyse ona odaklanın olmamasını istediğinize değil..!

Şimdi şu iki cümleye bakın. Ve iki cümlenin de ayrı ayrı size ne hissettirdiğini düşünün..

Bugün hava çok güzel ama yarın yağmur yağacak.

Yarın yağmur yağacak olsa bile bugün hava çok güzel!

Sadece iki kelime AMA ve OLSA BİLE kelimeleri cümledeki ifadeyi ne kadar değiştiriyor değil mi? İlkinde olumsuz bir duygu durumu ikincide ise her şeye rağmen mutlu olma durumu.

Profesör Meyerovitch’ ın çok ilginç bir tespiti var.”Bir kimse,” diyor, ”Çayını içerken, kaşığını bardağın içinde dolaştırırken çıkan ses, uzaydaki bütün zerrelerden duyulur.”

İçimizdeki kinden, nefretten, intikam duygusundan yükselen eksi elektrik, dünyadaki bütün zerreleri ürpertiyor, haberimiz var mı? Veya içimizden yükselen ve içine yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri, bütün eşyayı içine alan bir güzel söz, bir güzel dilek, dalga dalga bütün zerrelere, iyinin, güzelin, temiz, asil ve yüce olanın ışınlarını yayıyor. Ne olur kalbimizi, kafamızı hep sevgiyle, saygı ile, hayret ile, incelikle, güzel duygularla doldursak.”
Son söz olarak :

Ya güzel bir şey söyle ya da çok daha güzelini söyle..

Kaynak;Brain Psychology


-----------------------------------
Kardeşlik ve Kardeşliği Temin Eden Unsurlar

Kardeşlik ve Kardeşliği Temin Eden Unsurlar


Dinimiz İslam, bütün insanların aynı ana-babanın çocukları olduğunu ilan etmiştir. Bu tüm insanların kardeş olduklarının net bir şekilde ifade edilmesidir.

“Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın…”[1]

Ayetten anlaşılacağı üzere Hz. Âdem tüm insanlığın babası, tüm insanlar da aynı ana-babanın çocuklarıdır. Bu durumun doğal sonucu olarak da tüm insanlar kardeştir.

İslam dini bir yandan tüm insanların kardeş olduğunu ilan ederken diğer yandan da özelde aynı anne-babadan olma anlamında bir kardeşlik hukukunu da tanımlar.

“Mü’min kadınlara da söyle, … (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. … Zinetlerini, … yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından…  başkalarına göstermesinler…”[2]

Görüldüğü gibi tüm insanların kardeş olması yanında ayrıca aynı anne-babanın evladı olmak bakımından da özel bir kardeşlik hukuku ortaya konulmuştur. Bu kardeşlik hukukunun üzerine mahremiyet ve miras gibi konular bina edilmiştir.

Dinimiz, insaniyet ailesine ait olmak bakımından umumi kardeşlik ve aynı anne-babanın evladı olmak bakımından da özel kardeşlik tanımları yanında din kardeşliği tanımını da getirmiştir. Buna göre aynı dine inanan insanlar birbirleriyle kardeş ilan edilmiştir.

Kur’an’da, İslam’a inanan mü’minlerin kardeş olduğunu şu şekilde açıklanmıştır:

“Mü’minler ancak kardeştirler…”[3]

Anlaşılacağı üzere aynı ana-babanın evladı olmak bakımından kardeş olmanın yanında “aynı dinden olmak” da kardeşliği temin eden bir unsurdur. Buna göre bir Müslüman, iki farklı kardeş tanımıyla karşı karşıya kalmış durumdadır.[4]

Kur’an’da kafir ve münafıkların da kendi aralarında bir tür inanç kardeşliği tesis ettikleri ifade edilir:

“Kitap ehlinden inkâr eden kardeşlerine, “Yemin ederiz ki, siz (Medine’den) çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla kimseye boyun eğmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz.” diyerekmünafıklık yapanlara bakmaz mısın? Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.”[5]

    Din Kardeşliğini Temin Eden Unsurlar

Din kardeşliğine iman kardeşliği de denir. Din kardeşliği, ruhların kardeşliğidir. Bu kardeşlik dünya ve ahirette devam eder.

Şimdi din kardeşliğini temin eden unsurları tek tek inceleyelim:

    İman

Din kardeşliğini temin eden unsurların başında iman gelir. Aynı dine mensup olan Müslümanlar için Yüce Allah kardeş tanımlamasını yapmıştır:

“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”[6]

Görüleceği üzere ayette kardeşliğin iman ile bağlantısı açık bir şekilde ortaya konulmuştur. “İman etmiş olan kardeşlerimiz” ifadesinde imanın kardeşliğin tesisinde önemli bir unsur olduğu ifade edilmiştir.

Bu bağlamda mü’minlerle iman etmeyenler arasında kan bağı olsa bile herhangi bir akrabalık ilişkisinin bulunamayacağı da Ku’ran’da şu şekilde beyan buyrulmuştur:

“Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.” Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. (Şirktir.) O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.”[7]

Görüleceği üzere Hz. Nuh’un iman etmemiş oğluyla bile herhangi bir akrabalık ilişkisi kalmamıştır. Buradan hareketle mü’minlerin iman etmeyenlerle herhangi bir şekilde kardeşliği veya akrabalığı söz konusu olamaz.

    Muhabbet

Kardeşliği temin eden unsurlardan biri de muhabbettir. Kur’an’da, Müslümanlar arasında içten bir muhabbetin bulunması gerektiği Muhacir ve Ensâr kardeşliği üzerinden ifade edilir:

“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar (Ensâr), hicret edenleri severler.”[8]

Muhabbet, kuru bir davadan ibaret değildir. Kardeşinin derdiyle dertlenip sıkıntısını paylaşmadan, kusurlarını affedip fedakarlık ve feragat göstermeden, gerçek manada muhabbetten söz edilemez. Bu itibarla din kardeşliği, sırf sözde kalıp icraata geçmeyen muhabbet iddialarıyla değil, fiilî ve müşahhas muhabbet tezâhürleriyle yaşanabilir.[9]

    İtimat

Kardeşliği temin eden unsurlardan biri de itimattır. Mü’minler birbirlerine itimat edip güvenirlerse kardeşlik kemâle erer. Aralarında itimat ve güven olmayan kişilerin kardeşliğinden söz edilemez.

Kur’an’da Peygamberimizin mü’minlere güvendiği/inandığı/itimat ettiği haber verilmiş ve bu örneklikten hareketle mü’minlere birbirlerine itimat etmeleri salık verilmiştir.

“Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. De ki: “O (Peygamber), sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”[10]

Din kardeşliğini temin sadedinde itimadın gerçekleşmesi, Müslümanların, kendilerine itimat edilecek emin kimseler olmalarına bağlıdır.

    Nasihat Etmek

Din kardeşliğini temin eden hususlardan biri de kardeşlerin birbirlerine nasihat etmesidir. Aralarında doğruyu tavsiye ve yanlıştan ikaz bulunmayan kimselerin gerçek bir kardeşliği hayata geçirmeleri muhaldir.

Hz. Peygamberimiz nasihat etmeyi, din kardeşliğini pekiştiren hususlardan biri olarak görür ve nasihat etmeyi Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları arasında sayar:

“Bir Müslümanın, (diğer) Müslüman üzerindeki hakkı altıdır. (Resulullah’a): Ey Allah’ın resulü! Onlar nedir?’ diye soruldu. Resulullah (s.a.v): “Ona rastladığın zaman selam ver, seni (davete) çağırdığı zaman (davetine) katıl, senden nasihat istediği zaman ona nasihat et, aksırdığı zaman Allah’a hamdederse (Elhamdülillah derse), ona (‘yerhamukellah’ diye) dua et, hastalandığı zaman onu ziyarete git, öldüğü zaman (mezara konuluncaya kadar cenazesinin) arkasından git.” buyurdu.”[11]

    Maddi ve Manevi Yardımlaşma

Kardeşliği temin eden unsurlardan biri de yardımlaşmaktır. Müslümanlar maddi ve manevi her konuda yardımlaşarak kardeşliği yaşarlar. Kur’an-ı Kerim’de yardımlaşmanın Müslümanlar üzerine bir görev olduğu şu şekilde ifade edilmiştir:

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridir. İman edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar, onların velayetleri size ait değildir. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavme karşı olmadıkça, yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”[12]

