Thread Rating:
  • 2 Vote(s) - 1.5 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Reenkarnasyon hakkında yazılmış yazilar
#1
Oku-1 


Reenkarnasyon hakkında yazılmış yazilar

Önsöz
Bu yazı, daha önce reenkarnasyonla ilgili olarak burada yayımlanmış ve büyük ilgi görmüş bütün yazıların birleştirilmiş, yeniden düzenlenmiş versiyonudur.
İçindekiler
1. Reenkarnasyon yoksa Allah’ın adaleti de yok?
2. Dünyaya nereden geldik?
3. Dünyaya neden geldik?
4. Sorular – cevaplar
5. Kur’an’da reenkarnasyon
6. Kur’an’da reenkarnasyonun reddedildiği iddia edilen ayetler
7. Dincilerin tenasüh saptırması
8. Geçmiş hayatları hatırlamama/hatırlama
9. Prof. Dr. Süleyman Ateş’e göre reenkarnasyon
10. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e göre reenkarnasyon
11. Reenkarnasyon ile ilgili bilimsel araştırmalar
12. Nusayrilerde reenkarnasyon ve örnekleri
13. Diğer reenkarnasyon örnekleri
14.  Bu yazıda bahsi geçen, reenkarnasyonla ilgili, Kur’an ayetleri
1. BÖLÜM –  REENKARNASYON YOKSA ALLAH’IN ADALETİ DE YOK
Neden dünyaya gelenler zengin-fakir, güzel-çirkin, siyah-beyaz, sağlıksız/özürlü-sağlam, ünlü-ünsüz, uzun-kısa, erkek-dişi, ana/babalı-yetim, çocuklu-çocuksuz, aptal-zeki gibi farklı özelliklere sahip oluyorlar? Neden hiç kimseye zararı olmayan iyi bir insanın başına türlü sıkıntılar, felaketler gelebiliyor? Üzerinde akıl yürütmeden konuya böyle bakanlara “İlahi Adalet” neden herkesi eşit yaratmıyor ve herkese adil davranmıyor olarak görünüyor?
Allah’ın adaletsizliği gibi görünen eşitsizliklere bazıları şöyle açıklama getirir: “Allah kullarını farklı farklı dener. Kimine yoksulluk, yokluk verir, ki, bakalım şikayet, edecek mi? İsyan edecek mi? Kimilerini de rahatlık, refah, bolluk verir, ki, bakalım servetini paylaşacak mı, şükredecek mi?“
Allah bizleri dünyaya gönderirken yazı-tura mı atar?
Diyelim ki Allah Ahmet’e zenginlik vermiş, o da nankörlük etmemiş, Allah’a şükretmiş, muhtaçlara yardım etmiş. Öbür taraftan Allah Mehmet’e fakirlik vermiş, o da isyan etmemiş, yokluğa bile şükretmiş. İkisi de 80 yıl yaşamışlar. Böylece ikisi de sınavlarını başarıyla geçerek, İslami inanışa göre, cennete gitmeye hak kazanmışlar. Buraya kadar tamam. Ama dünyadaki hayatları açısından ve bağlı olarak Allah’ın adaleti açısından oldu mu? Olmadı. Biri zevk-ü sefa içerisinde 80 yıl yaşamış, yediği önünde, yemediği arkasında, malikhaneler, yatlar, merkezi sistem klimalar, takım elbiseler, dünyada görmediği yer kalmamış v.b., v.b.. Ötekiyse  80 yıl kuru ekmeğe talim etmiş. Kümes gibi yerde, kışın yakacak bulamamış, altı delik ayakkabı, köyünden başka yer görmemiş v.b., v.b. Allah’ın adalet bunun neresinde?
Neden tersi olmamış, yani Mehmet zenginliği, Ahmet fakirliği yaşamamış? Öyle olsaydı, yani Ahmet fakir olsaydı şükredecek miydi, Mehmet parayı görseydi sapıtacak mıydı?
Öteki tarafa gittiğinde Mehmet dese ki, “Allah’ım beni yoklukla imtihan ettin. Şükür ki  sınavı geçtim. Ama Ahmet gibi beni de varlıkla imtihan etseydin, ben gene sana kul olurdum ama hiç olmazsa şu dünyada biraz gün görürdüm”. Cevap: “Ne yapalım, kader,  felek kimine karpuz verir, kimine kelek, kimine de verir acı bir dümbelek” şeklinde mi olacaktır?
Neden Ahmet – Mehmet olmamış, Mehmet – Ahmet olmamış? Allah seçimini neye göre yapmış, (haşa) yazı tura mı atmış?
İnananlar için İlahi Adalet var mıdır? Elbette ki inananlar açısından İlahi Adalet olmalıdır, Allah’ın çizdiği yolda çelişki  olmamalıdır, yoksa inanç olmaz. Ya, İlahi Adalet neden herkesi eşit yaratmıyor ve herkese adil davranmıyor sorusuna cevap bulmak gerekiyor, ya da herşeyi Allah bilir, Allah’ın işine insanın aklı ermez, deyip inancı körükörüne sürdürmeye devam etmek. Ha, bir de bunlar gayba girer deyip geçiştirmek de var. Kur’an’ı düşünmeden mantık süzgecinden geçirmeden okuyanlar ya benim yıllarca önce ilk başta yaptığım gibi “yahu bu ne biçim şey” (haşa) derler ya da İslam nakil dinidir, herşeyi Allah bilir deyip körükörüne inanırlar, bu gayba girer derler.
Gayb nedir?
“Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Hayır, onların bilgileri ahiret konusunda yetersiz kalmıştır. Daha doğrusu onlar ondan kuşku duymaktadırlar. Hayır, hayır! Onlar, onu göremeyecek kadar kördürler.” (Neml 65-66)
Bu ayet çok kimsenin yanlış yorumladığı gibi gelecekle, dolayısıyla kader ile ilgili olmayıp ahiret konusunda beş duyu ile elde edilebilecek beşeri bilgilerin yetersiz olduğunu vurgulamaktadır.
Gayb “bilinmeyen” anlamında olup bu ayette bilinmeyenin bilinemeyeceği vurgulanmaktadır. Bilinmeyen başka şeydir, gelecek başka şeydir. Aksi takdirde bu ayete göre yarın havanın nasıl olacağını da kimsenin bilmemesi gerekirdi.
Peki, gayb bilinemez demek gayb hakkında, beş duyunun ötesinde, düşünülemez, akıl yürütülemez mi demektir? Düşünülebilir, akıl yürütülebilir ama varılan sonuçlar mutlaka öyledir denemez.
Eğer varsan, nefes alırsın.
Nefes alırsan, konuşursun.
Konuşursan, sorarsın.
Sorarsan, düşünürsün.
Düşünürsen, araştırırsın.
Araştırırsan, tecrübe edersin.
Tecrübe edersen, öğrenirsin.
Öğrenirsen, büyürsün.
Büyürsen, arzularsın.
Arzularsan, bulursun.
Ve eğer bulursan… Şüphe edersin.
Şüphe edersen, sorgularsın.
Sorgularsan, anlarsın.
Eğer anlarsan, bilirsin.
Bilirsen, daha çok bilmek istersin.
Daha fazla bilmek istiyorsan…
Yaşıyorsun!
National Geographic.
Sıkıntılar – felaketler
“Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr(kesîrin)” (Şura 30)
Musibet, sıkıntı-felaket anlamında olup bir şeyin sıkıntı-felaket olup olmaması başına gelen kişinin kabulüne bağlıdır.
Örnek olarak bir çocuğun sakat dünyaya gelmesi bu Kur’an ayetine göre kendisini yüzünden olabilir mi? İyi de kundaktaki sakat çocuğun hiçbir yanlış/kötülük sergilemeden, kötülük yapmaya imkan dahi bulamadan başına gelen musibet (o ileride bunu musibet yani sıkıntı-felaket olarak kabul ederse) nasıl kendisini yüzünden olabilir?
Bu arada, sakat, engelli, çirkin vb. denilen maddi oluşumların nedenlerini bilen ve bunları musibet (felaket-sıkıntı) olarak görmeyen tekamül etmiş insanlar konumuz dışındadır. Zira bunlar eksiklik, kusur değildir. Karma (ektiğini biçme), tekamül (olgunlaşma, gelişme) gereği olan zuhur (görünme) durumudur. Karma ve tekamül konularına aşağıda geniş şekilde değineceğiz.
Neden Ruşen?
Bu gerçek bir olaydır. Ruşen öz kardeşim. Sakat doğdu ve doğduktan kısa bir süre sonra öldü. Ruşen bir kaç ay yaşamış da olabilirdi, farketmez. Ben Bülent ise 66 yıldır yaşıyorum. Neden böyle bir şey Bülentin değil de Ruşenin başına gelmiş? İlahi İrade tarafından seçim neye göre yapılmış?
Neden Ben?
“Kuş sesleri, hatta sinek vızıltıları bir anda kesilir, makasın kâğıdı kestiği gibi, bir anda… Sırtüstü yapışırsın yere, uğultuların arasında mayın kelimesini ayırt edersin sadece… Masmavi gökyüzüne bakarken bulursun kendini, arkadaşların bi şeyin yok diye bağırır, bilirsin ki, bacağın yok… Hep o soru çınlar aklında, tekrar tekrar, neden ben, neden ben?”
Denebilir ki: Kur’an birçok ayetiyle bize insanların hemen şer, kötü diye algıladığı olayların aslında şer olmadığını, hayra götüren bir vesile olduğunu anlatır. İnsanın aceleci yapısı sebebiyle çok peşin hükümler verdiğini, sabırsızlık gösterdiğini hatırlatır.
Kötü diye nitelendirdiğimiz şeyler olacak ki iyiyi anlayabilelim. Tekâmülde iyi kadar kötü de olmazsa olmazlardan biridir. Başımıza gelen iyi kadar kötü de tekâmül gereğidir. Allah onu da “karmamızın gereği olarak” verecek. Yine hatalarımızın sonucunda olanlara katlanacağız.
Bunlar Ruşen’in annesi, babası için söz konusu olabilir. Onlar açısından başta kötü olarak kabul edilebilecek bu olay onları hayra götürecek bir vesiledir mutlaka. Peki, anneyi, babayı anladık da dünyada bir kaç saat yaşamış olması Ruşen’i nasıl hayra götürecek?  Cevap olarak yine denebilir ki “bak işte Ruşen bu sayede cennete gidecek, olayın hayrı orada”.
Doğru. Ruşen açısından da durum böyle. Ya Ruşen olmayanlar açısından? Ya benim açımdan? Kendime soruyorum, doğum sonrası hemen ölen bir bebek yanlış yapmaya, günah işlemeye fırsatı olmadığından cennete gidecekse, buna karşılık 10 yıllarca yaşayanlar ister istemez işledikleri günahlar yüzünden cennete gidemeyeceklerse  Allah’ın adaleti bunun neresinde? Cennet-cehenneme inanan kime sorsanız her halde bu dünyada fazla yaşamadan doğrudan cennete gitmiş olmayı tercih edecektir.
Öteki aleme intikal ettiğimde cennete gidemezsem Allah’a demeyecek miyim: “Ey Allah’ım Ruşen’in yerine beni tercih etseydin cennete giden ben olacaktım, bana da kısa ömür verseydin, beni de cennete gönderseydin“.
Ancak işi oraya bırakmadan bu soruyu yaşarken ve şimdi, burada, kendime sorup cevabını da, Allah’ın izniyle, kendim bulmaya çalışacağım.
“Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir.”  diyen Kur’an ayetine göre, mesela, çocuğun sakat doğması kendi suçu ya da kendi elleriyle ettiğinin karşılığı mı? Sakat doğanın başına gelen kendi yüzünden mi diyor ayet? Demek ki o bebek bir şey yapmış. İyi de ne yapmış olabilir annesinin karnında ya da kucağında, kundakta? Demek ki olay anne karnını, kucağını, kundağını aşıyor. Ötesi olmalı.
Bu ötesi nedir, neyin nesidir? Anlamak için gelin bakış açısını biraz genişletelim.
Ömrün süresi
Denebilir ki: “Allah kullarını farklı farklı dener, Allah kullarını çeşit çeşit musibet, belalarla dener. Bakalım şikayet, edecek mi? İsyan edecek mi?”
İnsan başına geleni geleni düşünecek, idrak edecek ondan sonra ya şikayet edecek, isyan edecek veya şükredecek. Bunun için de mutlaka “zaman” gerekli. Nitekim Allah da size bu zamanı verdim diyor:
“…sizi biz orada öğüt alanın öğüt alacağı bir süre ömürlendirmedik mi?” …e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere…” (Fatır 37) Bazı meallerde “öğüt alacağı” yerine “düşüneceği” yer alır.
Allah Kur’an aracılığıyla kullarına öğütler vermiştir.  Ayete göre  ömür Allah’ın bu öğütlerini alacak, Kur’an’ı okuyup, üzerinde akıl yürütüp, düşünecek, anlayacak bir süredir.
Hal böyleyken tam idrak, muhakeme ve düşünme sürelerinden önceki bebeklik, çocukluk süreleri öğüt almaya yeterli midir? Kur’an’ın başka ayetlerinde (Nisa 6) ve İslam örfünde  bırakın bebekliği, büluğ çağı öncesi bile Allah’ın öğütlerini alacak için yeterli olarak mütalaa edilmez. O halde bebekliğinde, büluğ çağından önce ölen çocukları bu ayetin neresine dahil edeceksiniz? Öteki dünyaya gittiklerinde sormayacaklar mı bu ayet neyin nesiydi diye? Hiç boşuna “efendim bu ayet…. ” diye başlamasın birileri.  Daha açık söyleyelim, dinciler boşuna kıvıttırmasın. Allah’ın ayetleri her bir kulu için geçerlidir. O halde “her varlık” Allah’ın öğütlerini idrak edecek bir süre kadar mutlaka yaşayacaktır. Bir seferde olmadıysa bir başka seferde.  Bunun adı da reenkarnasyon, tekrar bedenlenme, yeniden bedenlenme, ruh göçüdür. Ayete ilerde tekrar değineceğiz.
Demek ki fazla yaşamamış bir bebek ya daha önce bu dünyada öğüt alabileceği bir süre yaşamıştır ve/veya daha sonra yaşayacaktır. Allah’ın adaleti, takdiri ve hükmü bu yönde olup bunu Kitabında kullarına bildirmiştir.
Ömür, öğüt almanın yani tekamülün süresidir yani “kül”dür yani bütündür. Buna göre yaşadığımız, yaşayacağımız her bir hayat “cüz”dür yani bütünü oluşturan bölümlerden biridir.
Örneğin bir cüzde zengin olan diğer bir cüzde fakir olabiliyor. Böylece yaşamı her türlü yönleri ile yaşayarak tekamül ediyor. Aynen ana okulundan başlayıp doktora yapıncaya kadar her seferinde yeni bir sınıfta, yeni bir çevrede, değişik hocalarla, arkadaşlarla, her seferinde bir üst  düzeyden yeni bir eğitim alarak, ya da sınıfta kalındığında aynı düzeyi tekrar ederek, belli aşamalardan sonra daha üst bir okula, hatta başka ülkelerdeki okullara giderek nasıl eğitim tamamlanıyorsa varlıklar da benzer şekilde enkarne olarak (bedenlenerek) tekamüllerini tamamlamaya çalışıyorlar. Her yaşam sınıfı yeni bir başlangıç, yeni bir sayfa oluyor ama geçmiş sınıflarda edinilen bilgiler arka planda yeni sınıfa taşınıyor. Her seferinde birikim açısından sıfırdan başlanmıyor. Ayete göre ömür her seferinde tekamüle göre ders alınacak kadar bir sürede tamamlanıyor. Aksi takdirde bir kaç gün, bir kaç saat, bir kaç dakika yaşayıp ölen bir bebek nasıl olup da  bu kısa sürede öğüt almış olabilir?
Bedenlenmeler, öğüt tamamen alınıncaya yani tekamül edinceye kadar devam edecektir.
Özetle ömür, varlığın öğüt alması için gerekli olan tüm bedenlenmeleri sırasında geçirdiği maddi hayat sürelerinin TOPLAMIDIR.
Eee, madem reenkarnasyon var da neden önceki hayatlarımızı hatırlamıyoruz?
Reenkarnasyonda önceki hayatları hatırlayıp hatırlamama konusu aşağıda  8. BÖLÜMDE  ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.
Gaybı, yani bilinmeyeni bilemeyebiliriz ama dünya hayatı gözümüzün önünde oluyor, akıp gidiyor, onun her şeyini bilmemiz gerekir. Yağmurun nasıl yağdığını bildiğimiz gibi. Allah bize akıl vermiş. Gavur düşüne düşüne atomu, atom bombasını buluyor, yıldızlara seyahat ediyor. Biz ise hala  500 çeşit Kur’an meallerine, 1500 çeşit tefsirlerine takılmış kalmışız. Bir şey keşfedemiyoruz, bulamıyoruz bari felsefeyi aşalım. Neden mi?

    Nereden geldik?
    Nasıl geldik?
    Neden geldik?
    Nereye gideceğiz?

sorularının cevabını bulmadan yaşamanın anlamı ve faydası yok da ondan. Bunlardan “birincisini” kaçımız kendi kendimize sorduk bugüne kadar?
2. BÖLÜM – DÜNYAYA NEREDEN GELDİK?
Bebek dünyaya, daha doğrusu anne rahmine bir yerden gelmiştir.
Nice kez geldim gittim delim sûret yarattım
Bu şimdiki sûrette Yunus olup dûr idim.
Ben bu sûretten ileri adım Yunus değil iken
Ben ol idim ol ben idim bu aşkı sunanda idim.
Aynen ete kemiğe büründüm diyen Yunus’un dediği gibi, anamızın rahmine girmeden, dünyaya gelmeden önce de vardık. Bebek de dünyaya bu gelişinden önce varlık olarak vardı. O varlığa ruh deniyor. 
Ruhlar nereden gelir?
Yaygın İslami görüşe göre: “Ruh ile beden birlikte yaratılmıştır. Bedenden önce ruhlar alemi diye bir yer yoktur. Bedenden önce ruhların yaratıldığı anlayışı müfessirlerin kendi kafalarında önceden yerleştirdikleri düşüncelerin bir sonucudur. Ruhlar alemi bedenlerden önce yaratılmamış, aksine bedenlerden ayrılan ruhların oluşturduğu bir alemdir.”
Aşağıdaki açıklamalardan görülecektir ki bu çok dar ve akla uymayan bir görüştür. Nitekim: “Ruhlar toptan yaratılmıştır ve Allah tarafından onlardan, “Kalu bela” denilen bir zamanda söz alınmıştır. Ruhlar bedenlenmeden önce varlar ve dünyaya gelmeden önce Bezm-i Eleste diye bir yerde beklerler” şeklinde daha akla uygun bir İslami görüş var. O halde bu ikinci görüşü akla uygun bir şekilde, Kur’an verilerinden de yararlanarak, anlamaya ve geliştirmeye çalışalım.
Alemler
Kur’an’da Allah “alemlerin rabbi” olarak geçer. Demek ki bir tek alem yani sadece bizim gördüğümüz, yaşadığımız bu alem yok. En azından bir başka alem, ya da alemler daha var.
“Hepimiz bu zamana ve yere misafiriz. Sadece geçip gidiyoruz. Buradaki amacımız, gözlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek… ve sonra eve geri dönmek.” Aborjin Atasözü. “We are all visitors to this time, this place. We are just passing through. Our purpose here is to observe, to learn, to grow, to love… and then we return home.”
Bizlerin esas yeri, mekanı bu dünya olamaz, daha doğrusu madde alemi olamaz. Zira madde alemi kalıcı değil, fani, geçici bir süre misafir olarak, kiracı gibi gelinen bir yerdir. Onun ötesinde esas mekanımız, anavatanımız  yani geldiğimiz bir yer olmalı. Bu yer İslam’da ahiret, kalu bela, spiritüalizmde spatyom denilen, bu öteki alem-mekan mevcut bilgi düzeyimizle karanlık madde-karanlık enerji alemidir büyük ihtimalle. Dünya gözüyle ve teleskoplarla görülemediği için karanlık adı verilmiş. Yoksa kimi varlıklar için apaydınlık, kimileri için de karanlık. Çekim gücü ile varlığı biliniyor. Madde dışı alemin evrenin % 96 sını oluşturması varlıkların esas mekanının orası olduğunu gösteriyor.
Spatyom (ruhlar evreni) bedensiz (bedenlenmemiş, bedenden ayrılmış) varlıkların olduğu yerdir. Varlık orada bedenli halinden daha farklı bir şuur/bilinç halinde olur.
Varlıklar nasıl yaratıldı?
Hiçbir şey yoktan var olmaz. 14 ila 100 milyar yıl önce 10-43 saniyelik bir süre içerisinde büyük bir patlamayla evrendeki herşey, madde-antimadde oluşmuş ve zamanla birleşme ve soğumalarla şekillenmiş, Büyük Akıl’dan küçük akıllar türemiştir. Big Bang yani Büyük Patlama denilen söz konusu patlamanın kaynağı bilimsel olarak şimdilik tanımlanamamaktaysa da inanç dünyasında YARATAN olarak nitelendirilmektedir. Bu kabul Vahdet-i Vücut anlayışına uymaktadır. Vahdet-i Vücut’a göre bütün evren bir birliktir, yaratıcı da onun ruhudur, dolayısıyla herşey Allahtır, Allah’ın vücududur. Her şey O’dur.
Buna karşıt olarak “Herşey Ondandır”, “Herşey Allahtandır” görüşü var. Bu görüşe göre Allah evren üstüdür.
Allah evrenle içiçe midir, evrenden ayrı mı? Bu konular din açısından karmaşık ve tartışmalıdır. Ancak ortada buna açıklık getiren bir Kur’an ayeti var:
“Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız. Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.” (Kaf 16)
Tasavvuf inancında da, insanların ve her varlığın Allah’ın bir parçası olduğunun altı çizilir. “Yaradılmışı severim yaradandan ötürü” sözünün vardığı noktanın da bu yaklaşım olduğu düşünülebilir. Tasavvuftaki vahdeti vücut görüşüne göre: Allah’ın sahip olduğu tüm özellikler, varlıkta kendini esma (isimler) birleşimleriyle gösterir. Tüm varlıklar Allah’ın esma ül hüsna (çok güzel isimler) adı verilen isimlerinden ve sıfatlarından ibarettir. Varlıkta sadece Allah vardır. Yeryüzünde insanın esas amacı, esma özelliklerini güçlendirerek varlığında bulunan Rab özelliklerini tanımaktır.
Evrenin yapısını oluşturan ağı, astronomik olarak devasa bir beyin veya bilgisayar niteliğinde düşünebiliriz. Enerjilerin birbirlerine helezonik şekilde bağlı olması sayesinde bu olağanüstü yapının yönettiği bir nizam ve basitten mükemmele doğru planlar, boyutlar düzeni oluşmaktadır. En basit akıl bile bir değer taşır, bu helezonik bağ sayesinde mükemmel akıl her şeyi yönetir. Bu evrensel, kozmik düzende tesadüf diye bir şey söz konusu dahi edilemez.
Evrenin % 4 ü gözle veya teleskopla görülebilen maddeden oluşur, kalan % 96 sı görünmemekte, tesbit edilememektedir. Bu % 96 mevcut bilimsel düzeyimize göre çekimsel gücüyle maddi evreni bir arada tutan  karanlık enerji ve karanlık maddedir. Buna madde dışı, madde ötesi alem de diyebiliriz. Varlıkların esas yeri yani anavatanı orasıdır. Böylece evrende her yer varlıkla ve hayatla dolu haldedir.
Varlıkların, bedensiz varlıkların, ruhların “nereden” geldiklerini elimizden geldiğince irdeledik. Gelelim “neden” geldiklerine.
3. BÖLÜM – DÜNYAYA NEDEN GELDİK?
Neden  dünyaya geliyoruz, neden geldiğimizde tekamül ediyoruz, neden ölümle bedenlerimizi bırakıp gidiyoruz?
İnsanın öğrenmek için forma giyerek okula gitmesi gibi ruh açısından da bedene girerek maddi aleme gitmesi zorunludur. Madde alemi ruhun eğitim alma ve uygulama yapma, görgü ve deneyim artırma ve aldıkları eğitimin uygulamalı sınavlarını verme alanıdır. Bedensiz varlıklar bedenlenerek gelir, eğitimini alır, uygulamalarını yapar, sınavlardan geçer geldikleri yere geri dönerler.
Ruh
Gayba girmesi nedeniyle ruh denilen şeyi tam olarak açıklayabilmiş değiliz. Bu yüzden daha dar anlamıyla yerine varlık demek daha doğru. Ancak varlık deyince maddi beden de işin içine girmektedir. Varlık madde dünyasındaki faaliyetini maddi bedeni ve ruhu, şuuru vasıtasıyla sürdürür. Maddi bedeni ve ruhu arasındaki bağlantıyı zihni, bilinçaltı, 5 duyuları, 5 duyu ötesi hisleri  vb.  sağlar. Varlık madde dışı alemde ise faaliyetini ruhu, şuuru ve enerjisiyle sürdürür.
Ruh,  öz olarak mükemmel yaratılmıştır. O, öz itibariyle kendi kendisinin aynıdır. Eşi ve benzeri yoktur. Parçalara ayrılmaz, azalmaz ve çoğalmaz. Şuur, irade ve tahayyül ruhun melekeleridir. Ruh, Tanrılık bilgiye sahiptir, ama Tanrı değildir. Ruh ölümsüzdür. Özü bakımından sonsuz güç sahibidir; bu güç asla azaltılamayacağı gibi yok da edilemez. Ruh hayattır, hayat da Ruh’tur. Ruh şuurludur ve bir maksadı vardır; yani Ruh’un bir amacı, bir vazifesi vardır. Ruh’u yöneten ve ona karışan bir makam yoktur.  Çünkü Allah’ın şuurlu ve idrakli yarattığı Ruh, kendini yönetebildiği gibi, maddeyi de yönetir. Ruhlar, Allah’ın Kanunları’na uygun olarak Evren’i sevk ve idaresinde rol alırlar. Evren’i sevk ve idare etmenin ve ruhsal tekamülün sonu yoktur.
Tekamül
Kelime anlamı olgunlaşmak, gelişmek olan tekamül bir Evrensel İlahi/Kozmik Yönetim yasasıdır.
Maddi alem, evrende varlıkların tekamülü için bir süre misafir edildikleri yer olarak öngörülmüştür. Yaşadığımız gezegen de evrende bulunan tekamül okullarından biridir.
Her ortam (plan) bir tekamül yeridir ve varlıklar her planda yaşayarak bilgi ve tecrübe edinirler. Böylece tekamül sadece maddi evrende değil madde dışı evrende de devam eder. Ancak orada uygulama imkanı yoktur.
Bütün  yaratılanlar tekamül eder. Bütün insanlar, bütün cisimler, bütün olaylar, kısaca  bütün yaratılanlar değişir, başkalaşır, çeşitli hallere girerek gelişir. İnsanlıkta temelde daima bir ilerleyiş ve gelişme vardır; bu, tekamülün gereğidir. Yaşama karışıklık değil, bir düzen ve ahenk hakimdir.
Tekamül adım adım gerçekleşir, tek bir ömre sığmaz. Sadece dünya bilgi ve tecrübesini göz önüne alsak bile, bir insan ömrünün bu kadar bilgi, öğüt ve tecrübeyi elde etmesine  zamanı ve enerjisi yetmez. Böylesine kısa bir süre içinde yapılan faaliyetler ise beden, toplum ve tabiat tarafından sınırlandırılır. Bu yüzden reenkarnasyonlarla yeni imkanlar sağlanır, tekamül hızlandırılır. Dünya okulundan diploma alana kadar tekrar tekrar doğulur.
Ruh ve Tekamül
Madde dışı alemden gelen ruh, tüm evrenin % 4 ünün teşkil eden maddi evrene girerek, oranın bilgisini alıp deney yapar gibi uygulamaktadır. Yani maddi alemi laboratuvar olarak kullanmaktadır. Bilgiyi arttırmak, tecrübelerle bilgiyi çoğaltmak gelişim-tekamül demektir. Varlıklar şuurlanarak, bilgilenerek, bunları yaşayarak, uygulayarak tekamül ederler.
Tekamül eden beyin değil ruhdur. Varlığın zihni, aldıklarını aynı varlığın ruhuna aktarır, beyin sonunda bedenle birlikte çürür gider. Ama ruh ebedidir. Ona gelen her şey kalıcıdır, silinmez.
Tekamül sırası
Tekamül sırası şöyledir: Atom, bitki,  hayvan, insan. Aynen Mevlana’nın dediği gibi. Mevlana taş demiş. Açıklaması aşağıdaki videoda. Varlıklar, dolayısıyla taşlar da atomdan müteşekkil. Yıldızların da sonu gelince taşlar, kayalar toz haline geliyor yani taş ölüyor ve ruhu bir dahaki sefere varlıklarda bedenleniyor.
Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.
Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.
Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.
Öyleyse ölümden korkmak niye?
Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm,
Ya da alçaldığım görüldü mü?
Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir yaratık, rüyaların meleği olacağım.
Fakat yolum devam edecek,
Allah’tan başka her şey kaybolacak.
Hiç kimsenin görüp duymadığı birşey olacağım.
Yıldızların üstünde bir yıldız olup,
Doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlana burada tekamülü ve reenkarnasyonu o kadar güzel anlatıyor ki.
Taş ölür mü? Bakın seyredin:
“Vücudunuzdaki her bir atom patlamış olan yıldızlardan geldi. Ve muhtemelen sol elinizdeki atomların geldiği yıldız sağ elinizdekilerin geldiği yıldızdan farklı. Bu gerçekten fizik hakkında bildiğim en şiirsel şey: Hepiniz yıldız tozusunuz. Yıldızlar patlamasaydı burada olamazdınız çünkü karbon, oksijen, azot, demir evrim için ve yaşam için gerekli olan her şey zamanın başlangıcında oluşmamıştı. Bunlar, yıldızların nükleer fırınlarında oluştu, ve onları vücudunuza almanızın tek yolu bu yıldızların patlayacak kadar ‘kibar’ olmalarıydı. Yıldızlar sizin için öldü ve siz burada olabildiniz.“ Lawrence Krauss Kanada asıllı ABD’li kuramsal fizikçi ve kozmolog, Fizik profesörü.
Bir taşın ölmesi bazen milyarlarca yıl alabilir, ömür bu kadar sürer mi?
Belki de oradaki varlıklar görevlerini tamamladıktan sonra nöbet devriyle yerlerini başka varlıkların aldığı oluyor. Ayrıca yüksek sistemlerde izafi bir zaman söz konusudur. Mesela bizim dünya zamanıyla elli bin yıl kozmik zaman ölçüsüyle bir güne karşılık gelmektedir. Bunu Kur’an ayeti açıklıyor:
“ Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O’na.” (Mearic 4)
Bitki ve hayvanlar nasıl tekamül eder?
Bitkilerle, hayvanlarla şuur iletişimimiz olmadığından bunun cevabını sadece akıl yürüterek bulabiliriz. Tekamül evren yasası  olduğuna göre her varlık mutlaka tekamül etmektedir. Varlığın maddi alemde yaşama ortamına önce basit şekilde alışması gerekir. Bedenlenme en basitinden başlar. Bitkilerin tekamülü maddi dünyanın güç alanından sağladıkları şuur gelişmesiyle olur. Bitkiler kendi aralarında iletişim kurabilirler, etraftaki tesirlerden mesela müzikten etkilenebilirler. Bunun yanında bitkiler tohumdan çıkarak, nefes alarak, gıdasını gün ışığından ve topraktan üreterek, büyüyerek, kök vererek, kışın öz suyunu çekerek, baharda çiçek açarak, polen, meyve vererek yani yaşam mücadelesiyle de tekamül ederler. Bitki yapraklarını birbirlerini kapamayacak şekilde dizer. Bu düzen bitkinin güneş ışığını ve yağmur damlalarını eşit biçimde alabilmesi için çok önemlidir. Yapraklarda, çam kozalaklarında, kaktüslerde, ayçiçeklerinde ve diğer bitkilerde görülen bu spiral düzen matematikte ‘Fibonacci dizini’ ismi ile tanımlanır.
Hayvanlara zeka gelişimi şuura ilave olarak yüklenir. Mesela sivrisinek, insanı gözünün görmeyeceği bir yerden ısırır. Gelip de burnundan elinin, kolunun üzerinden değil, kolunun arkasından, bacağından ısırır. Isıracağı yeri önce salgısıyla uyuşturur. Bunları yapmazsa telef olur gider. Toplu iğnenin ucu büyüklüğünde bir beyin insan gözünün nereleri görmediğini nereden bilmektedir? Hadi diyelim bazı hayvanlar bir çok şeyi annelerinden görerek öğrenir. Sivrisinek öyle değildir ki, larvadan çıkar, annesini bilmeden görmeden tek başına büyür. Karga ağzına cevizi alır. Yüksek bir yerden beton, asfalt gibi sert bir yere atar, gider kırılan cevizin içini yer. Karga familyası, saksağan dahil kabile mensuplarından birine saldıran hayvan ya da insanı hiç unutmaz. Yani kuş beyni bile gayet iyi çalışmaktadır. Afrika’da yaşarken karıncaların yuvalarını taşımalarını gözlemlemiştim. Afrika’da mevsimler yağışlı, yağışsız diye ikiye ayrılır. Yağışlı mevsimde göl suları yükselir, yağışsız mevsimde alçalır. Göl kenarında yaşayan karıncalar güvenli buldukları yerlerdeki yuvalarını bu kotlara göre her iki mevsim öncesi taşımak zorundadırlar. Bu taşıma inanılmaz bir organizasyonla gerçekleştirilir. Her karıncaya görev verilir. En önemlisi insan ya da hayvanlardan gelecek ezilme ve organizasyonun bozulma tehlikesidir. Bu yüzden taşıma tam göl suyu üzerine yakın bir kottan yapılır. O kotta olmayan taşıma yolunu karıncalar set kurarak oluştururlar. Diğerleri yiyecekleri bu set üzerinden taşır. Bir de en önemlisi güvenlikçiler vardır. Onlar da yaklaşan insanların paçalarından girerek bacaklarını ısırır ve böylece oradan uzaklaşmalarını sağlarlar.
Bitkiden hayvan boyutuna geçen varlık artık gıda üretimini kendi yapamayacak, arayıp bulmak zorunda kalacak, barınmaya ihtiyacı duyacak,  ya kendine in bulacak ya da yuvasını kendisi yapacak, içgüdüsel, duygusal ve fiziksel enerjisiyle çoğalacaktır vb. Yani maddi hayat hayvanlarda bitkilere göre çok daha fazla zorlaşmış ama ona göre imkanları da artmıştır. Zorluklar ve imkanlar varlıkları zekalarını çalıştırarak yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakır, bu da gittikçe tekamül etmelerine sebep olur.
Bitki ve hayvanların madde dünyasındaki varlıkları, bir yandan varlık tekamül kademelendirmesine diğer yandan doğal dengeyi ayakta tutmaya yaramaktadır. Arının bal yaparken polen taşıması, ineğin süt, tavuğun yumurta, ağacın meyve vermesi gibi.  Kozmik yasalarda görevi yerine getirmenin mutlaka getirisi vardır. Yani bitkiler, hayvanlar bu açıdan da şuur ve enerji seviyelerini dolayısıyla tekamüllerini ayrıca artırmaktadırlar.
Tarihin eski devirlerinden kalma fosillerden insana geçişi anlayabiliyoruz. Günümüzde böyle bir şey olsa gözlemlememiz gerekmez miydi?
Burada varlığın maddi bedenin değil ruhunun tekamülde insan düzeyine geçişinden bahsediyoruz. Söz konusu fosillerden anladığımız dünya gezegeninde bir bedensel evrimin tamamlanmış olduğudur. Hayvan düzeyinden insan düzeyine ruhun geçişinin bedensel hazırlığı dünya gezegeninde daha önce meydana geldiği gibi  önce başka planetlerde enkarne olmakla olabilir. Belki de böyle bir hazırlığa gerek yoktur. Ruhsal geçiş ise önce madde ötesi alemde ise şuurun, mesela cin denilen bedensiz varlık formlarında hazırlık süreci geçirmesi yoluyla olabilir. Her halukarda konu gayba girmektedir. Maddi şuur düzeyimizle bunu çözmemiz mümkün görülmüyor.
İlahi (evrensel, kozmik) düzen
İlahi (evrensel, kozmik) düzen, mükemmelen işleyen kanunlarla sağlanır.
Bu kanunların dışında hiç bir varlık, hiç bir harekette bulunamaz. O halde tesadüf olmadığı gibi saçma ve abes bir iş de yoktur.
Basit bir insan beyninin içerisinde kırk tilkinin kuyruklarının birbirine değmeden dolaşabildiği kapasiteye sahip olduğu düşünülürse mükemmel akıl da hiç bir şeyi tesadüfe bırakmadan tüm alemleri benzer prensipte ama kıyaslanamayacak kadar muazzam ölçekte, çapta planlar, yönetir.
Mesela yağmur yağar. Yağmuru Allah mı yağdırır? Yağmur, yerküredeki suların buharlaşarak yükselmesi ve atmosfer şartları altında yoğunlaşarak su halinde tekrar yere düşmesi olayıdır. Bu bir düzen dahilinde olur. Bu düzeni koyan ve sürdüren bir Yaratıcı Kudret vardır. Ona, Allah diyoruz. Allah, varlık ve oluşa aynı sebepler ve şartlar altında aynı sonuçları doğurmak üzere böyle bir düzen koymuştur. Kur’an buna fıtrat (yaradılış) ve sünnetullah (Allah’ın tavrı ve tarzı, tabiat yasaları) demekte ve eklemekte: “Sünnetullahta değişme ve bozulma bulamazsın.” Evet, sünnetullah, yağmuru yerküredeki suların buharlaşıp yükselmesi ve atmosfer şartları altında yoğunlaşarak tekrar yere inmesi olayı olarak düzenlemiştir.
Hem bilim hem de inanç olur mu? Pozitif bilimlerin tespit ettiği düzen içinde işleyen varlık ve oluşun arkasındaki şuurlu Benlik’i yani Yaratıcı Kudret görüldüğü takdirde bal gibi olur. Allah konusunda daha fazla bilgi verdiğimiz yazımızdan da anlaşılacağı gibi (OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN) bir yerden ötesi gayba girmektedir.
Karma
Varlık ne yaparsa yapsın, tekamül eder; sürekli ne ekiyorsa onu biçer, yaptıklarının sonuçlarıyla karşılaşmaktan kaçınamaz. Bilerek ya da bilmeyerek yapılan her hareketin bir sebebi ve sonucu vardır. Bu sonucun ise evren ahengine uygun olmamasına imkan yoktur.
Atılan bir adım, bir sonraki adımın sebebi, bir sonraki adım ise öncekinin sonucudur. Buna “sebep sonuç ilişkisi” denmektedir. Hinduizm, Budizm, Jainizm, Sihizm ve Teozofi gibi Doğu felsefelerinde buna “Karma” deniliyor. Karma; hem fiziksel hem de zihinsel her türlü eylemin sonuçlarının kaçınılmaz olduğunu, düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının, bizi bu yaşamımızda, bu yaşamımız içinde görmememiz durumunda, sonraki yaşamımızda etkileyeceğini belirten bir evren yasasıdır.
Hareketin seçimi insana kalmıştır, çünkü o, düşüncelerinden, hareketlerinden sorumlu bir varlıktır. Allah bu hareketlere mükafat ve ceza müeyyidesini getirmiştir. Varlık iradesi dışında yaptıklarından sorumlu olamayacağına, yanlış amellerinden dolayı cezalandırılacağına göre kendi kaderini, karmasını kendi çizmektedir.
Varlık kaderini ameliyle yani yaptıklarıyla kendisi oluşturur böylece. Mesela azap çektiren, ektiğini biçecek  o da azap  çekecektir. Bu gerçek bilinse, birilerinin başına gelen kötü olaylar “Allah ne kadar zalim” şeklinde değerlendirilir miydi?
Kader
Allah varlığın atacağı her adımı önceden bilirken, yeniden bedenlenip  dünyaya geleceğimiz hayatın planını geçmiş yaşamlarımız belirlediğinden Allah varlığın kendi oluşturduğu kaderini de bilir. Mükemmel akıl herşeyi ona göre planlar, yürütür. Tekamülümüz açısından bazı programlamalar yapar. Bizim tesadüf dediklerimiz kaderimiz ile bu mükemmel programlamaların çakışmasıdır. Örneğin havaalanına  gitmek için taksiye bineceğiz ve uçağa daha çok var diyelim. Uçağa biniş saatimizi etkilemiyorsa hangi taksiye bineceğimiz bizim kaderimiz açısından önemli olmayabilir ama hangi taksicinin o parayı kazanabilmesi açısından önemli olabilir. O nedenle karması gereği o parayı kazanması gereken taksiye yönlendirilmişizdir belki de. O da akşam çoluğuna, çocuğuna rızkını götürebilmiştir böylece.
Yani hayatımız belki ana hatlarıyla belki de en ufak ayrıntılarına kadar bellidir. Bu kaderimizdir. Ama bu kaderin bu şekilde olmasının sebebi de biziz. Aksi takdirde Allah hem bize hata yaptıracak hem de bizi o hatadan dolayı cezalandıracak, böyle bir şey mümkün mü? Müeyyide varsa irade de vardır.
“Madem kader var biz niye yaptıklarımızdan sorumlu tutuluyoruz” sorusu bu şekilde açıklanmaktadır. Bakın bu konudaki yazımız: http://wp.me/PAexV-1JR
Bu hayatı bilerek geldik
Doğmak, ölmek, reenkarne olmak çok doğal, olağan şeyler, elbise değiştirmek gibi ve de uzun süreç. Üniversite, lisans, master, doktora, doçentlik, profesörlük…. gibi. Kim bilir bu dünyada kaç mezarımız var? Kaç annemiz, babamız, evladımız olmuştur?