Durumu iyi olan mü’minin, kendisine mürâcaat eden zor durumdaki din kardeşine yardımcı olması, dinî bir zorunluluktur:

“…Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsân et!..”[13]

Kuran’da maddi yardımlaşma kadar manevi yardımlaşmaya da işaret edilmiştir:

“…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”[14]

    İsâr

Din kardeşliğini tesis eden unsurlardan biri de kardeşini kendi nefsine tercih etmektir. Kur’anî ifadesiyle isâr kardeşliğin kemâle ulaşmasında önemli bir husustur. Kur’an’da;

“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[15] buyrularak Ensârın son derece ihtiyaç ve yoksulluk içinde olsalar da malın muhacirlere verilmesini isteyerek kardeşlerini kendi nefislerine tercih ettikleri anlatılmıştır. Onların bu tercihi mala ihtiyaçları olmadıklarından değildir. Aksine bu tercihleri, mala ihtiyaçları olmasına rağmendir. Kendisi muhtaç olduğu halde başkasını, kendisine tercih edip üstün tutmak (îsâr) ahlâk ve faziletlerin en yücesidir.[16]

Bu noktada Yermuk savaşında şehit olan üç sahabinin son nefeslerinde bir tas suyu birbirlerine ikram etmeleri hadisesine işareten de olsa değinmeden geçemedik.[17]

    Dua Etmek

Kardeşliğin kemâle ermesinde mühim unsurlardan biri de kardeşin din kardeşi için dua etmesidir. Kur’an’da Rabbimiz, Hz. Peygamberimiz’den mü’minlere dua etmesini istemiştir.

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”[18]

Bu durumu bilen ashab da Hz. Peygamberin duasını alabilmek için seferber olmuşlardır:

“Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[19]

Rabbimiz, Peygamber Efendimizden Müslümanlar için istiğfar dilemesini istemiştir:

“Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.”[20]

Konu ile ilgili bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz; “Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, “Duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin.” diye dua eder.”[21]

    Hüsn-i zan

Mü’minlerin kardeşliğini tesis eden bir diğer unsur da kardeşi hakkında hüsn-i zan beslemektir. Hüsn-i zan beslemenin gerekliliğini ifade sadedinde Rabbimiz:

“O iftirayı (Hz. Aişe (r.anha)’ye atılan iftirayı) işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendileri (din kardeşleri) hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!”[22] buyurmuştur.

Ayette dikkat çeken husus şudur ki, Rabbimiz, mü’minlerin birbirlerine olan hüsn-i zannını, onların bizzat kendileri hakkındaki hüsn-i zannları olarak ifade edilmiş olmasıdır.

Hüsn-i zannın tersi olan sû-i zan ise kardeşliği bozan unsurlardan biridir. Sû-i zannın kötülüğü hakkında Rabbimiz: “(Ey münafıklar!) Siz aslında, Peygamberin ve inananların bir daha ailelerine geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, sizin gönüllerinize güzel gösterildi de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.”[23] buyurmuştur.

Müslüman, din kardeşinin bir hatasını/ayıbını görünce, ona hüsn-i zan etmeli, hayıra tevil etmeye çalışmalıdır. Onun hakkında hemen kötü düşünmeye başlamamalıdır.

    Gıyabında Savunmak

Kardeşliği temin eden hususlardan biri de din kardeşini bulunmadığı ortamlarda savunmaktır.

Hz. Peygamberimiz, “Mü’min mü’minin aynasıdır, mü’min mü’minin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder / zarardan-ziyandan korur ve arkasından da/gıyabında da elinden geldikçe onu savunur.”[24] ve

Yine Peygamberimiz, “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken ona yardım etmezse,Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar.”[25] buyurarak kardeşliği tesis eden bu durumun önemini izah etmiştir.

İ. Derdiyle Dertlenmek

Din kardeşliğini temin eden unsurlardan biri de kardeşinin derdiyle dertlenmektir. Kâmil mü’minler, din kardeşlerinin dertleriyle dertlenir ve ıstıraplarıyla muzdarip olurlar.

Peygamber’imiz; “Mü’minler birbirlerini sevmekte, merhamet etmekte ve korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[26] buyurarak Müslümanların kendi aralarında tesis etmeleri gereken kardeşliğin derinlikli boyutuna dikkat çekmiştir.

Yine Hz. Peygamber’imiz; “Komşusu açken tok yatan kimse mü’min değildir.”[27] ve

“Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, bizden değildir.”[28] buyurmuştur.

Cenab-ı Hak cümlemizi îman hassasiyetiyle din kardeşliğini yaşayıp yaşatan salih kullarından eylesin.

----------------------------------
Kapitalizm Nedir?


Kapitalizm Nedir? Tarihi, İlkeleri, Hayatımıza Etkisi ve Kapitalist Sistem Hakkında Kısaca Bilgiler



Kapitalizm nedir biliyor musunuz? Peki, kapitalist sistem ve yaşantımıza etkileri üzerine hiç düşünme fırsatınız oldu mu? Bu yazımızda sizlerle kapitalizm ne demek, tarihi nasıldır, ilkeleri nelerdir, kapitalist sistem ve hayatımıza etkileri üzerine kısaca bilgiler vermek istiyoruz:

Kapitalizm nedir, kapitalist sistem ne demek konusunu en iyi şekilde örnekleri ile anlayabiliriz. Biraz araştırma yaptığınız zaman, kapitalizm örnekleri ile karşılaşırsınız zaten. Biz sizler için kendi örneğimizi oluşturduk ve en basit haliyle kapitalizm ne demek anlatmak istedik. İşte hemen hepimize oldukça tanıdık gelecek durumlardan oluşan örneğimiz;

Diyelim ki arkadaşınızla buluşmak için dışarı çıkacaksınız. Kapitalizm ile daha bu noktada hemen karşılaşırsınız. Çok beğendiğiniz ancak pahalı diye yanından bile geçemediğiniz elbiseyi, mağazanın 3 al 2 öde kampanyası sayesinde satın aldınız. Ama bu elbiseyle uyumlu ayakkabılarınız da olması gerekiyor, değil mi? Ayakkabınızı da aldınız ve sıra süslenmeye geldi. Aksesuarlar ve çanta da tamam. Saçlarınıza jöle sürüp, en ünlü markanın parfümünü de üzerinize boşalttıktan sonra çıkmaya hazırsınız. Kapitalist sistem içerisinde ilk adımlarınızı attınız. Yolda yürürken birbirinden güzel kafelerin ve çay bahçelerinin önünden geçtiniz. Her birinin önünde, müşterileri güneşten korumak için bulunan şemsiyeleri görüyor musunuz? Peki, şemsiyelerin üzerindeki birbiriyle yarışan dondurma veya gazlı içecek firmalarının logolarını?

Dışarıdaki işlerinizi hallettikten sonra eve doğru giderken aniden yağmur bastırdı. Bir de ne gördünüz? Elinde 20 tane şeffaf şemsiyeli bir adam, ‘yağmurda ıslanma, tanesi 5 lira’ diye bağırıyor. Mecburen satın aldınız ve belki bir daha kullanamayacağınız o kötü şemsiyeyle yağmurdan korunmaya çalıştınız. O sırada da ‘üşümemek ve ıslanmamak için bir araba mı alsam’ diye içinizden geçirdiniz. Döndüğünüzde ise bilgisayarınızı açıp internetten araba fiyatlarını araştırdınız. İşte sizin de gördüğünüz gibi, arkadaşınızla buluşmak için dışarı çıktınız ama arabaya ihtiyacınız olduğuna inanarak eve döndünüz. Yani, para ile alakalı hiçbir iş yapmazken para gerektiren bir hayale daldınız. Kısaca kapitalizm ne demek, hayatınızın akışında nasıl gelişiyor, bunu da görmüş oldunuz.