Kendi karmamız yani ektiklerimiz biçtiklerimiz bu dünyadaki geri kalan ömürümüzün, öteki dünyadaki ve olacaksa bir sonraki hayatımızın planlarını yani kaderimizi oluşturur. Buna göre dünyada yaşayacağımız hayatımızı biz seçeriz. Dünyaya gelmeden önce bize alternatifler gösterilir. Biz de birini kabul ederiz. Zor olanı, acılarıyla, eziyetleriyle yanlışlıklarımızı anlamamıza yardımcı olacak, tekamül etmemiz için gerekli olanı mı seçeriz, yoksa bir eli yağda bir eli balda, öyle fazla acısı, ızdırabı olmayan, kolay-rahat  ancak bize tekamül açısından hiçbir şey vermeyeni mi? Varlık gösterilenler dışında gönlündekine yakın bir hayatı da isteyebilir ama her istediği de verilmez. Yani zengin olacak, güzel olacak, mutlu olacak, tahsilli olacak, sağlıklı olacak, uzun ömürlü olacak vb. hepsini alması imkansızdır kozmik düzen açısından.
Reenkarne olmak şart mıdır?
Reenkarnasyon (tekrardoğuş) tekamül için gerekli Evrensel/İlahi kuraldır. Ruh varlığı maddi evrenlerdeki bilgi ve deneyimini tekrar tekrar doğuşlarla artırarak yavaş yavaş sonsuz tekamül yolculuğunu sürdürür. Ve varlık öyle bir tekamül seviyesine ulaşır ki, artık bedende doğmak mecburiyetinden kurtulur.
“Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle.. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla…!” Mevlana Celaleddin-i Rumi
Tekrar dünyaya gelmenin yani reenkarnasyonun belli başlı üç nedeni vardır:
1. Önceki maddi hayatta yapılan yanlışlıkları yeni maddi hayatta kendi üzerinde yaşayarak kefaret ödemek,
2. Önceki yanlışlıklar olsun olmasın, basitten başlayarak daha ileri eğitimler almak, uygulamalar yapmak, deneyimler kazanmak, sınavlardan geçerek  tekamül etmek,
3. Verilen bir misyonu yerine getirmek.
Yaşam sırasında edinilen bilgilerin ruhta yerleşip yerleşmediği maddi hayattaki sınavlarla belirlenir. Dertlere, belalara varlık isyan mı edecek yoksa “buna da şükür Allah beterinden korusun” mu diyecek? Bunlar ancak sınavlarla anlaşılabilir ve Kur’an’da buna dair işaretler bulunmaktadır:
“İşte orada müminler belaya uğratılarak imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı.” (Ahzab 11)
Aynı şekilde verilen imkanları sadece kendine mi saklayacak v.b. Sınavlardan geçemeyenler, sınıfta kalanlar tekrar gelecektir.
Başka Planlar
Evrende galaktik planlar, boyutlar olmalıdır. Sayısını bilmiyoruz. Kimilerine göre sonsuz boyutlar var. Yukarıda açıkladığımız ruh-madde ilişkilerinin evrenselliği gereği galaktik varlık ve bilgi planlarının hem madde hem de madde ötesi alemlerden oluşması gerekir. İçinde bulunduğumuz galaktik planın sevk ve idare merkezinin Sirius gezegeni olduğu tahmin ediliyor. Sirius’un Arapça adı Şi’ra’dır. Şi’ra aynı zamanda şuurlanma demektir. Kur’an bunun haberini Necm suresi 9. ayette veriyor
“Hiç kuşkusuz Şi’ra yıldızının/şuurlanmanın Rabbi de O’dur. Ve ennehu huve rabbuş şı’râ.“(Necm 49. Prof. Yaşar Nuri Öztürk mealinden)
Bir galaktik planda/boyutta tekamül eden varlık üst bilgi elde ederek daha ileri bir galaktik plana/boyuta geçmeye hak kazanır. Kuran Ayeti de böyle diyor (tabakalardan tabakalara, katlardan katlara).
“Ki siz boyuttan boyuta/halden hale mutlaka geçeceksiniz. Le terkebunne tabakan an tabakın.“ (İnşikak 19)
İçinde bulunduğumuz dünya diyelim ki ilk okul. İlk okul bitince orta okula gitmemiz gerekir. Yani aynı galaktik plan içerisinde daha ileri bir gezegene transfer olunması gibi. 12 yıllık zorunlu öğrenim bitince nasıl üniversiteye gitmek gerekiyorsa bir planda iş bitince daha ileri düzeyde başka bir galaktik plana geçiliyor.  Her iki ayet de ileri tekamül açısından İlahi/Kozmik nizamda bedenlenmelere gönderme yapmaktadır.
Nereye kadar gideceğiz?
Diyelim ki öteki dünyada yeriniz 700 katlı bir binada. Katlar yükseldikçe konfor artıyor. Alt katlar fecaat, berbat düzeyden başlıyor. Karanlık, sıcak, ateş içinde. Merdivenlerde otomatik sensorlar var.  Bir kata geliyorsunuz ki alet sizi ölçüp biçip engelliyor daha üst katlara geçemiyorsunuz.  Dünyaya her gidiş gelişten sonra öteki dünyada aynı binaya giriyor fazladan bir kata daha çıkabiliyor, orada yukarıya çıkamıyorsunuz. Diyelim ki gide gele 500. kata geldiniz. Orada yaşamaya başladınız. Durumunuz hiç de fena değil. Arada alt katlara inip oraları gördükçe halinize şükrediyorsunuz. Ama biliyorsunuz ki üst katlar daha da güzel. Ne yaparsınız? Orada ömür boyu kalır mısınız? Yoksa “ya kardeşim beni tekrar dünyaya gönderin üst katlara geçecek hale gelmeye çalışayım” mı dersiniz? Karar sizin. Diyelim ki istediğiniz oldu, sonunda çatıya geldiniz. Ama orada gördünüz ki yanda başka bir bina var. Dürbünle baktınız ki oranın zemin katı bile sizin bulunduğunuz çatıdan daha mükemmel. Bu sefer de oraya geçmek istemez misiniz?
“Andolsun, biz, Ademoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra 70)
İnsan Allah’ın yarattıklarının “birçoğundan” üstün. Demek ki hepsinden değil. İnsan evrenin en üstün varlığı değil. Daha üstün varlıklar var. Nerede bu varlıklar? Dünyada yok bunu biliyoruz. Demek ki başka dünyalardalar.
“Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin. Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etmişlerdi.” (İsra 71-73. Başka birçok ayetlerde de benzer açıklamalar var)
İnsana toptan secde eden melekler İnsandan üstün olabilir mi? Bunun doğru açıklaması şudur: “meleklerden daha üstün varlıklar vardır“. Nasıl yukarıda aktardığımız İsra suresi 70. ayete göre insandan daha üstün varlıklar varsa.
Kimi görüşe göre varlık ne kadar gelişirse gelişsin, tekamülünün sonuna varamayacaktır. Kimi görüşe göre ise tekamül Nirvana (Hinduizm, Budizm ve Yoga’da kişinin yeryüzünde tekrar doğma ihtiyacından kurtulacak derecede gelişmesi, olgunlaşması) Fena-fillah (Tasavvuftaki en son mertebe) gibi bir noktada, mükemmelliğin en üst noktasında, o mekanla bütünleşerek son bulacaktır. Bütünü görmeden anlamak mümkün değildir. Her varlığın bilgi düzeyi bütüne yakınlığı ile sınırlıdır.
Gidilebilecek yerin sonu neresi? Bir piramit düşünün, onun en tepesi. Tasavvufta, Hint felsefesinde tanımlandığı gibi. Oraya gidebilmek bedensiz varlıklara nasip olmuş mudur ya da ne oranda nasip olmuştur bilemeyiz. Bütüne ulaşmadan bütünü tanımlama yeteneğimiz nasıl yoksa, oraya ulaşmadan orayı tanımlamanın da imkanı yok. Bizler şu anda piramidal yükselişin  neresindeyiz? Onu da Allah bilir. Şu anda madde gözümüzle bunu göremeyiz, ancak öteki aleme intikal ettiğimizde umarım anlarız. Nasıl anlarız? Ruhun yaşama alanı tekamül seviyesine göredir. Ruh öteki alemde yani asıl alemde, ahirette, spatyomda  kendi tekamül düzeyinin üst seviyelerine çıkamaz, üst bilgilere geçemez. Hem ahiretteki hem de madde aleminde kendi düzeyindeki ve daha aşağı seviyelerde gezinebilir, görevini ifa edebilir. Onun için de alt seviyedeki ruhlar, ister istemez dünyaya gelmek reenkarne olmak böylece üst bilgileri, realiteleri edinmek zorundadırlar. Yoksa ilelebet oldukları seviyede dolaşır dururlar.
Ölünce ne olacak?
Şimdi kervan yola çıkıyor… Meçhul bir ülkeye doğru
Çanları hareket işaretini vermeye başladı bile
Sevin ruhum… Zavallı kuşum, kurtuldun nihayet.
Nihayet kafesin çöküyor… demirleri dağılacak yakında.
Elveda gaileli dünya, günahlarla haşır-neşir olan dünya
Ruhum Allah’ın sakin yurdunda dinlenecek artık…
James Clarence Mangan, İrlandalı şair. Daha fazla bilgi için TIKLAYIN
Madde dünyasından ayrılıp bedenini madde dünyasında bırakan, yani ölüp, geldikleri aleme geri dönen,  hangi dinden, hangi inançdan olursa olsun, isterse inançsız olsun orada artık kendi vicdanıyla karşı karşıya kalacaktır.  Yeni durumunu idrak ettikten sonra geçmiş yaşam muhasebesini önce kendisi sonra İlahi ve kozmik yasalara göre İlahi Yönetim Mekanizma görevlileri yürütecektir. Gerekirse yargılanacak ya da güler yüzlerle karşılanacaktır. Orada artık din yoktur, sadece amel vardır. Yani oraya madde dünyasında yapılanlar götürülür, iyilikler, kötülükler varlığın geleceğini belirler. Kefaretiyle giden orada bedelini öder. Orada hatalarla ilgili sudan gerekçeler öne sürmek mümkün değildir. Bırakın geçmiş hayattaki eylemleri, kafalarda yer alan düşünceler bile bir bir ortaya dökülecektir. Kaçacak hiç bir yer yoktur.
Ruh bedenden ne zaman tam olarak ayrılır?
Bu her durum için aynı değildir. Ölüm gerçekleşir gerçekleşmez de ayrılabilir, bir süre sonra da. Tam ayrılma hemen gerçekleşmezse ölü etrafında olup biteni hissedebilir, hatta mezara konulduktan sonra bile dışarıdaki sesleri duyabilir. Engeç beden çürümesi başladıktan sonra ruh beden ilişkisi de tamamen biter.
Cenaze ve kabir
Sevdiğimiz biri dünyasını değiştirince perişan oluruz. Elbette ki acılara üzülür kaybettiklerimize ağlarız. Bizler peygamber değiliz, kaldı ki peygamberler bile beşerdir. Tekamül düzeylerimiz bir yere kadardır. İnsanız, ot değiliz, zaaflarımız var, duygularımız var. Mevlana gibi olup da “öldüğüm zaman düğün dernek yapın zira ben geldiğim yere, vatanıma dönüyor olacağım” demek kolay değildir. Ölümü kabullensek bile en azından ayrılık koyar bu kez. Cenazelere ağlarız, ancak bu ölünün ruhunu rahatsız eder. Kabir ziyaretleri bir tek noktadan olumludur, o da bu dünya hayatının geçici olduğunu hatırlattıkları için. Onun dışında ölü ha mezar başında anılır ha da başka her hangi bir yerde. Arada hiç fark yoktur, zira ölü mezarda değildir. Ölü, anıldığı anda onunla onu anan kimse arasında telepatik bir bağ oluşabilir. Bu bağ her zaman oluşur mu onu bilemeyiz. Bu çerçevede ruhlar dünyada kalan sevdikleri yakınlarını uzaktan ya da yakından izleyebilirler. Belki de görev alıp bizlere yardım ederler. İzlerler mi, izliyorlar mı gayba girdiğinden onu da bilemeyiz. Bazan rüyalar vasıtasıyla izlediklerini anlarız.
“Ruh bir bedenden çıkıp başka bedene geçer. Kabir azabı diye birşey olamaz; ölülerin dirilmesi, soru ve hesap günü de yoktur.”  Bu görüş Şeyh İsmail Maşuki’ye aittir. Bu sözlerinden dolayı 1528 de Kanuni fermanıyla idam edilmiştir.
Nereden ve neden geldiğimizi açıkladık. İçerisinde nereye gideceğimize de cevap vermiş olduk: “Geldiğimiz yere”.
4. BÖLÜM  – SORULAR CEVAPLAR
**İlk homosapiens’ten itibaren hep 30-40.000 yıllık bir geçmiş konuşuyoruz, o zamanki nüfus ile şimdiki nüfus arasında dağlar kadar fark var, yani eskiden belki de 10 milyon olan dünya nüfusu şimdi 6-7 milyarı buldu, bu kadar gelişecek ruh nereden ve neden geliyor?
Büyük Patlama’dan sonra evren, galaksiler genişliyorsa ki herkes öyle diyor, bu gayet normaldir.  Bakın Samanyolu Galaksisine 9 Ocak 2006 da Virgo Stellar Stream adı verilen cüce bir galaksi katılmış. Artışı ruh değil madde ve anti madde artışı olarak düşünmek gerekir. Üzerinde yaşadığımız gezegendeki nüfus artışını ise atom, bitki, hayvan, insan tekamülü (gelişimi) ile açıklayabiliriz. Bilim adamları güya reenkarnasyonu çürütmek için derler ki 1800’lü yıllarda dünya üzerinde neredeyse 1 milyardan daha az sayıda insan yaşıyordu. O zaman son 200 yıl içinde ortaya çıkan “yeni” 6 milyar ruh nereden geldi? Cevap basit: Geriden gelen varlıklar yani atomlar, bitkiler, hayvanlar olduğuna göre insanların dolayısıyla insan ruhlarının çoğalması da gayet normal. Yani gezegende, evrende madde bol olduktan sonra bu gayet normaldir. Yukarıda belirtildiği gibi evrende alemler, planlar var. Nasıl evrende maddi alem sadece Dünya gezegeninden ibaret değilse madde ötesi alem de sadece Dünya gezegeni ile içiçe olmasa gerek.
**Sürekli bedenlenme mi var?
**Sadece tek geliş-gidiş mümkün müdür?
İçinde bulunduğumuz fizik ortamı ve tesirlerini tümüyle idrak edebildiğimiz an, varlık olarak maddenin bu biçimine bağlı olma ihtiyacı ortadan kalkacak, böylece, yeniden bedenlenmeye gerek kalmayacaktır. Ruhun dünyaya ilk gelişindeki hayatı boyunca böyle bir idraki kazanması pek kolay görünmüyor. Ama teorik olarak mümkün. Diyelim ki öyle oldu ve  öteki aleme de tertemiz intikal etti. Elbette ki dünyada yaptığı yanlışlıklarını dünyada düzeltmeye ihtiyacı olmayacağı için de o açıdan tekrar bu dünyaya gelmesine gerek kalmayacaktır. Dünyada bir çok kereler bedenlenmiş, sonuncusundan sonra artık tekrar dünyaya gelmesine gerek kalmamışlar için de aynı şeyler söz konusu.
Ancak, tekamülünü tamamlamış olan:
1. Kendisine görev verilirse yine gelebilir,
2. Ya da daha ileri seviyelere yükselmek için gönüllü olarak ileri eğitim almak isteyebilir,
3.Ya da başka galaktik planlara geçebilir.
Sınıf geçilse bile tekamülü ilerletmek için de ya da Peygamberler, Atatürk, Mevlana gibi misyon için tekrar gelinmesi gerekebiliyor. Misyon için dünyaya gelenler elbette üstün kişilerdir. Misyon görevlileri başka galaktik planlardan da gelmiş olabilirler. Dünyaya gelişine, yaşamına ve dünyadan ayrılışına bakılırsa Hz. İsa muhtemelen öyleydi. Bu konuda ayrıntılı yazımızı okumak için LÜTFEN TIKLAYIN.
**Bedenlenme hangi anda başlar?
Sperm başlı başına ayrı bir varlık. Ayrı bir maddi bedeni ve ruhu var. Yumurta hücresi de öyle. Döllenme sırasında erkek spermi ve dişi yumurta hücresinden gelen kromozomlar birleşir, yeni canlının kromozomları tek hücre şeklinde “zigot” oluşur. İki maddi varlıktan bir başka ruhun maddi varlığının hayatı tam başlarken  spatyomda bekleyen bir başka ruh o döllenen bedene girer. Yani  olayda 3 unsur var: annenin yumurtası, yumurtaya giren babanın spermi ve rahimde hayat bulan zigot aşamasındaki çocuk. Bunların hepsi ayrı maddi bedenlere ve ruhlara sahip ayrı canlı varlıklar. Aynen şu anda bedenimizde bulunan sperm, yumurta, hücre, alyuvarlar, akyuvarlar vb. gibi.  Sperm ve yumurta döllenme ile görevlerini bitirirler yani ölürler.
Rahimde meydana gelen çocuğun ruhunun, annenin yumurtası ve babanın spermi ile RUHSAL AÇIDAN hiçbir ilgisi yok MADDE AÇISINDAN var, genetik açıdan var, baba spermi vasıtasıyla ve anne yumurtası vasıtasıyla bazı maddi varlıklarını (Y-kromozom, mtDNA) ilerde embriyo-cenin-bebek-çocuk vb. halini alacak olan zigota aktardıkları için… Genetik konularla ilgili yazımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.
* “…Siz ölülerdendiniz. O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz” …”kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(turceûne)..” (Bakara 28 )
Çoğu kimseler reenkarnasyonu çok açık ve basit şekilde anlatan bu ayeti tevil etmede yani görünür anlamından başka bir anlama çevirmede yarışıyorlar.
Mevt ölü, emvâten – ölüler demek. Bazı dincilere göre “ölülerdendiniz” demekle ana rahmindeki durum kasdediliyormuş. Ana rahmindeki insan yani zigot, embriyo, cenin ölü müdür? Ölmek için önce bedenlenmek lazım. İlk zigot formunda bedenlenen sonra o bedeni embriyo, cenin formunda gelişen insan rahimde bu aşamalardan birinde ölürse ondan sonra nasıl dünyaya gelebilir/dirilebilir?
Bazı dinciler de diyor ki “efendim  emvaten Berzahta mevt idiniz demektir, mevt ise geçici olarak ayrılmaktır“. Buna göre yukarıdaki ayet “siz geçici olarak ayrılmıştınız” demiş. Mevt ölüm demekse geçici olarak ayrılmak ölüp tekrar bedenlenmek demek.
Peki diyelim ki onların dediği gibi, bunu diyen sayın hazret cevap ver, ana rahmine girmeden önce kim geçici olarak, nereden ayrılmış? Kim nereden ayrılabilir? Elbette dünyadan. Yani “siz ölüp geçici olarak dünyadan ayrılmıştınız, o sizi diriltip tekrar dünyaya gönderdi“. Eee biz ne demiştik? Senin zorlamayla bizi götürmek istediğin yer bizim dediğimizin tıpkısının aynısı. Yani reenkarnasyon.
Yukarıda değindiğimiz gibi bazı İslami kesimler dünyaya gelmeden önce ruhların toplandığı bir yer olduğuna inanıyorlar. Olabilir, bu spatyom inancına yakındır diyeceğiz ama Allah’ın emri, arkadan ille bir saçmalık gelecek. Meğer emvaten yani ölüler orada toplanan ruhlarmış. Neyse bazıları ruhların hiç olmazsa nereden geldiklerini kabul etmişler, bizim spatyom dediğimiz yerden, ama bu arada “haşa” “ayete göre” aslında kendilerine göre ruhları orada bekledikleri sırada durup dururken öldürmek zorunda kalmışlar. Ruhun ölmezliğini bu insanlar da biliyorlar ama başka türlü ayeti nasıl “tevil” edecekler? Ayrıca ölmek için önce yaşamak gerekiyor. Hiçbir varlık yaşamadan ölmez. Ruhlar orada beklerken ölü idilerse daha önce yaşamış olmaları gerekir. Yani yeniden bedenleniyorlar, yani reenkarnasyon. Yine geliyoruz bizim dediğimize.
Bazılarına göre de ayette ölüm demekle döllenme sırasında erkeğin sperminin ölmesi ve diriltme demekle de spermin ruhunun ceninde dirilmesi kastediliyormuş. Evet erkeğin spermi döllenme sırasında ölür. İyi güzel de spermi anlattınız da onunla eş göreve sahip yumurta hücresini nereye koydunuz? Onu unuttunuz. O da sperm gibi canlı varlık. Ortada iki canlı varlık var. İnsan döllenme öncesinde ikiye mi bölünüyor? Ayrıca spermin ölmesi kasdedilseydi ayette “siz ölülerdendiniz” değil “siz öldünüz” veya “siz öldürüldünüz” denirdi.
Nitekim İlahiyat Profesörü Süleyman Ateş, modern ilmin ışığında bu âyeti yorumlarken, insanın babanın sülbünde (sülb: sülale, döl, zürriyet) sperm halindeki durumunu, ölü olarak nitelendirmemiştir. Zira, sperm de diridir ve boyutundan umulmayacak derecede bir canlılık ve harekete sahiptir. Gâyet bilinçli hareket eder. Ateş`e göre, bu sebeple “Siz ölüler idiniz” ifadesi, insanın tohum halini anlatmamaktadır. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 252.).
Ateş bu anlayıştan hareketle, ilk bedeninden ayrılan bir ruhun olgunlaşmak için ikinci bir bedene geçene kadar bulunduğu yere ruhlar alemi denebileceğini iddia etmiştir. Durum böyle ise yukarıda zikredilen âyetti nasıl anlamak gereklidir? Ateş`e göre bu âyet, ruhun bedensiz durumunu anlatmaktadır. Yani bir bedenden ayrılmış (buradan kişinin dünyaya geldikten sonra ölmesi kastediliyor) ve olgunlaşmak için başka bir bedene girmek zorunda bulunan ruh, “ölü” olarak ifade edilmiştir. Yani onun bedeni ölmüştür. O ruh bir ölünün ruhudur. Ayrıldığı bedeni kastedilerek ona “ölü” denmiştir. Onun, yeni bir bedene sokulması, diriltilmesi demektir. O bedeninden ayrılması da ikinci ölümdür. Bu ikinci ölümden sonra tekrar “diriltilmeden” den söz edilmemiştir. Bu anlayışın sonucu olarak Ateş, “artık evrimini tamamladığı için ruhun yeni bir bedene girmesine gerek kalmadığını belirtmiştir.” (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 252).
Ateş`in bu âyet hakkındaki yapmış olduğu yorum, yani âyetteki “ölü idiniz” derken bu dünyada ölen kimselerin kastedilmesi daha doğru gibidir. Zira ölümün olması için ölümden önce bir hayatın olması lazımdır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Ateş`in “insan ruhu” dendiği zaman, ne anladığını kısaca incelemekte yarar vardır. Zira Ateş, “meni hayvancıklarında ve yumurtada” ruh`un varlığını savunur. Fakat onlardaki ruh sadece canlılık vasfını taşıma özelliğine sahiptir. Ateş ruhun bu çeşidini, “hayvansal ruh” olarak isimlendirmiştir. Dinsel inançlara göre yumurta döllendikten, hadislerde belirtilen süre içinde çocuğun organları teşekkül ettikten sonraysa, ruha melek tarafından insan bilinci üflenir.
Ateş bu görüşüne delil olarak da aşağıdaki âyeti kullanmıştır:
“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene. Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene ki, Ve nefsin ve mâ sevvâhâ. Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.” (Şems 7-8 )
Ateş’e göre Yüce Allah nefsi düzenlediği zaman henüz nefis, fücur ve takvasını, iyilik ve kötülüğünü ayırt edecek bilince sahip değildir. Ne zamanki düzenlenen nefis, insan biçimine konur, işte o zaman fücur ve takvasını idrak etme düzeyine gelmiş olur. Bu idrak Allah tarafından ona lütfedilir. (Ateş Kur`an Ansiklopedisi,  c. 20, s. 255).
Ateş`in bu izahın kaynağı ise yukarda değinildiği gibi “insana ruh üflenmesinden” ona bilinç üflenmesi anlamını çıkarmasıdır.
Dincilere göre ise ayet spatyomda bekleyen insan ruhunun önce bir can taşıyan spermde bedenlendiğini, yumurta içerisine girdikten sonra öldüğünü, sonra zigot olarak tekrar bedenlendiğini (dirildiğini) anlatmaktadır. Buna ilave delil olarak aşağıdaki ayeti de gösterirler.
“Nutfeden yarattı onu, ölçülendirip biçimlendirdi. Sonra, yolu kolaylaştırdı ona. Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu: Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu. Min nutfeh (nutfetin), halakahu fe kadderah (kadderahu). Summes sebîle yesserah(yesserahu). Summe emâtehu fe akberah(akberahu). Summe izâ şâe enşerah(enşerahu). (Abese 19, 20, 21, 22)
Nutfeye sonra döneceğiz. Ayete göre ölçüp biçimlendirdiği yani sürekli belli ölçülerde şekil alan embriyo, cenin. Ondan sonra yolu kolaylaştırdı yani rahimden bebek olarak çıkışını sağladı, doğurdu. Sonra öldürdü, kabre koydu.
Dincilere göre bundan sonra ayette belirtilen diriltme, ahiretteki yaşammış. İyi de insan öldüğünde/kabre girdiğinde ruh bedenden ayrılmış olur yani ruh olarak dirilme o anda olur. Ayet ise tersini söylüyor, dirilme zamanı gelince olur, hemen değil diyor. Allah’ın insanı dilediği zaman diriltmesi demek önce öteki alemde hesaba çekilip ve varsa orada ödeyecek kefaretlerini ödedikten sonra ancak Allah’ın takdirine göre tekrar bedenlenecek demektir. Bunun da adı reenkarnasyondur.
Gelelim nutfeye. Nutfe meallerde farklı verilmiş ve çoğu kez Allah’ın ayetine parantez açılmıştır:
“nutfe (damla)”
“nutfe (sperma)”
“nutfe (meni)”
“nutfe”
“meni”
“katre su”
“katre su, sperm, yumurta”
“damla su”
“nutfe (hakir bir sudan süzülmüş hulâsa)”
“sperm damlası”
Kur’an ansiklopedi değildir. İnsanların bilgileri arttıkça anlayışları da farklı olacaktır. Günümüz bilgilerine göre sperm/meni erkek bireylere ait üreme hücresidir insanın iki “biyolojik” kaynağından biridir. Spermde/menide hücre yoksa döllenme de olmaz. Bu durumda meni ersuyundan başka birşey değildir. Meni ya da sperm ya da ersuyu değil sperm hücresi, başındaki kalıtsal bilgileri insanın diğer biyolojik kaynağı olan yumurta hücresine vermek için kuyruğunu dışarıda bırakıp, yumurta zarından geçer. Birinin fertilizin diğerinin antifertilizin maddeleri salgılamasıyla döllenme olur. Bu nedenle nutfenin  “hücre” olarak tercüme edilmesi daha doğrudur. Sadece Elmalı, mealinde nutfeyi tercümesiz ve parantezsiz vermiş ve hiç olmazsa hataya düşmemiştir. Süleyman Ateş ise mealinde: “Nutfe (sperm)den. Onu yarattı, ona biçim verdi.” demişse de sonradan hatasını anlamış olacak ki, web sayfasında Nutfeyi “döllenmiş yumurta” olarak yani sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmesi olarak ifade etmiştir. BAKINIZ.
Şimdi geriye dönüp Bakara 28 ile Abese 19-22 yi birlikte irdeleyelim:
Bakara 28 de insan spermmiş, rahimde ölmüş diyen dincilere soralım: İyi ama Abese 19-22 de öldü kelimesi nerede? Ayet düpedüz döllenme/bedenlenme, rahimde gelişme, doğum, ölüm ve tekrar bedenlenmeyi film şeridi gibi anlatıyor.
İnsan ruhu hiçbir zaman sperme giremez. Neden mi?
Birincisi sperm de, yumurta hücresi de basit varlıklardır, ruhları da ancak basit hücre/hayvan seviyesinde olabilir. Süleyman Ateş’de bu görüştedir. Basit hayvan seviyesindeki ruh da bir anda-döllenmeden önce tekamül edip insanın ruhunun tekamül seviyesine çıkamaz, yani sperm ruhu insan ruhu olamaz.
İkincisi: RUH ÖLMEZ, ister kendi kendine, ister başka bir ruhla birleşip, yeni bir ruh haline dönüşmez, transfer olmaz, transforme olmaz.  Sadece ve sadece tekamül seviyesine uygun olarak bedenlenir ve zamanı gelince bedeninden ayrılır. Evet bedenlenme açısından geçişleri vardır. Ama bu belli tekamül evrelerini izleyerek olur. Ölen spermin bedenidir. Aynen diğer hücreli varlıklar gibi sperm ölünce ruhu ahirete intikal eder.
Üçüncüsü: İnsan ruhu önce sperme ve yumurta hücresine girer ve bu ayrı ayrı ruhlar ölürlerken birleşebilirler ne demektir biliyor musunuz? Bu, erkeğin bütün spermlerinde ve kadınların her ay  yumurtladıkları yumurta hücrelerinde insan ruhu var demektir. İnsan ruhu taşıyan varlığa da insan dendiğine göre erkeğin ömür boyu tazeleyerek ürettiği menisinde normal olarak var olan  500 milyon spermi, ömür boyu tazelenme sayısıyla, kainattaki erkek sayısıyla  bir çarpın ve erkek ruhlarının sayısının bir kısmını bulun, üstelik bu saçmalığı iddia edenlerin reenkarnasyona da inanmadıklarını göz önüne alarak trilyonlarca insanın hiç doğmadan öldüğünü düşünün, aynen korku filmi gibi.
Dördüncüsü: Sperm ancak tenasüh inancına göre insan ruhu taşıyabilir. Tenasüh de ruh göçüdür. Reenkarnasyon yoktur diyen tenasüh vardır derse ruh göçünü yani ruhun bir şekilde yeniden bedenlenmesini kabul etmiş olur.
**Kur’an’da neden reenkarnasyon kelime olarak geçmiyor?
Kur’an’da karadelik (blackhole), solucan delikleri (wormhole), uzay-zamanda yolculuk, karanlık madde (dark matter) geçiyor mu? Aslında geçiyor, adam gibi okuyup, üzerinde kafa yorup anlayanlar için. Reenkarnasyon da öyle. Kur’an’da herşey var ama bazılarını günümüz kelimeleri ve doğrudan anlatım olarak bulamazsınız. Kavram olarak bulursunuz. Kur’an ansiklopedi değildir, koordinatları verir, ayrıntılara/teferruatlara girmez. Neden mi? Kur’an çok şeyin anlaşılmasını insanın tekamülüne bırakmıştır. İstemiştir ki insan okusun, araştırsın, aklını çalıştırsın diye.
** Ya reenkarnasyon yoksa?
Reenkarnasyona inananlarla inanmayanlar arasında büyük bir fark yoktur. İkisinde de Allah, ahiret inancı vardır, ikisinde de öldükten sonra aynı bedende dünyaya geri dönüş yoktur. İkisinde de insanın dünyaya tekrar hayvan olarak gelmesi inancı (Hint menşeli tenasüh inancı) yoktur.
Farzedelim ki reenkarnasyon yok, bu durumda reenkarnasyona inanmış olan ne kaybeder? Der ki ne yapalım, demek ki ruh sadece bir kez bedenleniyormuş,  bir kez dünyaya geliyormuş. Hepsi bu. Bir de şu var, Yaşar Nuri Hoca’nın dediği gibi reenkarnasyon vardır diyene Şişlide ya da öbür dünyada apartman tapusu mu verilecek? Ahiret inancı müteşaibihtir (yoruma açıktır). Reenkarnasyon bu müteşaibih ahiret inancının bir tür yorumudur, işleyişidir. Ahiret inancının biraz müteşaibihini çözdün mü karşına reenkarnasyon çıkar. Cennet-cehennem hep bu reenkarnasyonla izah edilir. Ne var bunda? Bundan yararlanmak lazım. İlmihal kitaplarına yazın diyen yok, en azından bırakın bu tefekkürü, bu beyin jimnastiğini müslüman aydınlar yapsın. Niye hemen aforoz ediyorsun? Senin babanın tapulu malı mı? Bir de namussuzlar var. Kendi dediği gibi demedin mi hemen aforoza gidiyor.
Konu reenkarnasyona inanıp inanmamanın çok ötesinde araştırma, bilgi edinme, sorgulama, bilme, düşünme, bilinçlenme, akıl yürütme. Elbette Allah ve ahiret inancı bunları yapmadan da olur. Kimileri öyle yapıyor.
Ateistler neden ateist olmuşlar/oluyorlar, onlara inanç diye sunulanlarla ikna olmadıkları için. Hiçbir atesiti reenkarnasyon vardır demeden Allah’ın ve ahiretin varlığına inandıramazsınız. Ama hepsi aydın insanlar. Burada yazdıklarımı bir bir anlattığımda en azından ve de mutlaka kafalarında bir soru işareti oluşturuyorum. Örümcek kafalı dinciler gibi aforoza yeltenmiyorlar.
Batı medeniyeti ne üzerine oturtulmuş, hangisini yapmış ve hangisi yapmaya devam ediyor, sonuçta kuyruklu yıldızın 10 yıl sonra nerede olacağını bilip o saat ve dakikaya, o koordinata uzay aracı gönderip üzerine oturtuyor. Aradaki fark bu. “Birileri aksini söylerse ne yaparım” dersek hiçbir zaman düşünemeyiz, akıl yürütemeyiz, hayat felsefemizi oluşturamayız.
**Bir şekilde reenkarnasyonun olmadığı melekler tarafından gelip bildirilse reenkarnasyona inananın din sistemi çökmez mi?
Bir kere reenkarnasyon din sistemi değildir. Dinle, dinlerle hiçbir ilgisi yoktur. Reenkarnasyona inanan ister dindar olur, istediği dine inanır, isterse dinsiz olur. O nedenle renkarnasyon yoksa, renkarnasyona inananın, varsa din sistemi çökmez.
Melekler bir şekilde gelseler, bana deseler ki “her şey tesadüftür, ne olup bitiyorsa kendi kendine oluyor, Allah falan yoktur vs.vs” O zaman benim Allah inancım da mı çökecektir?
Yukarıda da açıklandığı gibi reenkarnasyonda Allah ve ahiret inancı olmazsa olmazdır ve yine yukarıda açıklandığı gibi Allah ve ahiret inancının olması için ille de reenkarnasyon şart değildir.
“İnsanoğlu bir kere doğar. Nihayet 2 kere doğar. Ben defalarca doğdum.“ Mevlana Celaleddin-i Rumi
**Allah ölenin hesabını görürken yaşamlarının ortalamasını mı alacak?
Reenkarnasyonu, güya, sulandırmak için sık sorulan bir sorudur bu. Her ölümün akabinde varlık “o yaşamına ait” hesabını verecektir. Bir toplu iğnenin bile. İlahi adalette hiçbirşey atlanmaz.
Ondan sonra varlık reenkarne olduktan yani yeniden bedenlendikten sonra öldüğünde de aynı şekilde “o yeni hayatına ait” hesabını verecektir, bir önceki hayatının hesabı önceden verildiği için müteakip hayat sonunda bir önceki hayatına ait defter tekrar açılmayacaktır. Hesap verme süreci sadece öteki alemde bitmeyebilir. Kimi reenkarne olanlar da belki hesap veriyorlardır. Geçmiş yaşamdaki hataların, günahların hesabını bizzat yaşayarak, sıkıntılarını, ızdıraplarını, cezalarını çekerek.
Tekamül yasası gereği bir ruh reenkarne olduğu hayatında önceki hayatından daha aşağı bir düzeyde olamaz. Yani önceki hayatında iyi sonraki hayatında kötü olması mümkün değildir. Önceki hayatında iyi ise sonraki hayatında ya daha iyi ya da en azında aynı seviyede olacaktır. Önceki hayatında mesela kimseye zararı olmamış ama faydası da olmamışsa reenkarne olduğunda kötü bir insan olamaz. Ama önceki hayatında kötü birisi sonraki hayatında da kötü olabilir.
Günümüz hukuğunda olan kural benzeri, geçmişte görülmüş, sonuçlanmış dava tekrar açılmaz. Allah’ın bir hesabı görürken atladığı delil, şahit vb. olamayacağına göre hukuktaki, yeni delillerin ortaya çıkmasından dolayı davanın yeniden görülmesi şeklindeki istisnai durum öteki dünyada söz konusu değildir.
**Madem her seferinde farklı dinlerle gelebiliyoruz. O zaman hangisine göre yargılanacağız öbür tarafta?
Bir dahaki sefere farklı bir dinde gelme durumu olabilir ama “her seferinde“böyle gelinecek diye birşey yok. Önceki soruda yanıtlandığı gibi yaşamların ortalamasının alınması gibi birşey de söz konusu değildir, her ölümün akabinde varlık “o yaşamına ait” hesabını verecektir. Bir toplu iğnenin bile. İlahi adalette hiçbirşey atlanmaz.
“Şu bir gerçektir ki, iman edenler, Yahudiler,  Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar. “(Maide 69)
Madde dünyasından ayrılıp bedenini madde dünyasında bırakanlar, yani ölüp geldikleri aleme geri dönenler,  hangi dinden, hangi inançdan olursa olsun, isterse inançsız olsun artık kendi vicdanlarıyla karşı karşıya kalacaklardır.  Onun geçmiş yasam muhasebesini önce kendisi sonra Allah’ın iradesiyle İlahi Yönetim Mekanizma görevlileri yürütecektir. Gerekirse yargılanacak ya da güler yüzlerle karşılanacaktır. Orada artık din yoktur, sadece amel vardır. Yani oraya madde dünyasında yaptıklarımızı götürürüz, iyiliklerimizi, kötülüklerimizi, bunlar geleceğimizi belirler.
“İman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve şirke sapanlar arasında Allah, kıyamet günü ayrım yapacaktır. Allah, her sey üzerine Şehid’dir, tanıktır.” (Hacc 17).
İnsanların din ve inanışları hatta inanmayışları bir ölçü değildir, bu ayette aralarında ayrım yapılmadan hepsi birlikte verilmiştir, buna göre hiç kimse kimin ne olduğu, nereye gideceği hakkında hüküm veremez, kimin nereye gideceğini Allah bilir, bu konuda Allah karar verir. Böylece İslamda peşin hüküm olmaması ve Allah’la kul arasına kimsenin girmemesi gerekirdi ama kim dinliyor?
Şirkin anlamı Allah’a eş koşma. Sabiilerin kimliği hakkında görüş ayrılığı vardır. Eski bir din mensupları, günümüzde örnegin Bahailer, Moon tarikatı, Mormonlar, Budistler, Hindular gibi farklı inanışlar, deistler ve hatta ateistler gibi inanmayanlar olarak da nitelendirebilirler. Sabiilerden çocuklar da kasdedilmiş olabilir.
Ayette adı geçen kıyamet kavramı göreceli olabilir. Yani içinde bulunduğumuz boyutun son bulması hali ya da basit ölümden sonraki hali de kapsıyor olabilir. Ve/veya nihai olarak evrenin sonunda büzüşmesi ve Büyük Patlama öncesine geri dönmesidir.
**Müslümanlar dışındakiler namaz kılmıyorlar bir dahaki sefere müslüman gelmezsek hesabımızı nasıl vereceğiz?”
Namaz ibadetttir. Yani madde dünyasında Allah’a şükretmek elbette ki gereklidir. Ama öteki alemde ille de iyi bir boyutta olmak için şart değildir. Bu, Kur’an’da namaz kılmamanın müeyyidesinin olmamasından anlaşılır. Bu konudaki ayrıntılı yazımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN. Yoksa bütün gayri müslimler ve ibadet etmeyen müslümanlar cehenneme gider dememiz gerekir ki madde ötesi alemde böyle birşey söz konusu değildir. Madde dünyasında yapılan ibadet iyi bir insan olmamıza, tekamül etmemize yardımcı olmuşsa, ki olması gerekir amacı odur,  madde ötesi alemde zaten işimize çok yarayacaktır.
** Önceki hayatın sonunda cehenneme gitmeyen neden yeniden bedenlensin ki?
Bu konuya diğer bölümlerde değinilmiştir. Reenkarnasyon elbette Allah’ın takdirine ve iznine bağlıdır. İnsan ille de cennetlik veya cehennemlik olmayabilir. Mesela cehennemlik olmayan ama basit bir kul hakkı ile öteki aleme intikal edenin sırf bunu telafi etmesi için yeniden bedenlenmesi gerekebilir. Tekamül etmek isteyenler, daha fazla tekamül etmek isteyenler, dünya hayatını çok sevenler yeniden bedenlenebilirler.
Tekamülünü tamamlamış olan bile:
1. Kendisine görev verilirse yine gelebilir,
2. Ya da daha ileri seviyelere yükselmek için gönüllü olarak ileri eğitim almak isteyebilir,
3. Ya da başka galaktik planlara geçerek bedenlenebilir.
**Reenkarnasyon varsa Kur’an’da bazı günler neden çoğul olarak geçmiyor? Mesela, “Her nefis ölümü tadıcıdır” ifadesinde birden fazla ölen insanlar için ifadenin ‘ölümleri tadıcıdır’ şeklinde olması gerekmezmiydi?
Buna cevap vermeden önce Kur’andaki Muminun 1-11 ayetlerine bakalım:
“Hiç kuşku yok, kurtulmuştur müminler…namazlarında huşû sahipleridirler..boş ve gereksiz şeylerden yüz çevirenlerdir…zekâtı verenlerdir, ırzlarını koruyanlardır…emanetlerine ve ahdlerine saygı duyup sahip çıkanlardır…namazlarını korumaya devam edenlerdir…onlardır mirasçı olanlar. Ki, Firdevs cennetine mirasçı olurlar, onda sonsuza dek kalırlar.”