Bu durumu her gün yaşıyor olabilirsiniz. Rutine dönüştüğü için de size garip gelmeyebilir. Bu noktada kapitalizm, içinize işlemiş demektir. Sizin için ihtiyaçlar yaratan, gereksinim arttıkça rekabeti ortaya çıkartan, para vererek sahip olduğunuz şeyin bir daha kullanılmamasına neden olan, hatta yeniden satın alınmasını sağlayan ve bunu hayatın sıradan bir günü olarak size yansıtan kapitalizm, aslında hikayemizin ikinci cümlesinde hayatımıza dahil olmaya başlıyor. Fazla teoriye girmeden, yalnızca bir örnekle anlattığımız kapitalizmin kısaca tanımı; isteklerinizi sadece ve sadece para ile gerçekleştirebileceğiniz, hatta asgari yaşam koşullarını bile para ile sağlayabildiğiniz ekonomik bir sistemdir. Para kazanmak için daha çok çalışacak ve daha fazla emek üreteceksiniz ancak sizden daha az yıprananlar, daha fazla kazanacaklardır. Yani, ihtiyaçlarınız arttıkça onlara ulaşmanın maliyeti, kapitalizm nedeniyle emeğinizin 3-4 katı seviyeye çıkacaktır.

Kapitalizmin hayatımıza nasıl nüfuz ettiğini bir örnekle anlatıp, ne ifade ettiğine kısaca değindikten sonra dilerseniz, tüm detaylarıyla kapitalizme ve neden ‘kötünün iyisi’ olduğuna hep birlikte bir göz atalım:
Kapitalizm Nedir?

Kapitalizm Nedir?
Kapitalizme göre; toplumda iki sınıf bulunmaktadır: yönetenler ve yönetilenler. Üretim araçlarının birçoğu, yöneten sınıfın elindedir ve işletilmesi de yine yöneticilere aittir. Yönetici sınıf, oyunu belirlenen kurallara göre değil, kendi çıkarlarına göre oynar. Zaten tüm kuralları da kendi çıkarına göre belirler. Kapitalizmin temel kuralı da budur: en yüksek çıkarı elde etmek. Bu nedenle de üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, yani günümüzde bakacak olursak patronlar, müdürler ve iş yeri sahipleri, kendi çıkarlarını maksimum seviyeye çıkarmak için en az maliyetle en fazla karı elde etmek ister. Kapitalizme göre bu oldukça doğaldır çünkü kar maksimizasyonu, ulaşılması gereken asıl hedeftir. Üstelik kapitalist görüşe göre, tüketici de en düşük harcamayla en yüksek karı elde etmek ister. En sonunda ise üretici, tüketici, tasarruf sahibi ve devletin çıkarları, birbirini dengeler ve ideal seviyeye kavuşulur. Yani herkes, kendi çıkarını düşünür ve ona göre davranırsa ekonomik refah da en üst noktaya yükselir. Ancak durum, hiç de anlatıldığı kadar kolay olmuyor, değil mi?

Günümüzde, maalesef ki ekonomik denge sağlanamıyor ve refah üst seviyelerde değil. Bütün kapitalist ülkelere bakıldığında, zengin bir azınlık ve büyük fakir bir halk vardır. Kapitalizme göre; ortada büyük bir pasta bulunuyor. Pastayı yemek isterseniz buyurun, özgürsünüz. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Ancak unutmayın, pastadan ne kadar yerseniz, diğerlerinin payı o kadar düşecektir. Çünkü pastanın boyutu bellidir ve maalesef ki herkes zengin olamayacaktır. Bu nedenle, birlikte pasta yediğiniz insanlarla aranızda bir rekabet oluşacaktır. Herkes birbirinin açığını arayacak ve daha fazla yiyebilmek için can atacaktır. Buradan da anlaşılabileceği gibi kapitalizmde, zenginler ve fakirler hep baki kalacak ve aralarındaki savaş hiç bitmeyecektir. Verimlilik üzerine yönelen kapitalizm, hep daha fazlasını istediği için sürekli gelişme ortamı yaratacak ancak adalet kavramını hiçe saydığı için de tepki çekmeye devam edecektir.

Peki, üretici ve tüketiciler arasındaki hikayede, ‘devlet’ nerede bulunuyor diyebilirsiniz. Klasik iktisatçılara göre kapitalizmde, sistemin dengesini bozacak ya da zarar verecek müdahale ve düzenlemeler olmamalıdır. Ekonomide dengeden sapmalar olsa da kendiliğinden geçeceğini öne sürmüşlerdir. Kısaca kapitalizm, ekonomiye yapılacak herhangi bir müdahaleyi dengeyi bozmak olarak gördüğü için devletin atacağı her adıma, düzenleme dahi olsa karşı çıkacaktır. Devletin görevi; piyasa işleyişinin düzgün gitmesini sağlamak ve olası sorunları önlemektir. Çünkü müdahale olmadığında, sistem zaten dengededir. Yani üretim araçlarını elinde bulunduran az sayıdaki yönetici sınıf, devletin müdahalesi söz konusu olmadan, ister çatalla ister eliyle isterse de hile hurdayla pastayı yiyebilir. Artık çıkarlar, değer yargılarını da ezip geçmiştir.
Kapitalizmin Tarihi

Kapitalizmin Tarihi
Kapitalizm ekonomik olmasının yanı sıra, tarihsel bir sistem olarak da kabul edilir. Kapitalizmden önceki döneme bakacak olursak, dünyaya hükmeden sistem feodalizmdi. Üretim araçlarının ve toprakların tümü, aristokratların elindeydi. Ekmek parasına muhtaç olan halka, bu toprakları ekip biçme hakkı veriliyordu. Tabii, bir şartla; geçimini sürdürecek kadarını aldıktan sonra geri kalanı teslim edecekti. Kırsal kesimde sistem bu şekilde işlerken, kentlerde yaşayanlar daha şanslı denilebilirdi. Kent insanları ticaretle uğraşabiliyor, zanaat yapabiliyordu. Böylelikle kente göç başladı ve kırsal alan iş yapamaz oldu. Ticaretin de gelişmesiyle feodal sistem, yerini kapitalizme geçişe bıraktı. Emek ve iş gücü, satılmaya başlandı. Kısacası gücün adresi toprak değil, artık para ve servet oldu.

Sanayi Devrimi’yle birlikte daha rahat uygulama alanı bulan kapitalizm, tüm Avrupa’ya buharlı trenlerle taşındı. Madenden tekstile her türlü endüstri, daha çok para kazandıran yollardan oldu. Daha önce hiç “laissez-faire, laissez-passer” sözünü duymuş muydunuz? Türkçesi “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” olan ve kapitalizmle özdeşleşen bu söz, devlet müdahalesinin en aza indirilerek serbest rekabet ortamının yaratılmasını sağladı. Devletin müdahalesinin olmadığı ve sadece sermaye sahiplerinin kapıştığı bir yerde ezilenler, ücretli kesim ve esnaf oldu. Eski usul üretim kalmadığından para da kazanamayan esnaflar, birer birer yok oldu ve geriye, ücretli sınıf ve sermaye sahipleri kaldı. Böylece kapitalizm, kök salarak yerini sağlamlaştırmış oldu.
Kapitalizmin İlkeleri

Kapitalizmin İlkeleri
Kapitalizmin ‘ağababası’ olan Adam Smith, ekonominin nasıl olması gerektiğini anlatırken aslında, kapitalist sistemi tarif etmiştir. Devletin rolünden piyasa mekanizmasına, kişisel çıkardan özgürlüğe kadar, sistemin çerçevesini belirlemiştir. Kapitalizme daha yakından bakacak olursak, esas aldığı ve kural olarak gördüğü Adam Smith’in ilkeleriyle, sistemin ne demek olduğunu çok daha iyi anlayabiliriz.
İlke 1: Özel Mülkiyet

Daha önce anlattığımız pasta hikayesinde olduğu gibi herkes, pastayı yemekte ve kendisine almakta özgürdür. Sahiplendiği şey, artık onundur. Ortak toprak ya da sermaye diye bir şey bulunmaz. Kapitalizm, size çalışmama imkanı da sunar. Başkalarına zarar vermediğiniz sürece, karar vermekte ve istediğinizi yapmakta özgürsünüz. İster çalışın ister tasarruf edin isterseniz de üretin. Ancak bu sistemde, çalışan para kazanırken çalışmayan, aç gezmeye mahkumdur. Bu nedenle de pastayı alan kişi, artık onun sahibidir çünkü kapitalizme göre, güçlü olan kazanmıştır.
İlke 2: Rekabet