Bu ayete uygun yaşamış müminler Firdevs cennetine gidecek ve orada sonuna kadar kalacaklar. Neyin sonuna kadar? Bu husus ayetlerde yok. Başka ayetlerdeki kıyamet gününe kadar mı? Ama bir “son” var. Söz konusu son kıyamet günü müdür? Ya da son sonsuz mudur?
Kur’anda geçen “yevmi yub’asûn(yub’asûne)”, “yevmel kıyâmeti”, “yevmi el âhıri”, baas günü, kıyamet günü, ahiret günü bunları aynı olarak mütalaa edenler var. Genel kabul, bunların öldükten sonra ruhun bedenden ayrıldığı ve ahirette dirildiği günler olduğudur. Bu konu yukarıda detaylı olarak irdelenmişti.
Şimdi gelelim bu “günler” neden tekil neden çoğul değil? Madem reenkarnasyon var o halde bu ifadelerin çoğul olması gerekmiyor mu sorusuna.
Yukarıda da belirtildiği gibi reenkarnasyon herkes için kural değildir. Yine yukarıda açıklanan Muminun 1-11 ayetleri kapsamına giren bir insan neden reenkarne olsun? Görev verilirse reenkarne olur mu, o ayrı mesele. Onu bilemeyiz, onunla Allah arasında.
Nitekim ilahiyatçı Prof. Dr. Süleyman Ateş de her ruhun reenkarnasyon işlemine tabi tutulmayacağı görüşündedir. Bu anlayışının sebebi ise, reenkarnasyona işaret eden âyetlerin olgunluk kazanmış mü`min insanlara değil; âhireti inkâr eden kemal bulmamış cehennem halkına hitap ettiğine inanmasıdır. Yani olgunlaşmamış inkarcı insanlar, olgunlaşmak üzere yeniden bedenlere sokularak yaratılacaklardır. Ateş’e göre baas olayı kemal bulmamış ruhlara mahsus olabilir. Olgunlaşan tekamül etmiş ruh bir daha bu bedensel hayata dönmez. Kemal bulmuş ruhlar, huld (ebedi) cennetine gittiklerinden bedensel hayata dönemezler.
Her can, ölümü tadacaktır; sonra bize döndürüleceksiniz. Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne) Ankebut 57
Sıkça belirtiyoruz. Ruh ölmez. Ölen bedendir. Nefis kişilik demektir. Ayetle ilgili bir çok mealde “can” olarak geçer. “Kullu nefsin” bazı meallerde “herkes” olarak da geçmekte olup, dünya gezegeninde bedenlenmiş, “can taşıyan” bütün varlıklar kasdedilmiştir.
Başta ölüme ama sonra ölüm demeyip döndürülmeye gönderme yapan ayet böylece reenkarnasyona işaret etmektedir. Her dünyaya gelen can taşır, kişiliği (nefsi) olur. Ruh ölmez sadece ölümü tadar yani hisseder. Sonunda, yani reenkarnasyonun sonunda, varlık birliğine (vahdet-i vücut) geri döner.
Kur’an onu okuyabilene yani “yaşamakta olan insana” hitap eder, öğüt verir. Bir “beden” bir defa ölür. Öldükten sonra ruhu bedenden ayrılacaktır, bedenden ayrılan ruh varlığını devam ettirecektir, mukadderdir, bunların hepsi kaçınılmazdır, Kur’an bunları kesin dille ifade eder. Hesaba çekilecektir, ondan sonra ya cennete gider, ya lanetli olarak varlığını sürdürür, ya cezasını-azabını çeker, ya tekrar dünyada bedenlenir, ya da bedenlenmez, madde dünyasında yaşamakta olan her varlık için kendisine özel durumlardır bunlar. Yeniden bedenlenerek can taşımaya başladığı takdirde tekrar bu ayetin birinci bölümünün, bedenlenmelerini bitirdiği zaman da ikinci bölümünün kapsamına girecektir.
Yani ayet ne diyecekti? “Her can birkaç defa ölümü tadacaktır” mı diyecekti? Yukarıda da belirtildi: Her ruh ille de her bedenlenmesinden sonra reenkarnasyon işlemine tabi tutulacak diye bir kaide mi var? Kur’an koordinatları verir, ayrıntılara girmez, gerisini okuyana bırakırken en azından bir yerlerde ipucu da verir. Alın size birden fazla ölüm:
“Nerdesin ey ölüm! “Bugün bir ölüm çağırmayın, birçok ölümü davet edin“. (Furkan 14).
“Sadece ilk ölümümüz; azaba da uğratılmayacağız, öyle mi?“ (Saffat 60)
** Kur’an’daki kıyamette kabirden kalkmaya işaret eden ayetlere göre bir çok defa bedenlenen ruh hangi kabrinden kalkacak?
“Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar. Ve nufiha fîs sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn(yensilûne). Yasin 51
Kur’an’daki kıyamet ve kıyamette kabirden kalkma konuları gayba girer, müteşaibihtir. Ahiret, kıyamet, baas, araf, ahiret günü, baas günü, kıyamet günü, kabir ve kabir azabı konuları da öyle. Bu demek değildir ki dünya dışı alemi, öteki alemi düşünemeyiz, araştıramayız, kendimize göre bir sonuca varamayız. Hatta bunu yapmamız gerekir. Mesela aklımızı kullanırsak kabir azabının cehennem azabı olduğunu rahatça anlayabiliriz. Bu konuya yukarıda ayrıntılı olarak değinilmişti.
İnsanlar ölünce kıyamete kadar kabirlerinde mi olacaklar? Halbuki yukarıda belirtildiği gibi Muminun 1-11’ ayetlere bakılırsa kimileri sonsuza kadar cennette olacaklar. Onların kabirlerinde olması, kabirlerine dönmesi ayet hükümlerine göre mümkün değil. Bazı mütefessirlere göre bu durumda onların kabri cennettir. Bu durumda kıyamette kabirden kalkıp gelineceğine işaret eden ayetlerin anlamı onların cennetten kalkıp gelecekleri şeklindedir. Demek ki Yasin 51 gibi ayetlerde kasdedilen cesetler değil ruhlardır.
Peki cennete olmayanlar nereden kalkıp gidecek? Onlar da neredelerse oralardan kalkıp gidecekler.
Eğer cesetler, kemikler kasdedilmiş olsaydı kabirleri mevcut olmayanlar ne olacaktı? Mesela bundan 40 bin sene önce yaşamış olanların, yaşadığı kıtalar batmış, yanardağ ve başka tür patlamalarıyla yok olmuş olanların, yakıt dolu tanker-uçak infilak etmiş, sürücünün-yolcunun zerresi kalmamışların kabirleri de yok. Nuri (Killigil) Paşa gibi. Onlar ne yapacaklar? O anda hayatta olanlar, yani daha kabirle ilgisi olmayanlar ne yapacaklar?
Kıyam arapçada ayakta durmak dikilmek manasına gelir. Kıyamet: Sözlük anlamı kalkmak, diriltmek, dikilmek, ayaklanmaktır. Biz kıyamet derken evrenin yok olmasını kast ediyoruz ama kimilerine göre Kur’an kıyamet derken ölüm sonrası yeniden dirilişi anlatıyor. Kişi öldüğünde ruhu kalkacak yani olduğu yerden ayrılacak, bu kastedilmektedir.
**Dinciler neden reenkarnasyona şiddetle karşı çıkarlar, neden yok derler?
İslam dünyasının astral düzeyi çok düşük olduğundan oralarda bu inanç yaygın değildir.
İnanç sektörü hacısıyla, hocasıyla, hocaefendisiyle, şeyhiyle, duahanıyla, imamıyla, müezziniyle, vaiziyle altın yumurtlayan tavuk yani RANT. Onlar da bu fırsattan/ranttan olabildiğince yararlanıyorlar. Yiye yiye bitiremediler. Ama en komiği dinci tayfasının materyalist, ateist taifesiyle omuz omuza olması. Zira hepsi birlik olmuş reenkarnasyon yok diyorlar.
Reenkarnasyon inancının olmazsa olmazı Allah’a, İlahi/Kozmik Yönetim Mekanizmasına, onun adaletine, spatyom denilen öteki aleme orada hesap verileceğine yani ahirete inanmaktır. Reenkarnasyon ahiret ve haşir (mahşer) inancını inkar etmez. Dinciler bilmeden anlamadan öyle olduğunu zannederler ya da kasıtlı olarak bunu uyduran “efendilerine” aldanırlar.
İlahiyat Profesörü Süleyman Ateş, ayetlerin bir reenkarnasyon ihtimalini belirten ifadelerinin çeşitli tevillerle (tevil=başka anlamlar verme) bu anlama gelmediklerini söyleyenleri şöyle eleştirmektedir:
“İnsanlar, belli yönde şartlanmış olan kamunun tepkisinden çekindikleri için bazı ayetlerin açık anlamını tevil etme yolunu tutmuşlardır.” (Ateş; Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri c.8/s. 318 )
Gerçekten de Süleyman Ateş (kendi Kur’an tefsirinde vb), Yaşar Nuri Öztürk (Kurandaki İslam Sayfa 161, 249, 257, 283, 312, 320) gibi az orandaki din otoriteleri dışında sünni din sektörü, softa-hacı-hoca-duahan-şeyh ittifakı ve Diyanet reenkarnasyona şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Görünürdeki kaygıları şudur: “Biz bu reenkarnasyonu kabul edersek ahiret, haşir inancı zarar görür, güme gider.” Halbuki gitmez. Bunlar bilerek ya da bilmeyerek reenkarnasyonu din olarak görür ve herkese de öyle gösterirler. Ancak perde arkasındaki asıl neden dinin aslında/özünde olmayan maaşlı-ücretli tarikat, ayin, mevlüt, dua, 40, 52. gece, hatim v.b. yollarıyla geçinen bir ruhban sektörünün çok önemli gelir kaynaklarını yani “rantı” kaybetmek istememeleridir. İnsan bir yaşamında Müslüman diğer yaşamında Hıristiyan veya Yahudi olabiliyorsa bunun anlamı dinin amaç değil araç olduğudur. İnsanlar “bu dünyada acaba kaç mezarımız var” diye düşünmeye başladıklarında kaymaklı din sömürü/kazanç/rant düzeninin sonu da gelecektir.  Bırakın reenkarnasyonun ahiret inancını reddetmesini tam tersine ahiret ve haşr inancını takviye ediyor. Bunu onların bir kısımı da biliyor o yüzden ödleri patlıyor. Onlara kanan geri kalanlar da öyle şartlanmışlar ki.
**Peygamberler de reenkarne olmuş mudur?
Her varlığın nasıl tekamül ettiğini tek tek bilmemize imkan yok. Mesela Peygamber olarak bildiğimiz insanlar bedenlenmeden önce bizim dünyamızda ya da başka dünyalarda, başka planlarda kaç defa bedenlenmişlerdir, nasıl tekamül etmişlerdir, tekamül ederken nasıl sınavlardan geçmişlerdir bunları bilmemiz mümkün değil. Tahminimiz şu ki: onlara peygamberlik görevi verildiğine göre ve de dünyada yaptıkları işlere bakarak, ileri derecede tekamül etmiş varlıklar olduğunu kabul ediyoruz.
**Peygamberlerin de başlarına bir çok musibet gelmiştir. Onlar da mı Kur’an ayeti Şura 40’a göre reenkarnasyon ile ilgili?
Şura 40’a göre edinimler bu hayatımızda da olmuş olabilir. Ancak bu hayatımızda olup bitenlere bakarak bu edinimlerin kaynaklarını, sebeplerini açıklayamıyorsak önceki hayatların varlığını da düşünmek gerekir.
Musibet (felaket/sıkıntı) çoğu insanların varsaydığı kavramdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi tekamül etmiş insanlar, ki Peygamberler gibi, sıkıntıları, başa gelenleri farklı görürler, musibet olarak görmeleri mümkün değildir. Peygamberler görevli olarak dünyaya gönderilmişlerdir. Kur’an’da adı geçen Peygamberlerin başlarına gelenler gayet normaldir. Zira o olumsuz şartlar olmasa dünyaya gönderilmelerine gerek de olmazdı. Onlar örnek varlıklardı. Onlar hem insanlara mesaj vermişlerdir hem de, musibetleri algılama ve karşılama dahil olmak üzere, her bakımdan örnek alınmışlardır. Bunun ötesinde verilen görevi zor “şartta, ortamda” yerine getirmişlerdir. “Şartları/mesajları” musibetle karıştırmamak gerekir. Ayrıca Kur’an’da “yeri geldiğinde” Hz. Peygambere çeşitli şekilde doğrudan hitaplar hatta ikazlar olduğuna göre onları “insanlara verilen öğütleri içeren ayetlerden münezzeh etmek (ayrı bir yere koymak)” gerekir
**Kur’an’da önceki hayatları hatırlama ile ilgili ayet var mı?
“Allah sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden bazıları ömrün en basit noktasına geri çevrilir ki, bir ilimden sonra hiçbirşey bilmez olsun.” (Nahl 70)
Yani öldükten sonra, hayatın/ömrün en basit noktası olan döllenme sırasında yeniden dünyaya gönderiliyor ama önceki hayata dair hiçbir şeyi bilmez yani hatırlatılmayacak şekilde.
Dünyaya her gelişte yeni ve temiz bir sayfa açmak için önceki hayatları hatırlamayarak yani beyin hafızası resetlenmiş/sıfırlanmış (en basit nokta) olarak ama bir önceki hayatta kalınan ruhsal tekamül düzeyinden, ruhsal birikiminden başlanmaktadır. Önceki hayatları dünyada olduğumuz süre zarfında hatırlamamaktayız ama onların tüm birikimlerini, ağırlığını ve izlerini üzerimizde taşımaktayız. Ruhun tekamülü ise süreklidir, bu dünyada, öteki alemde, tekrar bu dünyada … bu sürer gider ve hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Sonuçta ruh bedene bağlanınca artık o bağlandığı formun bilinç ve eylem olanakları ile sınırlanır. Böylece kendini, neden oraya geldiğini, omuzunda taşıdığı geçmiş hayatlarını hatırlayamaz. Bunu bir başka ayette de görüyoruz:
“…yine içinizden bir kimse bir ilimden sonra birşey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor.“ (Hac 5)
Yani öldükten sonra, bedenlenmenin en basit ve düşük noktası olan döllenme sırasında tekrar dünyaya gönderilmesi önceki hayata dair hiçbir şeyi bilmesin hatırlatılmasın şeklinde oluyor.
Reenkarnasyonda önceki hayatları hatırlayıp hatırlamama konusu ilerde  8. BÖLÜMDE  ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.
** Reenkarnasyona inanmanın ne faydası var?
Reenkarnasyon tamamen kişisel bir kabuldur. Yani her inananın ya da inanmayanın “ben kimim, nereden, niçin geldim, nereye gideceğim“ sorularını kendi kendine soranların bu sorularına bulduğu yanıtları içerir. Faydası, bunları  yanıtlayarak  kişinin rahatlatmasını sağlaması  ve daha ileri  arayışlarına, sorgularına, kuşkularına son vermesi, hayat felsefesini kökten değiştirmesidir. Örneğin buna inanan anti-semitist, ırkçı, bağnaz, softa/yobaz olamaz, nereden, neden geldim, nereye gideceğim diye düşünmez, ölümden korkmaz, ölümü doğal karşılar, yani ölmeden ölür, Tanrıya iman eder, Dünyada hata yapmamaya, kul hakkına daha bir özen gösterir, kimseyi kıskanmaz, varlıkların varoluş ve yaşam şeklinin kendi amellerinden ya da üstlendikleri görevlerden dolayı olduğunu bilir vb.
Reenkarnasyona yürekten inananlar kimseyi küçümsemezler, fakiri, engelliyi, hiçbir etnik yapıyı, mesela zencileri, Hintlileri, çingeneleri vb. Bunlar aşağılık ırktır falan demezler hatta böyle şeyler düşünmezler bile. Eğer düşüncede kalmayıp bunu bir de eylemlere dökenlerin yandığına inanırlar.  Yoksa bir dahaki gelişlerinde “öyle” geleceklerini ve öyle düşünmenin, uygulamanın yanlış olduğunu bizzat yaşayarak öğreneceklerinin idrakindedirler.
“Kimse kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir bilmelisin.
Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.” Lev Tolstoy
** Öteki alemde aracılar var mı acaba yani seviye belirleyen, aydınlanmaya yön veren,ve bütünleşme esnasında uygulanacak yöntemleri yenilere aktaran yol gösteren?
Evet var, İlahi Yönetim Mekanizması ve onun görevlileri yardım sağlarlar, yön verirler hem madde dünyasındakilere hem de  madde dışı alemdekilere. Bunların en tanınmışı Cebrail olarak bilinir. Düzen o kadar mükemmeldir ki varlıklar zaten tekamül düzeylerine göre boyuttaki yerlerini alırlar, daha üst düzeylere geçme güçleri yoksa geçemeyeceklerinden onlara engel olan falan yoktur. Varsa, çekecekleri azabı alt/ilkel boyutlarda kendi vicdanlarıyla başbaşa kalarak çekerler. Üstün varlıklar ise alt kademelere inebildiklerinden ihtiyacı olanlara yardımcı olurlar, aynı şekilde madde dünyasındakilere de eterik yollarla yani bizim elektro manyetik diyebileceğimiz dalgalarla yardım edebilirler. Hani büyük bir kazayı ucuz atlatınca “Allah beni korudu”, “sanki bir el beni aldı şöyle yaptı” deriz ya.
** Ruhun replasmanı (göçü/yerleştirilmesi) nasıl ve hangi anda olur?
Öteki alem dediğimiz anti madde-madde ötesi ortamda, zamanı geldiğinde, görevlendirmelerde, madde ötesi alemde de yapılması gereken işler, görevler bittiğinde, bazen hemen ölümden sonra madde dünyasındaki birilerinin cinsel ilişkisi sırasında, bazen yıllar sonra. Şekli yukarıda açıklanmıştır.
** Bir sürü anne-babamız, çoluk çocuğumuz olduysa, öldükten sonra hangilerini akraba olarak kabul edeceğiz?
Öldükten sonra kimleri göreceğiz, kimlerle bağlantımız olacak bunları bilmek mümkün değil. Kısa süre ölümü yaşayanlar daha önce öteki aleme intikal etmiş sevdikleriyle görüştüklerini, onlar tarafından karşılandıklarını söylüyorlar. Şu önemlidir ki madde dünyasındaki ana, baba, çocuk vb. mertebeleri özellikle cinsiyet, madde dünyasından ayrılmakla biter, öteki (madde dışı) alemde böyle derecelendirmeler yok. Her varlık orada kendi tekamülüne göre derecelendirilir.
** Bir anne ile oğlu ya da bir baba ile kızı daha sonra reenkarnasyonla geri gelir, birbirlerine aşık olurlarsa, birlikte olurlarsa bu ensest ilişkiye girmez mi?
“Reincarnation of Peter Proud” filminde bu konu işlenmiş. Cinsiyet, gen, genetik bağ, akrabalık, soy, ırk gibi şeyler, ruhla değil, bedenle ilgilidir ve sadece madde dünyasında vardır. Madde ötesi alemde yoktur.  İnsan öldüğü zaman bunları öteki aleme götürmez. Götürdükleri amelleridir. Götüremediği için geri de getiremez.
Ruhun cinsiyeti yoktur. Öyle olunca genleri de olamaz. Eski maddi bedeninde bulunan ve öteki aleme götüremediği cinsiyet, gen, genetik bağ, akrabalık, soy, ırk gibi şeyleri tekrar dünyaya gelirken yeni maddi bedenine taşıyamaz. Döllenme sırasında yeni anne ve babasından cinsiyetini, genetik ve soy bağlarını v.b. alır.  Bazı durumlarda uzak-yakın akrabalıkların devam ettirildiği görülmüştür. Mesela bir kadın öldükten sonra tamamen farklı bir ailenin kızı olarak tekrar  doğsa, büyüyünce önceki hayattaki oğlu ile tanışıp onunla beraber olsa, aralarında uzak-yakın kan-genetik bağ olmadığı için bu ensest ilişkiye girmez.
** Sakat doğan hayvanlar hangi suçlarından dolayı sakat doğuyorlar?
Hayvanın sakat doğmasından önce neden hayvan olarak doğmuş olduğunu düşünmek gerekir. Dünyanın doğal dengesi için hayvanlar, bitkiler olmazsa olmaz. İnsanların beslenmesinde hayati öneme sahipler. Yani görevliler bir bakıma. Hayvanların da tekâmül süreci var. Onlarda da reenkarnasyon var o süreç içerisinde. Kendi iradeleri bu sürece ne kadar etkili, onu bilemeyiz. Sakat doğan ya da sonradan sakat kalan daha hızlı tekâmül ederek bir kazanç sağlıyor olabilir. Başka varlıklar, insanların tekâmülünde bu şekilde görevlendirilmiş olabilir.
İnsanın ya da hayvanın sakat doğması ya da sonradan sakat olması ille de suçu yüzünden ve/veya bir cezalandırma olmayabilir. Dünyaya gelmeden önce kendisi bunu seçmiş olabilir, ya da ilahi yönetim mekanizması planlamış olabilir tekâmülü için. Ayrıca sakatlığın ille de cezaya bağlı olduğunu düşünmek yanlıştır.
** Hipnoz yoluyla daha önceki yaşama dönmek mümkün müdür?
Olabilir. Ama böyle durumlarda anlatılanlar, uyutulanın hipnozcunun telkinleri altında kalmaya eğiliminden kaynaklanmış olabilir ya da daha önce gördüğü bir filmin, okuduğu bir romanın etkisinden kalmış da olabilir.
** Daha önceki hayatını hatırladığını iddia eden bir çocuk obsesyona yakalanmış olamaz mı?
Belki, olabilir, özellikle daha önceki hayatında cinayete kurban gitttiğini ya da büyük bir zulüm veya haksızlığa uğradığını iddia ediyor ve de birini/birilerini hedef gösteriyorsa. Bir ihtimal de, bir süreliğine ya da hiçbir şekilde  tekrar dünyaya gelemeyeceğini anlamış olan bir ruhun, özellikle eski aile çevresinden konuşmaya başlamış olan bir çocuğu bir şekilde etkilemesi de olabilir. Bu obsesyon sayılmaz.  Böyle vakaları inceleyenler özellikle tıpta uzmansalar bunu anlayabilirler. Özellikle hipnoz yoluyla. Mesela şu anda hayatta olmayan Türkiye’de Recep Doksat, ABD’de Ian Stevenson gibi parapsikolojiye, spiritüalizme de inanan psikiyatrist tıp doktorları böyle bir durumu kolayca ayırt edebilirlerdi, belki de edip değerlendirme dışı tutanlar olmuştur. (Not: Spiritüalizm inancına göre “obsesyon” ya da eski dille tasallut denilen olay bir bedensiz varlığın ya da varlıkların bir bedenli varlığın bedenine hükmetmesi ya da hükmetmeye çalışmasıdır. Spiritüalizme göre bazı bedensiz varlıklar bunu rahatsız ettikleri şahıstan intikam almak amacıyla, yeniden bedenlenemedikleri durumda başkasının bedenini bir amaç için kullanmak,  geri varlıklar ise ya kendiliklerinden eğlenmek, dünya ile maddi bağlantıda olmak için başkasının bedenine sahip olmak ya da bazı büyü yapan insanların güçlerini kullanmalarına araç olarak yaparlar. Bu konu ile ilgili yazımızı OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN).
** Ölen birisinin bir kaç saat ya da bir kaç hafta yani kısa süre sonra yeni doğan bir bebeğin bedeninde tekrar dünyaya gelmesi mümkün müdür?
Normalde mümkün görülmüyor. Zira  ruh döllenme anında bedenlenmiş oluyor. İlahiyatçı Prof. Abdülaziz Bayındır bu görüşte. Bir başka ilahiyatçı Prof. Süleyman Ateş’e göre ise kesin olmamakla birlikte anne rahminde belli bir süre kaldıktan sonra cenîne ruhun üflenmesi organlarının oluşmasından sonra ona insanî bilinç verilir.
Önceki cevapta belirtilmiş olduğu gibi bir ihtimal de, bir süreliğine ya da hiçbir şekilde  tekrar dünyaya gelemeyeceğini anlamış olan bir ruhun, özellikle eski aile çevresinden konuşmaya başlamış olan bir çocuğu bir şekilde etkilemesi de olabilir.
Öte yandan bazı Tibet rahiplerine göre, bedenlenmiş bir ruhun yerini öteki dünyadan yardım alarak, madde dışı alemdeki bir ruh alabilir. Bu, akla yatkın görülmüyor, olsa da çok ekstrem bir durum olmalıdır.
İhtimallerin hepsi gayba girer, bu durumda kesin hüküm vermek doğru değildir. Yine de ben bu tür reenkarnasyon olaylarını dikkate almıyorum. Esasen reenkarnasyon iddiaları ancak belli/titiz incelemelerden geçirildikten doğru kabul edilebiliyor.
**Eşcinselliğin bir sebebi de daha önceki hayatından farklı bir cinsiyetle tekrar dünyaya gelme olabilir mi?
Evet olabilir. Bunu doğrulayan reenkarnasyon vakaları vardır. Detaylarını “Diğer Reenkarnasyon Örnekleri” bölümünde verdiğimiz Ma Tin Aung Myo olayı gibi. Zaten son yıllarda eşcinselliğin doğuştan olduğu da tartışılmaktadır.
Yıllar önce eşimle bir aileyle görüşüyorduk Ailenin küçük bir kızı oldu. Kızı sevdik, iyi davrandık, evimizde sıkça misafir ettik, seyahatlere götürdük. Kız konuşmaya başlayınca, adının ……. olmadığını ve Ahmet olduğunu söylüyordu. Bana ….. demeyin Ahmet deyin diyordu.  Tavırları gittikçe erkekçe olmaya başlamıştı. Ailesi bunlar geçer diyordu. Başladığı okuldaki öğretmeni ahbabımız olduğundan onun da olayı farketmiş olduğunu anladık. Kızın okulda erkekçe davranışlarından diğer çocukların rahatsız olduğunu, annesini çağırıp normal olmayan davranışlarını anlatmak zorunda kaldığını ancak annenin bunu kabul etmek istemediğini söyledi. Çocuğun yaşı itibarıyle bir reenkarnasyon olayı ile karşılaştığımızı farkettim ancak tepkiden çekinerek sessiz kaldım. Daha sonra aileyle irtibatımız kesildi.
DİĞER DOLAYLI SORULAR VE CEVAPLAR
** Doğduktan hemen ya da bir süre sonra ölen, Hayatları kısa süren bebekler, çocuklar cennete mi giderler?
Böyleleri muhakkak ki o seferki kısa hayatlarında hesap verecek hiç bir şey yapmamışlardır. En fazla annelerinin karnını tekmelemiş, doğduktan sonra ağlamışlardır. Hesaplarını daha önceki spatyoma intikal edişlerinde vermişlerdir zaten. Bu kez öteki dünyaya intikal ettiklerinde tertemizdirler, sorgu sual dönemi geçirmeyeceklerdir. Bir kabahat, yanlış, ceza olmadığından intikal sonrasında azap içinde olacak olmaları mümkün görünmüyor. Yine de cennette olup olmadıklarına dair kesin hüküm veremeyiz, bunu Allah’tan başkası bilemez. Spatyomda düzeylerine göre bir yerde olduklarını söyleyebiliriz ancak.
** Bu bebekler neden kısa süre yaşamışlardır?
Tekamül-karmalarının gereği kendilerine ait bir kefareti ödemiş olabilirler. Ve/veya ebeveynlerinin karma ve tekamülleri gereği evlat acısını yaşamaları gerektiği için böyle bir misyonu yerine getirmişlerdir. Belki de o ebeveynler imtihan olmaktadırlar. O büyük acıya tahammül eder, isyan etmezler, sabır gösterirlerse, Allah verdi, Allah aldı derlerse bunun mükafatını fazlasıyla alacaklardır.
Benzer şekilde zihinsel engellilerin de yaptıklarından sorumlu tutulmayacaklarını ifade edebiliriz. Ancak böyle her durumun özel değerlendirilmesi her şeyi bilen Allah’a aittir.
** İntihar eden ne olur?
İntihar edenler, kaldıkları yerden başlamak ve karmaları gereği belirlenmiş olan önceki kaderlerini tamamlamak için reenkarne olmak zorundadırlar. Cenaze namazları kılınır, lanetli falan da olmazlar. Bizler buraya bu hayatı mutlaka yaşamaya geldik. Izdırabımız var elbette ama ızdırapsız tekamül, bedel ödeme olmaz. Başına gelenden dolayı intihar eden, tekrar geldiğinde aynı şey tekrar başına gelecek, aynı acıyı tekrar yaşayacak ve orada devam edecek. Bu arada önceki ızdırabını da boşuna yaşamış olacak. İlahiyat Profesörü Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e göre: “İntihar en büyük günahlardan biridir. Ancak insanı sürekli cehennemlik etmez. Sürekli cehenneme götüren suç sadece şirktir. Bir kadının tecavüze uğrayacağını anladığı zaman namusunu korumak için intihar etmesi bile onu günaha sokar. Çok zor bir durumdur ancak hiçbir şey hayata kastetmenin gerekçesi olamaz.” Bakınız: Yaşar Nuri Öztürk sorular cevaplar
** Ruhlar öteki alemde ne yapar?
Geri seviyedeki bedensiz varlıklar dolaşır dururlar, kah orada kah madde aleminde. Çok geri seviyede olan bedensiz varlıklar zaten bedenlerinden ayrılsalar da dünyadan ayrılamazlar. Dünyada dolaşır dururlar. Bazıları ekstrem durumlarda hayalet olarak da görünebilirler. Kimileri yanlışlıklarından ötürü büyük azap çekerler. Cehennem denilen hayatı yaşarlar. İleri seviyedeki ruhların ortamı ise ışıklıdır, cennet gibidir. Seviyeye göre ışık artar, azalır. Tekamül düzeyi arttıkça daha güzel hayat yaşarlar bedensiz varlıklar öteki alemde. Belli bir tekamül düzeyini aşmış olan kimileri kendilerine verilen görevleri yerine getirirler. Yani cennet ve cehennem vardır ama Kur’an’da verilen tarifler semboliktir, o zamanın insanlarının anlayacağı şekilde, o mantığa hitap eder ki ilerde nasıl bir yere gideceğine karar versin, yaşarken seçimini ona göre yapsın.
5. BÖLÜM – KUR’AN’DA REENKARNASYON
Önceki bölümlerde birçok Kur’an ayetlerinden bahsettik. Devam edelim:
“Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı? Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl(sebîlin)“  (Mümin 11)
Diyanet vakfı bu ayeti: “Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler” olarak meallendirmiş ve dünya hayatının sonundaki ölüm, kabir sorgusu için dirilme, kıyamete kadar tekrar ölüm ve sur ile yeniden dirilme olarak tesfir etmiş. İslam’da olmayan ruhban sınıfı için bütçeden 8 bakanlığının toplam bütçesine eşit, 11 bakanlığı geçerek 5.4 milyar TL pay alan, meallere “parantez içerisinde ayette olmayan kelime” koyarak şirke giren Diyanetçiler ölüleri ahirette bir daha öldürmüşler. Hiçbir zaman ölmeyecek ruhları öldürmüşler.
Bakara 28 deki dinci/spermci mantığını bu ayete uygularsak Allah spermleri ana rahmine iki kere koymuş ki iki defa öldürmüş oluyor, yani  aynı insan ana rahmine birden fazla defa girebiliyor. Sonuçta bu ayet ikizleri anlatmış oluyor dinci tevilci mantığına göre. Bakara suresi 28. ayette kasdedilen “siz ölülerdendiniz”in sperm, yumurta falan olmadığı burada bir kez daha görülüyor.
Kur’an’a  göre iki türlü ölüm var
Kur’an’a göre uyku ve ölüm arasında büyük bir ilişki vardır. Uyku ölümün bir benzeridir. Diğer bir ifadeyle uyku küçük ölüm demektir.
“Allah, canları, ölümleri sırasında alır, ölmeyenleri de uykuları sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır. Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).  ” (Zümer 42)
Burada alıkonanlar ve serbest kalanlar şeklinde ikiye ayırma söz konusu. Bunu anlarsak ayetin önceki bölümünde neden canın alınmasının da ikiye ayrıldığını anlayabiliriz. İki türlü ölüm söz konusu.
Birinci grup bir süre ya da hiç geriye dönmeyecekler yani reenkarne olmayacaklar. Bir süre hesaba çekilecekler. Onlar için ayette belirtildiği gibi “ölüm hükmü verildiği” için ya bir daha hiç, ya da uzun bir süre tekrar bedenlenmeyeceklerdir, ya da ileride başka boyutlarda, sistemde bedenleneceklerdir.  Ayette bu husus açık değil.
İkinci grup geriye dönecekler yani reenkarne olacaklar. Onlar geçici olarak bedenlerini kaybedecekler, sanki uykuda rüya görüyor gibi öldüklerini farketmeyecekler, can vermenin hemen akabinde serbest bırakıldıkları için şahit oldukları bir cinsel ilişkinin çekiciliğine kapılıp birileri döllenme gerçekleştirirken yeniden madde dünyasına geri ama bu kez başka bedende dönecekler ama bunu da farketmeyecekler. Sanki herşey bir rüyada olup bitmiş, ruhsal açıdan hiç ölmemişler gibi.
Ayette ibret olarak gösterilen önemli bir husus da ölümün idrakidir. Beşer olarak idrak etmek ya da uykuda olduğunu zannetmek, belki de ölümü kabullenmemek hatta kabul etmemektir.
Baas (ba’s) nedir?
“yevmi yub’asûn (yub’asûne)” Kur’an’ın birçok ayetinde geçer. Kimi meallerde kıyamet günü diye de geçmiş. Meallerde kıyametten başka “dirilmek” “diriltmek”, “dirilip kaldırılmak”, “ölümden kaldırılmak”, hatta çevrilmeden “baas”, “ba’s”, “beas” olarak da geçiyor.
Mesela Araf 14 de:
…herkesin ölümden kaldırılacağı güne…,
…(insanların) tekrar diriltilecekleri güne…,
…(insanların) tekrar dirilecekleri güne…,
…(halkın) dirilib kaldırılacakları güne…,
…onların tekrar dirilecekleri güne…,
…öldükten sonra dirilme gününe…,
…ba’s olunacakları güne…,
… insanların tekrar diriltilecekleri güne…,
Onların yeniden diriltilecekleri güne…,
…onların diriltilecekleri kıyamet gününe…
Lokman 28’de ba’s mealleri:
…beas edilme (yeniden diriltilme)…,
…tekrar diriltilme…,
…(tekrar) diriltilme…,
…öldükten sonra diriltilip kaldırılma…,
…tekrar dirilme…,
…diriliş…,
…ba’s olunma…,
… (öldükten sonra) diriltilme…,
Baas geçmediği halde diriltmeyi kullanan meallerde var mesela:
Vellezî yumîtunî summe yuhyîn (yuhyîni) Şuara 81.
Bu ayete ait bazı mealler:
“Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur”
“Ki O, beni öldüren, sonra dirilten”
Burada problem baas’ın Türkçe karşılığının olmaması. Elmalı’nın yaptığı gibi arapça olarak bırakılsa da çoğu kimse hiçbirşey anlamayacak O yüzden “diriltilme” kimilerine göre ise “dirilme” denilmiş ki ikisi arasında bile büyük fark var. Tefsirlerde daha çok açıklamalı olarak baas yer alıyor. Bunun sebebi, meallerde açıklama yapılamaması, tefsirlerde ise yapılabiliyor. Türkçe’de dirilme “öldüğü sanılan şeyin canlılık kazanması, tıpta öldüğü sanılan hastanın hayata dönüşü, kendi bedenine dönüşü, eski bedenine dönüşü, geriye dönüş” gibi anlamlara geliyor. Normalde Türkçe açısından dirilmenin ne reenkarnasyonla ne de bedenin ölümünden sonra ruhun ahirete intikal etmesi ile ilgisi olmaması gerekir.
Ölen insan ruhunun bir erkek ve kadının cinsel ilişkisi sırasında kadın rahminde döllenme ve sonrasında gebelik, cenin ve doğum süreçlerinden geçerek yeni bir bedende “yeniden” dünyaya gelmesi olan reenkarnasyon ile ölen insan ruhunun “tekrar” kendi dünyasal bedenine döndürülmesinin (dirilme) birbiriyle ilgisi yoktur. Kur’an da insanların öldükten sonra pişman olup keşke imkan verilse de ölüm anına (yani aynı bedene) geri dönsek biraz daha yaşayıp hatalarımızı tamir etsek dileğinde bulunduklarına ancak “dirilmenin” imkansız olduğuna değinir.
Fiziki bedende “tam ölüm” gerçekleşmemişse halk arasında dirilme de denilen hayata dönme imkanı vardır. Bazen tıbben öldü denilen ve aletlerle suni şekilde yaşatılmaya çalışılan insanların çok ekstrem durumlarda hayata geri döndükleri olmaktadır. Ancak tıpta buna dirilme denmemektedir. Bazan medyada görürüz, öldü diye morga, tabuta konanlar hareket etmeye başlarlar: TIKLAYIN. Bu konular ayrı yazılarımızda araştırılmıştır.
Kur’anda geçen “yevmi yub’asûn(yub’asûne)”, “yevmel kıyâmeti”, “yevmi el âhıri”, baas günü, kıyamet günü, ahiret günü bunları aynı olarak mütalaa edenler var. Genel kabul, öldükten sonra ruhun bedenden ayrıldığı ve ahirette dirildiği gün. Halbuki ruh ölmez o yüzden de dirilmez. ruhun dirilmesi diye bir şey yoktur. O yüzden çoğu çevirilerde/meallerde yanlış kelime kullanılmaktadır.
Konu çok karışık görünüyor ama özetleyince gayet iyi anlaşılacaktır.
Ölen beden çürümeye başladığından dirilemez. Ruh ölmez, ölmediği için de dirilmez, olup biten şudur: Bedenden ayrılırken de bedene girerken de ruhun “şuur hali değişir“. Kur’an’da bu “değişim” “BAAS” (ba’s) olarak ya da başka kelimelerle verilmektedir. Genelde meallerde yanlış şekilde “dirilme” olarak çevrilmiş olup bazı ayetlerde  (Muminun 100 gibi) tekrar doğuş – reenkarnasyon anlamına gelmektedir.
Atom seviyesindeki alemi açıklayan kuantum teorisine bağlı bilimsel düzeyde açıklamalar ayrı sayfalarımızda verilmektedir: OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN
Baası “görevlendirme” olarak anlayanlar da vardır. Olabilir. Ruh madde dışı alemde de görevlendirilebilir,  madde dünyasında da bedenlenerek görevlendirilebilir.
Bütün bunlar, kavram kargaşasına neden olmuş, Kur’an’da reenkarnasyonun reddedildiği şeklinde, yanlış bir genel kanı oluşturmuştur.
Kur’an’ın bazı ayetlerinde geriye dönülme olarak çevrilen ifadeler de mevcuttur. Ancak bunlar öldükten sonra yaşanılan hayattaki yaşanmış noktaya (çürümekte veya çürümüş olan bedene) geri dönüştür, ki bu zaten mümkün değildir ve reenkarnasyonla ilgisi yoktur.
“Feryat edip dururlar orada: “Rabbimiz, çıkar bizi de önceden yaptığımızdan başka şey yapalım. Barışa ve hayra yönelik iyi bir iş yapalım.” Sizi biz, öğüt alanın öğüt alacağı bir süre ömürlendirmedik mi? Uyarıcı da geldi size. Hadi, tadın bakalım azabı! Zalimler için hiçbir yardımcı yok artık.” (Fatır 37)
Ayete göre yeni bir imkân verilmesini isteyenler, daha önce yeterli süre verildiği cevabını alıyorlar. Yeniden dönmenin imkansız oluşundan değil. Bu açıkça yazılı.
Ayetle ilgili olarak daha önce de ifade ettiğimiz gibi ayette ömür kavramı insanın tekâmülünü tamamlaması için gerekli olan süre anlamında kullanmaktadır. Sürenin dünyaya kaç kez gelmekle tamamlanacağını Allah bilir. Kişinin, varsa mahşer hesabı, bu sürecin tamamlanması sonunda görülecektir.
Bu arada Ayette, genelde iddia edildiğinin aksine, ret cevabı yok. Belki bu azabı çektikten sonra tekrar bedenlenecekler. Ayette bu belli değil. Belli olan ÖNCE azap çekmelerinin gerektiği.
Kur’an’daki bir başka tekrar geliş işareti
Allah Kuran’da en çok Rahman, Rahim, yani  Esirgeyen, Bağışlayan olarak adlandırılır. Kullarına  olan bu merhametinden dolayıdır ki, Allah’ın insanları işledikleri  günahlar yüzünden hemen cezalandırmayacağına işaret edilmiştir:
“Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen birşey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.” (Nahl 61).
Bu ayeti anlayabilmek için önce zulümün ve kul hakkının ne olduğunu irdelemek gerekecektir. Zulüm, bir kimsenin başkasına yaptığı haksızlık, eziyet, cefa, başkasına verdiği zarar, başkasını uğrattığı kötü durum demektir.
Öteki tarafa kul hakkıyla gidenler
Dünyada başkalarına “zulüm” veren, dünya yaşamında bunu telafi etmemişse, bunlar için helallik almamışsa ya da zulüm gören, hakkı yenen hakkını yiyeni, kendisine zulüm yapmış olanı (zalimi) affetmemiş, hakkını helal etmemişse öteki alemde neler olur?
“İnkar edip zulme sapanlar var ya, Allah onları affetmeyecek, onları hiçbir yola kılavuzlamayacaktır.” (Nisa 168 )
“Dilediğini rahmetinin içine sokar. Zalimlere gelince, onlar için korkunç bir azap hazırlanmıştır.” İnsan 31
“Aleyhlerine yol aranacak olan şu kişilerdir ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar sergilerler/saldırılarda bulunurlar. İşte böyleleri için acıklı bir azap vardır.” Şura 42
“Bir kötülüğün cezası, tıpkısı bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ücretini bizzat Allah verir. O, zalimleri hiç sevmez.” (Şura 40)
Sırtında kul hakkı kamburuyla ahirete intikal edeni büyük azaplar beklemektedir. Zira Allah böylelerinin affını tamamen hakkı yenen, zulüm gören kula bırakmıştır. Hakkı yenen dünya hayatında ya da spatyomda hakkını yiyeni affetmedikçe, “ona helallik vermedikçe” kul hakkı yiyen ızdıraptan kurtulamayacaktır. Ama hakkı yenen de bu imtiyazını bir yere kadar kullanabilir. Yoksa tekamül edemez, olduğu yerde kalır.
Allah çözümü çok güzel göstermiştir. Affedeni büyük mükafatlar beklemektedir. Affeden o kadar ulvi bir davranış göstermiş olur ki neredeyse ışık hızı ile tekamül eder.
“Zulme uğratılışı ardından kendini savunana gelince, böyleleri aleyhine yol aranamaz.” (Şura 41)
Öç alma haktır ama hiçbir getirisi yoktur, tekamülün önüne duvar örer.
“Sabredip bağışlayan bilsin ki bu, işlerin en zorlularındandır.” Şura 43 “Eğer affeder, ellerini tutar, hatalarını görmezlikten gelirseniz, kuşkusuz Allah da affedici, merhamet edici olur.” Tegabün 14
Af ise büyüklüktür, ulvidir, tekamülün önünü açar.
Bu arada Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk dünyada kul hakkının ödenmesi konusunda “Sizde hakkı olan kişi ortada yoksa o hakkı onun adına yoksullara ödeyerek görevinizi yapabilirsiniz” demektedir. Ancak bu Allah’ın kabulüne bağlıdır, sonucunu biz bilemeyiz, helalleşmenin gerçekleşmesi gereken öteki tarafa gidinceye kadar dünya yaşamı ağırlığına hafifletici etkisi olur mutlaka, yapılması hiç yoktan iyidir.
Peki diyelim ki hakkı yenen kul hiç bir zaman affa yanaşmazsa ne olur?
“Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder.” Nisa 48
Böyle durumda hatalı olan ahirette azabını çektikten sonra ceza olarak geçmiş hayatını hatırlayacak şekilde reenkarne olacaktır. Yeni hayatında sürekli olarak vicdan azabı ile yaşamaya göğüs germek zorunda kalacaktır. Yani hem yeni hayatının hem de geçmiş hayatlarının bütün yükü altında kalacaktır. Bu tasavvur edilemeyecek kadar zor bir şeydir. Şüphesiz  nihai affetme iradesi Allah’a aittir herşeyin doğrusunu Allah bilir.
Kul hakkı miras yoluyla intikal eder mi?
Evet eder. Evlat ebeveynlerinden intikal eden paranın, malın mülkün tertemiz olmasından sorumludur. Aksi takdirde onun vebalini aynen kul hakkının cezasını çeker gibi çeker. Benim haberim yok, bilmiyorum, bilmiyordum diyemez. Her evlat ebeveynin servetini nereden, nasıl kazandığından haberdardır. Çok ekstrem durumlarda, mesela ebeveyn öldüğünde aklı ermeyecek yaşta olmuş olabilir, o zaman aklı erdiğinde sorup, soruşturup o servetin nasıl kazanılmış olduğunu öğrenmek zorundadır. Ebeveyn o serveti kazanırken ondan çok uzakta yaşamış olabilir. Bu durumda da yine servetin kaynağını öğrenmek için her türlü yola başvurmak zorundadır. Hiç kimse Allah’ı aldatamaz. Ebeveyn(ler)den hakları olan kulları bulamazsa soruşturmalar sonucu hesaplayacağı miktarı ihtiyaç sahiplerine dağıtmak zorundadır.
Kul hakkını bu şekilde irdeledikten sonra şimdi tekrar konumuzla ilgili ayete dönelim:
“Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen birşey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.” (Nahl 61).
İnanan kendisine yapılan kötülüğe karşı çıkarken en fazla kendisine yapılan kadar eziyet verebilir (kısas – yapılan kötülüğü kötülüğü yapana aynı biçimde uygulayarak cezalandırma).  Allah kul hakkını kullanmayarak af yolunu seçenleri ödüllendirecektir. İnsanların yaptığı hataları mazur gören ve affedenler Allah katında itibar görecektir:
“Bir kötülüğün cezası, tıpkısı bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ücretini bizzat Allah verir. O, zalimleri hiç sevmez.” (Şura 40)
“Aleyhlerine yol aranacak olan şu kişilerdir ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar sergilerler/saldırılarda bulunurlar. İşte böyleleri için acıklı bir azap vardır. Sabredip bağışlayan bilsin ki bu, işlerin en zorlularındandır.”  (Şura 42-43)
“Ey iman edenler! Şu bir gerçek ki, eşlerinizin ve evlatlarınızın içinden size bir düşman vardır; onlara karşı dikkatli olun. Eğer affeder, ellerini tutar, hatalarını görmezlikten gelirseniz, kuşkusuz Allah da affedici, merhamet edici olur.” (Teğabun 14)
Kuran’da,  kulların affedici olmalarının önemi yanında, Allah’ın affedici olduğu, yukarıda olduğu gibi birçok ayette  bildirilmiştir. Birkaç örnek verelim:
“Artık elde ettiğiniz ganimetlerden helal ve temiz olarak yiyin; Allah’tan sakının! Allah çok affedici, çok merhametlidir.” (Enfal 69)
“Ey Peygamber! Elinizde esir olarak bulunanlara de ki: ‘Eğer Allah, kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse size, sizden alınandan daha değerlisini verir ve sizi affeder. Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.’” (Enfal 70)
“Sizin lütuf ve imkan sahibi olanlarınız; akrabaya, çaresizlere, Allah yolunda hicret edenlere birşey vermemeye yemin etmesinler, affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affedicidir, çok esirgeyicidir.” (Nur 22)
“Ayetlerimize iman edenler sana geldiğinde şöyle söyle: “Selam size! Rabbiniz, benliği üzerine rahmeti yazmıştır. İçinizden her kim bilgisizlikle bir kötülük işler de ardından tövbe edip halini düzeltirse, hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhametlidir.” (Enam 54)
“Haber ver kullarına: Hiç kuşkusuz benim, evet benim, affedici ve merhametli” (Hicr 49).
“Kim zulmünden sonra tövbe eder, halini düzeltirse kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok affedici, çok merhametlidir.” (Maide 39)
“Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affeder. Çünkü O, mutlak bağışlayıcı, mutlak merhametlidir.” (Zümer 39).
“Ve ben, tövbe eden, inanan, hayra ve barışa yönelik iş yapıp sonra da düzgün bir biçimde yol alan kimseye karşı, gerçekten çok affediciyim, bağışlayıcıyım.” (Taha 82).
Özetle Kur’an yeryüzünde barışın, huzurun ve refahın kaynağı olarak bağışlayıcılık, merhamet ve hoşgörüyü öne çıkarır, Allah’ın bağışlayıcı,  esirgeyici, merhamet edici, tövbeleri kabul edici olduğunu sürekli vurgular, insanları da, zulme, haksızlığa uğramış olsalar bile yine de böyle hareket etmeye  teşvik eder. Buraya kadar sorun yok. Ancak bir ayet var ki Kur’an’ın bu önemli lafzına, yani bildirmek istediği anlamıyla çelişkili görünmektedir:
“İnkar edip Allah yolundan döndüren, sonra da küfre saplanmış olarak ölenler yok mu, Allah onları asla affetmeyecektir.” (Muhammed 34)
Kur’an saptırıcı ve inkarcı olarak ölenlerin asla bağışlanmayacağını kesin bir dille açıklıyor. Peki böyle insanlar, diyelim ki ahirette hatalarını anlasalar, pişman olsalar, tövbe etseler de Kur’an’da yer yer ifade edilen Allah’ın bağışlayıcılığına hiç bir zaman mazhar olamayacaklarsa (erişemeyeceklerse) bu Kur’an’ın yukarıda açıkladığımız lafzına (bildirmek istediği anlamına) aykırı düşmeyecek mi? Yani Allah hem bağışlayıcıdır hem de bağışlamayıcıdır, böyle bir çelişki olabilir mi? Elbette olmamalıdır, olamaz. Bunun yanıtını her zaman olduğu gibi akıl yürüterek bulabiliriz.
İnkar edip Allah yolundan döndüren, küfre sapıp ahirete yani öteki aleme intikal etmiş biri tövbe edip ve Allah’tan bağışlanmasını istese dahi “bu bağışlamanın ahirette olması” yukarıdaki ayete göre mümkün değildir. Diğer yandan da Allah bağışlayıcıdır. Kimin gerçekten aklının başına geldiğini, pişman olduğunu, içten tövbe ettiğini, Allah’a kul olur hale geldiğini elbette O bilir. O halde nedir çaresi? Eğer Allah isterse ona yeni bir şans verebilir. Bu da öteki alemde olamayacağına göre ancak madde dünyasında olabilecektir. Yani açıkçası böyle bir şey tövbe edenin “reenkarne olması” yani yeni bir beden ile Dünya’da tekrar doğması ile mümkün olur. Yeni hayatında verilen şansı iyi kullanır, sınavlarını başarı ile verebilirse bağışlanma hakkını elde edebilir, tabii ki Allah’ın kabulüne bağlı olarak.
Evet, Muhammed suresi 34. ayet dolaylı olarak reenkarnasyona işaret etmektedir. Kime mi? Tabii bilgi sahibi olup düşünenlere.
“Peki, bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var? ” (Muhammed 24).
Diğer Ayetler
“Ölümü aranızda biz takdir ettik. Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemiyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız. Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn(mesbûkîne). Alâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fî mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne). ” (Vakıa 60-61)
“Biz yarattık onları ve kuvvetli yaptık bağlarını/eklemlerini. Dilediğimizde benzerleri ile değiştiririz onları. Nahnu halaknâhum ve şedednâ esrehum, ve izâ şi’nâ beddelnâ emsâlehum tebdîlâ(tebdîlen). .” (İnsan 28 )
“Derileri piştikce, azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz. Kullemâ nadicet culûduhum beddelnâhum culûden gayrahâ li yezûkûl azâb(azâbe)” (Nisa 56)
Yine dincilere göre bu ayet cehennemde yananların derisinin sürekli değişeceğini anlatıyormuş. İyi de deri maddedir. Etin, kemiğin yani bedenin örtüsüdür, elbisesidir. Ruhun derisi olmaz.  Böylelerine sadece öteki dünyada azab çekmek yetmeyecek, yeni bir deri (bedenle) dünyaya gelip orada da azap çekecekler. Ayetin dediği bu.
Bu ayet ünlü İslamî düşünce ekolü İhvânu’s-Safâ  (Safa Kardeşler) tarafından tekrar bedenlenmeye delil olarak değerlendirilmiştir (Süleyman Ateş; Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c.8/s.202). Ateş daha sonra bir TV programında reenkarnasyon yok diyenlerin bu ayeti nereye koyacakları sorusunu sormuştur.
“Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk 2)
Buradaki o mükemmel sıralamaya bakın ÖLÜM hayattan önce geliyor. Yani dünyaya gelmeden önce ölüm var. Ölüm olması için de önceki bir hayatın yaşanmış olması lazım.
“Ve Allah sizi bir bitki gibi yerden bitirdi. Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkarışla tekrar çıkarıyor.” (Nuh 17-18 )
“Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıklarında, orada haykırırlar: “Nerdesin ey ölüm! “Bugün bir ölüm çağırmayın, birçok ölümü davet edin.” (Furkan 13-14)
Bu ayetlerde de olgunlaşıp bedenin ölümden sonra cennete giden ruhların bir daha dünyadaki bedensel hayata dönmeyecekleri fakat daha olgunlaşmadan bedenden ayrılan ruhların bir süre ruhsal azaptan sonra bedene dönüp tekrar ölecekleri ta ruh olgunluğuna erinceye dek birkaç kez bedensel hayata dönüp ölümü tadacakları, ancak olgunlaşmış olan ruhların bedenden ayrıldıktan sonra cennetlere girip ölümsüzlüğe erecekleri anlatılmış olabilir.
Kur’an’da biri cehennemde, biri cennette iki arkadaş şöyle konuşturulmaktadır:
“Dedi: ‘Siz de bir araştırır mısınız?” Araştırdı, nihayet, onu cehennemin ta ortasında gördü. Dedi: ‘Vallahi, az kalsın sen beni de buralara düşürecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle ben de şurada toplananlar arasına girmiş olacaktım. Peki, biz artık ölmeyecek miyiz? Sadece ilk ölümümüz; azaba da uğratılmayacağız, öyle mi? Doğrusu bu, büyük başarının ta kendisidir. Çalışanlar, böylesi için çalışsınlar.”      (Saffât 54-61)
Bu ayetlerde cennet ehlinin yani tekâmülünü tamamlamış olanların tekrar bedenlenip tekrar öldürülmeyecekleri söylenerek cehennem ehliyle bir farklarının da bu olduğuna dikkat çekilmektedir.
“Allah yaratışa başlar, sonra onu varlık alanından çekip tekrar yaratır. En sonunda O’na döndürülürsünüz.” (Rum 11)
“Yaratmaya ilk başlayan/yaratılanları ilk yaratan O’dur. Sonra onları çevirip yeniden yaratacaktır. Bu O’nun için çok da kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnekler/en yüce sıfatlar O’nundur. O’dur Aziz, O’dur Hakim…“ (Rum 27)
“En büyük ateşe girer o. Sonra orada ne ölür ne de hayat bulur.” (A’la 12,13)
“Dilerse sizi yokeder, yeniden başkalarını yaratır.” (Fatır 16. Diyanet İşleri eski meali). “Dilerse sizi götürür ve yerinize yeni yaratıkları getirir.” (Fatır 16 Edip Yüksel meali). “Allah, sünneti, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olursa, sizi yok eder, yerinize de yeni bir millet, yeni bir devlet; insanlığın yerine başka mahlûklar getirir.” (Fatır 16. Akmet Tekin meali). “Dilerse sizi yokeder, yeniden başkalarını yaratır.” (Fatır 16. Bekir sadak meali). “Ve dilerse sizi giderir, mahveder de yepyeni mahlûkat yaratır.” (Abdülbaki Gölpınarlı meali)
BÖLÜM 6. KUR’AN’DA REENKARNASYONUN REDDEDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN AYETLER
Bazı hacı-hoca takımının dediklerine göre aşağıdaki Kur’an ayetleri reenkarnasyonu reddediyormuş. Bakalım:
“Keşke bir dönüşümüz daha olsaydı da müminlerden olabilseydik.”(Şuara 102, Yaşar Nuri Öztürk Meali)
Buradaki dönüşden kasdedilen nedir, bunu dileyenler kimlerdir? Bunu anlamak için Surenin başına gitmek gerekir. Sure inanmayanlara gönderme yaparak başlar. İnanmayanlara örnek olarak Firavun’un Hz. Musa ile konuşmaları, Musa kavminin Mısır’dan kaçışı, Firavunun  takibi yer alır surede. Sonra Hz. İbrahim ve kavmi konu edilir. İbrahim der ki:
“Beni öldürecek, sonra diriltecek O’dur. Vellezî yumîtunî summe yuhyîni.” (Şuara 81)
Sure bunu takiben iman etmeyenlere döner ve onların ağızlarından başlarına neler geleceklerini anlatır. İman etmeyenler akılları başlarına geldikleri zaman örneğin derler ki keşke geriye dönüşümüz olsa da daha akıllı işler yapabilsek. Yani zaman dursa, zaman içerisinde seyahat edebilsek de hata yaptığımız zamana dönebilsek, başka türlü davransak da o hataları yapmamış olsak. Bu dileğin reenkarnasyonla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Reenkarnasyonda eski zamana geri dönüş yoktur, aynı bedenle, aynı kimlikle madde alemine dönüş de yoktur. Yepyeni bir sayfa açılır, yepyeni bir hayata başlanır, bambaşka bir beden ve kimlikle. Ama bazı meallerde Allah’ın kitabı içerisine parantez konularak bakın Şuara 102 ayeti ne hale getirilmiş:
“Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!” (Şuara 102 Diyanet Vakfı Meali)
Yahu dünyayı nereden çıkarttın? Aslında ayette “dönüş” dahi yokken. Bakalım Arapçası ne diyor:
“Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn(mu’minîne)” (Şuara 102)
ve hiç Arapça bilmeyenler için kelime kelime karşılıklarını yazalım:
fe lev enne: keşke olsaydı,
lenâ: bize, bizim için,
kerraten: bir kere daha,
fe: o zaman,
nekûne: biz oluruz,
min: den,
el mu’minîne: mü’minler
Yani düz (literal) çeviri ile: “keşke olsaydı bizim için bir kere daha, o zaman biz oluruz müminlerden.”
Akıl var, mantık var, iman etmeyenler pişman “keşke bir kere daha olsaydı” diyorlar. Ne olsaydı? Orası açık değil, “bir şans” mı, “bir düzeltme” mi, “bir imkan” mı, bir dönüş mü?
Peki diyelim ki adamlar dönmek istemişler. Sure’de  bunlara “yoo olmaz” diye  bir cevap var mı? YOK. Diyelim ki Allah’ın kelamına parantez ekleyenler haklı, adamlar keşke reenkarne olsak diyorlar.  Eee, “hayır öyle şey olmaz” mı diyor Surenin devamında?
“Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.” (Bakara 167 Diyanet İşleri meali)
Şuara 102 için anlattıklarımız burada da aynen geçerli. Neden mi? Yine Arapça’sına bakalım:
“Ve kâlellezînettebeû lev enne lenâ kerreten fe neteberree minhum kemâ teberreû minnâ kezâlike yurîhimullâhu a’mâlehum haserâtin aleyhim ve mâ hum bi hâricîne minen nâr(nâri).”

ve kâle: ve dedi
ellezîne: o kimseler, onlar
ittebeû: tâbî oldular
lev: olsa, ise, keşke
enne: olduğu
lenâ: bize, bizim için
kerreten: bir kere daha, tekrar
fe: o zaman
neteberree: biz uzaklaşalım, berî olalım
min-hum: onlardan
kemâ: gibi
teberreû: berî oldular, uzaklaştılar
min-nâ: bizden
kezâlike: böylece
yurî-him(u): onlara gösterecek
allâhu: Allah
a’mâle-hum: onların amelleri
haserâtin: hasara uğrayan
aleyhim: onlara
ve mâ: ve değil
hum: onlar
bi hâricîne: ile çıkacak olanlar
min en nâri: ateşten
Yani düz (literal) çeviri ile: “olsa, ise, keşke, olduğu bize, bizim için bir kere daha, tekrar o zaman biz uzaklaşalım, berî olalım onlardan gibi berî oldular, uzaklaştılar bizden, böylece onlara gösterecek Allah, onların amelleri hasara uğrayan onlara ve değil onlar ile çıkacak olanlar ateşten.”
Hani nerede burada “dünyaya dönüş”?
Nitekim Yaşar Nuri Öztürk meali aynen bu yönde:
“İzleyenler şöyle demiştir: “Ne olurdu bir kez daha imkân verilse de şunların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak.” Böylece Allah onlara, yapıp ettiklerini, kendilerine yönelmiş özleyişler olarak gösterir. Ama artık ateşten çıkamazlar.”  (Bakara 167)
Bu paralelde başka mealler de var. Yukarıda Şuara 102 için olan yorumlarımız burada da aynen geçerli. Ateşle azap çekecekler. Kimler? Sure’nin içinde var, müşrikler, inkarcılar, lanetliler vb. Yine bir özel durum söz konusu. Onların dışında kalanlar için Sure’de “bir daha imkan verilmez” diye bir şey var mı? YOK.
“Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: “Rabbim, beni geri döndürün; Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım.” Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Ötelerinde, dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Müminun 99-100).
Sure bu ayete kadar yine inanları ve inanmayanları anlatır.
Müminun 99. ayet:
“Hattâ izâ câe ehadehumul mevtu kâle rabbirciûn(rabbirciûni).”

ehade-hum: onlardan birine-inanmayanlardan birine,
el mevtu: ölüm,
hattâ izâ câe: geldiği zaman,
kâle: dedi,
rabbirciûni (rabbi irciû-ni): Rabbim beni geri döndür.
Burada ölüm gerçekleşmiş mi, gerçekleşmemiş mi belli değil, “ölüm geldiği zaman” deniliyor, “öldükten sonra” denilmiyor. Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi yine bir pişmanlık ve dönüş isteği söz konusu. Bunun reenkarnasyon şeklinde olmasının istendiğine dair hiçbir şey yok. İstek ölümün geciktirilmesi, biraz daha ömür tanınması şeklinde. Aklım başıma geldi artık iyi şeyler yapacağım şeklinde.  Ama aşağıda anlatacağımız gibi ölüm gelmiş de olabilir, bu önemli değil.
Müminun 100. ayet:
“Leallî a’melu sâlihan fîmâ terektu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).”

leal-lî: böylece ben,
a’melu sâlihan: salih amel (nefsi tezkiye edici amel) yaparım,
fîmâ: içinde, o şeyde, hakkında,
terektu: bıraktım, terk ettim,
kellâ: hayır, asla,
innehâ: muhakkak o
kelimetun: bir kelimedir, sözdür
huve: o
kâiluhâ: onun söylediği (söz)
ve min verâi-him: ve onların arkalarından
berzahun: bir berzah vardır
ilâ yevmi: güne kadar
yub’asûne: beas/baas olunacaklar, yeniden diriltilecekler
Önceki ayetlerin aksine burada bir “cevap” söz konusu. “Hayır”. Neden hayır, o da ayetin devamında var, çünkü önce günahlarının kefaretini ahirette ödeyecekler. Ne zamana kadar? “Tekrar diriltilecekleri güne kadar.” Bu açıkça yazıyor. Yani ölenin günahları varsa hemen reenkarne olması söz konusu değil, önce ahirette amellerinin muhasebesini yapacak, kul hakları için bizzat her kuldan af dileyecek, hakkını aldığı kul henüz ölüp ahirete intikal etmemişse onun gelmesini bekleyecek, acı çekecek, günahlarının bedelini ödeyecek. Burada yeniden dirilmeyi bazı hacı-hoca takımı kıyamet günü olarak tefsir eder. Ama görüldüğü gibi ayette öyle bir kelime ya da ima yok.  Öyle olsaydı “beas/baas” yerine “kıyam” derdi.
Şimdi burada bir husus daha var. Hemen dönmemek, önce muhasebe süreci geçirmek genel bir kural mı yoksa sadece burada özel bir durum mu? Her iki ihtimalin de  reenkarnasyonun var olup olmaması ile ilgisi yok. Sadece reenkarnasyon sürecinin nasıl olduğu açısından önemli. Ayetin başında “onlardan birine” dendiğine göre burada özel bir durum söz konusu. Onlardan birinin ne olduğunu anlamak için Surenin öncesine döndüğümüzde bunların “müşrikler” olduğunu anlıyoruz.
Sure’nin öncesi:
“Dediler ki: “Ölüp, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, gerçekten o zaman mı diriltileceğiz?” (Muminun 82).
Yani ayete göre müşrikler ölümden sonra hayatın devam ettiğine inanmıyorlar, daha doğrusu bilmiyorlar. İnsan toprak haline geldikten sonra nasıl tekrar diriltilebilir? Ölü diriltilebilir mi? Hadi canım sende diyorlar. Ve cevaben yukarıda verdiğimiz 99-100. ayetler geliyor. Ölüm anı geldiğinde akılları başlarına gelecek, madem öyle bizi geri döndür diyecekler ama ölmeden ve ahirette kefaret ödemeden bu mümkün olmayacak. Surenin tamamından bu anlam çıkıyor. Reenkarnasyon karşıtı hacı-hoca takımının en çok sığındığı bu ayet tam tersine ahireti ve yanında bonus olarak reenkarnasyonun zamanlamasını da bizlere gayet güzel anlatıyor.
Özetleyelim:
1. Bazılarının, örneğin inanmayanların, müşriklerin, kul hakkı yiyenlerin, kötülük yapanların öldükten sonra öteki alemde hesap verme süresi olacak. Tekamülleri açısından reenkarne olmaları gerekse de bu hemen olmayacak.
2. Müşrik olmamış, kimseye zarar vermemiş ama madde aleminde yani bu dünyada yararlı iş de yapmamış, zamanını boşa harcamış, alması gereken verileri idrak edememişlerin tekamül süreçlerini tamamlamak için reenkarne olmalarına gerek varsa öteki alemde bir süre geçirmelerine gerek olmayabilir ve kısa sürede reenkarne olabilirler.
Surenin önceki ayetlerinde aynı bedende tekrar dünyaya gelmenin mümkün olmadığına işaretler bulunmaktadır. Bunun reenkarnasyon ile ilgisi yoktur, zira reenkarnasyon aynı bedende değil başka bedende gelineceğine işaret eder.  Prof. Abdülaziz Bayındır aradaki farkı aşağıdaki klipte gayet güzel açıklıyor:
Prof. Abdülaziz Bayındır’ın yukarıda bahsettiği ayetler:
“E yaıdukum ennekum izâ mittum ve kuntum turâben ve izâmen ennekum muhracûn – Size, ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra tekrar meydana çıkarılacağınızı mı vaat ediyor?” (Muminun 35)
“Heyhâte heyhâte limâ tûadûn – Heyhat! Size vaat edilen o şey ne kadar uzak!” (Muminun 36)
“İn hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn – “Hayat, şu dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz, yeniden hayat buluruz ama biz tekrar diriltilecek değiliz.” (Muminun 37).
Bazı meallerde “nahya – yaşarız” olarak verilmektedir. Ayette önce ölüm zikredildiği için yaşam anlamını da verilse bununla ölümden sonra yaşam kasdedilmektedir. Prof. Bayındır da videosunda bunu kastetmektedir.
Yani neresinden bakarsanız bakın Muminun suresinin reenkarnasyonu reddettiği bomboş bir iddiadır.
Bu arada reenkarnasyon karşıtları berzahın Peygamberden rivâyet edilen bir hadise göre (Buhari; Cenaiz 90) dünya ile âhiret arasındaki şeyin adı olduğuna dikkat çekmektedirler. Öncelikle tüm hadisler gibi sözkonusu hadisin güvenilir kaynaktan olup olmadığı tartışılır. Olsa bile Kur’an ayetleri ile örtüşmesi şart olup Kur’an ayetlerini kendi içerisinde anlamak en doğrusudur. Ölen insanın  reenkarne oluncaya kadar madde dışı bir ortamda bekleyeceği zaten akla uygundur. Bunun adına isterseniz berzah deyin. Bu Kur’an dilinde “gayb”dır. Yani bilinmeyendir. Bizi ilgilendiren bu dünyada ne olduğudur. Dünya dışı alemi, öteki alemi de düşünebilir, araştırabiliriz, kendimize göre bir sonuca da varabiliriz. Hatta bunu yapmamız gerekir. Ama bu tahminden öteye geçemez. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Kur’an ayetleri Neml 65-66’ya göre bilinmeyeni bilmemiz mümkün değildir.
Prof. Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’daki İslam  kitabında söz konusu Muminun Ayetlerini bir başka açıdan yorumluyor:
“Bu ayetlerde dünyaya tekrar geri dönmek isteyenlere ret cevabı verildiğini görüyoruz.
Bu, reenkarnasyonun olmadığına değil, olduğuna kanıttır. Dünyaya sürekli geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu istekleri reddediliyor. Elbette ki dünyaya tekrar dönmemesine karar verilenlerin bu istekleri reddedilecektir. Ama bu onların daha önce reenkarne olmadıklarını veya başkalarının dünyaya tekrar gönderilmediğini ifade etmez; geri gelmenin herkes için kural olmadığını belgeler.”
Süleyman Ateş`e göre, bu iki âyette ruhun tekrar dünyasal bedene döndürülemeyeceği manası çıkabilir ise de; ruhun hiç dünyaya dönmeyeceği değil, tekrar bedenleneceği zamana kadar bir geçit, yani bir ara zaman bulunduğu anlatılmaktadır. Âyette ruhun ba`s olunacağı kesindir. Ancak Ateş`e göre, bu ba`s hemen ölümün ardından değil, belli bir zaman aralığından sonra olacaktır. Ateş, âhiret bedenlenmesinin muhakkak olduğuna inanmakla birlikte şu soruyu kendi kendine sorar: “Acaba bu âyette olgunlaşmamış ruha bir kez daha dünyada bedenlenme fırsatının verileceği anlatılmış olamaz mı?” Ateş bu ihtimalin her zaman için var olduğunu savunmuştur.
“Görmediler mi, kendilerinde önce nice nesilleri helak ettik. Onlar artık bir daha bunlara dönmeyecekler. E lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn(yerciûne).” (Yasin 31)
Burada yok edilen milletlerden kavimlerden bahsediliyor. Bütün tefsirlerde “kuruni” nesiller, kavimler olarak tercüme edilmiş. Bunda bir sorun yok. Hum ileyhim lâ yerciûne: onlar onlara dönemezler, yani onlar tekrar kavim-millet olamazlar deniliyor. Bunun reenkarnasyon ile hiçbir ilgisi yok. Kavimler-milletler reenkarne olmaz, biz aksini mi söylüyoruz, her ruh bağımsız yani kendi karmasına göre reenkarne olur.  Reenkarne oldukları zaman da isteseler yok edilen kavimlere dönemezler. Ayet ayrıca buna da işaret ediyor.
“Orada, ilk ölüm dışında ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.” Lâ yezûkûne fîhel mevte illel mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm(cahîmi).” (Dühan 56)
Burada “El ula”: “ilk”olarak çevrilmiştir, halbuki “evvelki” olarak da çevrilebilirdi. Örnek; Muhammed Esed meali; “ve orada önceki ölümlerinden sonra (başka) bir ölüm tatmayacaklar”. Onlardan kasıt müttekiler yani takva sahipleri, korunup sakınanlar, Allah’ın iyi kullarıdır, Sure’nin önceki ayetlerinde açıklanmıştır:
“Korunup sakınanlar, güvenli bir makamdadır” (Dühan 51)
“Hiç kuşkusuz, ayrım günü, hepsinin buluşma zamanıdır/buluşma yeridir. İnne yevmel faslı mîkâtuhum ecmaîn(ecmaîne) Bir gündür ki o, dostun dosta yararı olmaz. Onlara yardım da edilmez.. (Dühan 40-41).
Bazı tefsirlerde ayrım günü yerine hüküm günü olarak yer almaktadır. Ancak ayet kelimesi bellidir. “Yevm el faslı: ayrım günü”. Ayetleri bir bütün olarak ele aldığımıza Allah’ın iyi kulları bir gün gelecek evvelce olduğu gibi artık bir daha reenkarne olmayacaklar, ölümü daha fazla tatmalarına gerek kalmayacak, maddi alem dışında kendilerini çok güzel şeyler bekleyecek ki bunların neler olduğu diğer ayetlerde anlatılmış.
BÖLÜM 7 – DİNCİLERİN TENASÜH SAPTIRMASI
Reenkarnasyon inanç ve bilgisi, dünyanın en eski inanç ve bilgisi olarak tüm milletlerde, dinsel öğretilerde, kutsal yazılarda karşımıza çıkmaktadır. Bu doğal karşılanmalıdır. Çünkü insan içgüdüsel bir eğilimle varoluşuna ilgi duymaktadır ve nereden, nasıl, niçin geldiği yanında nereye, nasıl, niçin gideceğini de aramaktadır. Her şeyin üstünde parıldayan tek değer insandır. O varoluşunun, yaradılışının yazgısını taşıyan özgür istem gücü dolu bir yaratıktır. Kendi değerini anlayıncaya kadar, değer sandığı şeylerle bir süre daha oynayıp duracaktır. Hiç kuşkusuz gerekli evrimleri yaşadıktan sonra varacağı son, iyi, güzel ve doğrunun dünyasıdır. Bu dünya, her çeşit sorunların çözümleneceği bir arayış ve arınma yeridir, insan hazır olan için değil, hazırlanmak için yaratılmıştır. Dinlerin sembolik anlatımlarla örülüşü bundandır. 20. Yüzyıl’dan 21. Yüzyıl’a geçildiğinde, insan ne zaman akılsal yeteneklerinin, güçlerinin. beyinsel yapısının bilinmeyen, gizli kalmış yönlerinin insan mutluluğunun yaratılması için kullanılması gerektiğini anlarsa, bunları saplantılardan ve bilimsel ya da dinsel tutuculuktan uzakta ele alırsa, benlik gururuna, kaba kuvvete kapılmadan alçak gönüllülükle; “Bildiğim tek şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir” diyebiliyorsa ve insan ne zamanki başkaları ve başka kuvvetlerle tamamlanma açlığı duymayacak kadar yükselirse o zaman varoluşunun anlamı ve amacı ile karşı karşıya kalacaktır. İşte bu nedenle reenkarnasyon önemlidir.
Diğer taraftan reenkarnasyon, UFO, ruhlarla ilişki gibi konularda, araştırmaların bir türlü istenilen düzeye yani akademik platforma yeterince taşınamaması, önemli zaaflar yaratmaktadır. Modern tarikat benzeri ortamlarda veya şurada ya da burada birilerinin bu konuları sahiplenmeleri, kendilerini otorite zannetmeleri ya da onlara özellikle medya tarafından bu tür payelerin verilmesi büyük zararlar getirmekte ve bu nedenle de bu konulara yönlenmeyi düşünen birçok bilimciyi, gerçek araştırmacıyı ortamdan soğutmaktadır. Bazen de gerekli birikime sahip olmuş olanları da kaçırmaktadır çünkü onlar da şarlatanlarla bir tutulacaklarından korkmaktadırlar. Tekrar doğuşa inanmak, bir sürü soytarılık yaparak, kimin geçmişte kim olarak yaşadığını öğrenmek, sıradan insanların, bugüne kadar bir iş sahibi olamadığından bu yoldan çıkar sağlamaya çalışan sahtekarların yaptıkları hipnozlara inanmak ve bütün bunların bir meziyet, bir ayrıcalık olduğunu zannetmek çok ciddi boyutlardaki zihinsel hastalıkların belirtileridir. Sanılmasın ki, bunlar sadece Türkiye’de böyledir, batıda çok daha kötü tablolar vardır ve bu boşluklardan yararlanılarak çok uzak olmayan geçmişte belli bir ciddiyeti koruyan bu tür konuların cılkı çıkarılmıştır.
Bu ortamdan faydalanarak, birçok İslami yorumcular, dinciler  reenkarnasyon gündeme gelince bozuk plak gibi tekrarlayıp dururlar Hindu Tenasüh inancını gündeme getirir başlar anlatmaya. Bunu kasıtlı yaparlar, reenkarnasyona inanılmasın diye, ayrıca çoğu Tenasüh ile modern Reenkarnasyon inancı arasındaki farktan habersizdir. Bilinmesi gereken şey, bu iki inancın temelden farklı olduklarıdır. Tenasüh kısacası ruhun yaşam performansına göre yeniden doğuşlarda geriye de dönebilmesi inancıdır yani birey bir sonraki yaşamında insan olmayabilir, ruh yaşamın her formunu denemelidir ve sonunda bir sonsuzluk anlayışında (Nirvana) kaybolacak ya da bütünleşecektir, bu inançta ruhlar alemi, yeniden doğuş kuralları, özel seçimler ve sonunda bilge veya öğretici rehber ruh olmak gibisinden ayrıntılar yoktur. Oysa modern reenkarnasyon inancında, tüm yeniden doğuşlar ileriye yani gelişmeye, tekamüle yöneliktir, ruh adı verilen varlık bedenini terk ettikten yani öldükten bir zaman sonra oturur düşünür ve nasıl bir yeni yaşam seçeceğine karar verir, ona göre de yeniden bedenlenebilir. Rehber yani ileri düzeydeki görevli madde ötesi (ruhsal) varlıklar, bu aşamada ona yardımcı olurlar hatta yön verirler. Ruhun Nirvana’ya erişmesi yani karmanın (amellerden gelen sebep-sonuç olgusunun) tamamlanması ve varlığın artık tüm dünyevi/maddi arzulardan kurtulması ve dünyevi bilgilere ihtiyacı kalmaması demektir. Yaşam planı bir önceki yaşamda varlığın eylemlerine göre yapılır ve ruh bedenlendikten sonra çeşitli ritüellerle kendisini eğiterek karma bilgisini algılamaya çalışır, bunu başardığında da artık bedenlenmekten kurtulur. Bütün bunlar özgün inançlar yani Uzak Doğu dinlerinin birer parçasıdır ama aslında Uzak Doğu sözü bir genellemedir çünkü Çin Budizmi’nde ve Japon Şintoizm’inde böyle bir inanç yoktur. Reenkarnasyona karşı çıkan tüm büyük dinlerin ama özellikle de İslami araştırmacıların önemli bir kısmının bir türlü kurtulamadıkları çok ciddi yanlış ya da bilinçli saptırmaları buradadır. Kısacası Hindistan yöresindeki reenkarnasyon inancının temeli “Tenasüh” kavramına dayanır yani ruh yaşam karnesinin sonuçlarına göre geriye de gidebilir hatta bitki veya hayvan olarak da tekrar dünyaya gelebilir. Oysa, modern reenkarnasyon inancında ruh tekamül eder yani sürekli ilerler, gelişir. İkisi çok farklı yerlere, uygulamalara ve sonuçlara giderler, bilinmesi gereken şey, reenkarnasyonla tenasühün apayrı birer inanç olduğudur.
Yine bazı İslami kesimlerde sık sık; “Reenkarnasyona inanan hıristiyanlar…” tanımına raslanır oysa hıristiyanlık istisnalar dışında reenkarnasyona şiddetle karşıdır ve kesinlikle reddeder. Bazı hoca takımının elbette ki bu gerçekleri bilmesi gerekmiyor hatta genel olarak araştırmadan “Geçiniz, bunlar saçmalıklar…” da diyorlar ama bir otorite olarak konuştukları/yazdıkları zaman iş değişir çünkü o zaman gerçekten konuyu iyi bilmeli ve ona göre yorumlamalıdırlar. Ya da, İslamın bu konuda görüşü bu kadardır diyerek, ötesini bilmediğini, hatta ilgilenmediğini belirterek sözünü noktalamalıdırlar. Ama dinci baskıların da etkisiyle bunu hiçbir konuda yapamıyorlar, her konuda konuşuyorlar oysa bazı ilahiyatçılar bizler için önemlidir çünkü kimileri popüler bir din görevlisi olarak, özellikle irticaya yönelik konularda vurucu şeyler söylüyorlar, sevenleri çok olduğu için de dinleniyorlar.
Önde gelen ilahiyatçılardan ikisinden biri olan Prof. Yaşar Nuri Öztürk gibi hiçbir şeyden çekinmeyen, din konularında çok saygın ve etkin bir ismi ne yazık ki siyaset uğruna bir süre aktif olamamıştır. Kur’an tefsirinde reenkarnasyonla ilgili ayetlere cesaretle geniş yer vermiş olan Prof. Süleyman Ateş ise Diyanet kökenli baskıların ve bu konuda yalnız kalmanın etkisiyle olacak, orada kalmış, öne çıkmak istememiştir. Ancak Ateş’in görüşleri ortadadır ve önemli referans niteliğindedir.
Prof. Süleyman Ateş’e göre tenasüh ve reenkarnasyon farkı
Ateş’e göre İslam`a aykırı olan “Tenasüh” yani reenkarnasyona benzeyen Hint inanışıdır. Ateş`in bu görüşlerinden de anlaşılan odur ki, Tenasüh ile Reenkarnasyon kimilerinin savunduğu gibi aynı şeyler değildir.
Ateş, cumhurun reddettiği Tenasüh ile Reenkarnasyonu birbirinden farklı anlamıştır. Çünkü Ateş`e göre Tenasüh; “kötülük yapmış olan kişilerin ruhlarının azap çekmek üzere hayvan bedenlerine girerek dünyaya gelmesidir.” Tenasühe göre hayat oku yönü aşağıya doğru dönüktür, insanın mevcudatta en yüksek mertebeye sahip olan insanlık makamından daha alt seviyedeki hayvanlık konumuna bir iniş anlaşılmaktadır. Ateş’e göre bu, Allah’ın koyduğu evrim yasasına aykırıdır. Çünkü insanlık mertebesine kadar evrimleşmiş bir ruh, bu mertebeden aşağı düşmez. Suçunu çekmek üzere yine insan bedenlerine geçirilir. Evrim geriye gitmez. Ateş, tenasüh anlayışını âyetlerin koyduğu evrim yasasına aykırı görmüş, bu sebeple insanlık mertebesine kadar evrimleşmiş bir ruhun, bu mertebeden aşağı inmesi savını kabul etmemiştir.  Suçlu ruh, cezâsını, sıkıntı çekeceği bir beden içinde dünyâya gelerek öder; sıkıntı çektikçe de olgunlaşır. Azâb, sıkıntı gibi gelen eylemler ve haller aslında ruhu olgunlaştırır; onun için çektiği azab, Allah’ın rahmetidir, fakat kul bunun farkında olmaz. (Ateş; İnsan ve İnsan Üstü (Ruh, Melek, Cin, İnsan), Yeni Ufuklar Neşriyat, Üçüncü Baskı, 1995, s.144, Kur`an Ansiklopedisi, c. 30, s. 236)
Ateş bu tanımlamalarla kendince Tenasüh ile Reenkarnasyon`un arasını net çizgilerle ayırmış ve Tenasüh inancını şiddetle reddetmiştir.
Ateş’e göre tenâsüh, yani bedeni içinde olgunlaşmayan ruhun, ceza çekmek üzere tekrar hayvan bedenlerine düşmesi Kur’ân’a ve gerçeklere aykırıdır, ama olgunlaşmayan veya buna vakit bulamadan bedenden ayrılan ruhun, yine bir insan bedeninde bir kez daha dünyaya getirilmesi klâsik tenâsüh değildir.
8. BÖLÜM – GEÇMİŞ HAYATLARI HATIRLAMA/HATIRLAMAMA
Madem reenkarnasyon var da neden önceki hayatlarımızı hatırlamıyoruz?