Pastadan büyük dilimi almaya çalışmak, ortaya rekabeti çıkartır. Kıyasıya bir rekabet içinde olan milyonlarca insanın birbirlerini ezmeleri ve düşman kesilmeleri, işten bile değildir. Uzaktan bakıldığında adaletli bir sistem gibi görünse de içine girildiğinde, kendinizi amansız bir yarışın içinde bulabilirsiniz. Rekabet, en temel ilkelerden biridir ve herkesin hakkıdır. Ancak asıl önemli olan, büyük balığın küçük balığı yutmasıdır. ‘Bırakınız yapsınlar’ derken aslında ne kadar da özgürlükçü, değil mi? Fakat parası ve sermayesi olan kişi, her zaman bir adım daha önde olacaktır. Kapitalist sistemde parayı elde etmek, güce ulaşmak olduğundan güçlü olan, hammaddeyi ucuza alıp işler ve malını istediği her pazara ulaştırabilir. Sermayesi az olanın ise piyasadan kaybolup gideceği gerçeğiyle yüzleşmesi gerekecektir. Kendi işinin patronu olmak isterken, altında ezildiği şirketlerde iş aramak durumunda kalacaktır. Sermaye sahibi gücüne güç katarken fakir olan, daha da muhtaç hale gelecektir.
İlke 3: Devletin Rolü

Kapitalizmde, devlete önemli bir rol yüklenmemiştir. Ekonomide tam istihdamın yaşandığı ve herhangi bir müdahalede, bu düzenin bozulacağı savunulur. Ekonomi kendi içinde sorunlar yaşasa da mutlaka eski haline dönecektir. Müdahale etmek ise çarkın ayarlarıyla oynamak anlamına gelir. Bu nedenle devlete ekonomi üzerinde çok fazla söz hakkı verilmemiştir. Devletin tek yapması gereken, ekonomik düzeni bozucu müdahaleleri engellemek ve sistemden etkilenebilecek halkın ezilmesini önlemektir. Kapitalizmin üzerinde durduğu tek şey paradır. Paranın satın alamayacağı çok az şey vardır. Maalesef ki siyasi güç de sermayeye sahip olanların elindedir…
İlke 4: Miras

Nasıl ki özel mülkiyet herkesin hakkıysa, ölüm durumunda yakınlarına devredilecek olan miras da hak olarak kabul edilmelidir. Üretim araçlarını elinde bulunduran yönetici sınıf, sermayenin başkasına geçmemesi ve parasının tekelleşmesi, yani soyadının yıllarca konuşulması için tüm birikimini çocuklarına bırakabilir. Ancak bu durumda, zenginle fakir arasındaki fark giderek açılacak ve insan ilişkileri zedelenecektir. Fabrikada çalışan işçilere tek bir kuruş bile verilmemesi ve tüm servetin babadan oğula geçmesi durumunda nefret başlayacak, emeği sömürülen işçi, hem hayattan hem de işten soyutlanacaktır.
Kapitalizmin Günlük Hayatımıza Etkisi

Kapitalizmin Günlük Hayatımıza Etkisi
Kapitalizmin hayatımıza ne kadar nüfuz ettiğini artık daha iyi görmeye başladığınızı düşünüyorum. İnsan ilişkilerimizden karakterimize, sağlığımızdan doğa kirliliği ve katliamına kadar, her şekilde bizi yönlendiren bir sistemle karşı karşıyayız. Aslında kapitalizmin önemsediği temel noktalar, kar maksimizasyonu ve daha fazla paradır. Fazla kar da minimum maliyetle sağlanabilmektedir. Bu noktada ucuz mal, makine ve iş gücüne ihtiyaç vardır. Bir kağıt fabrikası düşünün; yüzlerce ton ağaç kesilmiş ve ucuza alınıp işlenmiş. Peki, bir ormanın yetişmesi için en az 10 yıl geçmesi gerektiğini biliyor musunuz? Kimsenin ağaç dikmediği ve sürekli tükettiği yerde, ucuz malı bulabilmeniz mümkün müdür? Bu nedenle de asıl ucuzlatılan ve değeri düşürülen iş gücü olmuştur. Saatlerce sıcakta ya da soğukta, zorlu koşullar altında çalışan işçilerin emeği ucuzlatılarak, üzerine kar eklenerek pazara sunulmuş ve elde edilen kazanç da sermaye sahibinin olmuştur. Bu durumda, hem işten hem hayattan hem de kendinden ‘soyutlanan’ işçi, sağlığını bile kaybedebilir. Güvenini kaybetmiş olan işçi, ameliyat olması gerektiğinde bile, ‘acaba gerçekten hasta mıyım, yoksa doktor para kazanmak için mi istiyor’ düşüncesini aklına getirecektir.

Kapitalizmde, kimsenin kimseye müdahale etmediği ve herkesin kendi çıkarını düşündüğü durumda, mutlaka refaha ulaşılacağı ve gelir dağılımının dengeleneceği düşünülmüştür. Herkesin kendi çıkarı için verdiği amansız mücadele sonunda elde edilecek kazancın tatmin edici olmadığı, maalesef ki akıllara gelmemiştir. Kendi çıkarı için birbirini yiyen işçi sınıfı, kapitalizmi doruklarında yaşamaya devam etmektedir. Unutulmamalıdır ki her yıl, milyonlarca çocuk açlıktan ölürken yağlarından kurtulmak için spor salonunda koşturanlar da vardır. Çok pahalı diye yanına yaklaşılamayan elbisenin esas sahibi ise günlüğü 1 dolardan daha az paraya çalışan işçilerdir.

Üretmeden tüketmenin vurgulandığı kapitalist sistemde, akıllara meşhur Kızılderili atasözü gelmektedir: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde ve son balık tutulduğunda beyaz adam, paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.”. Her yıl istihdam ya da konut sayısını arttırmak için kesilen ağaçlar, daha fazla elektrik için nehirler üzerine yapılan barajlar ve tarım yapmak yerine boş bırakılan tarlalar, geri getirilemeyecek kayıplara yol açmaktadır. Eğer bu durum önlenemez ya da bir çözümü bulunamazsa, tehlike çanları sizin için de çalacaktır.
Kapitalizm Çöküşte mi?

Kapitalizm Çöküşte mi?
Bugüne kadar 3 büyük kriz atlatan kapitalizm, tüm ekonomik sistemler içerisinde en uyumlu ve en esnek olanıdır. Günümüzde Avrupa ve Amerika ekonomileri, dünyada etkin rol oynasalar da gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin toplamı da dünyanın yüzde 50’sini oluşturmakta. Herhangi birinde yaşanacak en ufak kriz, taşları yerinden oynatabilir. Çünkü kapitalizm, küresel anlamda ilk kez bu kadar güçlendi. Eskiden yaşanan krizler, küresel alana yayılmadan çözülebilirken şimdi ise her ülkenin ekonomisi, birbirini etkiliyor ve bu süre hiç de uzun değil. Artık Avrupa piyasası bile Uzakdoğu ekonomisine katkıda bulunduğu için dünya, birbirine entegre olmuş durumda.

Teorik açıdan yaklaşacak olursak; gelişmekte olan ülkelere yapılan sermaye akışı da son 10 yıldır artmış görünüyor. Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelere yatırım, bir süre sonra bitecek çünkü ABD ekonomisinin 2008 krizinin etkilerinden kurtuluyor olması ve yoluna girmesi, FED’in faiz artırmasına sebep olacak. Birbiriyle etkileşimde olan ABD ve Avrupa ekonomisine bağlı olarak Avrupa Merkez Bankası da sermaye akışının önünü kesecek. Sonuç olarak para, gelişmiş ülkelerde kalacak ve bu durumda, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik krizlerle karşılaşma ihtimalimiz mevcut. Dünya ekonomisinin yüzde 50’sini oluşturan gelişme yolundaki ülkeler de güçlü ekonomileri etkilemeyecek sanıyorsanız, yanılırsınız. Küresel etkenler, döngüsel krize sebep olursa eskisi kadar esnek olmayan kapitalizm, çökme ihtimaline yakın görünüyor. 2008 kriziyle durma noktasına gelen kapitalizm işleyişi, şirketlerin ve devletlerin aldığı ‘sürdürülebilirlik’ önlemleriyle ayakta kalmaya devam ediyor. Sonraki zamanlarda ise karşımıza nasıl ve hangi formda çıkacağı, henüz bilinmiyor.


----------------------------

Faşist Ne Demek? Kime Denir? Kısaca Faşizm Nedir?

Faşist Ne Demek? Kime Denir? Kısaca Faşizm Nedir?