Bunu da aşağıdaki ayet açıklıyor:
“Allah sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden bazıları ömrün en basit noktasına geri çevrilir ki, bir ilimden sonra hiçbirşey bilmez olsun.” Nahl 70
Yani öldükten sonra, hayatın/ömrün en basit noktası olan döllenme sırasında yeniden dünyaya gönderiliyor ama önceki hayata dair hiçbir şeyi bilmez yani hatırlatılmayacak şekilde.
Dünyaya her gelişte yeni ve temiz bir sayfa açmak için önceki hayatları hatırlamayarak yani beyin hafızası resetlenmiş/sıfırlanmış (en basit nokta) olarak ama bir önceki hayatta kalınan ruhsal tekamül düzeyinden, ruhsal birikiminden başlanmaktadır. Önceki hayatları dünyada olduğumuz süre zarfında hatırlamamaktayız ama onların tüm birikimlerini, ağırlığını ve izlerini üzerimizde taşımaktayız. Ruhun tekamülü ise süreklidir, bu dünyada, öteki alemde, tekrar bu dünyada … bu sürer gider ve hiçbir zaman kesintiye uğramaz. Sonuçta ruh bedene bağlanınca artık o bağlandığı formun bilinç ve eylem olanakları ile sınırlanır. Böylece kendini, neden oraya geldiğini, omuzunda taşıdığı geçmiş hayatlarını hatırlayamaz. Bunu bir başka ayette de görüyoruz:
“…yine içinizden bir kimse bir ilimden sonra birşey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor.“ Hac 5.
Yani öldükten sonra, bedenlenmenin en basit ve düşük noktası olan döllenme sırasında tekrar dünyaya gönderilmesi önceki hayata dair hiçbir şeyi bilmesin hatırlatılmasın şeklinde oluyor.
Misyon görevlileri geçmiş hayatlarını çoğunlukla bilirler zira geçmişin negatif etkisinde kalmayacak düzeydedirler. Ondan çoktan alacaklarını almış, negatiflikleri çok geride bırakmış, pozitife çevirmişlerdir.
Bizlere ise geçmiş hayatlarımız özellikle hatırlatılmaz. Ruhumuzda bunlar silinmemiştir, bütün geçmişimiz kayıtlıdır ama beynimiz sıfırlanmış olarak yeniden dünyaya geliriz. Zira bizim düzeyimizde birisi geçmiş hayatını hatırlasaydı onun negatif etkilerinden kurtulamazdı. Beyni de tüm çer-çöpüyle kaldığı yerden devam ederdi. Yani fasit daire içinde döner dururdu. Bizim gibilere onun için beyin açısından temiz bir sayfa açılır. Ama ruhumuz aynen kaldığı yerden devam eder, ruhun hard diskinde, belleğinde yani arka planda izler mutlaka kalmıştır.
Özetle bu konu, bilgisayar hard diskinden bir şey silindiği zaman özel bir işlemle tamamen silinmedikçe onun izlerinin arka planda kalmasına benziyor.
Bu hana ve bu handan
Kaç seyyah geldi geçti
Kaç kervan kefenlenip gitti
Herkes geldi, herkes gitti
Kimse bilmedi neden geldiğini
Nereye gittiğini…”  James Clarence Mangan, İrlandalı şair. Daha fazla bilgi için TIKLAYIN
Çocuk abakustan toplamayı öğrenir ama yıllar sonra abakusu hatırlamaz bile. Önemli olan artık toplamayı yapabilmesidir. Onu nasıl öğrendiği mazide kalmıştır. Geçmiş hayatı hatırlamamak da buna benzer.
Dr. Bedir Hatem “Sevgi ve Umut” adlı kitabında bunu şöyle açıklıyor: ”Sebebi: geçmiş yaşantılarımızı hatırlasaydık bu yaşantımızda geçmişin intikamlarını almaya kalkar dolayısıyla bu yeni yaşam eskisinin devamı olurdu ve kısır döngülerle girerdik yeni yaşamlar bulamadan eski yaşamların bunalımlarını yaşamak zorunda kalırdık. Yani aynı filin devamı arkası yarın dizilerine dönerdi. Oysa insan bir aktör gibi enkarnelerinde yaşamı boyunca devamlı olarak farklı ve değişik senaryoları olan filmle (yaşamlar) çevirmek için vardır. Örnek: katilini tanıyan bir maktul isek ve katili hatırlayıp görürsek onu öldürmeye çalışırsak. Eşini aldatan bir kadın kocası tarafından tanınırsa intikam alabilir. Dolayısıyla dizi gibi enkarneler olurdu o zaman yaratılışın amacı olan evrimler sonucunda tekamül felsefesi işlemez olurdu.” (Hatem, 2007;11).
Çok zor ve ekstrem olarak hipnoz yoluyla geçmiş hayatlara erişilebilmektedir. Spiritüalizmde buna “ekminezi” denmektedir. Ancak bunun doğruluğunu tesbit etmek kolay değildir. O zamana ait kimsenin bilemeyeceği bir olayın, çevrenin, kültürün v.b. tahkikiyle anlatılanların doğrulanması bazı durumlarda mümkün olmuştur. Mesela uyutulan insanın birden bire hiç bilmediği bir dili konuşmaya başlaması gibi. Hipnoz yoluyla geçmişe gitmek bazan ızdırap vermekte bazen ise rahatlık sağlamaktadır.
Farkındalık bazı durumlarda olabilir, özellikle Güney Anadolu’daki Nusayriler reenkarnasyona inandıkları için genelde çocuklarının ilk konuşmalarına (böyle konuşma olursa tabii) kulak verirler. Hatay, Adana ve Mersin’de Nusayriler arasında çok sayıda, oldukça şaşırtıcı reankarnasyon olgularının gözlemlenmesi bu sayede olmuştur. (Nusayrilerde reenkarnasyon inancı konusu aşağıda ayrıntılı olarak ele alınmıştır)
Buna paralel görüşe göre yeniden dünyaya gelişte aslında herşey hatırlanır. Çocuk konuşmayı öğreninceye kadar bunların tamamını ya da çoğunu unutur, konuşmayı öğrenmeye başladıktan sonra ilk yapmak istediği iş olarak geçmiş hayatına ait aklında kaldıysa bir şeyleri anlatmak olur ama ebeveynleri saçma, sapan konuşma gibi gerekçelerle onları sustururlar, onlar da susar, 4 yaşından sonra da beyinleri yeniliklerle dolmaya başlar ve herşeyi unuturlar.
Bunu bilmeyen toplumlarda çocuğun konuşmalarına inanılmaz, susturulur ya da çocuk aldıran olmayınca kendisi susar ve unutur. Ancak olması gereken geçmiş hayatı hatırlamamaktır. Yoksa yeni bir sayfa hiç bir zaman açılamaz.
Çocuklukta Geçmişi Hatırlama
Geçmişin izi, çocuk rüyalarında. Geçmiş yaşam terapileri eğitimcisi Dr. Jeffery Ryan, dört yaşından küçük çocukların rüyalarında geçmiş hayatları gördüğünü söylüyor.
Uluslararası tanınmış Geçmiş Yaşam Terapileri eğitimcisi olan Dr. Jeffery Ryan reenkarnasyon ve geçmiş yaşam hatırlama fenomeniyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. “Konu reenkarnasyon olduğunda dört yaş altı çocukların rüyaları çok önemli. Çünkü 4 yaşından sonra geçmiş hayat anıları rüya gibi kolay bir yöntemle değil daha zor olan hipnoz ile ortaya çıkar” diyen Ryan insan zihninin yaralarına tutunma gücünün çok güçlü olduğunu ve bu yaraların insanın ruhuna işlediğini söylüyor.
** Bilimsel olarak reenkarnasyon var mı?
Reenkarnasyon bir doktrindir. Zamanın başlangıcından bugüne süregelen bir bilgi birikimidir. Fakat bilim henüz yeni yeni reenkarnasyonu ve onunla gelen bu bilgi birikimini araştırmaya başladı. Hep büyük filozoflar ve din bilginleri bu olgu üzerine tartıştılar. Şimdilik bilimsel olarak reenkarnasyon vardır denilemez. Fakat her geçen gün daha fazla reenkarnasyona uğradığını söyleyen insanın ortaya çıkması ve inanılmaz yaşanmış gerçeklerden bahsetmesi bu bilimsellik sürecini hızlandırıyor. İnsanların reenkarnasyon hikayeleri gitgide birbirine benzeşiyor. Tabi ki bu benzeşme bilimsel olduğunu göstermez ama bilgilenme sürecinin doğru ilerlediğini işaret eder.
** Reenkarnasyona uğrayanlardan özellikle çocukların geçmiş hayat “anıları” sık sık konuşulur. Neden?
Reenkarnasyon konusunda en fazla çocuklara dikkat edilmeli. Çocukların dört yaşına kadar geçmiş hayatlarındaki anıları genellikle rüyalarında gördüklerini Amerika’da bilimsel olarak gözlemledik. Dört yaş diyorum çünkü dört yaşından sonra çocuklar geçmiş hayatlarını ve bu hayatlarına ait anılarını unutmaya başlarlar. Dikkat edin rüyasında bu geçmiş hayat anılarını gören çocuklar bu “anılarını” mutlaka anlatır ve hatırlar.
Anlamaya Çalışın
** Nasıl?
Şöyle. ‘Anneciğim, babacığım geçen gece rüyamda şunu gördüm’ dediklerinde durup bu çocuk neden bahsediyor diye düşünmek gerekir. Bu durumda çocuklarla hemen bir diyaloga girilmeli ve rüya hakkında çocuğun detaylı konuşması istenmelidir. Tabii çocuğu bir yetişkin gibi sıkıştırmadan üzerinde baskı kurmadan yapmalıyız. Bir çok ebeveyn genelde şöyle der: Meraklanma çocuğum sadece bir rüyaydı. Bu çok yanlış. Aksine çocuğa ‘Bana biraz daha anlat ne oldu? Hiç isim hatırlıyor musun? Neredeydin? Ne yapıyordun?’ şeklinde soru sormak lazım. Özellikle dört yaş altı çocukların rüyalarını yani reenkarnasyon tabiriyle ‘anılarını’ gözardı etmemeli ve bu rüyalar hakkında konuşmalıyız.
** Bu konuşmaların çocuğa ne gibi bir faydası olacak?
Çocuklar bazen ‘anne ışığı açık bırakır mısın korkuyorum da’ gibi ifadeler kullanır. Neden korkarlar hiç düşündünüz mü? Acaba bu hayatta değil de geçmiş hayatlarında olan karanlıkla ilgili hatıraları mı gözlerinin önüne geldi? Buradaki fark çok önemli. Çocuklarla gördükleri rüyaları tartışmaya açmak ve akıllarını zorlamak işte bu yüzden gerekir. Bir çok ebeveyn çocukları bu konuları tartışmayı başladıkları zaman konuyu değiştirerek iyilik yaptığını zannediyor. Fakat yanılıyorlar. Çünkü çocukların rüyaları çok keskin ve basittir. Geçmiş hayatlarından izler taşıdığına inanmamız gerekir.
Anılara Dikkat
** Çocuklar geçmiş anılarını yani size göre bir önceki hayatlarını sadece rüya yoluyla mı açığa çıkarırlar?
Tabii geçmiş hayatından “anıları” hatırlamak çocuklarda hep rüya görme şeklinde olmaz. Reenkarnasyona uğradığı öngörülen çocuğun önceki hayatına dair direk hatırlama da olabilir. Amerika’dan yaşanmış bir örnek vereyim size. Üç yaşında bir erkek çocuğunu annesi okula götürüyor. Arabayla yolda giderken arka koltukta oturan çocuk annesine şöyle diyor: “Benim ne zaman boğulduğumu hatırlıyor musun?” Annesi önce “ne diyorsun sen” şeklinde bir cevap verdiyse de sonra “anlatsana ben tam hatırlamıyorum” şeklinde yumuşak bir tavır sergiliyor. Çocuk bir nehir kenarında tek başına oynadığını ve nehre giden bir şeyin peşinden kendisinin de gittiğini ve daha sonra boğulduğunu söylüyor. Öyle gözüküyor ki bu “anı” çocuğun eski hayatından bugünkü yaşamına bir hatıra olarak geliyor. Tabii burada önemli iki husus var. Annenin olayı deşmesi ve daha sonra bizlere başvurup bu olayın bilimselliğini sorgulaması.
** Reenkarnasyona uğrayanlar illa ölüm anını mı hatırlarlar?
Hayır. Örnek verdiğim çocuk bunu hatırlıyor olabilir. Fakat başkaları başka şeyleri anımsar ve onu anlatabilir. “Anılarınıza” dikkat edin. Bazen dünyanın daha önce hiç gitmediğiniz bir yerine gidersiniz ve size çok tanıdık gelir. Bunlar için kahin olmak gerekmez. Hepimizin hatıraları vardır.
O Ruhu Tanımak
** Örnekler de verebilir misiniz?
Mesela bazen biriyle tanışırsınız, kendinize çok yakın hissedersiniz ve ondan hoşlanırsınız. Bazısından ise hiç hoşlanmazsınız. Bu sadece o insandan elektrik alıp alamamakla açıklanmaz. Sizin bazı duygularınızı harekete geçiren bu elektrik geçmiş hayat “anıları” olmasın. İlginç değil mi?
** Ne yani biz o insanla başka bir zaman diliminde tanışıyor muyduk?
Reenkarnasyon doktrine göre bu senin ruhunun onun ruhunu tanıdığı anlamına gelir. Sözünü ettiğim salt aşk ilişkisi değil, geçmişte yaşanmış her türlü ilişki bu elektriklenmeyi sağlayabilir. Geçmiş hayat anılarının canlandığı bir başka örnek ise çocuklar ilkokula gitmeye başladıkları zaman göze çarpar. “Ben bunları daha önceden öğrenmiştim, o yüzden bir daha öğrenmeme gerek yok” gibi cümleler sarfeden çocuklar sıkça görünür. Bu çocuğun başka bir bedende can bulduğunun göstergesi neden olmasın.
** Peki yetişkinler geçmişlerine ait bilgilere nasıl ulaşabilirler?
Onlar rüyalarla değil hipnoz ile gidebilirler. Tabii anlık “anıları” dışında. Yetişkinler için reenkarnasyona uğramışlığın sorunlarının üstesinden gelmek için yeni bir alternatif terapi metodu sağladığına inanıyorum. Çünkü kişilerin derinliklerinde yatan sıkıntılar bu yaşamlarına değil bundan önceki yaşamlarına da ait olabiliyor. Yani geçmiş hayatlarıyla yüzleşmek alternatif terapi yöntemidir..
** İnsanları böyle bir terapiyle rahatlatıyor musunuz?
Evet. Derinlerdeki sorunların çözümü için hipnozla geçmiş hayatlarına götürüyoruz. Böylelikle sıkıntıların temelini oluşturan gerçeklikle yüzleştiriyoruz. Bazı bilinçler daimi reenkarnasyondadır. Hiç birimiz sınırlı sayıda hayat ile sınırlandırılmış değiliz. Yüzlerce kez dünyaya gelmiş olabiliriz. Bu da ruhumuzun yüklü olduğu anlamına gelir ki böyle bir durumda ruhları arındırmak gerekebilir.
9. BÖLÜM – PROF. DR. SÜLEYMAN ATEŞ’E GÖRE REENKARNASYON
Aydın bir din bilgini, yeniden doğuştan söz eden bir ruhiyatçıya “Oğlum, biz bu milleti, bir kerecik dirilmeğe inandıramadık. Siz eğer birkaç kez dirilmeğe inandıracaksanız hodri meydan!” demiş.  İlahiyatçı Prof. Süleyman Ateş`e göre Reenkarnasyon, olgunlaşamayan veya bu olgunlaşmaya zaman bulamadan bedeninden ayrılan ruhun, yine bir insan bedeninde bir kez daha dünyaya gelmesidir (Ateş, Kur`an Ansiklopedisi, c. 30, s. 237).  Ateş’e göre reenkarnasyonun gerçek olup olmadığı tartışma konusudur. Eğer bir şey gerçek bir vakıa ise İslâm onu reddetmez. Çünkü İslâm, gerçeklere ters hükümler getirmez.  Ancak İslâm bilginlerinin çoğunluğu reenkarnasyonu kabul etmezler. Ateş, Reenkarnasyonu savunanların çeşitli âyetleri görüşlerine delil olarak kullandıklarını dile getirmiştir.
Ateş`e göre, Kur`an`da Reenkarnasyon manasına gelebilecek âyetler mevcuttur. İhvan`ı Safa gibi bazı felsefi akım mensupları söz konusu âyetlerden bu görüşü çıkarmışlardır. Ateş, Razi`nin tefsirinde bu türlü yorumlara yer verdiğini, kimi zaman bu tür yorumları kabul ettiğini, kimi zaman da reddettiğini nakletmiştir. Ateş`e göre önemli olan, kıyameti inkâr etmemektir. Ona göre, Kıyamet inancı esas olduktan sonra bir insan tekrar denenmek üzere bir kez daha bedenleşmesi, İslam inanca aykırı değildir.
Tenasüh ve reenkarnasyon farkı
Ateş’e göre İslam`a aykırı olan “Tenasüh” yani reenkarnasyona benzeyen Hint inanışıdır. Ateş`in bu görüşlerinden de anlaşılan odur ki, Tenasüh ile Reenkarnasyon kimilerinin savunduğu gibi aynı şeyler değildir.
Ateş, cumhurun reddettiği Tenasüh ile Reenkarnasyonu birbirinden farklı anlamıştır. Çünkü Ateş`e göre Tenasüh; “kötülük yapmış olan kişilerin ruhlarının azap çekmek üzere hayvan bedenlerine girerek dünyaya gelmesidir.” Tenasühe göre hayat oku yönü aşağıya doğru dönüktür, insanın mevcudatta en yüksek mertebeye sahip olan insanlık makamından daha alt seviyedeki hayvanlık konumuna bir iniş anlaşılmaktadır. Ateş’e göre bu, Allah’ın koyduğu evrim yasasına aykırıdır. Çünkü insanlık mertebesine kadar evrimleşmiş bir ruh, bu mertebeden aşağı düşmez. Suçunu çekmek üzere yine insan bedenlerine geçirilir. Evrim geriye gitmez. Ateş, tenasüh anlayışını âyetlerin koyduğu evrim yasasına aykırı görmüş, bu sebeple insanlık mertebesine kadar evrimleşmiş bir ruhun, bu mertebeden aşağı inmesi savını kabul etmemiştir.  Suçlu ruh, cezâsını, sıkıntı çekeceği bir beden içinde dünyâya gelerek öder; sıkıntı çektikçe de olgunlaşır. Azâb, sıkıntı gibi gelen eylemler ve haller aslında ruhu olgunlaştırır; onun için çektiği azab, Allah’ın rahmetidir, fakat kul bunun farkında olmaz. (Ateş; İnsan ve İnsan Üstü (Ruh, Melek, Cin, İnsan), Yeni Ufuklar Neşriyat, Üçüncü Baskı, 1995, s.144, Kur`an Ansiklopedisi, c. 30, s. 236)
Ateş bu tanımlamalarla kendince Tenasüh ile Reenkarnasyon`un arasını net çizgilerle ayırmış ve Tenasüh inancını şiddetle reddetmiştir.
Ateş’e göre tenâsüh, yani bedeni içinde olgunlaşmayan ruhun, ceza çekmek üzere tekrar hayvan bedenlerine düşmesi Kur’ân’a ve gerçeklere aykırıdır, ama olgunlaşmayan veya buna vakit bulamadan bedenden ayrılan ruhun, yine bir insan bedeninde bir kez daha dünyaya getirilmesi klâsik tenâsüh değildir. Vâkıa Suresinin 57-62. âyetlerinde bu olaya işaret sezilmektedir:
“Sizi biz yarattık, biz! Tasdik etseydiniz olmaz mıydı? Akıttığınız meniyi gördünüz mü? Siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa yaratıcılar bizler miyiz? Ölümü aranızda biz takdir ettik. Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemiyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız. Yemin olsun, ilk yaratışı/yaratılışı bildiniz. Peki düşünüp ibret alsanız olmaz mı?” (Vakıa 57-62)
Ateş’e göre bu âyetlerde inkâr edenleri âhirete inandırmak için Allah’ın buna kadir olduğuna dair çeşitli kanıtlar verilmek üzere buyuruluyor ki: Siz yok iken ilk defa sizi biz yarattık. Sizi ilk defa yaratan, yeniden yaratamaz mı? Bunu düşünerek bizim ölüleri dirilteceğimizi doğrulamanız gerekmez mi? Akıttığınız menîyi yaratan da siz değilsiniz, biziz. Menîden insan yaratırız da ölenleri yeniden yaratamaz mıyız? Biz sizi menîden yarattık ve aranızda ölümü takdir ettik. Ne kadar isteseniz ölümden kaçamazsınız, bu hükmümüzü aslâ engelleyemezsiniz. Sizi ölümlü yarattık, belli bir ömürden sonra ölmenize hükmettik ki sizi benzerlerinizle değiştirelim ve sizi bilmediğiniz bir sıfat ve biçimde yeniden yaratalım. Ölüm, son değil, yeniden yaratılışa geçiştir. Siz ilk yaratışımızı bildiniz. Siz, hiç varlık âleminde değil iken sizi yaratıp şu dünyâya getirdiğimizi bilirsiniz. Böyle olduğuna göre sizi neden yeniden yaratmayalım? Bunu düşünüp öğüt almanız, yeniden yaratılacağınıza inanmanız gerekmez mi?
Ateş’e göre Vakı`a suresinin 61`inci âyetindeki, “Sizin yerinize benzerlerinizi getirelim” cümlesinden, ölen kuşakların yerine yine kendilerine benzer kuşakların getirileceği; yeniden yaratılacak insanın bedeninin aynı değil  benzeri olacağı “Sizi bilmediğiniz bir biçimde yaparız” anlamındaki ikinci cümleden  de  insanın başka bir bedende bilinmeyen bir biçim ve sıfatta yeniden yaratılacağı anlaşılır. Zira ona göre,daha önce geçen benzeri âyetlerle karşılaştırılırsa bu âyetlerden de kemal bulmadan tekamülünü tamamlayamadan ölmüş insan ruhunun, başka bir zamanda ve yeni bir bedene bilinmeyen bir bedene sokulup bedensel hayata getirileceği manası çıkarılabilir.
Olgunlaşmamış ruhların  bedensel hayata geri getirilmesiyle bedenden bedene geçen ruh bu bedenler içinde dünyanın ıstırabını, sıkıntılarını çekerek olgunlaşır. Bu gelip gitmeler ruhu pişirip olgunlaştırır. Her bedensel hayatta yapılanlar ruhun daha sonraki hayatının kaderini belirler. Olgunlaşan tekamül etmiş ruh bir daha bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaşmayan ruhlar olgunlaşıncaya dek yeni bedenlere sokularak dünyaya getirilirler. (Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri; c.9, s. 238 ).
Reenkarnasyon anlayışında, insanın ruhu ikinci bir kere başka bir bedende yeniden dünyaya gelecek ise, şöyle bir soru akla gelebilir: “Bu ikinci bedenlenme nasıl olacaktır?” Bu mukadder sorunun cevabı Ateş`e göre Vakı`a 62`inci âyette mevcuttur. Çünkü, yeniden yaratılacak insanın yaratılma eylemi “halk” fiiliyle değil, “inşaa” filiyle anlatılmaktadır. Ateş bu söylemden, insanın yeniden yaratılışının yine ilk yaratılması gibi hücrelerin bölünüp çoğalmasıyla olacağı yorumunu çıkarmıştır. Ateş`in böyle bir sonuca varmasının sebebi ise, “inşa” kelimesinin anlamlarından birinin yapı malzemelerini üst üste koyup binayı yapmak anlamına gelmesidir. İnsanın anne karnında yaratılma eylemi de bölünüp çoğalan hücrenin üst üste binerek inşa edilmesidir ki, Ateş`e göre, bu eylemin ifadesi için “inşa” fiili daha uygun düşmektedir. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 269).
Ateş, her ruhun Reenkarnasyon işlemine tabi tutulmayacağı görüşündedir. Bu anlayışının sebebi ise, mezkur âyetlerin olgunluk kazanmış mü`min insanlara değil; âhireti inkâr eden kemal bulmamış cehennem halkına hitap ettiğine inanmasıdır. Yani olgunlaşmamış inkarcı insanlar, olgunlaşmak üzere yeniden bedenlere sokularak yaratılacaklardır. Ateş`e göre bu takdirde ba`s, (yeniden bedensel hayata çıkarma, öldükten sonra dirilme) olayı kemal bulmamış ruhlara mahsus olabilir. Kemal bulmuş ruhlar, huld cennetine gittiklerinden bedensel hayata dönemezler. Zira Ateş`e göre, bedenden bedene geçen ruh, ancak bu bedenler içinde dünyanın ıstırabını ve sıkıntılarını çekerek olgunlaşır. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 269).
“Şunlar (Kureyş kâfirleri) de diyorlar ki: ‘İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz’.” (Duhân: 64/34-35)
âyetlerinde inkârcıların, ilk ölümden başka bir şey olmadığını söylemeleri kınanmakta ve onların yeniden diriltilecekleri anlatılmaktadır. Şimdi burada ilk ölüm’den başka bir şey olmadığı söyleminin inkâr tarzında anlatımından, ilk ölümden başka ölümlerin olduğu anlamı çıkar. Ama birçok ölüm, olgunlaşmamış ruhlar içindir. Onlar olgunlaş­tırılmak üzere yeniden bedenlendirilir, bu kez o hayatlarının ölümünü tadarlar. Fakat ilk hayatlarında olgunlaşıp cennete girme düzeyine gelen ruhlar, artık şu bildiğimiz maddî bedene muhtacolmadıkları için fiziksel bedene girmezler. İşte bu husus da cennetliklerin durumunu anlatan şu âyetten anlaşılmaktadır: “Orada, güven içinde, her meyveyi isterler. Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar (sürekli yaşarlar). Ve (Allah) onları cehennem azâbından korumuş­tur.” (Duhân: 64/55-56)
Ateş’e göre bu âyetlerde cennetliklerin ilk ölümden başka ölüm tatmayacakları, bulundukları cennette sürekli kalacakları belirtilir. Oysa cehennemde olan suçlular:
“Dediler: “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı?” (Mümin 11). demektedirler.  Ateş: “Demek ki onlar iki kez bedenlendirilmiş ve iki kez ölümü tattıktan sonra cehenneme düşmüşlerdir” görüşündedir.
Ateş bu âyetten cehennemliklerin iki kez bedenlendirilmiş ve iki kez ölümü tattıktan sonra cehenneme atıldıkları yorumunu çıkarmıştır. Zira ona göre, bu kadar geniş fırsattan sonra olgunlaşmayan insan da cehennemi hak etmiştir. Dünyada iki kere bedenlenmesine rağmen olgunlaşamayan kişinin ruhu cehennemde azaba çakıla çakıla olgunlaşacaktır. Çünkü her ruh olgunlaşmaya mecbur ve mahkumdur. (Ateş;Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c. 8, s. 68; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 270) Ateş`e göre bu izahlar âhireti inkâr değildir. Zaten o`na göre, suçlu ruh cennete giremez. Dünyada bu ruha bir kez daha fırsat tanınır. Eğer yine kemale erişemez ise cehennemde cezasını çekerek kemal`e erer. Zaten Ateş`e göre cehennem cennet gibi baki de değildir. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 271.). Her bedensel hayatta yapılanlar, ruhun daha sonraki hayatının mâhi­yetini çizer. Kötülüklerden korunan ve Allah’a ibâdetle olgunlaşan ruh, ebedîlik cennetine girer; bir daha, gerçekte azâb olan bu bedensel hayata dönmez. Ama olgunlaşmayan ruhlar, ölümlerinden sonra sorguya çekilir, belki bir süre ruhsal azâb ve ıstıraplara çarpılır, sonra olgunlaşabilmeleri için, Yaratan’ın dilediği bir zamanda, O’nun dilediği yer, dilediği toplumda, dilediği ebeveynler aracılığı ile dünyâya getirilirler ki olgunlaşabilsinler. Olgunlaşmanın tek yolu da Allah’a ibâdet ve güzel ahlâktır.
Bu ayet bazı insanların ikinci, üçüncü kez bedenlenmek üzere dünyaya geri gönderildiklerini gösteriyor. Bu ayete paragraf  ilaveler yaparak istedikleri anlamlara çekenlerin kendi kanaatlerini Kur’an’a sokmaktan başka hiçbir dayanakları yoktur.
“Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıklarında, orada haykırırlar: “Nerdesin ey ölüm!”Bugün bir ölüm çağırmayın, birçok ölümü davet edin.” (Furkan 13-14).
Belki de bu ayetlerde, dünyada olgunlaşıp, bedenin ölümünden sonra cennete giden ruhların, bir daha dünyadaki bedensel hayata dönemeyecekleri, fakat dünya da olgunlaşmadan bedenden ayrılan ruhların, bir süre ruhsal azaptan sonra bedene dönüp tekrar ölecekleri, ta ruh olgunluğuna erinceye dek birkaç kez bedensel hayata dönüp ölümü tadacakları; ancak olgunlaşmış olan ruhların bedenden ayıldıktan sonra cennetlere girip ölümsüzlüğe erecekleri anlatılmış olabilir. Bu ve benzeri ayetlerin zâhirinden bu mânâ anlaşılmaktadır.
Ateş, ayetlerin bir reenkarnasyon ihtimalini belirten ifadelerinin çeşitli tevillerle bu anlama gelmediklerini söyleyenleri de şöyle eleştirmektedir:
“İnsanlar, belli yönde şartlanmış olan kamunun tepkisinden çekindikleri için bazı ayetlerin açık anlamını tevil etme yolunu tutmuşlardır.” (Ateş; Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri c.8/s. 318 )  (tevil=başka anlamlar verme)
“Siz ölülerdendiniz. O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz. ” (Bakara 28 )
Reenkarnasyon taraftarları, kendi düşüncelerinin Kur`an`a aykırı olmadığını ispatlamak için bu âyeti kanıt göstermişlerdir. Çünkü, bu âyeti yorumlarken modern ilimin verilerine göre babanın belindeki sperma canlıdır. Bu âyet hakkında geleneksel tefsir yorumlarına bakacak olursak, “babanın belinde bulunan nutfe cansız ölüler gibidir” (Elmalılı c. 1, s. 248 ). Ateş ise bu görüşün aksine, modern ilmin ışığında âyeti yorumlarken, insanın babanın sulbünde sperm halindeki durumunu, ölü olarak nitelendirmemiştir. Zira, sperm de diridir ve boyutundan umulmayacak derecede bir canlılık ve harekete sahiptir. Gâyet bilinçli hareket eder. Ateş`e göre, bu sebeple “Siz ölüler idiniz” ifadesi, insanın tohum halini anlatmamaktadır. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 252).
Zira Ateş`e göre ruh ile beden birlikte yaratılmıştır. Bedenden önce ruhlar alemi diye bir yer yoktur. Bedenden önce ruhların yaratıldığı anlayışını Ateş, müfessirlerin kendi kafalarında önceden yerleştirdikleri düşüncelerin bir sonucu olarak görmüştür. O, ruhlar alemini bedenlerden önce yaratıldığı görüşüne karşı çıkmış, aksine bedenlerden ayrılan ruhların oluşturduğu bir alem olarak anlamıştır. (Ateş; Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c. 3, s. 412; Kur`an Ansiklopedisi, c. 18, s. 66.)
Nitekim bu konuya aşağıda değinilecektir. Ateş bu anlayıştan hareketle, ilk bedeninden ayrılan bir ruhun olgunlaşmak için ikinci bir bedene geçene kadar bulunduğu yere ruhlar alemi denebileceğini iddia etmiştir. Durum böyle ise yukarıda zikre geçen âyetti nasıl anlamak gereklidir? Ateş`e göre bu âyet, ruhun bedensiz durumunu anlatmaktadır. Yani bir bedenden ayrılmış (buradan kişinin dünyaya geldikten sonra ölmesi kastediliyor) ve olgunlaşmak için başka bir bedene girmek zorunda bulunan ruh, “ölü” olarak ifade edilmiştir. Yani onun bedeni ölmüştür. O ruh bir ölünün ruhudur. Ayrıldığı bedeni kastedilerek ona “ölü” denmiştir. Onun, yeni bir bedene sokulması, diriltilmesi demektir. O bedeninden ayrılması da ikinci ölümdür. Bu ikinci ölümden sonra tekrar “diriltilmeden” den söz edilmemiştir. Bu anlayışın sonucu olarak Ateş, “artık evrimini tamamladığı için ruhun yeni bir bedene girmesine gerek kalmadığını belirtmiştir.” (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 252).
Ateş`in bu âyet hakkındaki yapmış olduğu yorum, yani âyetteki “ölü idiniz” derken bu dünyada ölen kimselerin kastedilmesi daha doğru gibidir. Zira ölümün olması için ölümden önce bir hayatın olması lazımdır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Ateş`in “insan ruhu” dendiği zaman, ne anladığını kısaca incelemekte yarar vardır. Zira Ateş, meni hayvancıklarında ve yumurtada ruh`un varlığını savunur. Fakat onlardaki ruh sadece canlılık vasfını taşıma özelliğine sahiptir. Ateş ruhun bu çeşidini, hayvansal ruh olarak isimlendirmiştir. Yumurta döllendikten, hadislerde belirtilen süre içinde çocuğun organları teşekkül ettikten sonraysa, ruha melek tarafından insan bilinci üflenir.
Ateş bu görüşüne delil olarak da aşağıdaki âyeti kullanmıştır:
“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene. Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene ki,” (Şems 7-8 ).
Bu âyete göre Yüce Allah nefsi düzenlediği zaman henüz nefis, fücur ve takvasını, iyilik ve kötülüğünü ayırt edecek bilince sahip değildir. Ne zamanki düzenlenen nefis, insan biçimine konur, işte o zaman fücur ve takvasını idrak etme düzeyine gelmiş olur. Bu idrak Allah tarafından ona lütfedilir. (Ateş Kur`an Ansiklopedisi,  c. 20, s. 255).
Ateş`in bu izahın kaynağı ise yukarda değinildiği gibi “insana ruh üflenmesinden” ona bilinç üflenmesi anlamını çıkarmasıdır.
“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: “Rabbiniz değil miyim?” Onlar: “Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz.” demişlerdi. Şöyle de demeyesiniz: “Daha önce atalarımız şirke batmıştı. Biz de onların ardından gelen bir soyuz. Gerçeği çiğneyenler yüzünden bizi helak mı edeceksin?” (Araf 172-173).
Ateş bu âyetlerle ilgili olarak müfessirlerin âyetin ruhu ile hiçbir ilgisi bulunmayan açıklamalar yaptıklarını iddia etmiştir. Ateş`in bu iddiasının sebebi ise, bir kısım müfessirin bu âyeti “dünyaya gelmeden önce insanların, ruhlar aleminde Allah`ın kendilerinin Rabbi olduğuna şahitlik etmelerinden bahsettiği” şeklinde anlamış olmalarıdır. Bu gibi yorumlamadan klasik olarak bildiğimiz “Elest Bezmi” anlayışı doğmuştur. Ancak Ateş, bu anlayışa itiraz etmiştir. Çünkü ona göre müfessirler, kendi kafalarındaki düşünceyi âyete uygulamışlardır. Zira, âyette ruhlar alemine işaret yoktur. Kur`an`da insanın ruhunun bedeninden önce yaratıldığına dair bir ifade de mevcut değildir. Tersine insanın ruhu ve bedeninin birlikte yaratıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bedenden sonra ruhun yaşadığı ve tekrar bedenlendirileceği (ba`sedileceği) hususu, Kur`an`ın birçok âyetinde vurgulanmıştır. Ona göre, Kur`an`ın ba`s (yeniden bedenlendirme) ifadesinden ilk anda anlaşılan mana, âhirette insanın diriltilmesidir.
Fakat yine bazı âyetlerde geçen “ba`s”den “bedeninden ayrılmış olan ruhun, yeni beden içinde dünyaya getirilmesi” manası da anlaşılabilir. Eğer o âyetlerdeki kasıt bu ise, o zaman müfessirlerin ruhlar alemi açıklamaları uygun olabilir. Ateş`e göre yukarıdaki âyeti bu şekil de anlamakla ancak “ruhlar alemi bedenden ayrılan canların oluşturduğu berzah alemi” olarak anlaşılması doğru olacaktır. (Ateş; Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c. 3, s.413; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 257).
Ateş geleneksel anlayışa örnek olarak İbn Hazm`ın, “Ruhlar dünyadaki bedenlere girmeden önce akıllı varlıklardır. Allah dilediği yerde ruhları bulundurmaktadır. O alemden gönderilip meniden doğan cesetlere üflenen ruhlar, bedenin ölümünden sonra yine ilk bulundukları yere dönerler” şeklindeki görüşünü nakletmiştir. Ancak, İbn Kayyım el-Cevziyye`nin “Kitabu`r-Ruh” isimli eserinde bu konuyu izah ettiğini ve İbn Kayyım’ın, İbn Hazm`ın bu görüşünün Kitap, Sünnet ve icmada hiçbir yerinin olmadığını söylediğini nakletmek suretiyle bu konuda mütekaddim ulemadan nakillerde bulunarak da kendi görüşünü desteklemiştir. (Ateş;Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c. 3, s. 414; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s.263).
Ateş`in bu görüşlerinden Ruhlar alemini inkâr ettiği anlamı çıkarılmamalıdır. Zira Ateş, ruhlar aleminin varlığına inanmaktadır. Ancak bu, henüz bedenler yaratılmadan önce insan ruhlarının yaratılıp bulundukları yer değil, bedenlerden ayrılan ruhların gittiği yerdir. Bedenlerden önce ruhlar aleminin varlığı konusu hiçbir delile dayanmadığına göre, eğer hadisler sahih ise – ki Ateş, sahih olduğu kanısındadır- cenine üflenen ruh, bedenden ayrılan ruhların oluşturduğu alemden alınmaktadır. Ya da cenine üflenen ruh, cenine bilinç verilmesi anlamını taşır. Çünkü aşılanmadan itibaren cenin canlıdır. Öyleyse ona ruh üflenmesi, bilinç verilmesi demektir. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, C. 20, s.264).
Ateş’e göre Allah bu kâinâtın düzenini meleklerle yürütmektedir. İşte hadîste rahimde çocuğun yapısını oluşturan ve ona insan ruhu üfleyen melek, Allah’ın rahme koyduğu güç, üreme yasası olabilir. Müslim’in rivayet ettiği bir hadîs, rahme vekil kılınan meleğin, döllenen yumurtadaki üreme gücü olduğunu daha güzel ifade eder: “Nutfe (döllenmiş yumurta) rahimde kırk, yahut kırk beş gece kaldıktan sonra melek, nutfenin üzerine gelir, ‘Ya Rabbi, der, şakî mi olacak, sa‘îd mi?’ Şakî mi, sa‘îd mi olacağı yazılır. ‘Ya Rabbi, erkek mi, dişi mi olacak?’ Erkek mi, dişi mi olacağı yazılır. Yapacağı işler, eseri(eylemleri), eceli ve rızkı da yazılır. Sonra sayfa dürülür, artık ona bir şey eklenmez ve ondan bir şey eksiltilmez.” (Müslim, Kader: b. 1, h. 2).
Bu rivayetin son kısmında Kelâm tartışmalarının zuhur ettiği sıralarda zuhura gelen cebriye yanlılarının kokusu gelmektedir. Şayet bu mealdeki hadîsler sahih ise anne karnındaki cenîne meleğin ruh üflemesi, Allah’ın koyduğu üreme kanunu ile üreyen her hücreye ruhun nüfuz ve sirayetidir. Yani hücreler arasındaki iletişimin kurulması aşamasıdır. Yoksa anne karnında birkaç gün veya birkaç ay ruhsuz olarak gelişen hücrelere sonradan ruh üflenmiş değildir. Çünkü ruhsuz bir maddenin büyüyüp gelişmesi, çoğalması, hareket etmesi mümkün değildir. Rûh rahme düşen spermde ve yumurtalıkta mevcut yumurtada vardır. Fakat bunların ruhu, hayvansal ruhtur. Bilinçleri, hücre bilinci olduğu için henüz bunlardaki ruh, insan ruhu düzeyinde değildir. Bu kanun, hücreleri geliştirir, canlının iç ve dış organlarını, kafasını, beynini, kol ve bacaklarını, el ve ayaklarını, sindirim organlarını yapan hücrelerin, kendi aralarında toplanıp üremelerini ve bu organları yapmalarını sağlar.
Anne rahminde belli bir süre kaldıktan sonra cenîne ruhun üflenmesi de –Allah bilir,– organlarının oluşmasından sonra ona insanî bilincin verilmesidir. Zirâ cenîn, hücrelerdeki cüz’î bilinç ile değil, ancak kendini ve çevreyi kavrama kaynağı olan bu büyük bilinç ile insan sıfatını kazanır.
Bu bilinç verilince çocuk kendini bilmeğe, bilinçli olarak hareket etmeğe başlar. Bu şuur ile birlikte ona kabiliyet ve kapasitesi (yani kaderi) de verilir. Çünkü onun kabiliyeti, kaderi büyük ölçüde kendisine verilen bu bilince bağlıdır.
Menî hayvancıklarında ve yumurtada da rûh vardır, fakat onlardaki ruh, sadece canlılık vasfını taşır. Onlar sadece hücre bilincine sahiptir. Bundan dolayı aşılanma ile organları tam oluşmadan önceki ruhları, sadece canlılık anlamına gelen hayvansal ruhtur. Fakat yumurta aşılandıktan, hadîste belirtilen süre içinde çocuğun organları teşekkül ettikten sonra melek tarafından ona insan bilinci üflenir. İşte insânî rûh budur.
Buna göre cenîne ruhun üflenmesi, rahimde çoğalan, fakat henüz hareket kabiliyetine ulaşmayan cenîn hücrelerinin sentezine bağımsız ha­re­ket kabiliyeti, kendi başına oynama ve bağımsız bir varlık olarak davranma gücünün verilmesidir. Organları teşekkül edince hücrelerin birleşik bilinci, insanî bilinç haline gelir. İşte insana bu bilinci kazandıran rahimdeki İlâhî yasa, meleksel güçtür.
“Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Üstündür, bağışlayandır.” (Mülk 2)
Ateş, bu ve Bakara Suresindeki âyette hep ölümün hayattan önce zikredildiğine dikkat çekmiştir. Müfessirlerin ise, bu konuyla ilgili çeşitli izahlarda bulunduğunu ancak, bu izahların kesin bir kanıta dayanmadığını ve tahminden başka bir anlam ifade etmediğini dile getirmiştir. Ateş, “ölümle, bedenden ayrılmış ruhun yeniden bedenlenerek bedensel hayata getirildiğine işaret olunmuş ise, bu takdirde ölümün hayattan önce anılması son derece uygun ve anlamlı” olduğunu söylemiştir. Çünkü Ateş`e göre, insanın bu hayatından önce bir ölüm geçmiş, yani bu hayat bir ölümden sonra vaki olmuştur. Bu yorumdan hareketle ölümün önce anılmasında bir hikmetin olduğunu savunmuştur. (Ateş; Kur`an Ansiklopedisi, c. 20, s. 265.)
Anlaşılan odur ki, Ateş âyet hakkında yapmış olduğu yorumla, bu âyetin Reenkarnasyona işaret ettiğini ispatlamaya çalışmıştır. (Ateş; Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c. 9, s.527).
“Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: “Rabbim, beni geri döndürün; Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım.” Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Ötelerinde, dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” (Müminun 99-100).
Bir kısım müfessirler bu âyetin Reenkarnasyon inancını reddettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak Ateş`e göre, bu iki âyette ruhun tekrar dünyasal bedene döndürülemeyeceği manası çıkabilir ise de; ruhun hiç dünyaya dönmeyeceği değil, tekrar bedenleneceği zamana kadar bir geçit, yani bir ara zaman bulunduğu anlatılmaktadır. Âyette ruhun ba`s olunacağı kesindir. Ancak Ateş`e göre, bu ba`s hemen ölümün ardından değil, belli bir zaman aralığından sonra olacaktır. Ateş, âhiret bedenlenmesinin muhakkak olduğuna inanmakla birlikte şu soruyu kendi kendine sorar: “Acaba bu âyette olgunlaşmamış ruha bir kez daha dünyada bedenlenme fırsatının verileceği anlatılmış olamaz mı?” Ateş bu ihtimalin her zaman için var olduğunu savunmuştur.
“Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi. Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkarışla tekrar çıkarıyor.”  (Nuh 17-18 )
İnsanı temelde topraktan, çeşitli aşamalardan (bitki-sperm-insan aşamalarından) geçirerek yaratan Allah, ölümle tekrar toprağa döndürür; ama aynı olguyu tekrarlar. Dikkat edilirse burada hitap edilen insanlar, inanan insanlar değil, Hz. Nûh’un hitap ettiği, irşada çalıştığı müşrik insanlardır. İşte onlara hitaben: ‘Sonra sizi tekrar toprağa döndürüyor ve birkez daha ondan çıkarıyor’ buyuruluyor. Müşrik, suçlu insanın, cezasını çekip olgunlaşmak üzere yeniden topraktan çıkarılıp yaratılacağı belirtiliyor.
Bu anlatımda iki ihtimal vardır. İnsan, kıyamette yeniden bedene sokulup topraktan çıkarılacaktır. Müfessirlerin büyük çoğunluğunun kanaatine göre, haşr, şu toprak üzerinde olacaktır. Bu taktirde ayette bedenden ayrılan insan ruhunun, yeniden bedene sokulup, haşrın olacağı bu dünyaya yeniden getireleceği anlatılmıştır. Bu ikinci anlamı güçlendiren birkaç ayet vardır. (Ateş; Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c.10/s.83)
Ateş’e göre
“Biz yarattık onları ve kuvvetli yaptık bağlarını/eklemlerini. Dilediğimizde benzerleri ile değiştiririz onları.“ (İnsan 28 )
ayetinde de tekrar bedenlenmeye işaret vardır.
“Bir spermden yarattı onu, ölçülendirip biçimlendirdi…Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu: Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu.” (Abese 19-22)
‘Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz‘ (Nisa 56)
ayeti, ünlü İslamî düşünce ekolü İhvânu’s-Safâ  tarafından tekrar bedenlenmeye delil olarak değerlendirilmiştir. (Ateş; Yüce Kur`an`ın Çağdaş Tefsiri, c.8/s.202). Ateş bir TV programında reenkarnasyon yok diyenlerin bu ayeti nereye koyacakları sorusunu sormuştur.
10. BÖLÜM – PROF. DR. YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’E GÖRE REENKARNASYON
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, 16.12.2011 tarihinde ShowTV‘de “Saba Tümer İle Bugün” programında reenkarnasyon hakkında bakın neler diyor:
Reenkarnasyon, dünya boyutunda, dünya planında tekamülünü tamamlamamış ruhun veya benliğin taşıdığı bedenden ayrıldıktan, öldükten sonra tekrar başka bir bedende tekamülünü tamamlamak üzere dünya planına gelmesi, gönderilmesi inancıdır. Ama bunda geriye gidiş yoktur, yani insan olarak gelmiş bir varlık reenkarne olduğu zaman hayvan olara, papatya olarak veya yılan olarak gelmez, insan olarak gelir. Geriye adım atma yok. O tenasüh inancında var. Daha aşağı varlık olarak dönmek Hint sisteminde. Reenkarnasyonda yoktur. O insan olarak gelmiş, kendisine verilen krediyi layıkıyla değerlendirememiş, tekrar gelecek, tabi o geliş keyif yapmak için değil. Izdırap çekerek onu tamamlayacak. Bunda din de renkarnasyon inancı da müttefiktir. İnsan tekamül etmeye mecbur ve mahkum bir varlıktır. O tekamül tamamlanacaktır. Büyük Sufi Kuşadalı İbrahim diyor ki “sen bu alemda  dik yokuşta bir yere geliyorsun rahatlamak için geriye dönüyorsun, yanlış yapıyorsun, tahammül et, yokuşu çık, geriye gittin mi bir daha çıkacaksın o yokuşu. Keyif yapayım diye geriye yürüme. O yokuşu sana tamamlatacaklar.” Reenkarne olanlar o yokuşu bitirememiş. Bir zirve koymuş yaratıcı. “Buraya geleceksin” diyor. Geliyor, olmamış, ölüyor, gidiyor alem-i berzaha, ara aleme, bakıyor ki vaziyet kötü, bir daha bir iki, mesela bir ayette diyor ki “iki defa geldik tamamlayamadık, bir kere daha bizi gönder de tamamlayalım”. “Yok gidemezsiniz daha” diyor. İşte haşir inancı burada devreye giriyor. (Not: haşir veya haşr kıyamet gününde toplanma inancı. B. Pakman) Reenkarnasyon da haşir’e inanır. Tenasüh gibi değildir. Ahiret inancı reenkarnasyona inananların büyük kısmında vardır. Ne diyor? “1 defa, 3 defa geldi, opsiyonların hepsini berbat etti, fırsatları.” Bu defa bunu cehenemde tamamlayacak. Cehennem de tekamülü tamamlamanın  bir aracıdır. Allah kimseye azap ederek  zevk almıyor. Bir defa gelmiş, bir daha gelmiş, belki bir daha gelmiş, bilmiyoruz. Olmamış. İnat. O inadı Cehennemle kılacaklar. Cehennem de Allah’ın bir tekamülüdür.Video 1
Kur’an da reenkarnasyona olumlu bakan 30 a yakın ayet var. Reenkarnasyona inananlara göre tekamülde reenkarnasyonun yeri çok büyük, daha doğrusu reenkarnasyon tekamülün bir aracı. Sistem böyle kurulmuş. Hem İlahi Adalet, yaratıcı Adalet hem de insanın tekamülü bu sisteme ayarlanmış reenkarnasyona inananlara göre. Tabi müslüman dünyada da buna inananlar var, çok büyük düşünce alimleri. Özellikle sünni ekolde reenkarnasyonu kabul etmeyenlerin kaygısı şudur: biz bu reenkarnasyonu kabul edersek ahiret, haşir inancı zarar görür, güme gider. Halbuki gitmez. Tenasühe inandığın zaman gider. Kaldı ki bazı müfessirler var, ki Süleyman Ateş bunlardan biridir, Kur’an’daki ahiret ve haşr inancını reenkarnasyonla izah ediyor. Yani bırakın reenkarnasyonun ahiret inancını reddetmesini tam tersine renkarnasyona inananlara göre reenkarnasyon ahiret ve haşr inancını takviye ediyor. Müteşabih konular hüküm vermeye müsait değildir (Not: müteşabih; yorumlanmaya ihtiyaç duyulan. B. Pakman). Herkes düşüncelerini söyler. Düşünme egzersizi yapacaksınız, ama hüküm vermeyeceksiniz. Ahirete ilişkin bütün meselelerde bu böyledir. Nereye hüküm veriyorsun? Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi: “Kim gitti geriye döndü ki bize anlatsın?” Ama iman konusu olarak ölümden sonra dirilme var. Biz buna inanacağız. Nasıl? Bilemiyoruz. Bilemeyiz. Kur’an diyor “buna bir iman konusu olarak inanıyoruz”, reenkarnasyon da bunun içinde. Madem ki ahiret alemi müteşabih, biz bunları bilmiyoruz. Reenkarnasyonla bunu izah edenlere  ne hakla “siz yanlış yapıyorsunuz” diyorsunuz, diyeceğiz? “Ha biz böyle alıştık, bize böyle söylendi”. Bize şöyle söylendi diye birşey yok. Kardeşim Kur’an’ın verileri ortada. Bırak herkes düşünsün, düşündüklerini söylesin. Ahirete inanmıyorsa bir adam, “ben ahirete inanmıyorum” der. O zaman da biz ona “sen İslam dininden çıktın” deriz. Reenkarnasyona inananlar böyle demiyor ki? Onların ahiret inancıyla bir alışverişi yok, bir sıkıntısı yok. Bir izah tarzıdır diyorlar. Bu da ahiretin bir izah tarzıdır. Şimdi Süleyman Ateş sayfalar yazmış bu konuda. ve ahireti, cenneti, cehennemi reenkarnasyon ile izah ediyor. Koca bir ilim adamı. Sen şimdi “Süleyman Ateş ahirete inanmıyor, inkar etti” mi diyeceksin? Diyor ki “Kur’an’ın verileri bunları konuşmamıza müsait”. Ben de diyorum ki hüküm vermeden bunları konuşabiliriz. Ne diyeceksin başka? Ömer Rıza Doğrul aynı şeyi söylüyor. Geriye gidin, koca İhvan-ı Safa insanlığın düşünce tarihinde muhteşem bir ekol. İnanıyorlar. Sufi sistemlerin bir çoğunda var. Tasavvuftaki devir nedir? Neden devir nazariyesi? Bir başka ifade şekli. Mevlana’da da reenkarnasyon var. Hatta bir yerde diyor ki: “İnsanoğlu bir kere doğar. Nihayet 2 kere doğar. Ben defalarca doğdum.” Tekamülde çektiği ızdırabı, katettiği berzahı, katettiği mesafeleri kasdediyor. Yani ben şimdi ilmihal kitabına öyle koymuş diye siz asırlar ve asırlar boyu insanlığı buna mı talim ettireceksiniz? Adam “ben ahirete inanıyorum”. Amenna. Bunda benim hiçbir tereddütüm yok. Ama nasıl? Nasıl konuşulduğu zaman “reenkarnasyonu da konuşuruz” derse ne diyeceksin? Bırak konuşsun.
Ahirette hesap konusunda hayat nimetinin karşılığını verdin mi? Ana soru bu. Hayat nimetinin karşılığını vereceksin. Bunu vereceksin. Bu öyle iki rekat namazla veya efendim, akşama kadar tesbih çekmekle, böyle olmaz. Hayat nimetinin karşılığını vermek bir bütündür. Eee şimdi adam hayat nimetinin karşılığını bırak sahip olduğu mülkün asgari paylaşımını ifade eden zekatını vermiyor….
** Soru: Reenkarnasyonu yaşayan bir insan önceden erkekse reenkarnasyon ile bayan olabilir mi? Cinsiyet değişir mi?
YNÖ: Olabilir. Cinsiyet önemli değildir. Ruhta cinsiyet yok. Ama tekamülün seyri bakımından büyük oranda aynı cinste gelinir ki kaldığı yerden devam etsin. Yani bıraktığı eksiğe göre cinsiyet değişebilir.
Amerika’da bir hanımefend işey bakmıştı, el şeylerinde, zorla tuttu yakaladı bakacağım dedi. E bak bakalım dedim. Benim bundan önceki hayatlarımdan birinde ben Suriye dolaylarında bir kumandanmışım. Bakar mısın? Üç tane hatunum varmış ama birini hep savaşlarda yanımda taşırmışım. Bakar mısın? … Savaşlarda bile. Nerde o hatun şimdi merak ediyorum ben. Şimdi o mesela reenkarne olup gelmişse, e neler vermem ben onu görmek için… Üçüncü gelişim olduğunu öğrenince falcıdan, bayağı şey yaptım, yahu biz de kendimizi zeki sayardık yani bir defada tamamlarız bu işi diye…Ben şu geldiğim planda, şu gün insan olarak misyonumu, görevlerimi nasıl yerine getiririm onu düşünüyorum. Ama tabi kafama o takıldı. Şimdi o savaşlarda yanımda taşıdığım hatun neyin nesidir, nerdedir?  Onu taktım kafaya… Esmer, çukulata rengi dedi. Suriyeden bahsediyoruz: Ne olacaktı?…Yani merak ediyor insan… Anlatan Morgan diye bir zenci ama çok meşhur birisi…
** Soru:..Artık bir daha gelmezsiniz siz belki de.
YNÖ: Bilmiyorum. Bana sorsan gelmem. Dünyada bu kadar rezillik varken. Bundan sonra daha rezil olacak bu dünya. Niye geleyim? Video 2
** Twitter kanalıyla gelen soru: Bir ana rahminden önceki durumu bir de kabirdeki hali, hepsi iki ölüm iki diriltmedir, reenkarnasyon yoktur.
YNÖ: Ben onun neyi sakız gibi çiğnediğini anladım. Güzel ifade edememiş. Şimdi Kur’an’da “Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Bir üçüncüsüne imkan yok mu?” diyorlar. Cenab-ı hak da “Hayır bu kadar” diyor. “Bundan  sonrasını cehennemde tamamlarsınız” O ayette diyor ki ordaki ölüm, işte bu Bakara 28 dekini, oradaki ölüm dünyaya gelmeden önceki haldir.
(B. Pakman Not. Soruyla ilgili Kur’an ayetleri:
“Dediler: “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı?” (Mümin 11) 
“Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz?! Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara 28 )
Bu tam bir saçmalıktır. Bunu nasıl söylüyorlar? Ayıp diye bir şey var. Bir defa ölümden söz etmek için hayata gelmiş olmak lazım ki öleceksiniz. Dünyaya gelmemiş bir varlığın ölümünden hem de iki defa, üç defa söz edilir mi? Yahu bunlar kafayı mı yemiş?  “Emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni – bizi iki defa öldürdün iki defa dirilttin” diyor. Dünyaya gelmemiş varlığın ölümünden söz edilir mi? Dünyaya  gelecek, ölecek, bir daha gelecek, bir daha ölecek, onu diyor Kur’an. “O ana rahmindeki durumudur da ordan değil”. Ana rahmindeki cenin ölü müdür ya? Ölümden söz etmek için dünyaya gelmek lazım. Bu saçmalığı bir matahmış gibi habire tekrarlayıp durmasınlar. Ayıp oluyor…Kur’an’ı Kerim reenkarnasyona açık ifadeler taşımaktadır, otuza yakın ayet var. Ama hüküm veremeyiz çünkü müteşabihtir (Not: Müteşaibih: Yoruma açık. B. Pakman). Ahiret inancını bir iman olarak koruruz, onun izahı sadedinde reenkarnasyon da devrede olabilir bir ihtimaldir deriz. Bu kadar.
** Twitter kanalıyla gelen soru: Zaman zaman dejavu yaşamak reenkarnasyon alameti midir? (Not: Dejavu: Bir yeri daha önce görmüş olma veya bir olayı daha önce yaşamış olma duygusu. B. Pakman)
YNÖ: Olabilir. Dejavu değil transa veya hipnozla bilincin alt, aşağı kademelerine indiriliş insanlar fotoğraf verir gibi milimetrik ayrıntılarına kadar önceki hayatlarında yaşadıkları şeyleri anlatıyorlar. Literatürde bunlar doludur. Doludur. Mesela denizden korkuyor adam. Niye korkuyor? Suya girmekten korkuyor. Karadenizli. Denizin kenarında doğmuş, büyümüş. Babası, anası, yedi sülalesi. Suya sokamıyorsunuz ayağını. “Bana Hazreti Süleymanın hazineleri şurada var deseniz” diyor adam, ben bunu bizzat dinledim, “diz kapağımdan yıukarı geçen bir suya ben girmem”. Şimdi hipnozla indiriyorlar şuuraltına, arka dönemlere geçiriyorlar. Bir yere geliyor, feryat, figan. Boğularak ölmüş. Boğularak ölmüş. Oraya geldi mi onu yaşıyor ve aynen yaşıyor onu. Yaşıyor yani kapı numalararına kadar eşiklerin mermerlerine kadar, kapının tokmağına kadar, yüz sene, yüzelli sene geçmişi, oraya indiriyorlar hipnozla, veriyor bunları sana. Bunları kaldırıp atamazsınız.
** Soru: İlk kayıtlardan itibaren bir de, oralara falan da gidebiliyorlar. Değil mi?
YNÖ: Tabi ki daha gerileri de olacaktır bunun ama bunu hipnozla ne kadar temin edersiniz? Bunlar kolay işler değil. Ben ona bakmıyorum. Ben kutsal metnin verilerine bakıyorum. Kutsal metin bunun mümkün ve muhtemel olduğunu en azından veriyor. Ben şimdi seleflerimin olmaz diyenlerine de hakaret eder gibi “yok efendim onlar yanlış demişler vardır bu” böyle bir edepsizlik yapmam. Kur’an bunu en azından muhtemel olduğunu bizim önümüze koyuyor. Herkes birbirine saygılı olsun. Ahiret inancını koruyan insanlar reenkarnasyondan bahsedebilirler ve onları da dinlemek lazım. Bu da fasafiso değildir. Bu kadar. Ama hüküm-müküm olmaz.
** Soru: Peki bütün dinlerde reenkarnasyon inancı var mı?
YNÖ: Hayır. İslamiyette resmi akide reenkarnasyonu kabul etmez. Hıristiyanlıkta da kabul etmez. Ama bütün dinlerin mensupları içinde reenkarnasyona inanan büyük bir yekun var. Ama Hint sistemlerinde reenkarnasyon hem de tenasüh mertebesinde kabul edilir. Hayatın esasıdır. Ha o tenasuh dedik. Onu da bir kurcalayalım. Yani Kur’an’da nelerin olduğunu herkesin bilmesi lazım. Kur’an bizim bildiğimiz. bize belletilen yedi sekiz ayetten ibaret değildir. Kur’an 6300 küsur ayetten ibarettir. Onların hepsinde ne olduğunu herkesin bilmesi lazım. İlmini yapmak ayrı birşey ama konu olarak bilecek. Mesela Kur’an kötülükler, aşırı kötülükler, zulümler yaparak lanetlenmiş insanların maymuna, domuza döndürüleceğini söylüyor. Al bakalım şimdi. Nerde reenkarnasyon. Çıplak baktığınız zaman bu doğrudan doğruya tenasuhdur. Hint sistemindeki tenasuhun Kur’an’daki ifadesidir. Ben tenasuha hiç inanmadığım için bu ayetleri ben de “bunlar mecazi manadadır” diye tevil etme yönüne gidiyorum ama birisi çıkar da “kardeşim ne zorluyorsun sana bunları tevil etme yetkisini kim veriyor, ben tevilsiz kabul ediyorum”. Mesela demin şeyden bahsettik ki o bağlamdadır. Maun suresinde o ayeti değerlendiriyorum. Hükmi domuzlar dedik. Hükmi domuz insandan olur. Domuz zaten domuzdur. Allah’ın zavallı hayvanı. Ne suçu var. Hükmi domuz dikkat çelicidir. Çünkü o insandan oluyor. Diyor ki. bak bak bak. Tabire bak. “Allah kimi lanetlemişse, işte şu şu kötülüklerinden dolayı, ona gazap etmişse onlardan” diyor “maymunlar, domuzlar ve firavun uşakları yaratır”. Bu Kur’an’da ayet bunu ordan yok edemezsin. Şu şu şu melanetleri işleyen ve Allah’ın lanetine çarpılan hükmi domuzlar diyor, hükmi domuzlar, Allah tarafından maymuna ve domuza tebdil edilir. Diyorlar ki bunla roldukları yerde domuza döndürülmüştür. Eski devirlerde vardır. Ne eski devirleri? Ya, şimdiki insanlardan bahsediyor. Yalan söyleyerek zorla Kur’an ayetini saptırmayın. Eski, meski yok. Şimdiden bahsediyor. Bugün geçerli o ayet. Bugün biz durup durken bir adamın maymuna, domuza döndüğünü görüyor muyuz? Birden domuzlaşırmış o. Taşlaşarak domuz olurmuş. Hayır böyle birşey yok. Bu doğrudan doğruya, ha ben de zorlayarak diyorum ki onlarda domuz ve maymun huylarını geliştirir. O manadadır. Ama Allah biliyor benim de içime sinmiyor. Hükmi domuzlar gerçekten domuz olarak dünyaya gelsin, benim içime sinen bu. Ama ben bunu bir hükme dönüştürerek Kur’an tenasuhe de cevaz verir demiyorum. Seleflerime saygım yüzünden demiyorum. Ama Kur’an ayeti  orda. Şu şu şu kötülükleri yapmış hükmi domuz olmuş adamları diyor Allah maymuna ve domuza döndürürüm. Biz bu alemde Sünnetullaha değişmez olan Sünnetullahın değiştiğini ve bazı insanların durduğu yerde domuza ve maymuna döndüğünü hiç görmedik. Tarih böyle bir şeyi kaydetmiyor… Maide’de sanki tenashühü doğrudan tarif eder gibi.  Şu şu şu kötülükleri yapanlar diyor. Sonra diyor ki onlardan daha beterini size haber vereyim. Maide suresi 59 dan 62 ye kadar okumak lazım. 60 ayet şöyle: “De ki, Allah katında ceza olarak bundan da kötüsünü size bildireyim mi?” Kötülük yapanların cezalarından bahsediyor, geçiyorum onları, bundan daha kötüsü var diyor. Bakın cezadan celandırmadan bahsediyor. Mecaz, mecaz. Zaten şu ifade bu ayeti  mecazi manaya almaya engeldir. “Allah’ın lanetlediği üzerine gazap indirdiğidir o.” Şimdi açıyor bunu. Allah’ın lanetleyip üzerine gazap indirdikleri kimlerdir? Şimdi Maun suresine ben bunu niye koydum? Çünkü orada da lanetlenmiş bir güruhtan bahsediyor. Allah’ın lanetlediği insanların nasıl bir akıbete uğrayacaklarını hükmi domuz haine geldikleri için bu ayet o müfesser ayetleri burada müfessir olarak tefsir ediyor. Kur’an’ın bazı ayetleri bazı ayetlerini tefsir eder. Bu da müfessir bir ayettir. Bak ne diyor? “Allah böylelerinden maymunlar, domuzlar ve tağut uşakları yapmıştır. İşte bunlardır yer bakımından aha kötü, yolun denge noktasını kaybetme bakımından daha sapık olanlar.” Siz şimdi bu kitabın, “efendim  reenkarnasyona nasıl bakıyor?”u soruyorsunuz. Şunu çıplak okuyan bir adam ne diyecektir? Evet Kur’an’ı okumak lazım. Bizim küçücük zavallı hafsalamıza Kur’an’ı sıkıştırmaya kalkmayalım. Musa Carullah’ın muhteşem bir sözü var. O da büyük İslam alimidir. Diyor ki “Bazı insanlar kendi hafsalalarını büyüterek İslamı kavramak yerine İslamı kendi küçük hafsalalarına sığdırmak için küçülttüler. Başımıza ne geldiyse bu yüzden geldi” diyor. Adam ezberlemiş, bir at gözlüğü takmış, ağzını açtın mı “künahdur”. “Ağzını açtın mı künahdur”.  Künahdur, künahdur, künahdur, künahdur.  İslam dinini bir künahtır at gözlüğüne döndürdüler. Kim müslüman olursa o gözlüğü takacak ve ondan sonra da Kur’an ne olacak peki?
Yaşar Nuri Öztürk’ün (YNÖ) 13.04.2012 tarihinde Show TV’de “Saba Tümer (ST) ile Bugün” programında, reenkarnasyon ile ilgili görüşleri:
Cenab-ı hak insan yapısını kodlamış. 150 yıla kadar yaşayabilir. Bunu 150 yılın altına çekmek insanın davranışlarıyla ilgili bir hadisedir. Yoksa Cenab-ı Hak zalim mi? Sana şu kadar yıl, ona şu kadar yıl, buna bu kadar yıl. Niçin, sebep ne? Herkese aynı yıl vermiş, 150 yıla kadar yaşayabilirsiniz, gerisi size kalmış. Değişmez kanun kader budur. Allah herkese göre bir kader takdir ederse Allah zalim olur. Emevi zalimleri kendi zulümlerini kapatmak için, Arap Emevi kodamanları, Allah’ı zulümlerine alet ettiler, bu kader kavramıdır dediler.
** Hocam peki mesela hani anne karnında ölen bebekler var veya doğduğu anda ölen bebekler var onlar ne oluyor o zaman?
Onu bilemem, ben onu. Yalnız ben orada reenkarnasyonun mutlaka devrede tutulması gerektiği kanaatindeyim kanaat-i acizem odur. Reenkarnasyonu dışlayarak hayatı izah edemezsiniz. Benim kanaatim bu. Hintli bunu sekiz bin yıl önce bulmuş. Biraz aşırıya götürmüş olabilir ama kutsal metinler bunu düzeltiyor. Yani reenkarnasyon yoktur, ahiret inancına aykırıdır filan” ya git şurdan ya. Ne aykırısı? Ahiret inancının en büyük takviye edicisi reenkarnasyon. Bu reenkarnasyonu ileriki zamanlarda insanlık ciddi biçimde gündeme alacaktır. Bunsuz hayatı izah edemezsiniz.
** Eee tamam o zaman bebeğin mesela ölmesinin reenkarnasyonla alakası var mı?
Var.
** Anlatın.
Ben, onun izahının hepsini ben yapamam. Yani külli adalet sistemi, ilahi adalet reenkarnasyonla ciddi biçimde bağlantılıdır. Eski hayatlar yeni gelişleri etkiliyor, şekillendiriyor. Kur’an diyor ki bunu hatırlama imkânını sizden aldık. Hatırlarsa o zaman bunun hiçbir kıymeti kalmaz. Haa… ben eski hayatımda şöyle yapmıştım, şimdi… yok öyle yağma. Li keyla ya’leme min ba’di ilmin şeyyan diyor (Bülent Pakman’ın notu “ilimden sonra birşey bilmemesi için” Nahl 70)
** Onun için mi mesela helalleşilir hocam?
Gayet tabi. Siz adam gibi yaşamanın önünüze konmuş evrensel şartlarına uarak yaşayacaksınız. Eski şöyleydi, böyleydi ama lütfen, Allah zulüm mü yapıyor bazı insanlara ya? Biri orda doğuyor, biri burada doğuyor, biri kör doğuyor biri kötürüm doğuyor, öbürü malul doğuyor, öbürü sefalet içinde. Bir Fransız yazar okumuştum, Krono Üniversitesinde Profesördü, eserinin son cümlesi şuydu: doğunun yoksul ülkelerinin külleri içinde heba olup giden Beethovenları, Schopenleri görüyorum ve içim sızlıyor diyor. Bak. Allah adildir. Ahret denen bir yerde mahşerde milleti bir meydanda toplayacaklar, bütün insanlığı, ve orada bir terazi kurulacak ve herkesin orda … ya Allah’ın sünnetullah diye kanunları var bunlar orda da işliyor burda da böyle bir şeyin olacağına kafanız basıyor mu? Bunlar müteşabih kavramlardır. Hesap sorulacak, nasıl sorulacağını Allah biliyor, işte reenkarnasyon bunun nasıl sorulduğunun izahlarından biridir. Ha biri derse ki kardeşim hesap sorulacak ama reenkarnasyonu falan bu işe karıştırma, bu başka bir şekilde olacak bunu bilmiyoruz, eyvallah başım üstüne ona da bir itirazım yok.
** Peki hocam şimdi bütün hayatlara dair mi hesap sorulacak yoksa öteki gelişler mesela bir takım gelişleri telafi etmek için mi?
Kur’an’dan bakıyorsak ki burda öyle bakıyoruz, Kur’an her yaratılan ruha, gönderilen her ruha bir kredi veriyor.  Kur’an’ı adam gibi okumadılar ki. Kur’an’ın şaşmaz milimetrik sapma yapmayan ilahi bir insicamı sistemi var. Onu Kur’an istediği gibi okuduğu zaman bulursunuz onu. Allah’a bin şükür ben onu bulanlardan biri olarak görüyorum kendimi. Şimdi Kur’an diyor ki her insana, her ruha bir kredi veriyorum ben. Bu kredinin adı ömür. Kur’an’da geçiyor. Bu krediyi adam gibi kullanan bir kere gelir kullanır hakkını verir gider ve öbür alemlerde devam eder. Krediyi ihlal eden, krediye ihanet eden, kredinin haklarını çiğneyen, icaplarını yapmayan faturayı ödemek üzere tekrar gelir. Yine olmadı bir daha gelir. Olmadı bir daha gelir. Kur’an iki, üç gelişten bahsediyor. Gelir, faturayı öder.
** Sonuncuyla mı ödeniyor, yani?
Faturayı ödeyene kadar gelir.
** Ha, haaa.
Faturayı nasıl ödeyecek? Bu dünyada çektikleriyle. Yani Allah’tan fazla merhametli olmaya da kalkmayın denmiştir. Bu ne demek biliyor musunuz? Siz sahip olduğunuz imkanların hakkını verip insanlarla paylaşacaksınız, onlara yardımcı olacaksınız, bu sizin kredinizi adam gibi kullanmanızın icabıdır. Fakat. Ya Allah da amma yanlış yapıyor, nedir bu sefalet, ben bunları düzelteceğim filan diye böyle Allah’a  posta koymaya kalkanlar da var. Hayır efendim orda dur bakalım. Adam geçmişte yaptıklarının hesabını burada ödüyorsa sen bunun önüne hiç set çekemezsin. Dolayısıyla…
** Siz bu sefer niye geldiğinizi biliyor musunuz hocam?
Ben… ben ikinci sefer mi geldim, kaç sefer geldim, niye geldim, bilmiyeceksiniz diyor. Bilirseniz bunun hiçbir espirisi kalmaz.
** Ama hayır, şimdi mesela yaşam amacınızı bulmak, ne bileyim ben onu bir şekilde değerlendirmek, deneyimlemek filan… Ne olmuş olabilir sizin gelme sebebiniz mesela? Nedir misyonunuz?
Valla bilmem. Amerika’da Morgan’ın bana dediğine göre üçüncü gelişim benim. Demek ki ben de birtakım haltlar işlemişim, yanlış yapmışım.  Bundan önceki hayatımda Suriye dolaylarında büyük bir kumandan…
** Hocam niye zaten üçüncü gelişte bu şekildeyseniz bence iyi bir şey kaç kere gele.. yani ne kadar çok gelirsen o kadar iyi derler.
Niye adam gibi gelip… gerçi büyük Mevlana  diyor ki insanoğlu bir kere, nihayet 2 kere doğar. Bense defalarca doğdum diyor. Şimdi bir de bazı ruhların gelişleri kendilerinin hatalarını tamirden çok hemcinslerine ışık tutmaya yönelik olabilir.
** Hocam peki daha önceki gelişlerinizde neymişsiniz?
Son gelişimde ordu kumandanı, 3 hatunu olan ve hatunlardan birini devamlı yanında taşıyan…
** Gene erkekmişsiniz yani.
Evet.
** Üç hatun var. Bir tanesini hep yanınızda taşıyorsunuz.
Hep yanımda taşırmışım.
** Bence sizin kadınlarla ilgili bir şeyinizi çözmeniz lazım hocam bu gelişte.
Neymiş o?
** Bilmiyorum, siz kendiniz bulacaksınız.
Defteri kapatırsın olur biter.
** Hayır işte çözün ki yani bir daha bir daha olmasın
Benim öyle bir problemim yok. Niye öyle çözün diyorsun? Çözülesiye bir problem gibi görmüyorum.
** Hocam söyleyene değil, söyletene bakın.
Benim bir şikayetim yok.
** Şikayetiniz yok da yani, ne bileyim ben. Çıktı bir anda ağzımdan ben de bilmiyorum niye çıktı.
Yani benim orda bir…bir defa Allah’a bin şükür kompleksim yok
** Yani bir şey demedim
Bastırılmış heveslerim falan filan yok
** Onu da demedim hocam.
Demedin ama ben güzelliklere meftun bir insanım. İnsan münasebetleri de güzelliğin bir parçası, ona bir şey dediğim yok ama benim böyle ısrarım falan böyle bir şey yok
** Ondan demedim, şundan da bakarsak, herkesin içerisinde bir kadın bir erkek var hepimizin içerisinde, belki de onunla mı acaba bir dengelemek lazım?
Canım var yani altmış sene oldu var şimdi ne yani mezar kapısına kadar da ille kadın olacak diye bir şart yok
** Hocam daha o aşkınız var daha kavuşamadığınız, a aa… Olmazsa hocam bir dahaki gelişinizde yine çıkacak karşınıza
Yok onu bu sefer halledeceğiz.
** İşte onu diyorum
Şu nekahet dönemini bir geçirelim
** Bir geçirin onu, bence de yani. Peki ilk gelişinizde neymişsiniz?
Onu söylemedi Morgan. Bilmiyorum.
** İlginç bir şey bu konu. Gerçekten ama hani, gerçi Morgan neciydi hocam?
Morgan erkek ismi gibi duruyor ama kadın.
** Kadın mı?
Zenci bir kadın.
** Ha falcı mıydı?
Yani. Falcı diyebiliriz, evet. Beni zorla bir nevi tuttu elden girerek falan böyle.
** Ha hah elden söyledi..
Böyle…yani elim…bir saate yakın…şu elde bir saate yakın ne okunur allahaşkına. Korkunç bir kadın o. Her neyse.
** Peki hocam böyle şeylere inanmak mı gerekir inanmamak mı?
İnanmak çok ağır bir tabir ama bunları safsata görmek de isabetli değil bence. Onların da bir yeri var.
** Ama safsata olanları da var.
Kesin tabi. Onun için öyle diyorum. Bunların matematik gerçekliği yok. Ama ben bunları…tamamen de alt etmiyorum yani. Bunlar insanlığın asırlık tecrübeleriyle  yürütülüp gelen bir takım deneyimleri de bize aktarıyor, yani onu da gözden uzak tutmayalım.
** Peki ikincideki göreviniz neymiş, hani subaydınız üç tane hatun vardı da
Hayır, birinci ikinci, bundan önceki yani ikinci. Ordu kumandanı.
** E tamam da yani hani şey olaraktan, eee, misyon, o işiniz o, misyonunuz neymiş? Tamamlamamışınız ki geldiniz yani.
Misyonum ordu kumandanlığı da neresini eksik bıraktık…bilmiyorum.
** Onu bence bi…
Biyerini eksik bıraktık.
** Bence de
Ama çok önemli bir kumandanmışım. Çok önemli bir kumandan imişiz.
** Şimdi de bambaşka bir şekilde onu şey yapıyorsunuz işte.
Şimdi de fikirde.
** Fikir kumandanısınız.
Görev yapıyorum. Allah’ın izniyle.
** Neyse bunlar…şey…güzel konular, derin konular filan da……..
** Hocam bir de bu reenkarnasyonla ilgili soracağın gine..şey derler…o doğru mudur, mesela daha önceki hayatında kimi tanıyorsan, bu hayatında tanıdığın herkesi, herkesle daha önceki hayatarında muhakkak ki tanışmışlığın bir irtibatın olmuştur derler, doğru mu?
O biliyor musunuz, o Peygamberimizin de bir sözüdür yani aşağı yukarı aynı anlamlarda ruhlar, dünya öncesinde, ruhlar aleminde tanışır, bilişirler veya itişirler, nefretleşirler demeyim tenakür tabirini kullanmıştır Hazreti Peygamber. Orada tanışıp, bilişen, birbirine ısınan, taaruf onun karşılığı da, bu dünyada da birbiriyle ısınır, kucaklaşırlar, tenakür edenler orada itişenler birbiriyle zıtlaşanlar burada da zıtlaşırlar, senin dediğini hatırlatıyor.
** Hemen hemen benziyor yani. Demek ki öyle bir şey var. Ne kadar çok
Yani şu dünya bir önceki şeyin bir şeylere devamıdır. Ne başlangıçtır ne sondur.
** Çok ilginç değil mi yani, sizinle de Halil’le de, ne bileyim ben  kameraman arkadaşlarla da herkesle de demek ki daha önceden de bir irtibatımız varmış.
Olabilir.
** Belki de daha önce ben onların kameramanıydım.
Yani şimdi siz bu dünyada geliyorsunuz biriyle çok da izah edemediğiniz biçimde yakınlık hissediyorsunuz, birbirinizi adeta çekiyorsunuz veya birine aşık oluyorsunuz. Niye o değil de o.
** Evet hocam, niye?Şimdi, Mecnun’a demişler sen bu Leyla’ya  böyle, işte mecnun olmuş Leyla için, “nedir bu ya bu kara, kuru, yamga bir kız, bunun neyine aşıkı bu ya, bu kadar şiirler, bilmemneler yahu yazık” . Diyor ki “siz ona benim gözümle bakmıyorsunuz, Benim gözümle baksanız beni yadırgamazdınız”. Niye o gözle bakıyor?
** Niye hocam?
E… belki geçmiş hayatta yarım kalmış bir şi var.
** Şimdi hocam olayı birazcık böyle şey yaparsak . eee magazinselleştirirsek demeyim de böyle “light”laştırırsak, onu da şimdi Türkçe, mesela geçtiğimiz günlerde Gönül Yazar gelmişti, hatta Gönül Yazar size de sormamı söyledi programda, altı kere evlenmiş ya…işte bu diyor…
Altı mı?
** Altı diyo.
İyi ben onbir biliyordum.
** Neee?
Öyle bir şey var benim kafamda, neyse, evet…
** Neyse altı diyelim. Şimdi diyo ki öyle yazılmış benim yazım diyo. Altı kere evlendi diye yani hepsi yazılmış mı olmuş oluyo o zaman yani?
Allah sizin evliliklerinizle mi uğraşıyor her şeyi bitirdi de?
** Hani  denir ya. Allah.. işte..kiminle evleneceğini bilir.
Allah cüziyatla meşgul olmaz. Kuralları koyar, külli irade, şimdi bunların altından kalkamıyacaksın diye girmiyorum. Külli irade. Sana ne dedim? Ana koordinatlar. Kur’an da cüziyatla uğraşmaz mesela. Koordinatları koyar. Kur’an bu ayrıntılarla uğraşmadığı için Kur’an’ı dinin dışına attılar, ayrıntıları doldurdukları kitapları da Kur’an’ın yerine koydular. Felaket buradadır. Kur’an koordinat veren kitaptır. Cenab-ı Hak da koordinatları koyar, teferruatla uğraşmaz, kasap hesabı çetele tutmaz.
** Peki hocam o zaman deminkinden yola çıkarak belki daha önceki hayatta yaşamışlardır, ordan bir temasları vardır, Leyla ile Mecnundan işte örnek verdiniz, o gözle bakıyordur. O zaman öyle mi olmuş oluyor?>O sizin işiniz. Olur. Olur.Yani ben size bir daire çizmiştim, bak…
** Hocam niye sizin işiniz diyorsunuz canım hepimizin işi.
Hayır, hayır sizin derken bizim, insanlığın. Bir daire çizmiştim. İşte bak. Şu geniş daire, külli irade. İnsanoğlu bunun dışına asla çıkamaz. Kader bu. Varlığa Cenab-ı Hakkın egemen kıldığı kanunlar ki Kur’an bunlar değişmez diyor, sünnetullah. Bunun içinde sonsuz daireler var. Kum tanelerinden daha çok. Bizim dairelerimiz. Biz bunların içinde istediğimiz gibi hareket ederiz. Özgürlük verilmiş bize. Ama şu ana sınırları zorlayıp buralarda bir taşma yapamayız. Kader budur. Bize nasıl anlattılar kaderi? Şu bizim küçük kum  tanesi kadar küçük dairelerimizin içinde kader, senin alnına ne yapacaksan yazılı. Yani neredeyse akşama mercimek çorbası mı içeceksin, tarhana çorbası mı? O da yazılı. Ben akşama arpalı,yoğurtlu çorba söyledim mesela yapın özlüyorum şimdi bu benim kaderimde yazıldı mı bu ya? Bunla uğraşır mı Cenab-ı Hakkı? Bir Fransız yazar muhteşem bir söz söylemişti. En büyük hatalarımızdan biri Allah’ı minimize etmememiz, pazar yerine indirmemiz. Dinci hurafeciliğin yaptığı en büyük kötülük budur. Allah’ı minimize etmeyin, küçültmeyin, hesaplara uydurmayın. Pazar yerine indirmeyin. Allah’ı ulvi ve külli koordinatların müteal kudreti olarak ait olduğu yerde tutun.
** Peki hocam mesela çok sevip de kavuşamayan çiftler var. O ne?
Sevip de kavuşamayanlar. Şimdi, iki şey geliyor aklıma.