Faşist ne demektir sorusuna, faşizm ideolojisini benimseyen kişiler ile faşizm yandaşları olarak kısaca; yalnızca kendi düşüncesinin doğruluğuna inanan ve diğerlerini de kendisi gibi düşünmeye zorlayan kimsedir diyerek cevap verilebilir. Gelelim, faşist kime denir, faşizm nedir sorularının ayrıntılı yanıtlarına;

Yukarıda da belirttiğimiz gibi faşist sözlüklerde, sadece kendi düşüncesini doğru belleyen ve başkalarını da o düşüncenin doğruluğuna inandırmaya zorlayan kişi olarak tanımlanıyor. Ancak tabii ki biz burada faşist ne demektir, kime denir sorularına bu kadar kısa bir cevap vermeyeceğiz.

Faşizm siyasi ideolojisinin ortaya çıkışından başlayacak, faşist hareket tarafından etkilenen diğer hareketleri inceleyecek, faşizmin ırkçılık, soykırım yanlısı gibi ifadelerden çok daha fazlası olduğunu öğrenecek, faşist liderler ve ülkeler hakkında bilgi sahibi olacak, kısacası az çok bildiğimiz faşist, faşizm kavramları üzerine detaylıca konuşacağız. İsterseniz, lafı daha fazla dolandırmadan pek çok kişinin Alman ırkçı lider Hitler ile bağdaştırdığı faşizm-faşist kavramlarını bir bir incelemeye başlayalım.
Faşist Ne Demek?

Faşist Ne Demektir?
Sahiden faşist ne demektir? Faşist denildiğinde hemen hepimizin aklına bir şeyler geliyor. Hatta ülkemizde de birilerini faşist olmakla suçluyoruz. Aşırı milliyetçi olan ve kendisinden başka hiçbir ırkın varlığına tahammül edemeyen insanları faşist olarak görüyoruz. Liberalizm karşıtlarına da soykırım yandaşlarına da faşist diyoruz. Peki, bu yaklaşım ne kadar doğru? Mesela; Kürtlere karşı fazlasıyla tahammülsüz olanlar için faşist diyebilir miyiz? İsterseniz, öncelikle aşağıdaki bilgileri inceleyelim, daha sonra bu sorular üzerine kafa yoralım.
Faşist Hareketlerde Öne Çıkan Davranışlar Nelerdir?

Faşist Hareketlerde Öne Çıkan Davranışlar Nelerdir?

    Faşist hareketlerin hemen hepsinde erkek egemenliği vardır. Onlara göre erkek olmak bir üstünlüktür. Ve kadın-erkek eşitliği kabul edilmemektedir.
    Faşizm yanlılarının ortak özelliklerine baktığımızda onların ne kadar milliyetçi olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Milliyetçilikle ilgili sloganlara, kıyafetlere, milli marşlara ve benzeri unsurların üzerine fazla düşülür.
    Medyanın her türlü organını kontrol etme taraftarıdırlar. Çünkü düşüncelerine aykırı bir görüşten bahsedildiğini duymaya katlanamazlar.
    Eğitime ve sanata karşı olumsuz bir tutumları vardır. Çünkü kendini ifade etmeyi bilen ve yetiştiren insanların liberal sözlerini duymak istemezler.
    Ülkedeki güvenlik güçlerinin insanlar üzerinde sınırsız yetki sahibi olması fikrini desteklerler.
    Faşistler bireycilik ve liberalizm gibi ideolojilerden korkar ve korkularını farklı düşünceleri bastırarak ifade etmeye çalışırlar.
    Benimsedikleri ideolojiyi başkalarına da aktarmak ve onların düşüncesine sahip insanlar yetiştirmek için eğitime istedikleri şekilde yön verirler.
    Toplum içinde belirli kesimleri düşman ilan eder ve onlardan kurtulmak için her türlü yola başvurabilirler.

Faşist Kime Denir?

Faşist Kime Denir?
Yalnızca kendi ırkına tahammül eden, gerektiğinde zorbalık yapmaktan çekinmeyen, milletini diğer tüm milletlerin üstünde tutan ve benzeri yaklaşımlar içerisinde olan herkes için bu kelimeyi diyoruz ama gerçekte faşist kime denir biliyor muyuz? Bu siyasi ideolojinin farklı hareketlerini destekleyenler için de faşist diyebilir miyiz? Örneğin; İtalyan faşizmi ile Alman faşizmi arasındaki farkları biliyor muyuz? Her iki ideolojinin de destekçilerini de aynı şekilde düşünmekle doğru bir şey mi yapıyoruz?

Evet, faşist ne demektir, kime denir sorularına daha ayrıntılı cevap vermek için öncelikle faşizmi incelemeliyiz. Çünkü faşizmin kökenine inmeden faşistin ne demek olduğunu doğru bir şekilde öğrenemeyiz. İşte bu nedenle; faşizm yanlısı olan kimse olarak kısaca tanımlanan faşistlerin, hangi ideolojiyi benimsediklerini öğrenerek işe başlayalım derim.

Faşizmi daha yakından tanıyalım;

Faşizm denildiğinde pek çok kişinin aklına Alman soykırımcı lider Adolf Hitler gelse de bu ideolojiyi ortaya çıkartan kişi Benito Mussolini’dir. Daha doğrusu, faşizm İtalyan lider Mussolini’nin önderliğinde ortaya çıkmış siyasi bir ideolojidir diyelim. Ve bu siyasi doktrinin ilkeleri ile öğretileri İtalyan filozof Giovanni Gentile tarafından 1920’li yıllarda yazılmıştır. Yani dünyada faşizmin ortaya çıktığı ve iktidar olduğu ilk ülke İtalya’dır. Ki bu ideolojinin ortaya çıkış nedeninin altında 1. Dünya Savaşı vardır. Çünkü İtalya savaştan istediği payı alamamış, emperyalist yağmalamasından istediği sonuçları elde edememiştir.

Yarım milyon insanın hayatını kaybettiği büyük savaş sonrasında İtalya’da bunalım yaşanmış ve Mussolini faşizmi sosyalizme karşı bir çözüm yolu olarak düşünmüştür. 1914-1915 yılları arasında faşist topluluklar kurulmuş ve faşizm ideolojisi için çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Ve sonunda faşizmin peygamberi olarak da anılan Mussolini 1922 yılında iktidara gelmiştir. Bu iktidarın 31 Ekim 1922 tarihinde başlayıp 25 Temmuz 1943 tarihine kadar devam etmiş olduğunu da bir ek bilgi olarak vermek isterim. Çünkü Duce (lider) unvanını kazanan Benito Mussolini bu süre zarfı boyunca İtalya Krallığı’nın başbakanlığını yapmıştır. Daha sonra ise 25 Nisan 1945 tarihine kadar İtalyan Sosyal Cumhuriyeti’nin devlet başkanı görevini üstlenmiştir. (Ek bilgi: İtalyan lider politikacı olmasının yanı sıra aynı zamanda bir gazeteci ve öğretmendi.)

Ulusal Faşist Partisi’ni kurucusu olan Mussolini’nin komünizme, liberalizme, demokrasiye, marksist sosyalizme ve muhafazakarlığa karşı geliştirdiği ideolojisi, ortaya çıkan diğer faşist hareketlerle güçlenmiştir. Zira faşizmden sonra bu radikal milliyetçi yönetim sistemini örnek alan farklı akımlar ortaya çıkmıştır. Tıpkı Adolf Hitler’in aşırı milliyetçi ve ırkçı olan ideolojisi nasyonal sosyalizmi gibi! Evet, İtalya’da iktidara gelen faşist parti ve yönetim şekli diğer pek çok Avrupa ülkesini de etkilemiştir. Ortaya çıkan değişik akımlar Mussolini’nin faşizm ideolojisini model almış ve diğer faşist hareketlerin şekillenmesinde etkili olmuştur.
Mussolini’nin İdeolojisini Model Alan Diğer Faşist Hareketler Nelerdir?

Mussolini’nin İdeolojisini Model Alan Diğer Faşist Hareketler Nelerdir?
Az önce de söylediğim gibi İtalya’nın ideolojisi birçok Avrupa ülkesini etkilemiş ve benzeri örgütlere model olmuştur. Yan Mussolini’nin sistemi partilere ve örgütlere sistem hakkında fikir vermiştir denilebilir. Gelin, bu faşist hareketleri aşağıdaki alt başlıklarda inceleyelim.

    Falanjizm: Falanjizm için kısaca otoriter-kralcı faşist ideolojidir diyebiliriz. 1933 yılında İspanyol Jose Antonio Primo de Rivera (siyasetçi, diktatör, avukat) tarafından geliştirilen ideoloji, İspanya üzerinde hakimiyet kurmak isteyen komünistlere karşı ortaya çıkartılmıştır.
    Nasyonal Sosyalizm: Diğer faşist hareketleri bilmiyor olabilirsiniz ama Hitler’in uyguladığı bu politikayı hepiniz biliyorsunuz. Nazizm olarak da bilinen nasyonal sosyalizmde aşır milliyetçi yaklaşım ve ırkçılık öne çıkan unsurlardır. Komünizme ve kapitalizme karşı olan nasyonal sosyalizm için Mussolini’nin ideolojisinden sonra en çok bilinen faşist hareket diyebiliriz.
    Ustaşa: Bu faşist hareket ise 2. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya topraklarında ortaya çıkmıştır.
    Peronizm: Mussolini’nin faşizm ideolojisinden etkilenen bir diğer hareket ise 1946 ile 1955 yılları arasında ve 1973 ile 1974 yıllarında Arjantin’de devlet başkanlığı yapan Juron Peron’un geliştirdiği peronizmdir.
    Avusturya Faşizmi: Avusturya’da 1920 ve 1930’lu yıllarda uygulanmış faşist harekettir.
    Estado Novo (Yeni Devlet): 1933-1974 yılları arasında Portekiz’de uygulanan faşist rejimin adı ise Estado Novo. Salazar rejimi olarak da bilinen bu politik rejim tam 41 yıl boyunca devam etmiştir.
    Japon Militarizmi: Hirohito Showa Tenno’nun (Japon imparatoru) başlangıç döneminde uygulanan harekettir. Aşırı katı kuralları olan fazlasıyla milliyetçi ve militarist bir politika izleyen harekette Çin’e ve Kore’ye karşı saldırılar yapıldı. Savaş rehineleri üzerinde sözüm ona tıbbi deneyler yapan Japonlar -tanrısal ırk- olarak görüldü.
    Reksizm: 20. Yüzyılın ilk yarısında Belçika’da ortaya çıkan reksizmi geliştiren kişi Leon Degrelle’dir. Demokrasi karşıtı olan bu faşist hareketin amacı, toplumun ahlaki yönden kendini yenilemesi ve fedoral bir oluşum sağlamaktı.

Kısaca Faşizm Nedir?

Kısaca Faşizm Nedir?
Faşist kime denir başlığı altında bahsettik ama faşizm nedir kısaca bahsedelim. Faşizm İtalya’da Benito Mussolini’nin önderliğinde ortaya çıkan siyasi ideolojidir. Öğretilerini –Faşizmin Doktrini– Giovanni Gentile yazmıştır. Ve bu ideoloji, komünizm, liberalizm, demokrasi gibi politik rejimlere karşıdır. Faşizmde öne çıkan unsurlar; lidere bağlılık, milliyetçilik, devlete bağlılık ve militarizmdir.

Savaş, baskı ve yayılmacılık düşüncesi faşizme göre ulusun güçlenmesi, yeniden canlanması için gerekli olan şeylerdir. Çünkü faşizmde “büyük balık küçük balığı yer” düşüncesi öne çıkmaktadır. Yani bu sağcı politik sistemde güçlü olan ulus güçsüzler üzerinde egemenlik kurma, onlardan yararlanma hakkına sahiptir. Öncüsü Mussolini olan faşizm kısa süre içinde benimsenmiş ve Hitler’in nasyonal sosyalizmi başta olmak üzere demokrasi karşıtı olup baskıcılık yandaşı yönetim şekillerinin tümünü niteleyen bir kavram haline gelmiştir.

Oysaki toplumun bir kesimini diğerinden üstün tutan ve ayrımcı yaklaşımı onaylayan faşizm kelimesinin kökeni birlik, beraberlik demektir. Evet, faşizm Latince fasces kelimesinden türetilmiştir ve bu sözcük “demet, birlik, grup” gibi anlamlara gelmektedir. Ayrıca fasces Antik Roma’da hükümetin gücünü ve yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan çubuk demetinin adıdır.

Bahsettiğim sembol üzerinde yapılan ufak tefek oynamalardan sonra İtalya’nın resmi devlet sembolü haline gelmiştir. (1926) Ve bu sembolün anlamları, Mussolini’nin sloganında da yer almış ve devlet gücü, halk mülkiyeti, birliktelik üçlüsünü ifade etmiştir. Tüm bu bilgilere ek olarak; İtalyan faşizminde vatandaşlık kavramının vurgulandığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan, Hitler’in nasyonal sosyalizminde ise önemli olan şey Alman kanı taşımaktır. Yani faşist hareketlerde milliyetçi ve ırkçı fikirler ülkelere göre değişiklik göstermektedir. Ama faşizmdeki en önemli ideoloji her zaman milliyetçiliktir.
Ünlü Faşist Ülkeler ve Liderler

Ünlü Faşist Ülkeler ve Liderler
Gelelim, ünlü faşist ülkeler ve liderlere! Bildiğiniz gibi, Mussolini’nin önderliğinde çıkan faşizm ilk olarak İtalya’da ortaya çıkmıştır. Ve Duce unvanını alan Mussolini’nin kurduğu faşist parti –Ulusal Faşist Parti” iktidara gelmiştir. Ardından Adolf Hitler’in parti başkanlığını yaptığı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi tek yasal parti olmuştur. Yani faşist ülkeler denildiğinde akla ilk gelenler İtalya ve Almanya’dır. Çünkü her iki ülkede de faşist yönetim iktidara demokratik yollarla gelmiştir. Ama tabii ki iç savaş, darbe gibi yasal olmayan yollarla faşist yönetimin görüldüğü ülkeler de vardır.

Örneğin; İspanya’daki faşist yönetim (lideri Francisco Franco) çıkan iş savaş sonucunda başa geçmiştir. Aşağıda da göreceğiniz İspanyol lider çıkan iç savaşın ardından yönetimin başında diktatörlükle 36 yıl boyunca durmuştur. Zaten bu 36 yıllık dönem tarihe Franco diktatörlüğü olarak geçmiştir. Kısacası; faşist yönetimin resmileştiği ülkeler denildiğinde akla gelenler İtalya ve Almanya’dır. Ve resmileşmiş olmasa da günümüzde faşizm ideolojisine örnek gösterilebilecek pek çok hareketin görüldüğü açıkça ortada duran bir gerçektir.
Benito Mussolini

Benito Mussolini
Faşizmin temellerini atan ve ilk faşist lider olan İtalyan Benito Mussolini, kendi ideolojisine aykırı düşen bütün partileri kapatmıştır. Duce unvanını alan Mussolini 1922 yılından 1945 yılına kadar İtalya’ya liderlik yapmıştır. Medyayı sansürleyen, sendikaları kapatan, karşıt görüşte olanları cezalandıran Mussolini sürdürdüğü politik rejim nedeniyle binlerce kişinin ölümüne neden olmuştur. Ve sonunda başarısız olmuş, kaçarken yakalanmış, kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Benito Mussolini’den Faşist Sözler:

Benito Mussolini’den Faşist Sözler
Adolf Hitler

Adolf Hitler
Avusturya doğumlu Alman lider ve nasyonal sosyalizmin kurucusu Adolf Hitler, 1934 ve 1945 yılları arasında devlet başkanlığı yapmıştır. Faşist lider bu dönemde ülkenin endüstrisini epey geliştirmiş ve silah gücünü arttırmıştır. Ülkeyi 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı bunalımdan kurtaran ve güçlendiren Hitler daha sonra asıl planına yani topraklarını genişletmek için saldırma aşamasına geçmiştir. Ayrıca ari ırk ideolojisi ve Yahudi düşmanlığı nedeniyle milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur. Ve sonunda kaybettiğini anlayan Hitler, eşiyle (Eva Braun) birlikte intihar ederek hayatına son vermiştir. Adolf Hitler’den Faşist Sözler:

Adolf Hitler’den Faşist Sözler:
Francisco Franco

Francisco Franco
İspanyol lider Francisco Franco ise 36 yıl boyunca ülkenin diktatörlükle yönetmiştir. El Caudillo (önder) unvanını alan Franco İspanya’da sürdürdüğü faşist yönetim yüzünden binlerce insanın ölümüne yol açmıştır.
Nikolay Çavuşesku