** Mesela istiyorsunuz, istiyorsunuz, olmuyo yani…
Samimiyetle. Ya tam istesen olur Saba, yapma. Bir takım sıkıntı, hesaplar, şöyle olursa şöyle olur. Şimdilik şöyle olsun, şunu da şöyle yapalım. Çıkıp adam gibi “tamam kardeşim ben gönlümün götürdüğü yere giderim” tak “ver elini yallah” de bak nasıl oluyor.
** Neden demediniz o zaman, orda takın yüzüklerinizi….
Çünkü sosyolojik bağlar her birimizi şartlandırıyor. Ben ki özgürlüğü, çılgınca yaşamayı hayat edinmiş bir adamım, ben bile bu şartlardan kurtulamıyorum. Mecburum, toplum içinde yaşıyoruz. Neyse onu geçelim. Şimdi iki şey olabilir. Sevip de kavuşamıyor diyorsun. Ne olabilir? Sevip de kavuşma durumunda olanları bir biçimde haksız yere engellemiştir, şimdi faturasını böyle ödüyor.
** Öncekinde
Bak adalet-i ilahiye. İki. Bir hikmete mebni sevip kavuşamıyor, ödülü bir biçimde ona hayat tarafından verilecektir. Sen bilir misin ki  Peygamber efendimize isnadedilen, isnat demeyim, sanki uydurma gibi oluyor çünkü, bu söz gayet yerinde bir sözdür, Peygamberimiz söylemiş olabilir, “samimiyetle birbirine aşık olarak kavuşmadan ölenler şehit mertebesindedir” diyor. Ne muhteşem bir söz. Bakar mısınız? Bir biçimde engellenmiş. Anadolu’da böyle binlerce vardır. Ben ne örnekler biliyorum. Şehit mertebesinde. Hükmen şehittir. Nasıl? Peygamberin bu sözünden hiç bahsedildiğini duydun mu bugüne kadar? Varsa yoksa Arap fistanı, Arap takkesi.
** Gerçekten hiç duymadım, haklısınız.
Ha bire takke pompaladılar. Ha bire takke pompaladılar. “Peygamber efendimizin def-i haceti de gaitayı şerifedir, o da tahirdir.”  Senin Allah iyiliğini versin. Senin Allah iyiliğini versin. Peki ahlakı nedir? Ama ahlakını hiç şerif yapmadılar Peygamberin…..
Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün Star gazetesinde 27.07.2003 tarihli köşe yazısı
“Reenkarnasyon (yeni bir bedenle dünyaya tekrar gelme) konusunun gündeme geldiği her yerde şunun altını mutlaka çizmişizdir: Reenkarnasyon anlayışı, Kur’an’ın Ahiret ve haşir inancını en küçük anlamda zedeleyecek bir şekle dönüştüğünde onu kaldırır atarız. O halde, reenkarnasyonun Kur’an’ın verileri açısından kabul veya reddi, bu kavrama yüklenen anlama bağlı olacaktır.
Biz burada üç noktaya değineceğiz!
Birincisi şudur:
İslam din bilginleri, reenkarnasyon konusunda üçe ayrılmışlardır:
1. Kavramı tümden reddedenler,
2. Herkes için işleyen bir kural olarak benimseyenler,
3. Bazı insanlar için işleyen istisnaî bir reenkarnasyonu kabul edenler.
Tümden reddedenlerin şöyle bir gerekçeleri vardır: Böyle bir kabulün, Hint sistemlerindeki tenasüh anlayışına kapı aralayarak Kur’an’ın haşir inancını zedeleyeceği endişesi… Onlar, böyle bir endişenin varlığı yüzündendir ki Kur’an’ın reenkarnasyona işaret eden ayetlerini tevil (Not: Tevil; Bir sözü veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme. B.Pakman) ile şu hükümde birleşirler:
‘Kur’an, reenkarnasyon düşüncesine kapalıdır.’
Onlar bazen şöyle de derler:
‘Bu mesele setredilmiştir, açmayın!’
Kavramı kabul edip herkes için sürekli işlediğini söyleyenlere göre, tekrar bedenlenme süreklidir ve bunun, ahiret inancını zedeleyen bir yanı da yoktur. İslam düşüncesine damga vurmuş bulunan İhvanussafa ekolü, safî düşüncenin önemli bazı temsilcileri ve bazı gelenekçi müfessirler bu anlayışı paylaşmaktadır.
Müfessir Süleyman Ateş’le bizim de katıldığımız bir grup ise şu görüşün Kur’an’a uygunluğu kanısındadır:
Reenkarnasyon konusu Kur’an’ın ‘müteşaibih’ (yoruma açık) dediği alana giren konulardandır. Yani bu konuda kesin ve tartışmasız hüküm verilemez. Sadece ihtimaller sıralanır.
‘Kesin doğruyu Allah bilir’ diyerek ihtimalleri sıraladığımızda biz şu ihtimali öne çıkarıyoruz:
Reenkarnasyonun kabulü, eğer mahşer inancını başka gerekçelerle reddetmiyorsa, Ahiret inancıyla çelişmez. Ahiretteki dirilme (ba’s), son hesap günü için bir dirilmedir.
Kur’an, mahşerle dünya arası bir devreden söz ediyor. Bu devre, berzahtır. (bk. Müminun, 100)
(Not: “Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım.” Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Ötelerinde, dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” Müminun 100. B. Pakman)
Reenkarnasyon, şöyle veya böyle, berzah sürecinde söz konusu olur. Ruh, bir yerine birkaç kez bedenlenmekle berzahın dışına çıkmaz. Mahşer ve hesap, tüm ihtişamıyla bakidir. Ve herkes haşrolacaktır. Dünyaya ister bir kez gelin, ister beş kez, sonunda bedenlenip hesaba çekileceksiniz.
Beden birkaç kez değişebilir ama, ruh ve şuur birdir ve son hesap, ruhun mahşerdeki son bedenlenmesi üzerine ve o ‘son bedenle’ olacaktır.
İkinci nokta:
Kur’an’da reenkarnasyona işaret eden yirmiye yakın ayet vardır. Bu ayetlerin, geleneksel kabullere mahkum olmadan değerlendirilmesiyle şu sonuçlara ulaşılabilmektedir:
Herkes tekrar tekrar bedenlenmez. Ruh, tekamülüne genellikle dünya ötesi alemlerde devam eder. Ancak bazı ruhlar, dünya boyutuna tekrar indirilir ve tekrar bedenlenirler. Bu bedenlenme, Allah’ın lanetini gerektiren büyük kötülüklere bulaşmış olanlar için domuz, maymun veya zalimlerin uşağı haline getirilme şeklinde olabilir.
Bu son şekle Kur’an ve hadis dilinde ‘mesh’ (noktalı Hı ile) yani hayvana çevirme denmektedir.
Meshin, insanı olduğu yerde ve anında hayvana çevirme şeklinde değerlendirilmesi müfessirlerin tevilidir. Kur’an böyle bir şey söylemiyor. Bu yolda ileri sürülen bazı rivayetler ise, Yahudi mitolojisi İsrailiyat’tan İslam’a sızmış söylentilerdir. Varlık kanunlarına da aykırıdır.
Hadisler, meshin kıyamete kadar süreceğini ve Muhammed ümmeti için de söz konusu olduğunu açıkça bildirmektedir. (Bu konuyla ilgili hadisler ve açıklamaları için bizim, Son Peygamber adlı kitabımıza bakılabilir.)
Üçüncü nokta:
Konunun dayandığı ayetlerin döküm ve açıklamasını ‘Kur’an’daki İslam’ adlı kitabımızda yapmış bulunuyoruz. Ayrıca bilgi edinmek isteyenlere rahatça başvurabilecekleri bir kaynak olarak Süleyman Ateş’in Kur’an Tefsiri’ni öneriyoruz.
Ateş, Kur’an’ın şu ayetlerinin reenkarnasyona işaret ettiğini, açık bir biçimde ifadeye koymuştur: Bakara, 28; Nisa, 56; Furkan, 13-14; Fatır, 16; Vakıa, 60-62; Mülk, 1-2; Nuh, 18; İnsan, 28; A’la, 12-13; Abese, 21-22.
Ateş, Tefsiri’nin ilk baskısının 8. cilt 318. sayfasında, reenkarnasyona işaret eden ayetleri değerlendirdikten sonra, bunları açık anlamlarının dışına çekenlerin durumunu şöyle ifadeye koyuyor:
‘Ayetlerin zahirinden de bu mana anlaşılmaktadır. Ancak insanlar, belli yönde şartlanmış olan kamunun tepkisinden çekindikleri için bazı ayetlerin açık anlamlarını tevil etme yolunu tutmuşlardır.’  (Not: Tevil; Bir sözü veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme. B.Pakman)
Özetleyelim:
Kur’an’ın, Hint düşüncesi ve spiritüalist felsefede yer alan reenkarnasyonla eşitlenmeyecek, kendine özgü bir yeniden bedenlenme anlayışı vardır ve bunun, ondaki haşir inancını zedeleyen hiçbir yanı yoktur. Ancak şunu da unutmamak gerekir:
Kur’an’ın dediğini anlamak ehliyet ve emekle, kabul etmekse tabulardan kurtulmuş olmakla mümkündür.”
11. BÖLÜM – REENKARNASYONLA İLGİLİ BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR
021120092055211985835
Reenkarnasyon yani ruhun beden değiştirip yeniden doğması, günümüzde popüler bir inanç halinde. Uzak Doğu´da dinsel oluşumun bir parçası olan reenkarnasyon, batıda bilimsel düzeyde de büyük ilgi görüyor ve bilimsel platfromun en önemli ismi de, yaklaşık kırk yıl reenkarnasyonu araştıran Virginia Üniversitesi Profesörlerinden 88 yaşında hayatını kaybeden psikiyatrist Ian Stevenson (31 Ekim 1918 – 8 Şubat 2007).
60´lı yıllardan sonra Virginia Üniversitesi’ndeki Kişilik Bölünmeleri Çalışmaları departmanının başında görev alan Psikiyatri Profesörü Dr. Ian Stevenson, Hindistan, Afrika, Yakın ve Uzak Doğu´dan derlediği önemli olaylarla tanındı ve dünyanın neresinde olursa olsun, küçük bir çocuğun alışılmadık bir geçmiş yaşam öyküsünü anlattığını duyduğunda ilerlemiş yaşına rağmen gidip araştırdı. Bu çocuklar, geçmiş yaşamlarındaki evlerini, komşularını, yaşayan arkadaşlarını ve ilişkilerini anlatıyorlardı. Olayları hatırlıyorlar ve korkunç ölümlerini anlatıyorlar, bazıları vücutlarında ölümlerinden kalma yara izleri taşıyorlardı. 40 yıllık süre içinde geçmiş yaşamlarından anılarını hatırladıklarını öne süren dünyanın dört bir yanında 3 bin kadar çocuk üzerinde çalışmalar yürüttü ve dünyaya reenkarnasyonun gerçekten de var olabileceğini kanıtlamaya çalıştı. Stevenson, araştırmalarını geçmiş yaşamlarından izler taşıdığı öne sürülen 2-5 yaşları arasındaki çocuklar üzerinde yürüttü. Psikiyatriste göre çocuklar bu anıları 8 yaşlarına geldiğinde tamamen unutmaya başlıyor. Bütün bu insanların öyküleri, boyalı basında her an yer alıyor; tahmin edildiği gibi bu tür düzeysiz yaklaşımlar ciddi araştırmaları etkiliyordu. Bu bağlamda Stevenson´un, tek yönde yoğunlaştığı görülüyor, çalışmalarındaki titizlik, objektivizm ve metodolojik kusursuzluk dikkat çekiyordu. Washington Üniversitesi Psikiyatri Bölümü´nün eski başkanı Herbert Ripley; “Yetenekli ve dürüst birisinin böylesine tartışmalı bir alanda araştırmalar yapıyor olması bizim için şanstır.” diyordu. Dr. Harold Lief, “Journal of Nervous and Mental Diseases” dergisindeki yazısında “İkisinden birisi geçerli, Stevenson ya dev bir hata yapıyor, ya da 20. Yüzyıl´ın Galile´si olarak tanımlanacak.” diye yazıyordu.
3 bin olayı derlemeyi başardı
Stevenson, 31 Ekim 1918´de Montreal´da doğdu, İskoç bir avukatın oğluydu, İskoçya´da tıp eğitimi gördü, II. Dünya Savaşı´nın bitiminde, Montreal McGill Üniversitesi´ne geçti. Çalışmalarını önce psikosomastik hastalıklara sonra psikiyatriye yöneltti, Freudian Psikoloji alanında uzun araştırmalar yaptı; bugün ise gülümseyerek şöyle diyor; “Eminim ki, Freud bir gün komik bir figür olacak, onun klinik deneyleri temel alan ilk kitabını okuduktan sonra oturup düşündüm; bana göre teorik düşüncelere dalmış, bunları konuya sokuşturmuş ve araştırma yapma ilgisini kaybetmişti. Freud, konik bir teori oluşturarak çalışma modelini sona erdirdi ve bunun yerine minicik bilgileri temel alan uydurmaları dayanak olarak kullandı.” Evlendiği Ruth Stevenson, bir kütüphaneciydi ve ruhsal olaylarla ilgiliydi ama eşinin ilgisi Stevenson´u o kadar etkilemiyordu, bugün ise; “Gerçekte, bu konu bana hiçbirşey getirmedi, isterdim ama olmadı, merakım bazen başıma dert açıyor.” diyor. 1957 yılında, Virginia Üniversitesi´nde şef psikiyatr olarak atandı ve bugün hala orada Kişilik Çalışmaları Bölümü´nü yönetiyor. Sayısız profesyonel psikiyatrik makalenin yazarı ve iki önemli psikiyatrik metin yayınladı, bu çalışmalarında röpörtajlar ve tanılar yer alıyordu. 1964´de, psikiyatri çalışmalarını durdurdu ve ruhsal olayları araştırmaya yöneldi, özellikle reenkarnasyon üzerinde duruyordu. Bu yöneliş ona para kazandırdı, şanslıydı; ” Geçmiş Enkarnasyon iddialarının ve Anıların Yaşamsal Kanıtları” adlı çalışması 1960´da yayınlandı ve Xerox fotokopi makinasının bulucusu Chester Carlson´un dikkatini çekti ve Carlson ilk olarak Stevenson´un çalışmalarını sürdürebilmesi için bir fon oluşturdu. Çalışmalar büyük giderler gerektiriyordu, örneğin 1966-1971 arasında yılda 90.000 km yol yaptı, bazen tek bir vaka için 25 kişiyle görüşmesi gerekti. Stevenson´un arşivinde, 3000´den fazla vaka dosyası oluştu ve daha ele alınmamış ve çok para gerektiren araştırmalar bulunuyordu. Carlson 1968´de öldüğünde, Stevenson´u üniversitede sözü geçen bir konuma getirmiş ve vasiyetine kurduğu fonun gelirinin Stevenson´un çalışmalarını daima finanse etmesini yazmıştı.
Medyadan şikayetçi
Aradan geçen uzun yıllardan sonra Stevenson, geçmiş yaşam iddialarını araştırmaya devam ediyor, artık özellikle çocuklardan kaynaklanan iddialara öncelik veriyor, dikkatini “Hayal Anılar”la, “Davranış Anıları” arasındaki farklara yöneltiyordu. Bilinçli anılara yani hayal anılara sahip olmayan bir çocuğun, geçmiş yaşamından gelen ilgileri, yetenekleri ve fobileri (Davranış anıları bunlardır) deneylerle ortaya çıkarılabilir ve bunlar geçmiş yaşamın unutulmuş bilgileri olabilirler ve belki de reenkarnasyon, insan kişiliğinin aslını ve özelliklerini açıklayabilir ve bu buluş, diğer kuramların tüm açıklamalarının hatalı oldukları anlamına gelecektir. Stevenson son zamanlarında, doğum işaretleri ve bedensel eksikleri özellikle inceliyordu. Dev bir çalışmayı oluşturma yolunda ve gelecekteki yayınlarının öncekilerle bütünleşmesi halinde çok önemli bir adımı atmış olacağına inanıyordu.
Stevenson en çok ses getiren çalışmalarını “20 Örnek Reenkarnasyon Vakası” (Twenty Cases Suggestive of Reincarnation) isimli kitabında bir araya getirdi. Stevenson´un bazı eserleri;  Bilinmeyen Dil; Xenoglossy ve Telepatik İzlenim Konularında Yeni Çalışmalar – 25 Yeni Olayın Raporu”. “Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin ve Doğum Kusurlarının Etiyolojisine Bir Katkı, Cilt 1: Doğum İşaretleri” (Reincarnation and Biology: A Contribution to the Etiology of Birthmarks and Birth Defects Volume 1: Birthmarks) ve “Reenkarnasyon ve Biyoloji: Doğum İşaretlerinin ve Doğum Kusurlarının Etiyolojisine Bir Katkı, Cilt 2: Doğum İşaretleri ve Diğer Anormallikler” (Reincarnation and Biology: A Contribution to the Etiology of Birthmarks and Birth Defects Volume 2: Birth Defects and Other Anomalies).
Stevenson, yıllarca birçok akademisyenin alay konusu oldu. Stevenson son zamanlarda, ortamdan pek hoşnut değildi, isteğini yitirmiş görünüyordu, özellikle tv kanallarında, gazetelerde ve magazin dergilerinde yer alan yalan ve çarpıtılmış reenkarnasyon haberlerinden şikayetçiydi, bir dönem Virginia´dan ayrılarak İngiltere´ye Cambridge´e oradan da Hindistan´a gitti. Stevenson Ekibi, Charlottesville´de dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş ilginç eşyalarla dolu bir evde çalışıyor, sessiz ve çekingen olmasıyla tanınıyordu.
88 yaşında hayatını kaybeden ABD’li psikiyatrist Ian Stevenson hala reenkarnasyon konusunda en bilimsel sayılabilecek araştırmaların sahibi.  Stevenson’un en çok ses getiren çalışması “20 Örnek Reenkarnasyon Vakası” isimli kitabı Dünyada reenkarnasyon konusunda referans olarak kabul ediliyor. Stevenson, çalışmaları çerçevesinde geçmiş yaşamlarını hatırlayan Türk çocuklar üzerinde de incelemelerde bulundu. Dr. Ian Stevenson‘un Güney Anadolu’da yapılan araştırmalarla ilgili raporunda 71 olay yer almakta. Reşat Bayer ve Zekeriya Kılıç‘ın yardımlarıyla gerçekleştirilen incelemeler sonunda, 52 olayın doğruluğu teyit edilmiş. 52 olayda, önceki hayatlarını hatırlayan çocuklardan 44’ü erkek. 41 olayda, eski kişiliğiyle çocuk arasında akrabalık yok. 39 olayda, bir önceki ölüm ani ve şiddetli olmuş. 28 olayda, bir önceki ölüme ait yara izleri var. 23 olayda, doğacak çocuğun annesi hamileliğinde işaret edici bir rüya görmüş. 45 olayda, bir önceki kişilikle ilgili tam bilgi toplanabilmiş. 50 olayda, kişinin önceki hayatındaki öldüğü yaş ortalaması otuz. 34 olayda, ölümle doğum arasındaki ortalama süre dokuz ay. Bu da spiritüalistlerin enkarne olmanın başlangıcının ana rahminde sperm-yumurta döllenmesinde başladığı tezini, Tibetlilerin de  ölümden sonra genelde dünyanın cazibesine kapılıp hemen, cinsel ilişkide bulunmakta olan bir kadının rahmine geri dönüldüğü tezlerini doğruluyor.
Türkiye´deki araştırmaları
Türk Ruhçuluğu´nun tanınmış isimlerinden olan Reşat Bayer reenkarnasyon alanında Türkiye´de günümüze kadar yapılmış araştırmaların öncüsü sayılabilir. 1965 yılında yayınladığı “Parapsikoloji Yönünden Reenkarnasyon” adlı kitabı Türkiye´deki vakalar incelemesi nedeniyle hala önemli bir kaynaktır. Bayer, 1964-76 arasında Prof. Stevenson´un Türkiye gezilerinde kendisine eşlik etmiş, yardımcı olmuş ve tercümanlık yapmıştır. Bayer, Stevenson´un geliş nedenini şöyle anlatıyor;
“Adana ve çevresindeki Reenkarnasyon vakalarının hepsi Mehmet Altınkılıç adlı bir bakkalın İsmail Altınkılıç adı verilen 5-6 yaşlarındaki oğlunun eski hayatını hatırlamasıyla duyulmuştur. Bu vaka önce İstanbul basınına intikal etmiş, oradan da dış basında yer almaya başlamıştır. Biz hemen hemen bütün dünya spiritüalist dernekleri, psişik araştırma cemiyetleri ve parapsikoloji araştırması yapar üniversite kuruluşları ve şahıslarla daimi ilişki halinde bulunduğumuzdan Reuter Ajansı´nın yaydığı bu vaka dolayısıyla, biz kendilerine rapor göndermeye vakit bulamadan 10-15 kuruluş tarafından sual yağmuruna tutulduk. Konuyu daha büyük bir önemle ele Virginia Üniversitesi Psikiyatri ve Parapsikoloji Bölümü, Hindistan´dan Rajasthan Üniversitesi Parapsikoloji Direktörü Prof. Banarjee´yi memleketimize kadar gönderdi. Beraber Adana´ya gittik, günlerce araştırma yaptık ve Amerika´ya raporlar yazdık. Gönderilen ve alınan mektuplar 500 sayfa tutmaktadır, daha sonra 3-4 kez daha Adana´ya gönderildik. En nihayet Virginia Üniversitesi profesörlerinden Prof. Ian Stevenson memleketimize kadar bizzat geldi ve o bölgeler karış karış dolaşılarak 20-30 reenkarnasyon vakası daha tesbit edildi.“
Prof. Dr. Ian Stevenson‘un Mersin, Adana ve Hatay yörelerinde yapılan ve  Reşat Bayer ve Zekeriya Kılıç‘ın yardımlarıyla gerçekleştirilen ilk incelemelerde  71 olay yer almakta. ancak 52 olayın doğruluğu teyit edilmiş.
52 olayda, önceki hayatlarını hatırlayan çocuklardan 44’ü erkek. 41 olayda, eski kişiliğiyle çocuk arasında akrabalık yok. 39 olayda, bir önceki ölüm ani ve şiddetli olmuş. 28 olayda, bir önceki ölüme ait yara izleri var. 23 olayda, doğacak çocuğun annesi hamileliğinde işaret edici bir rüya görmüş. 45 olayda, bir önceki kişilikle ilgili tam bilgi toplanabilmiş. 50 olayda, kişinin önceki hayatındaki öldüğü yaş ortalaması otuz. Stevenson’un dünyanın diğer bölgelerinde yaptığı araştırmalarda yeniden dünyaya geldiklerini anlatanların ölüm ve doğumları arasındaki sürenin ortala onbeş ay olmasına karşın Türkiye’deki 34 olayda, ölümle doğum arasındaki ortalama süre dokuz ay. Bu da spiritüalistlerin ve din adamlarının dünyaya gelmenin başlangıcının ana rahminde sperm-yumurta döllenmesinde başladığı tezini, Tibetlilerin de  ölümden sonra genelde dünyanın cazibesine kapılıp hemen, cinsel ilişkide bulunmakta olan bir kadının rahmine geri dönüldüğü tezlerini doğruluyor.
Reşat Bayer’in 1977 de beklenmedik ölümünden sonra Dr. Can Polat araştırmalara devam etmiş ve 48 vaka tespit etmiştir. Ondan sonrasını da 1988 den itibaren  Avusturalya Tasmanya Üniversitesi Psikoloji bölümünden Jürgen Keil devam ettirmiştir. Stevenson’un 125, Jürgen Keil’in 113,  Dr. Can Polat, Mr. Ertan Kura ve Reşat Bayer’in 63 olmak üzere Adana, Mersin ve Hatay yöresinde araştırdıkları toplam 301 vakadan bazıları bundan sonraki bölümde anlatılmaktadır.
Söyleşi
Amerikalı gazeteci Meryle Secres’in Dr. Ian Stevenson ile yaptığı ve OMNİ dergisinde 1988 de yayımlanan söyleşi:
Soru: En yeni (1988 ) kitabınız olan “Geçmiş Yaşamlarını Hatırlayan Çocuklar” da, çok nadir olaylar ele alınmakta. Bu kitabın, büyük ölçüde inceleme vakalarından oluşan önceki kitaplarınızdan ne farkı var?
Stevenson: Bana öyle geliyor ki, inceleme vakalarım -olayı anlama açısından- yaygın olarak okunmadı, her nekadar  “Yirmi Reenkarnasyon Vakası” bir best-seller en iyi satılan kitap olmuştu, bilimsel arasında, yedi dile çevrilmiş, 50.000 adet satmıştı, ama bu yirmi yıl sürmüştü. Postadan anlaşılıyordu ki, okuyucular bilim adamlarından ziyade yaygın olarak halktan oluşuyordu.10 yıl önce yayımlanan “Reenkarnasyon Düşüncesinin Açıklanabilir Değeri” adlı tebliğimde bu vakalar üzerindeki çalışmaların psikoloji ve tıpla ilgili sorunları aydınlatacağını öne sürmüştüm.
Tatmin olamadım, gördüğünüz gibi, psikiyatride  insanlara yardım etmede gelişen metodlardan. Geleneksel kuramlara göre, insan kişiliği atalarından ebeveynleri aracığılıyla miras kalmış olan, doğum öncesi ve sonrası değişime neden olan çevresel etkilerin ürünüdür. Fakat, bazı vakaların genetik, çevre etkileri ya da bunların kombinasyonu ile açıklanmasının tatminkar olmadığını tesbit ettim. Erken çocukluk fobileri gibi şeylerden bahsediyorum yanlış cinsiyet sahibi olduklarına inanan çocuklar, doğuştan gelen biçim bozuklukları,  tek yumurta ikizlerinin aralarındaki farklılıklar ve hatta irrasyonel (mantık dışı) gıda seçimleri gibi konulardan, kendiliğinden gelişmiş gibi görünen esrarengiz yeteneklerden.
Soru: Bu Amerika Birleşik Devletlerinde ilk kez yayınlanan türden bir çalışma mıydı?
Stevenson: Evet Hem Amerika Birleşik Devletlerinde hem de  tüm dünyada türünün tek çalışması. Ancak Hindistan´da beraber çalıştım bilim adamları şimdi bağımsız araştırmalarına başlıyorlar.
Soru: İnsanların sizinle temas etmesini mi  bekleyersiniz  yoksa siz olayları takip mi edersiniz?
Stevenson: Bir tür ikisinin karışımı.  Elimde çok fazla veri var, bunları  alan araştırmalarıma  kendim koymak istiyorum. Daha çok yazmak istiyorum ki ben öldükten sonra yayınlanacak fazla kitabım kalmasın.
Soru: Sadece çocuklarla ilgilenme fikri size ne zaman geldi?
Stevenson: Bu 60´ların sonunda oluştu, muhtemelen Hindistan´a gittikten sonra. Yetişkin insanlar bana yazıyorlardı ve ben sonraları vakaların çoğunun değersiz olduğunu görmeye başladım. Çoğu ebeveynlerin maruz kaldığı bilinçaltı etkilerini gerçekten kontrol edemezsiniz. Küçük bir çocuğun, özellikle küçük bir Asya köyünde yaşayanın edinmiş olabileceği bilgi miktarı hakkında emin olmak çok daha kolay. Bu vakaların ne kadar büyüleyici ve değerli olduğunu gördüm. Apaçık ki, çocukların, büyük miktarda bilgiyi özümsemek için yaşları çok küçüktü, özellikle epey uzak mesafedeki kasabalarda ölmüş insanlar hakkında. Kuzeybatı Kuzey Amerika´da ve Burma´daki birçok vakalarımızda aynı aileden ya da köyden insanlar söz konusuydu.Sorgularımızın ortaya çıkardığı olasılık şuydu, bazı yetişkinler veya yaşı daha büyük çocuklar ölmüş bir kişi hakkında konuşmuşlar ve çocuklar bu bilgiyi özümsemişlerdi. Ancak bu durum Hindistan’dan örnek verdiğim çoğu vakalarda söz konusu değildi, çoğunun aralarında yirmi beş – otuz kilometre ya da daha fazla uzaklık söz konusuydu, köyler arasında temas yoktu. Sıklıkla çocuk  hassas detaylara sahipti.
Soru: Ailelerinin geçmişleriyle ya da çocuk yetiştirmeyle herhangi bakımdan ilişkisi olmayan konularla yoğun ilgili çocuklar buldunuz. Ve çocukların fobilerinin veya bağımlılıklarının bu çocukların olduklarını iddia ettikleri insanların geçmiş yaşamlarıyla doğrudan ilişkilendirdiniz. Onların soyaçekimin açıklayamadığı kişilik bakış açılarından mı söz ediyorsunuz?
Stevenson: Bu doğru. Mesela babaları iyi müzisyen olan Bach, Mozart ve Beethoven gibi bestecilerde çevresel etkileri görmek çok kolay. Ama ya George Frederic Handel? Ailesinin müzikle farkedilebilir ilişkisi yoktu; hatta babası müsamahasızca hevesini kırmıştı. Veya hapishane reformcusu Elizabeth Fry modern hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale´i ele alalım. İkisi de çocukluğundan itibaren  seçilmiş çağrışımlar için kavga vermek zorunda kalmışlardı.  Halihazırdaki teorilerimizle  açıklaması güç olan sonsuz örnekler bulunabilir. Ama eğer reenkarnasyon olasılığı kabul edilirse, bu çocukların önceki deneylerin mantıki sonuçları olan kuvvetli beğeniler, beğenmeyişler ve hatta üstün zeka gösterdikleri fikriyle mutlu olunabilir. Ben,  önceki bir yaşamdan taşınmış gibi görünen yeteneklere sahip bazı çocuklar buldum.
Soru: Ya çocukluktaki  zihinsel hastalıklar?
Stevenson: Orada yine sanki ailelerine ait değilmiş gibi hareket eden çocuklarla ilgili vakalar bulacaksınız.  Ebeveynlerine ve kardeşlerine aldırmazlıkla ve hatta düşmanca  davranıyorlar. Bu olguya genelde, çocuğa özgü travmanın neden olduğu sanılır. Hatta bazı teorisyenler bunu, çocuğu doğmadan önce reddeden ebeveynlerin sonucu olarak açıklamaya çalışırlar. Araştırmacılar ilk sebep olarak ebeveynlere bakarlar.  Bazı çocukların ebeveynlerinin onları reddetme şansını bulmadan önce ebeveynlerini reddettikleri kanıtı olmasına rağmen çocuğa oransal olarak daha az dikkat yöneltilir. Bu tür davranışın önceki hayattaki mutsuz deneylerden kaynaklanabileceğini ileri sürüyorum.
Soru: İnsanın kendi çocuğu için ne önerirsiniz? Konuyu gündeme getirme yöntemleri var mı?
Stevenson: Bir çocuğun önceki bir yaşamını anımsayıp anımsamadığını ona sormanın zararını görmüyorum. Ben özellikle çocukta büyük bir doğum işareti veya doğuştan gelen kusuru  olup olmadığıyla ilgileniyorum. Anlattığım bir çocuk vakasında, çocuğun ve büyükbabasının vücutlarında aynı yerde, iki aynı boyalı benleri vardı. Böyle  durumlarda genetik nedenler akla gelir. Ama neden benlere sahip olan on yaşındaki torun  büyükbabasının yaşamını hatırladığını iddia eder?  Ya da doğum kusurlarını ele alalım: Şekil bozukluğu olan kollarla ya da al, ayak parmaksız veya elsiz doğmuş çocuklar katledildiğini ve katilinin cinayet sırasında o parmaklarını ya da ellerini doğradığını hatırlıdığını iddia etmiştir. Böyle durumlarda çocuktan doğum kusurunun nedenini anlatması istenebilir.  Ama çocuklar konuşmak istemiyorsa onları zorlamak taraftarı değilim.
Soru: Çocukların aileleri siz gelmeden önce çoğu kez işi berbat ederler mi?
Stevenson: Ben çoğu zaman, süjenin  bahsettiği aile ile olaylar olduktan sonra yeni ailesi birbirleriyle tanıştıktan sonra sahneye katılıyordum. Bazen önemli ölçüde konu dışı bilgileri ayıklamak zorunda kalıyorduk. Her zaman çocuğun anlattıklarını kayda geçirmeyi tercih ederim ancak bazan erkek veya kız çocuğu konuşmayacak derecede utangaç oluyorlardı ve bu durumda ebeveynlerinin onların anlattıkları ile ilgili beyanları ile yetinmek zorunda kalıyordum.  Meslekdaşlarım ve ben çocukların öteki aileleyle beraber olmadan önce söyledikleriyle, sonradan söylediklerini ayırmaya çalışıyorduk. Elbette ki, ikincisi daha az değere sahip oluyordu.
Önceki yaşamını hatırlayacak bir cocuğun önünde  bunu anlatmak için üç yıl olduğunu kesin olarak vurgulayamam. İki ya da üç yaşından önce bu kabiliyete sahip olmuyor.  civarında oluyor ve çocuk konuşup anlatıyor. Beş yaşından sonra yaşamında başka çok şeyler oluyor ve unutmaya başlıyor.
Soru: Çocuklar hangi sıklıkta geçmiş yaşamların hatırladıklarına sahip olduklarını iddia ediyorlar?
Stevenson: Vakaların oluşumun henüz bilmiyoruz. Bizim bildiklerimiz sadece, bize gelenler. Kuzey Hindistan´da bir kasabada yapılan bir araştırmada her 500 kişinin birinde olaya rasltlanmıştır.  Bu da belli ki vakaların çoğunda mevcut ailenin ötesine taşınmadığının göstergesi. Reenkarnasyon kabul edildiği birçok kültürde bile  aileler bazan bu tür hatırlamaların zararlı olduğunu düşünüyorlar .Sıkça çocuğun anlattıklarından dolayı üzgün oluyorlar. ve bu yüzden çocukların anlattıkları yok olup gidiyor. Aileler, bırakın katili, katledilmiş ve reenkarne olmuş bir çocuğa bile ailelerinde sahip olmalarından hoşlanmıyorlar.
Soru: Birinin önceki hayatı hatırlamasını yatkınlaştıran ne olur?
Stevenson: Bizim vakalarda şiddete maruz ölümler bir faktör. Altı ayrı kültürde, yedi yüzden fazla olayda  % 61´i şiddete maruz ölümü hatırlıyorlar. Ancak bunlar, gerçekten tipik örnekler midir? Kazalar, cinayetler ve intiharlarla ilgili olanlar çocuğun sakin bir hayatında karşılaştıklarından daha fazla dikkat cezbecidir. Çocuklar genelde, önceki yaşamlarının ancak son yıllarını anımsıyorlar. Çocuklarımızın hemen hemen  % 75´i nasıl öldüklerini hatırlıyor gibi görünüyorlar. Eğer ölüm şiddete maruz kalarak olduysa, canlı detaylarla hatırlıyorlar.
Soru: Erkek çocukların kızlardan daha sıkça hatırladıklarını belirtmiştiniz.
Stevenson: Evet, ama kızlara göre oğlan çocuklar daha fazla bize getirilmiştir. Bir kızın kötü bir olaya maruz kalmış olması evlenilebilir olmamasına neden olabilir, bu yüzden de arka planda tutulabilir. Dünya çapında 1095  olayın % 62´si erkek çocuklardı. Bunu açıklayamam ama erkekler şiddete maruz ölümlerle daha çok karşılaşıyorlar.
Soru: Neden Batılıların çoğu reenkarnasyon düşüncesiyle alay ediyor?
Stevenson: Tek bir açıklama bulmak güç. Nice Konsilinin MS 553´de bu tür inançları yasaklayana kadar bazı güney Avrupalı Hıristiyanlar reenkarnasyona inanıyorlardı.    Düşünür Plato, “Cumhuriyet” adlı yapıtında, gelecekteki yaşamlarını seçerek yeniden doğacak ruhları tanımlıyordu. Schopenhauer daha ciddi olarak ele aldı ve Voltaire´in birinciden başka  ikinci kez doğmanın sürpriz olmayacağı hakkındaki gözlemleri gayet iyi bilinmektedir. Hala günümüzde bilim adamlarının çoğu ölümden sonra yaşama inanmıyor. Sanıyorum ki, Darwin´in fikirleri ruhun bir tür tahtından indirilmesinde katkıda bulundu. Reenkarnasyon düşüncesi, Hindu ve Budist inançlarında hayvan olarak yeniden dünyaya gelineceği inancıyla – kanımca hatalı olarak-  çok fazla özdeşleştirildiğinden dolayı özellikle tatsız olarak kabul görmüş olabilir.
Soru: Gelgite karşı yüzmeye mi benziyor?
Stevenson: Zindelik veriyor…(gülmeler)
Soru: Çalışmalarınıza karşı yönlendirilen eleştiriler en çok hangileri?
Stevenson: Bu durum daha çok zaten reenkarnasyona inanmış insanların olduğu yerlerde oluyor.  Eğer bir çocuk, önceki yaşamından söz ediyor gibi görünüyorsa, ebeveynlerinin cesaretlendirdiği veya çocuğu ölmüş bir kişi hakkında farkında olmadan beslediği savunulur. Ben buna vakalara sosyo-psikolojik müdahale diyorum. Bütün çabalarıma rağmen vakanın süjesinin bildiği herşeyi normal kanallardan öğrendiği olasılığını elimine edemediğim söylenir. Bir çocuk daha önceki hayatında belirli bir kişi olduğuna inandığında, tartışma devam eder, doğal olarak diğer öğeler takip eder.  Önceki yaşamınızda, bir bıçak yarasıyla öldürüldüğünüze inanıyorsanız, bu sizde bir fobi yaratmış olabilir, mesela bıçak fobisi.
Bu az sayıda vakalar için; özellikle aynı ailede ya da köyde olma durumunda, geçerli bir argüman iken ebeveynlerinin hiç birzaman haberdar olmadığı, karşılaşmadığı arada uzun mesafe olan vakalarda geçerli değildir.  Çocuğun ölmüş olan hakkında öğrenmiş olabilecekleriyle ilgili olarak hala benim birşeyleri gözden kaçırmış olabileceğim şeklinde eleştiriliyorum.
Soru: Neden vakaların tümü Asya´da? Eleştirmenler batıda bir şey bulamadılar mı?
Stevenson: Ah Tamamıyla. Çocuğun psikologlar, psikiyatristler, çocuk hastalıkları uzmanlarır, aile doktorları, ebeveynler tarafından dinlenmesi ve reenkarnasyon bakış açısıyla gözlemlenmesi halinde değerli keşiflerde bulunabileceklerine kaniyim.  Çocuklar çoğu kez geçmiş yaşamlarını oyunlarında ve bazan yaptıkları resimlerde ifade ediyorlar.
Soru: Bilim adamları genellikle reenkarnasyonu bir tür hüsnükuruntu diyerek gözardı ederler. Yine de William James ölümden sonra hayata inanma arzumuzun onun olasılığını otomatik olarak reddetmediğine işaret eder. İnanmak istemiyoruz, değil mi?
Stevenson: Hayır, gerçekten inanmak istemiyoruz.  concerning Bu Hindular ve Budistleri ilgilendiren bir anlaşmazlık. Ona inanırlar ama özellikle inanmak istemezler.  Hindular hayata, mükemmelliğe erişip kurtulabileceğimiz duruma kadar mücadeleye mahkum olduğumuz bir sabit doğumlar devri açısından bakarlar. Ölüm korkusu hemen hemen evrenseldir; ve ikibin kadar yıl kadar önce bir Hint sagesi olan Patanjali, demiştir ki, yargılanmak ve herhalde aranır çıkmak için hayatımızın ölüm sonrasında gözden geçirileceği korkumuzdandır.
Soru: Yeni kitabınızda, reenkarnasyon düşüncesiyle ilgili bazı yanlış yorumlara yer verilmiş. En yaygın olanı nedir?
Stevenson: Reenkarnasyon fikri  Hinduların Karma dedikleri şeyi içermelidir, özellikle de cezalandırıcı Karmayı.
Soru: Cezalandırıcı  karma kavramı bu yaşamınızda yaptığınız kötü bir şeyin, gelecek yaşamınızda aynı miktarda kötülükle karşılaşılarak ödenmesi mi?
Stevenson: Onun gibi birşey. Daha belirgin olabilir, öyle ki birinin gözünü söndürürseniz, siz de kör olacaksınız. Cezalandırıcı karma kavramının hiçbir kanıtı yok. Öte yandan, herbirinde  ilerleme olan birbirini takip eden hayatlar Lübnan´da birlikte çok çalıştığım Dürzi tarikarının belirgin görüşüdür. Allah´ın bizi farklı yaşamlara gönderdiğine inanırlar,belki  bir balıkçı, sonra bir banker, sonra belki de bir korsan. Fakat herbir yaşamda elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız – Bankerse kişi tam anlamıyla dürüst – ve zengin olmalı. İster korsan ister köylü yargı gününde bunlar toplanacak. Ama bir yaşamın müteakip olanı ile hiçbir ilgisi yok. Bir hayatınızda davranışlarınız kaba olabilir ve ondan sonrakinde zarif bir çevrede yeniden doğabilirsiniz.
Soru: Yeni kitabınızda kanıtlarınızla kolayca ikna olabilecek  insanlar çok kolay kandırılıyorlar ve hemen inanıyorlar fakat sizin durumunuzda ve düşüncelerinizde görülüyor ki reenkarnasyon asla kanıtlanamayacak, öyle mi?
Stevenson: Kanıtlara inandıkları için kimseyi azarladığımı zannetmiyorum. Dediğim şey şu, o kitaba özgü içerikler esasına inanmalıdırlar zira ayrıntılı vaka açıklamaları diğer kitaplarımdadır. Ben diyorum ki, reenkarnasyon kabul edilebilir ve inançları asla zorlamaz. özellikle dediğim reenkarnasyon düşüncesi inanca götürür ama zorlamadan. Şimdiye kadar araştırdığım tüm vakalarda eksiklikler var. Birlikte mütalaa edildiğinde bile ispat gibi bir şey sunmuyor. Ancak zaman içinde kanıt bünyede toplandıkça gittikçe daha çok insan ilgisini görecektir.