Nikolay Çavuşesku
Kendisine karşıt düşüncelere izin vermeyen ve 1965 yılında Romanya’nın başına geçen Nikolay Çavuşesku da sonu ölüm olan faşist liderler arasında! Para pul içinde yüzerken halkın sefalet içinde olmasına kayıtsız kalan Nikolay Çavuşesku 1989 yılında kaçmaya çalışırken yakalanmış ve eşi Elena Çavuşesku ile birlikte kurşuna dizilmiştir.
Kim İl-sung

Kim İl-sung
Kim İl-sung ise 1948 ile 1994 yılları arasında Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne liderlik etmiş diktatördür. Yüce Lider lakabını alan Kim İl-sung binlerce insanın katledilmesine yol açmıştır. Milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan Kim İl-sung’un ölümünden sonra ise yerine oğlu Kim Jong-il geçmiştir.
Saddam Hüseyin

Saddam Hüseyin
Irak’ın 5. Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin 1970’li yıllardan itibaren devletin tek hakimi olma yolunda adım adım ilerledi. Arap milliyetçiliği ile Arap sosyalizminden doğan baasçılık (Baas Partisi) siyasi ideolojisini benimseyen Saddam Hüseyin de soykırımlar yapan ve binlerce insanı katleden bir lider. Ve hepinizin bildiği gibi 30 Aralık 2006 tarihinde asılarak idam edildi.
Hideki Tojo

Hideki Tojo
Razor lakabı ile de tanınan Hideki Tojo ise Japonya’nın faşist liderleri arasında! Faşizmden önce sosyalizmi savunan Japon lider başbakanlık yaptığı dönemlerde, milyonlarca insanın katledilmesine neden olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yargılanıp hüküm giyen faşist lider Tojo başarısız intihar girişiminin ardından 1948 yılında asılarak ilan edildi.
Josef Stalin

Josef Stalin
Gerçi Stalin’in faşist ideolojiyi benimseyip benimsemediği ile ilgili sonuca ulaşılamayan bir tartışma söz konusu! Ancak bu ünlü mü ünlü Sovyet liderine de listede yer vermek istedim. Zira Stalin hakkında en fazla eser yazılan isimler arasında. 1930’lı yılların sonlarında “Büyük Temizlik” adını verdiği bir katliam girişimi yapmıştır. Ayrıca II. Dünya Savaşı’na girmiş ve izlediği politikalar yüzünden hem ülke içinde hem de dışında milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Kimine göre kahraman kimine göre ise milyonlarca insanın ölümüne yol açan bir diktatör olan Stalin hakkında ne düşüneceğinize siz karar verin.
Türkiye’de Faşizm

Türkiye’de Faşizm
Peki, Türkiye’de faşizm var mı? Ülkemizde faşist hareketler oldu mu ya da oluyor mu? Aslına bakarsanız, Cumhuriyet’in ilanından bu yana adı konmuş ya da partileşmiş faşist hareketler yapılmamıştır. Fakat 1944 yılında başlayıp 1945 yılına kadar süren Irkçılık-Turancılık davasında yargılanan (Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan) bazı isimlerin, faşizm taraftarı olduğu düşünülmüştü. Ayrıca 1971 ve 1980 darbeleri de pek çok kişi tarafından faşist hareket olarak düşünülmektedir.


---------------------------

Dondurulmuş Limon Mucizesi ve Şaşırtıcı Faydaları


Dondurulmuş Limon Mucizesi ve Şaşırtıcı Faydaları

Dondurulmuş Limon Neye iyi gelir, faydaları nelerdir, hazırlanışı ve kullanımı

Dünyada ki en büyük ilaç firmalarından birinin beyanına göre 1970 li yıllarda bu yana yapılan laboratuvar testlerine göre 12 adet kanser tipine limonun faydası kanıtlanmıştır. İçlerinde kalın bağırsak, prostat, akciğer, pankreas ve meme gibi çok önemli kanser türleri bulunan bu deney sonucunda limonun kanser hücrelerini önleyici ve yok edici etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Limonu Türk mutfağında çoğunlukla sıkarak kullanıyoruz. Bu sayede yalnızca suyundan faydalanmış oluyoruz. Fakat limonun kabuğunun özellikle kanseri önleyici etkisi olduğunu bilmemizde fayda vardır.
Dondurulmuş Limon Kemoterapiden Daha Etkili…

Donmuş limon Kansere karşı çok etkili; Dondurulmuş ve rendelenmiş limon kanser hücrelerini öldürmesiyle öne çıkmaktadır. Bu açıdan kemoterapiden daha fazla etkili olduğu söylenmektedir. Bu şekilde söylenmesinin sebebi ise limon özünün sentetik versiyonunu üretmeye çalışan laboratuvarların olduğu bilinmesidir. Bu sayede yüksek kazançlar elde edeceklerdir.

Dondurulmuş limon sayesinde limonu kabuğuyla birlikte hiç bir şekilde ziyan etmeden kullanmış olursunuz. Bu sayede limonun içerisinde bulunan tüm vitaminlerden faydalanmış olacaksınız.
Dondurulmuş Limon Nasıl Hazırlanır?

Hazırlanışı: Donmuş limon elde etmek için öncelikle limonu güzelce yıkayalım. Ardından buzdolabına koyalım ve 1 gün bekletelim. 1 gün sonrasında limonu kabuğuyla birlikte rendeleyelim. Limonun bu şekilde kullanımı yemeklerinizde ve salatalarınızda çok farklı bir lezzet verecektir ve aynı zamanda oldukça fayda sağlayacaktır.

Rendelenmiş limonda yalnızca limonun suyuna göre 5-10 kat daha fazla vitamin vardır. İşte rendelenmiş dondurulmuş limonun faydaları;
Dondurulmuş Limon Faydaları;

    Rendelenmiş dondurulmuş limonun vücuttaki toksinleri giderici ve vücut dinçleştirici etkisi vardır.
    Dondurulmuş ve rendelenmiş olarak kullanılan limon yemeklere daha çok lezzet katacaktır.
    Tüm dünya da limon ağacından elde edilen bileşikler kanser tedavisinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Kemo-terapi tedavisinde kullanılan bir çok ürünlerden 10.000 kat daha fazla tedavi edici etkisi vardır.
    Kanser hücrelerini yavaşlatıcı etkisi vardır.
    Limonun bir mucizesi de kötü huylu kanser hücrelerini tahrip eder aynı zamanda sağlıklı hücrelere hiçbir şekilde zarar vermez.
    Stres ve asabi bozukluklara karşı tedavi edicidir.
    Donmuş limonun ur, yumru, kist ve tümöre karşı iyileştirici ve önleyici etkisi vardır.
    İltihap, enfeksiyon ve mantara karşı önleyici ve tedavi edicidir.
    Donmuş limon parazit ve bağırsak kurtlarına karşı tedavi edicidir.
    Son olarak dondurulmuş limon iyi bir antidepresandır.


---------------------------

Doktorların Yazıları Neden Kötüdür



    Çoğu kişinin bildiği gibi, doktor olmak için 6 yıllık çok uzun ve zorlu bir eğitim sürecinden geçilmesi gereklidir. Bu eğitim süresince doktor adaylarının gördükleri dersler çok ağırdır. Aynı zamanda birçok karışık detaya sahip olan bu derslerin notunu tutmak hiç de kolay değildir. İşte bu sebeple çoğu doktor adayı daha tıp fakültesi sıralarındayken, hızlı bir biçimde not tutmaya alışırlar. Bu hız da doğal olarak karışık bir yazıyı ortaya çıkartır.

    İş Yoğunluğu ve Yorgunluk
    Doktorlar gün içerisinde birçok hastayı görürler. Onların rahatsızlıklarını teşhis ve tedaviye çalışırlar. Bu sebeple kendilerinde yoğun bir iş yükü oluşur. Genellikle reçete yazarken de bu yorgunluk sebebiyle yazılarına dikkat etmeyebilirler.

    Çok Yoğun ve Çeşitli Düşünceleri Olması
    Doktorlar genellikle reçeteleri yazarken aynı anda birçok ilaç adları, bu ilaçların olası yan etkileri ve zararları, kullanım dozu gibi birçok şeyi düşündükleri için, o sırada yazdıkları kağıda çok yoğun vaziyette odaklanamayabilirler. Bu sebeple yazıları düzensiz olabilir.

    Teknik Terimlerden Bahsedilmesi
    Doktorların reçeteye yazdığı ilaçların isimleri bizlere hiç tanıdık gelmez. Esasında reçetede yazılanlar teknik şeylerdir ve tıp ile alakadar olmayan bir insanın bu yazıları okuyup anlayabilmesi çok da mümkün değildir. İşte bu sebep dolayısıyla aslında reçetelerde yabancı ilaç adları olduğu için, bu yazılar bize karmaşık gözükür.

    Kişisel Algılarımız
    Esasında dünyadaki birçok kişinin yazısı kötü, veya çok güzel olabilir. Çok okunaklı yazı yazan doktorlar da mutlaka mevcuttur. Fakat biz yabancı birisi olarak, en sık doktorların yazısını gördüğümüz için sadece onların kötü yazdığı algısına kapılıyoruz. Oysa bir polis ya da hakimin el yazısı da kötü olabilir.

    Netice itibarıyla bu birkaç sebepten biri, veya birkaçı dolayısıyla doktorların kötü yazdıkları kanısını elde ediyoruz. Bunun dışında ''doktor yazısı kötüdür'' algısının kulaktan kulağa yayılarak halk arasında büyük kabul görmesi de yadsınamaz bir etkendir.


-----------------------------

Farklı Dillerde Seni Seviyorum


Farklı Dillerde Seni Seviyorum

Almanca: Ich liebe dich
Alsakça: Ich hoan dich gear
Amharikçe: Afekrishalehou
Apaçice: Shetne she-n zho-n
Arapça: Ohiboke
Arnavutça: Te dua
Baskça: Maite zaitul
Bengalce: Ami tomake bahlobashi
Birmanyaca: Chit pa de
Bolivyaca: Qanta munani
Boşnakça: Volim te


Bulgarca: Obicham te
Chamoruca: Hu guayia hao
Cheyennece: Ne mehotatse
Chichewaca: Ndimakukonda
Creolece: Mi aime jou
Çekce: Miluji tje
Çince: Ngo oi ney
Danca: Jeg elsker dig
Ekvadorca: Canda munanş
Elf dili (elfçe): Amin mela lle
Endonezyaca: Saya cinta padamu
Eskenazice: Kh hob dikh lib
Esperantoca: Mi amas vin
Estonyaca: Mina armastan sind
Etyopyaca: Afgereki
Farsça: Tora dost daram
Fince: Rakastan sua
Fransızca: Je t’aime
Frizyece: Ik hald fan dei
Galiçyaca: Querote
Galce: Rwy’n dy garu di
Ganaca: Me dor wo
Grönlandça: Asavakit
Gujartice: Hoon tane pyar karoochhoon
Hausaca: Ina sonki
Hawaice: Aloha wau ia’oe
Hırvatça: Volim te
Hintçe: Mai tumse pyar karta hun
Hollandaca: Ik hou van je
Hopice: Nu’umi unangwa’ta

İbranice: Anee ohev otakh
İngilizce: I love you
İspanyolca: Te qulero
İsveçce: Jag aelskar dig
İzlandaca: Eg elska Thig
İrlandaca: T’a gr’a agam thuit
İtalyanca: Ti amo
Japonca: Kimi o ai shiteru
Kamboçyaca: Bon sro lanh oon
Katalanca: T’estimo
Keltçe: Ta gra agam ort
Korece: Sa-rang-hae-yo
Korsikaca: Ti tengu cara
Laoca: Koi muk jao
Latince: Te amo
Letonyaca: Es tevi milu
Lübnanca: Bahibak
Litvanyaca: As tave myliu
Luxemburgca: Ech hun dech gaer
Macarca: Szeretlek
Maice: Wa wa
Makedonyaca: Te ljubam
Malayca: Saya cintamu
Marshallesece: Yokwe yuk
Mohawkça: Konoronhkwa
Moğolca: Be chamed hairtai
Navajoca: Ayor anosh’ni
Ndebelece: Niyikutanda
Nepalce: Ma timi sita prem garchhu
Norveçce: Jeg elsker deg
Pakistanca: Mujhe tumse muhabbat hai
Polonyoca: Kocham ciebie
Portekizce: Eu te amo
Punjabice: Main tainu pyar karna
Rumence: Te iubesc
Rusça: Ya tebya lyublyu
Samoaca: Ou te alofa outou
Sanskritçe: Twayi snihyaami
Seylanca: Mama oyata adarei
Sesothoca: Kiyahorata
Sırpça: Volim te
Siyuca: Techihhila
Slovakça: Lubim ta
Slovence: Ljubim te
Somalice: Waan ku jeclahay
Swahilice: Nakupenda
Tagologça: Iniibig kita
Tahitice: Ua here vau la one
Taylandca: Phom rug khun
Teluguca: Nenu minnu premistunnanu
Tunusça: Ha eh bak
Türkçe: Seni seviyorum
Ukraynaca: Ya ebe kokhayu
Urduca: Main tumse muhabbat karta hoon
Vietnamca: Anh yeu em
Yunanca: S’ayopo
Zuluca: Ngiyakuthanda
Zunice: Tom ho’ichema



----------------------------------------


Kaynaklar

[1] A’râf suresi, 27.

[2] Nûr suresi 31.

[3] Hucurât suresi, 10.

[4]Kur’an’da aynı anne-babadan olma anlamında kullanılan kardeş kavramı için bkz.: Nisâ, 12, 23; Yusuf, 59, 63, 65, 77; Meryem, 53; A’râf, 65, 73, 85 vd.; Din kardeşliği anlamında kullanılan kardeş kavramı için bkz.: Bakara, 178, 220; Hucurât, 10,12; Âl-i İmrân, 103; Hicr, 47; Tevbe, 11; Ahzab, 5; Haşr, 10 vd.

[5]Haşr suresi, 11.

[6]Haşr suresi, 10. Muhacirlerin ve ensarın arkasından gelenler, kıyamete kadar gelip geçmekte olan mü’minlerdir.Ayette, ashab-ı kiramı hayırla yâd etmenin, onlara dil uzatmamanın ve kin beslememenin gerektiğine de  işaret edilmektedir.

[7] Hûd suresi, 45-46.

[8] Haşr suresi, 9.

[9] Topbaş, Osman Nuri, “Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -10- Kardeşlik,” Altınoluk, 2008 – Ağustos, Sayı: 270, s. 32.

[10] Tevbe suresi, 61.

[11] Müslim, Selâm 5.

[12] Enfâl suresi,72.

[13] Kasas suresi, 77.

[14] Mâide suresi, 2.

[15] Haşr suresi, 9.

[16] Durmuş, Zülfikar, “Sosyal Dayanışmanın Sağlanmasında Kur’an’ın Öngördüğü İdeal Model: Îsâr,” Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c. III (2003), Sayı: 1, ss. 17-27.

[17] Hz. Huzeyfe (r.) şöyle anlatıyor: “Yermuk harbinde, yaralılar arasında kalan amcamın oğlunu aramak üzere savaş alanında geziyordum. Yanımda biraz su vardı. Hava da çok sıcaktı. Amcamın oğlunu buldum. Su isteyip istemediğini sordum. Başıyla isterim, dedi. Tam suyu içireceğim sırada öteden birisi, “Ah su”, diye inledi. Amcazâdem gitmemi ve suyu ona içirmemi işaret etti. Gittim, baktım ki Âsım’ın oğlu Hişâm. Tam ona su vereceğim sırada başka birisi “Su!” diye inledi. Hişam da suyu içmedi ve beni ona gönderdi. Arayıp buldum, fakat kendisine suyu ulaştırıncaya kadar o şehit olmuştu. Hemen Hişâm’ın yanına koştum, o da şehit olmuştu. Bari suyu amcamın oğluna içireyim diye onun yanına gittim, fakat o da şehit olmuştu. Nihayet su elimde kaldı. Allah hepsine rahmet etsin.” Hâkim, Müstedrek, III, 270.

[18] Tevbe suresi, 103.

[19] Tevbe suresi,99.

[20] Muhammed suresi, 19.

[21] Müslim, Zikir 87, 88.

[22] Nûr suresi, 12.

[23] Fetih suresi, 12.

[24] Ebu Davud, Edeb, 49.

[25] Suyutî, Camiu’s-Sağir, hadis no: 8489.

[26] Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.

[27]Hâkim, II, 15.

[28]Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87)





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)