Ben pek misyoner gibi değilim. Bunun çoğu Hindistan´a yaptığım ilk seyahatte benden çıktı. Oraya ilk gittiğimde bende belli bir coşkunluk vardı. Çandrigarh’da Ramakrisnha Swami ile görüştüğümde, bana ne yaptığımı sordu; belirgin bir hevesle cevap verdim  Uzun bir sessizlikten sonra sonunda dedi ki; “Biz, reenkarnasyonun gerçek olduğunu biliyoruz fakat bu farkettirmiyor, burası Hindistan, dolandırıcılar ve kötüler sizin Batıda olduğu miktarda bizde de var.” Sohbetin sonu.
Soru: Hipnoz altında denilerek elde edilmiş geçmiş yaşamların gerçekliği hakkında bir sürü iddialar var. Bunların neden muhtemelen sahtekarlık olabileceğine işaret etmişsiniz.
Stevenson: Deneylerime göre, hipnozla ortaya çıkarıldığı olarak gösterilen önceki kişilikler tamamen hayal ürünüdür  ve uyutulanın hipnozcunun telkinleri altında kalmaya eğiliminden kaynaklanmaktadır. Hipnoz altında hepimizin telkine açık olduğumuz sır değildir. Bu tür bir araştırma gerçekten tehlikeli olabilir. Bazı insanlar öyle olduğu varsayılan anılarından dehşetli şekilde korkmuşlardır ve diğer vakalarda uyandırılmış önceki kişilik çok geri zamanlara gitmeyi reddetmiştir.
Soru: Yine de onun lehine tartışılabilecek bazı vakalar var. Bridey Murphy kanıtından ikna olmuş gibisiniz. . [1952 de Colorado’lu bir ev kadını, hipnoz altında önceki hayatında  1806 yılında yaşayan Bridey Murphy adında İrlan’dalı bir kız olduğunu iddia etmişti]
Stevenson: Evet, birkaç örnekten biri olduğunu düşünüyorum.  Ksenoglosi (xenoglossy) denilen, öğrenmiş olabilecekleri mümkün olmayan bir dili konuşan çocuk ve yetişkin vakalarını tartışmıştık. Ender olsa da böyle şeyler oluyor. Bunlardan yayımladığım biri kocası tarafından hipnotize edildikten sonra Almanca konuşmaya başlayıp – çok iyi olmasa da yine de Almanca – ondokuzuncu yüzyıl sonunda Almanya’da yaşayan yeniyetme bir kızın hayatını anlatan bir Metodist papaz karısına aitti.  Yani, hipnoz hiçbir zaman yararlı bir enstrümandır olmamıştır demiyorum, ama sıkça yapılan ticari istismar ve yanıltıcı iddialara canım sıkılıyor.  Hipnoz altında ortaya çıkanların büyük bölümü saf hayal ürünüdür. Bu “önceki hayatlardan” bazılarının izleri tarihi romanlara kadar gitmekte.
Bir başka İngiliz vakası da bir Cambridge okutmanı tarafından incelenen yüzyılın başında geçmekte.  Ondördüncü yüzyılda II. Richard’ın sarayında Blanche Poynings’in hayatını yaşadığını anlatıyor görünen bir genç kadın. İlgili insanlar hakkında, tam isimleriyle ve ne çeşit hayat yaşadıkları dahil olmak üzere, bir çok ayrıntılar vermişti. Araştırmacılar irdelemeyi sürdürdüler, ve bir kısa bir süre sonra, bilgilerin kaynakları hakkında ona soru sormaya başladılar.  Kız, transa benzer haldeyken ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yayımlanmış, II. Richard sarayındaki bir kontes hakkında klasik Viktorya devri Kontes Maud adlı bir kitap ortaya çıktı. Süje biraz değiştirmişti ama esas olarak herşey kitaptaki gibiydi ve teyzesinin kitabın bir nüshasına sahip olduğu anlaşıldı. Onu okuduğunu hatırlamadı ancak sayfaları çevirdiğini hatırladı. Böylece bu tür vakalar oldu.
Soru: Bilinçli aldatmacaya ait kanıtlar buldunuz mu?
Stevenson: Birkaç tane oldu. Aldatma ve kendiliğinden kanma ile ilgili yedi vaka üzerine hazırlanmış yeni bir bildiride ben ve meslekdaşlarım kanıtların güçlülüğüne kendini inandırmış kandırıcıları veya bilgi verenleri tanımlamıştık.  Bilmeden yanıltılmış olabileceğim başka vakalar da olabilir ama fazla sıklıkta olduğunu sanmıyorum. Asya´nın ve Afrika´nın ortalama köylüleri bir hileyi tasarlayacak zamana sahip değiller. Onlar sadece görüşmeye harcadığımız zamanımızı çalıyorlar. Ortada bir para veya çıkar sağlayabilecek bir ün yok. Başarılı bir hile pek çok tanık ve kusursuzca hazırlanmış bir çocuğun işbirliği gerektirir. Bizim için ciddi bir problem değildir büyük ölçüde kendini kandırma olabilirse de. Örneğin Türkiye´de bana iki Alevi çocuk gösterilmişti, Başkan Kennedy’nin reenkarnasyonları  olduğu iddialarındaydılar: Bu tür vakalar enderdir ve bunun gerçek olmadığını farketmek göreceli olarak kolaydır.
Kriptoamnezi veya kaynak amnezi (bellek yitimi) de bir başka konu. Bir çocuk normalde bir bilgi edinebilir ve sonra onu unutabilir. Her vakada göz önüne aldığım bir olasılıktır, ancak arada uzun  mesafe olan çoğu durumlar için doyurucu bir açıklama değildir, zira inanılır ölçüde olan önceki hayat anı kümesini bir araya getirmek için çok fazla bilgi gerekmektedir.  Bazen de paramnezi – anıların karışması olabilir.  En hafif kanıtın bile üzerine atlamakta tereddüt etmeyecek derecede ölmüş bir insanın yerine dünyaya gelmiş bir çocuğun izini arama konusunda Dürziler genelde öylesine güçlü isteklere sahiplerdir. Bunu farkında olmadan istek yerine getirme olarak nitelendirebilirsiniz.
Soru: Reenkarnasyonu daha büyük amacı olan bir bakış açısı olarak mı görüyorsunuz?
Stevenson: Eh, evet öyle görüyorum. Benim Tanrı düşüncemde O, gelişmektedir. Ben, gözetleyen bir Tanrı´ya inanmıyorum, Yaratıcı, saati yapıp, sonra üzerine bir tık atmış olamaz. Ben, gelişen ve deneyleyen bir “Kendi kendine yapıcı Tanrı” ya inanıyorum ki biz onun bir parçasıyız… Bedenler giyilip atılır, ruhların ise dinlenmek ve düşünmek için dönemlere ihtiyaçları vardır. Sonradan yeni bir bedenle yeniden başlanabilir.
Soru: Zihni ya da ruhu gerçekte beyin aktivitesinin bir bölümü olarak adlandırdığımıza inanan biyoloji bilim adamlarına katılmıyor musunuz?
Stevenson: Kaza, cerrahi ameliyat, yüksek ateş ya da bir ya da iki kadeh viskinin akli faaliyetlerimiz üzerindeki etkilerini hesaba kattığımızda zihnimiz değil beynimizin destek alıyor göründüğü varsayımı. Bazı nöroloji bilim adamları beyin sürecinin nasıl zihinsel olanın sebebi olduğunu daha yeni göstermeye başladıklarını kabul ediyorlar. Ancak kendilerinin ya da kendilerinden sonrakilerin bunu tamamen çözeceklerini bildiklerini iddia ediyorlar. Bunun başka açıklaması olamayacağından eminler, bu yüzden başka bir şey mütalaa etmiyorlar. Ancak nöroloji bilim adamlarından aldığımız bütün bilgileri takip etmek durumunda değiliz. Son zamanlarda, az sayıda psikologlar ve filozoflar, acaba zihin beyin fonksiyonları açısından tam olarak  açıklanabilecek mi diye sormaya başlamışlardır.
Soru: Oğlan dünya hayatı yaşadıklarını hatırlayan kızlar, oğlanlardan daha fazla demiştiniz.
Stevenson: Doğru. Bunun ortalaması ikiye bir. Yüz cinsiyet değişikliği vakalarından [cocuğun önceki hayatına göre farklı bir cinsiyette olduğunu hatırladığı durumlar] altmış altısında dişiler daha önceki hayatlarında oğlan olduklarını hatırlamışlardı. Bunu bazı Burma vakaları ile karşılaştırdı.  Burma’da kız olarak bir zamanlar erkek olduğunu söylemek bunun tersine göre kültürel açıdan daha kabul edilebilir olabilir.  Oğlanla acımasızca dalga geçilebilir. Onları yorumlamaktan ziyade istatistik ile cevap bulmak daha kolaydır. Birinin cinsiyet değtirmiş olmasının kabul edilemez olduğu bir kültürde  belki de bu tür vakalar, vuku bulsalar dahi,  hiçbir zaman rapor edilmemektedir.
Soru: Ruhun cinsiyet değişimleri, homoseksüellik sorusuna ve cinsiyetin karışmasına yeni bir bakış açısı olabilir değil mi?
Stevenson: Evet. Bütün duygusal bozuklukların insanın ebeveynlerinin beceriksizliklerine yüklemek modayken, cinsiyet vakaları – kişilik karışıklığı ebeveynlerin üzerine yıkılmıştı.  Klinefelter sendromu (erkeğin fazladan bir X ya da dişi kromozomu ile doğması şeklinde genetik bir durum) gibi biyolojil bir açıklama bazı vakaları açıklayavbilir ama hepsini değil. Batılı psikiyatristler ve psikologların bu konuda yeterli  açıklamalara sahip değillerken, öte yandan Güneydoğu ve Asya kültürlerinde cinsiyet-kimlik karışıklığı reenkarnasyon sonucu olarak mütalaa edilir ve sakinlikle kabul edilir. Reenkarnasyon en azından bazılarının olası bir açıklaması olarak mütalaa edilmelidir.
Soru: Hamlet’i intihar etmekten ne engelledi, ölümün herşeyin sonu olmadığı kuşkusu mu. İntihar etmiş çocuk vakasına rastladınız  mı?
Stevenson: Bu oldukça ender. Elbette ki onları aramadık.  İntiharla sone ermiş önceki hayatı hatırlayan çocuklar bazan hala intihar alışkanlığına sahip oluyorlar. Birşeyler yanlış giderse intihar edecekleri tehdidinde bulunuyorlar. Bunları gördük. Önceki hayatta intihar cezası korkusuna bulaşmış yirmi üç vakaya rastladık; ve çoğu intihar enstrümanı ile ilgili fobilere sahipti – yani, bazı durumlarda silahla, diğerlerinde zehirle.  Bir tanesi intihar anılarının onu kendini öldürmekten caydırdığını söyledi. Hiç birşeyin üstesinden gelinemeyeceği ya da çözümlenemeyeceği  ile kişinin kendi dertleri ile karşılaşabileceği düşüncesi, benim görüşüme göre, bu caydırıcılıkta çok etkili olmaktadır.
Soru: Carl Jung Anılar, Rüyalar ve Yansımalarda oğlanken onsekizinci yüzyılda çok yaşlı bir adam olduğunu çok detaylı olarak hatırladığını yazmış.
Stevenson: İncelediğimiz çocuklar, çoğu kez sanki yetişkin bir vücut iken uyarılmadan bebek vücuduna transfer olmuş gibi hareket etmişlerdir. Türk çocuklarından biri konuşmaya başladığında hemen hemen ilk söylediği şey “Benim burada ne işim var? Ben limandaydım” olmuş. Daha sonra bir geminin anbarında uyuyakalmış bir rıhtım işçisinin hayatını ayrıntılarıyla anlatmıştır. Ağır bir yağ  varili üzerine düşmüş ve onu anında öldürmüş. Bu gibi vakalar bana briç oynarken kalp krizi geçiren bir kadını hatırlatıyor. Bir kaç gün sonra ortaya çıktığında ilk söyledikleri “Koz neydi” olmuştu.
Soru: Kronolojik tutarsızlıkları olan yeni çalışmalarınıza kısaca değinmiştiniz. Önceki hayatı tamamlanmadan yeni bir çocuk olarak tekrar doğan kişiliklerden mi bahsediyorsunuz?
Stevenson: Bunlardan birkaç tane var. Yirmi Vaka’da Jasbir vakası var, o da farklı bir tutarsızlık. Beyanına göre çiçek hastalığından öldüğünde iki buçuk yaşlarındaymış. Geri döndüğünde tamamen farklı biri olduğunu iddia etmiş, daha yeni ölüp onun vücuduna giren bir adam. Jasbir olan yeni kişiliğinde bir mahatma ya da sage ile karşılaştığında bu vücudu devralmasını söylemiş.
Ayrıca Tayland’da da, hatırladığı kişilik olan Nai Leng ölmeden önce doğduğunu iddia eden Chaokhun Rajsuthajarn adında bir keşişin olayı vardı. Bu vakalar Budist ülkelerde son derecede enderdir; Budistler onları kuşkulu ve hatta düzmece olarak nitelendirirler, zira onlar Budistlerin yeniden doğuş kavramıyla uyum sağlamazlar. Bu vakayı daha fazla dikkatle araştırdım fakat tutarsızlığa bir açıklama bulamadım.
Soru: Neden Amerikalı çocuklar Asyalı çocuklardan daha az somut ve doğrulanabilir hatıralara sahipler?
Stevenson: Elimde spekülasyon ve varsayımlar var. Birincisi Amerikalılar göçedir. Bütün Amerikalıların beşte biri her yıl bir siteden ötekine ve dörtte biri  de  site içerisinde taşınarak komşularını ve çevrelerini değiştirirler. Bazı Asyalı çocukların hatıraları ufak çevresel farklılıkları farketmeleriyle uyarılmıştır. Fark büyükse söz konusu uyarı eksik olabilir.  Soruyu tersten ele alırsak, neden belirli Asya kültürlerinde o kadar vaka var? Göz önüne alınması gereken ilk şey, bu kültürlerin ölülerini bizden fazla hatırladıkları ve onları hala hayatın içerisinde daha aktif olarak bulundukları şeklinde görmeleri; aynı zamanda kuvvetli aile bağları var. Onlara göre rastgele kader diye bir şey yok. Herşey bir nedenle olur ve bu neden kişinin onu iyi ya da kötü şeklinde arzu etmesi ile ilgilidir.  Onlar aynı zamanda, telepatiye, paranormal ve haberci rüyalara bizim Batıya inandığımızdan çok daha fazlainanırlar. Bizim gibi gözleri saatde değildirler; yaşamlarına yansıtacak zamanları vardır. Bütün bu faktörler bu soru ile ilgili olabilir ve belki onları geçmiş hayatları ile daha yakın temasta tutabilir.
Soru: Asyalı çocukları araştırdığınızda geçmiş hayatı tamamlanmamış kişilerle karşılaştığınız oldu mu?
Stevenson: Doğrudur. Şiddete maruz kalıp ölmüş olanlardan ziyade doğal şekilde ölmüş kimseleri araştırırken çeşitli vücut gruplarını ayırt edebiliriz. İlk gruba, kendileri ya da başka herhangi birilerinin düşünceye adapte olma şansı  bulmadan bir an iyiyken akabinde ölenleri dahil edebiliriz. İkinci kategoride doğal sebebi ne olursa olsun oniki – mesela  bebek ya da genç çocukları bırakıp gidenler mesela yaşından önce ölmüş olanlar yer alabilir; üçüncüde işini yarım bırakıp ölmüş olanlar vardır. Pek genç olmayan ancak öldüğünde yoğunlaştığı bir projeyi ortada bırakmış insanları da dahil etmek gerekir. Bu insanlardan herhangi biri, belki de tamamlamış oldukları ömürden daha uzununu hak etmiş olmaları gerektiğini hissediyorlardı.
Soru: Bir kişiliğin ölümü ile kişiliğin yeni bir çocukta yeniden doğumu arasında ortalama boşluk onbeş ay mıdır ?
Stevenson: Evet, ama bizim rakam daha çok Asya vakalarından gelmektedir, zira yüz kadar Batılı vakanın sadece on beş ila yirmi kadarı doğrulanmıştır, daha doğrusu bizim ifademizle “çözümlenmiştir”.  “Önceki hayatlarını hatırladıklarını iddia eden Amerikalı Çocuklar” adlı bildirimde yetmiş dokuz vakayı inceledim.  Bunlar hiçbir şekilde, örneğin,  Hint vakaları gibi  detay zengini değildi.  Mesela Amerikalı çocuklar birkaç isim verdiler ve biz sadece 16 vakada bunları ölmüş kişilerle eşleştirebildik; ve şahıs hemen hemen her zaman aileden biri çıktı, böylece vaka bizim açımızdan önem taşımaktan çıktı. Bir tek çocuk bile önceki hayatında ünlü olduğunu iddia etmedi. Çoğunluk, tıpkı Asyalı çocuklar gibi,  normal, farklı olmayan insanlar olarak görünüyordu.
Soru: Öyle olsa bile, her birimiz için aralık onbeş ay ise, bu üstüste yeniden yaşanılan hayatları göstermez mi?
Stevenson: Eh, hatırlayan bu çocuk vakaları istisnai olabilir. Bunlar yeniden doğdukları için değil, hatırladıkları için vaka haline gelmiş olabilirler. Ne kadar sayıda diğerleri hatırlamadan yeniden doğmuş olabilir? Onbeş aylık ortalama belki de sadece Hindistan’da cinayete kurban gitmişler için doğrudur.
Soru: Sizin Amerika vakalarından birinde önceki hayatında kafa derisinin yüzüldüğünü hatırlayan biri vardı, ki bu çok büyük bir aralık anlamına gelebilir.
Stevenson: Evet, o vakada onsekizinci yüzyılda kadar giden bir aralık. Analizlerimiz yaşamlar arasındaki daha uzun aralıkların daha az anı demek olduğunu göstermemiştir. Anıların, bizlerde olabildiği gibi, dünyada ya da  fiziki bedene sahip olmayan zihinlerde sönümleyebileceği olasılığına hazır olmak zorundayız. Böylece aralığın yirmibeş yıldan fazla olduğu vakaları doğrulayabileciğimizi ender olaka beklemeliyiz. Birçok insan için ölüm ve yeniden doğuş arasındaki aralığın bizim şimdiye kadar araştırdığımız vakalardan çok daha uzun olması olasıdır.  Sadece eldeki ikibin vakayla, insan ırkının başlangıcından itibaren iz bırakmadan kaybolan milyarlarca insanoğlu hakkında tahminlerde bulunmaya çok zor cesaret edebilirim.
Soru: Bazı çocukların belirli ailelerde ortaya çıkma nedenleri ile ilgili düşünceniz nedir?
Stevenson: Müslümansalar, Allah´ın onu böyle yaptığını söyleyeceklerdir. Hindu veya Budist ise bunu karmaya bağlayacaklardır. Amaç birlikte yaşamak ve öğrenmek olabilir. Mesela moral açıdan gelişmek isteyen biri, elinden gelebiliyorsa bir azizin ailesinde dünyaya gelmeye çalışmalıdır.  Bir Mafya katili açısından öyle sanıyorum ki, en büyük ceza yine, hayata sınırlı bakış açısı olan bir Mafya ailesinde yeniden doğmak olurdu.  Beni tutkuyla ilgilendiren başkaları varken neden birisi tek bir ailede dünyaya gelmiş gibi görünüyor? Bu gelecek yüzyılın sorusu.
Soru: Sizin çocuğunuz var mı?
Stevenson: Maalesef yok.
Soru: Geçmiş yaşamı hatırlamak çoğu kez dezavantaj olmuyor mu?
Stevenson: Sanırım. Bu çocuklar bölünmüş kişiliklerle karmaşık hale geliyor. Birçok vakada çocuklar, onların gerçek ebeveynleri olmadıkları söyleyerek anne ve babalarını reddettiler ve çoğu kez, öyle nitelendirdikleri gerçek evlerinin yoluna yöneliyorlar. Diğer vakalarda  önceki kocalar, karılar, çocuklarla yeniden birleşmekte ısrar ediyorlar. Hintli bir çocuk, eski metresi olduğuna inandığı bir kadına tutkuyla bağlanmış, geri almaya çalışıyordu, kendisini de onu da gerçekten zor duruma sokmuştu.
Soru: Bir kimse nerede ve nasıl yeniden doğmak isteyeceğini tasavvur edebilir mi?
Stevenson: Bundan daha de önemli soru şudur. Beni kim bebeği olarak ister?
Soru: Size nerede ve kim olarak yeniden doğmak istediğinizi sorabilir miyim?
Stevenson: Hayır. Kanımca bu çok kişisel bir soru.
Soru: Sürmüş olabileceğiniz önceki hayatlarınızı bir şekilde merak etmiş olmalısınız, zira sekiz duyarlı olan kişilere ya da medyumlara danıştınız.
Stevenson: Danışma biraz fazla kuvvetli bir kelime. Bazıları bana bu “okumaları” kendiliğinden verdiler.  Bir tür yol boyunca olup bitmiş gibi. Bir Hint swamisini ziyaret ediyorken, ondan istemedim, ağzından birşey kaçırıverdi.  Ne olduğunu hatırlamıyorum. Galiba Hindistan’daki önceki bir hayat hakkında birşeyler söyledi.  Farklı hayatları topluyorlar diyebilirsiniz; aynı zamanda bende farklı yerlerde  olanlar. Aynı dönemde iki onsekizinci yüzyıl hayatlarından konuşuldu ve bunlar bütünüyle farklıydı. Hepsi de tamamen doğrulanamaz şekildeydi.  Bunun için para harcayan insanlar var ve herkesin zamanı gülünç bir şekilde boşa gidiyor.
Soru: Önceki hayata ait anıları olmayanlara ne tavsiye ederdiniz?
Stevenson: Bazıları der ki, önceki hayatın ayrıntılarını hatırlamadan ve hatalarından ders çıkarmadan yeniden doğmanın bir faydası yoktur. Onların unuttuğu şey, unutmanın halihazırdaki yaşamın başarısı için elzem olduğudur.  Her sefer yürürken tökezleyip düştüğümüzü hatırlarsak yine düşeriz. Önceki hayatlarını hatırlayan çocukları, sanki özel hikmet sahipleriymiş gibi görerek, onları kıskanan insanlar da bilirim.  Aslında, onlara neredeyse kusur sayılabilecek bir anormallik çekenler olarak bakmak daha anlamlı olur. Sahip oldukları anılar çoğu kez nimetten çok  handikap sayılır; ve hemen hemen hepsi büyüdükçe ve geçmiş hayatlarını unuttukça gittikçe daha mutlu oluyorlar.
Soru: Çalışmalarınız  yaşam ve ölüme karşı tavrınızı etkiledi mi?
Stevenson: Sanırım. Ölüm korkusundan kurtulduğumu iddia etmiyorum ama başkalarına göre biraz daha azaldı. Bu çocuklar, bazan yetişkinlere fazladan güven verebiliyorlar. Eşini yitiren teselli edilemez durumda olan bir kadına mesela “Ağlamamalısınız, ölüm bir son değil, bana bakın; öldüm ve yine buradayım” diyecek durumda iki ya da üç çocuk olayı gördük.
Evet, Stevenson´un sözleri böyle; reenkarnasyon konusunda en önemli batılı bilim adamı olan Prof. Ian Stevenson görüldüğü gibi reenkarnasyona inanıyor ama bir fanatik değil ve kanıtlama çabasına da girmiyor. Olayları ortaya koyarken çok dikkatli, sadece ama o da arada bir böyle olmalı, diyor. Eğer reenkarnasyon, Stevenson´un dediği gibi Tanrısal bir amaç taşıyorsa, bizim böylesine bir sistemi ve düşünceyi anlayabilmemiz gerçekten mümkün olamayacaktır. Yok eğer, böyle birşey yoksa ve olanlar psikolojik nedenlerden kaynalanıyorsa iyiliğin, kötülüğün, günahın, sevabın tek bir yaşam hakkında pek önemi kalmayacaktır. Son anda aklı bir olay geliyor; kadın reenkarnasyona inanıyordu ve çılgınca sevdiği kocasını kaybetti; arkadaşları eşinin ölmediğini biliyorsun, diye teselli edince başını salladı ve “Biliyorum ama o artık, o olmayacak ve beni sevmeyecek ve ben de onu sevmeyeceğim. İşte buna dayanamıyorum.” Bunun da bir cevabı olmalı, değil mi?
NOT:  Söyleşinin çevirisi bütünüyle tarafımdan yapılmıştır. İnternette yer alan muhtemelen bilgisayar programı ile yapılmış neredeyse tamamen yanlış ve yarısından fazlası eksik çeviri ile hiçbir ilgisi yoktur.
12. BÖLÜM – ÖRNEKLERLE NUSAYRİLERDE REENKARNASYON
Nusayriler Türkiye’de yoğun olarak Hatay, İskenderun, Adana ve Mersin civarında yaşarlar. Nüfuslarının yaklaşık olarak 1 milyon olduğu iddia edilir.
İslam Tarihinde Nusayriler Hicret’ten üç yüz yıl sonra, 10. yüzyılda Irak’ta ortaya çıkmışlardır. Nusayriliğin kurucusunun İbn Nusayr (Muhammed bin Nusayr) olduğu kabul edilir. Kur’an dışında ikincil kutsal kitapları, Kitab-ül Mecmu’dur.
Yabancı yayınlarda Suriye bölgesinde Sünni ve Şii olmayan Müslümanlar “Alevi” (Alawi) olarak tanımlanıyor.  Fransızlar Suriye’yi işgal ettiğinde, bu grup kendilerini “Alevi, Suriye Alevisi, Arap Alevisi” gibi adlarda tescil ettirmişler, hatta yaşadıkları bölge Fransa tarafından resmen “Alevi vilayeti” olarak adlandırılmış. Türkiye’de yaşayan, ana dilleri Arapça olan Nusayrilere İskenderun’da geçen çocukluğumda yerli halk Arap Alevi ve/veya Arap Uşağı (Arap Çocuğu anlamında) derdi. Yıllar sonra Türkmen kökenli Anadolu Alevilerini tanıyınca gördüm ki Nusayrilerin Anadolu Alevileri ile ilgileri ve benzerlikleri yok. Nusayrilerin dedeleri, Cem Evleri olmadığı gibi Muharrem orucu, müzik, semah, saz çalma ve buna benzer ritüelleri de yoktur. Buna karşılık şıhları, tekkeleri vardır, toplu ayinleri ve kutsal günleri bulunmaktadır. En büyük bayramları Hz. Muhammed’in veda hutbesinde Hz. Ali’yi vasi tayin ettiği gün olarak inandıkları Gadir(i) Hum olup Kurban bayramının 1 hafta sonrasıdır. Nusayriler bir mezhep olmadıklarını ve İslam’ın kendileri olduğunu iddia ederler.
Nusayrilerin diğer mezheplerden en büyük farkı da reenkarnasyona inanmalarıdır. Anadolu’nun diğer bölgelerinin aksine Nusayriler çocuklarının konuşmaya başladıktan sonra anlattıkları hikayelere kulak verirler, inanırlar, çocuğun konuşmasına izin verirler. Hatay, Adana ve Mersin’de Nusayriler arasında çok sayıda, oldukça şaşırtıcı reankarnasyon olgularının gözlemlenmesi bu sayede olmuştur.
Nusayri Şeyhi Nasreddin Eskiocak, Can (Adil Ali Atalay) Yayınları tarafından yayımlanan “Yaratıcının Azameti ve Kur’an’daki Reenkarnasyon” kitabında reenkarnasyonun varlığına dair Kuran’dan deliller de gösteriyor. “Yazmış olduğum bu kitapta Yüce Allah’ın varlığından şüphelenenlere Allah’ın varlığını kanıtlayıp, bu kötü zanlardan kurtarmak gayesiyle Cenab-ı Hakk’ın bize ihsan eylemiş olduğu nimetlerden başkalarının da faydalanıp, kendi şahsiyetlerine ve topluma yararlı olmalarına vesile olabilirsek en büyük kazancımızdır” diyen Eskiocak aşağıdaki ayetleri örnek gösteriyor:
“Allah yaratışa başlar, sonra onu varlık alanından çekip tekrar yaratır. En sonunda O’na döndürülürsünüz.” (Rum 11)
“Yaratmaya ilk başlayan/yaratılanları ilk yaratan O’dur. Sonra onları çevirip yeniden yaratacaktır. Bu O’nun için çok da kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnekler/en yüce sıfatlar O’nundur. O’dur Aziz, O’dur Hakim…“ (Rum 27)
Eskiocağa göre insanoğlu bir defa dünyaya gelmekle ne cenneti hak edebilir ne de cehennemi; insanoğlu dirasetini bir yaşamda bitiremez. Örneğin Hıristiyan bir çocuk doğuyor ve ölüyor. Müslüman değil; daha iman’a davet edilmedi, bir şey yapamaz, o ne cenneti ne de cehennemi hak eder. Cenabı Allah nereye götürecek onu? Peki Allah’ın adaleti nerede kaldı? Biz reenkarnasyona yüce Allah’ın kitabına, gerçeklere dayanarak inanıyoruz. Ve gözümüzle defalarca hadiseler görmüşüz. Yüce Allah imanımızı güçlendirmek için bu hadiselerin çoğunu Hatay’da gösteriyor. Tabii dünyanın her tarafında tekrar dünyaya gelen insanlar mevcuttur.
Reenkarnasyon vakaları Türkiye’de neden belirli bir bölge dahilinde yoğunlaşmakta ve o yöredeki ana dili olarak Arapça konuşan yurttaş topluluğu arasında tezahür etmekte? Bu sorunun aşikar cevabı şudur: çünkü bu yurttaş topluluğuna dahil olan kişiler arasında, temelde bir reenkarnasyon inancı mevcuttur. Ve bu inancın önemli bir veçhesini de, cinayet gibi şiddet unsuru taşıyan ölümler sonucunda dünyadan ayrılanların gene doğacağı düşüncesi oluşturuyor. Neticede, çocuklar önceki hayatlarına ilişkin hatıralarını açıkladıklarında, aileleri ve çevrelerindeki kişiler, negatif bir tepki göstermiyor, hatta ısrar etmeleri halinde bu iddialarının doğruluğunu tahkik ediyorlar. Tabii büyük bir yüzdesi de önceki yaşamlarında cinayete kurban gitmiş kişiler oluyor. Peki, bu inanç neden sadece yöre halkının Arapça konuşan kesiminde mevcut? Bu sorunun karşılığı olarak iki ayrı görüş ileri sürülmekte. Bir görüşe göre bu inancın kaynağını Kur’an oluşturmaktadır. Çünkü Kur’an’ın bazı ayetleri reenkarnasyonun gerçekliği hakkındaki beyanlar olarak yorumlanabilmektedir. Ve ana dilleri Arapça olan bu kişiler de Kur’anın orijinal Arapça metni okuyabilmelerinden ötürü bu ayetlerin anlamını idrak edebilirler ve böylece bu tür bir itikata sahip olabilirler denilmektedir.
İkinci görüşe göre, bu yurttaş topluluğunun mensupları asılları Türk olup, bir zamanlar Horasan’dan Mısır’a göç etmişler, orada Arapçayı benimsedikten sonra bu kez Adana yöresine gelip yerleşmişlerdir. Dolayısıyla Horasan ile Mısırdaki kadim inançların uzantılarını taşımaktadırlar ki, reenkarnasyon inancı da bunların arasında yer alır.
Aslında bu iki görüşü bir arada değerlendirmek de mümkündür. Şöyle ki,  Horasan göçmenleri, Müslümanlık öncesinin kadim öğretilerinden gelen eski inançlarını, Kur’andaki ilgili ayetlerle pekiştirmek suretiyle zamanımıza kadar korumuş olabilirler.
Nusayrilerde reenkarnasyon araştırmaları
Önceki bölümde anlatıldığı gibi Türk Ruhçuluğu´nun tanınmış isimlerinden olan Reşat Bayer reenkarnasyon alanında Türkiye´de günümüze kadar yapılmış araştırmaların öncüsü sayılabilir. 1965 yılında yayınladığı “Parapsikoloji Yönünden Reenkarnasyon” adlı kitabı Türkiye´deki vakalar incelemesi nedeniyle hala önemli bir kaynaktır. Bayer, 1964-76 arasında Prof. Stevenson´un Türkiye gezilerinde kendisine eşlik etmiş, yardımcı olmuş ve tercümanlık yapmıştır. Bayer, Stevenson´un geliş nedenini şöyle anlatıyor;
“Adana ve çevresindeki Reenkarnasyon vakalarının hepsi Mehmet Altınkılıç adlı bir bakkalın İsmail Altınkılıç adı verilen 5-6 yaşlarındaki oğlunun eski hayatını hatırlamasıyla duyulmuştur. Bu vaka önce İstanbul basınına intikal etmiş, oradan da dış basında yer almaya başlamıştır. Biz hemen hemen bütün dünya spiritüalist dernekleri, psişik araştırma cemiyetleri ve parapsikoloji araştırması yapar üniversite kuruluşları ve şahıslarla daimi ilişki halinde bulunduğumuzdan Reuter Ajansı´nın yaydığı bu vaka dolayısıyla, biz kendilerine rapor göndermeye vakit bulamadan 10-15 kuruluş tarafından sual yağmuruna tutulduk. Konuyu daha büyük bir önemle ele Virginia Üniversitesi Psikiyatri ve Parapsikoloji Bölümü, Hindistan´dan Rajasthan Üniversitesi Parapsikoloji Direktörü Prof. Banarjee´yi memleketimize kadar gönderdi. Beraber Adana´ya gittik, günlerce araştırma yaptık ve Amerika´ya raporlar yazdık. Gönderilen ve alınan mektuplar 500 sayfa tutmaktadır, daha sonra 3-4 kez daha Adana´ya gönderildik. En nihayet Virginia Üniversitesi profesörlerinden Prof. Ian Stevenson memleketimize kadar bizzat geldi ve o bölgeler karış karış dolaşılarak 20-30 reenkarnasyon vakası daha tesbit edildi.“
Prof. Dr. Ian Stevenson‘un Mersin, Adana ve Hatay yörelerinde yapılan ve  Reşat Bayer ve Zekeriya Kılıç‘ın yardımlarıyla gerçekleştirilen ilk incelemelerde  71 olay yer almakta. 52 olayın doğruluğu teyit edilmiş.
Reşat Bayer’in 1977 de beklenmedik ölümünden sonra Dr. Can Polat araştırmalara devam etmiş ve 48 vaka tespit etmiştir. Ondan sonrasını da 1988 den itibaren  Avusturalya Tasmanya Üniversitesi Psikoloji bölümünden Jürgen Keil devam ettirmiştir. Stevenson’un 125, Jürgen Keil’in 113,  Dr. Can Polat, Mr. Ertan Kura ve Reşat Bayer’in 63 olmak üzere Adana, Mersin ve Hatay yöresinde araştırdıkları toplam 301 vakadan bazıları aşağıda anlatılmaktadır.
Nusayrilerde reenkarnasyon örnekleri
8 Ekim 1988 Cumartesi saat 17.00 de TRT 2 televizyonunda yayınlanan ilgi ve dikkatle izlediğim bir programda Antakya’nın köylerinden seçilen üç vakayla ilgili görüntüler vardı:
Gönül Büyükaşık – Hatice Yeter
Gümüşgöze köyünden, onüç yaşında. Önceki yaşamında “Hatice Yeter” olduğunu ve kocasının baskısına dayanamayarak kendisini tren altına atıp intihar ettiğini söylüyor.
Demet Kızılkan – Besime Yayar
Yukarıdöver köyünden Demet Kızılkan onsekiz yaşında. Önceki yaşamında “Besime Yayar” adında, boğularak bir kenara atılan hâmile bir kadın olduğunu belirtiyor. Bu olayı ilerde tekrar ele alacağız.
Zafer Kazan – Ekrem Paşazaimler
Mağaracık köyünde.  Beş yaşında olmasına rağmen kendisinin daha önce “Ekrem Paşazaimler” adında, içki ve sigara düşkünü bir adam olduğunu iddia ediyor.Görüntülere göre Zafer şimdiden sigara müptelası.
Programda Dr. Recep Doksat özetle şu yorumu yapıyor:
“Bu vakalar vardır. Reenkarnasyon sadece Güneydoğu illerinde değil, bütün dünyada görülen bir vakadır… Bu olaylar kollektif gayri-şuur (ortak bilinç-dışı) veya sosyal bir inanç konusu olarak geçiştirilemez… Bu konuları incelemek için mutlaka psikolog veya psikiatrist olmaya gerek yoktur… Psikolojik açıdan ruh, beden yok olduktan sonra beyinle birlikte ortadan kalkan bir gölge hadise, bir epifenomen (yan etki) olarak düşünülmüştür… Burada ise teolojik açıdan, beden yok olduktan sonra varlığını devam ettiren, var olan bir cevherden bahsediliyor. Dolayısıyla, teologları (ilâhiyatçıları) da ilgilendiren bir konudur…“
Doksat, Adana’da şâhit olduğu bir reenkarnasyon vakasından bahsettikten sonra, önceki yaşamları hatırlama ile ilgili olarak kendi araştırmalarından bir örnek veriyor ve beynin temporal lobunda bazı aksaklıkların olabileceği hipotezini öne sürüyor.
Psikiyatrist Prof. Dr. Recep Doksat (1927-1989)  İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra “nöro psikiyatri” ihtisası yaptı. İhtisas tezi Türk Üniversitelerinde ilk olarak ele alınan “Hipnotizma ve hipnoz ile tedavi” konusu üzerineydi. Doksat Adana’da reenkarnasyon olaylarını incelemiş, araştırmış ve kitap haline getirmiştir.
Programda Dr. Can Polat da daha önce bizzat incelediği 48 vakaya dayanarak, kendi kanaatini örneklerle anlatıyor. ABD’deki Virginia Üniversitesi adına Türkiye’deki reenkarnasyon vakalarını inceleyen Dr. Polat, daha önce Reşat Bayer’in aynı üniversiteden önceki bölümde çalışmaları ve görüşlerini anlattığımız Prof. Ian Stevenson için yaptığı örnek vaka toplama çalışmasını devam ettirmekte olduğunu ekliyor.
TV Programında anlatılan en önemli olaya tekrar dönelim.
Demet Kızılkan – Besime Yayar
Döver köyünden Demet Kızılkan onsekiz yaşında. Önceki yaşamında “Besime Yayar” adında, boğularak bir kenara atılan hâmile bir kadın olduğunu belirtiyor.
Gazeteci Cüneyt Şaşmaz’a eski bedenine ait mezarı gösterirken, konuşma biçiminde ve ses tonunda önemli bir değişiklik olmuş ve “mezarda geçen günlerini anlatırken” gazeteci Şaşmaz’ın üzerinde psişik bir etkilenme meydana gelmiş. Çocuğun eski yaşamındaki ailesi olduğunu iddia ettiği kişilere, ancak o ölmüş kişinin bildiği bazı şeylerin saklandığı yerleri veya olayların içyüzünü anlattığı belirtiliyor.
Ancak bu hikaye böyle bitmiyor. Sıkı durun Besime Yayar’ın bir yerde daha adı geçiyor:
İpek Kart  – Besime Yayar
Hatay Döver köyünde, Besime adında bir hamile kadın; kocası tarafından damdan itilerek öldürülüyor. Kocası cezaevine konuluyor. Besime ise İnci-Sabri Kart çiftinin kızları İpek olarak Hatay’da yeniden dünyaya geliyor. Bunları yeniden doğuş araştırmacıları Cevdet Rende ve Hande Karataş’a anlatıyor.
Demet’in anlattığı  ölüm olayını, farklı şekilde de olsa, İpek de anlatmış oluyor. İki kız birbirlerini hiç görmemişler, ortak tanıdıkları da yokmuş ama ikisi de daha önce yaşamış olan aynı kadından Besime Yayar’dan söz ediyor. Ancak ne Besime Yayar’ın ruhu daha önceki hayatında aynı zamanda iki bedende birden yaşamış olabilir ne de yeniden dünyada iki ruha bölünmüş olarak bedenlenmiş. Eğer böyle birşeyler olmuşsa  reenkarnasyon felsefesinin yeniden ele alınması gerekecektir.
Demet ile görüşen ATV Televizyonundan Rana Doğruer ve Haluk Soysal durumu Cevdet Rende ve Hande Karataş’a anlatınca Rende ve Karataş olayı çözmeye karar verip televizyoncularla  İpek Kart’ın evine gidiyorlar. Fotoğraf makinelerini ve kamerayı gören baba, kızıyla görüşmeye izin veremeyeceğini söylüyor. Araya Cevdet Rende girince, baba son sözü eşine bırakıyor. Annesi, geçmişi ile konuşunca kızının günlerce hasta yattığı ve eski yaşamını düşünerek hep ağladığı gerekçesiyle onu yormamak şartıyla görüşmeye izin veriyor. İpek çekingen gözlerle sürekli gelenleri inceliyor. Odadakilerin yüzüne tek tek bakarak kısık, ürkek bir bir sesle, “Ne olur beni Döver köyüne götürmeyin. Orada kötü adam var, beni döver, çatıdan atar” diyor ve ağlamaya başlıyor. Oysa İpek gelenlerin kim olduğunu bilmiyordu. Döver köyünü de nereden çıkarmış olabilirdi? (Döver Köyü, hamileyken öldürülen Besime Yarar’ın köyü). İpek, yaprak gibi titriyor. Hemen annesinin kucağına veriliyor. Onu incitmemek için çok dikkatli davranmak gerekiyor. Biraz sakinleşince, oyun şeklinde hayatına ait birşeyler yazması isteniyor. İpek odadaki masanın üzerinde yazmaya başlıyor, 9 yaşındaki İpek yazdıklarına zaman zaman göz gezdirirken derin iç çekişiyle. İşte İpek’in yazdıkları:
‘Adım Besime’ydi’
“Benim Adım İpek Kart. l989 yılında Antakya’da doğdum. Şu anda İlkokul 3’üncü sınıf öğrencisiyim. Birlikte yaşadığım anne ve babamla mutlu bir hayatım var. Ama bundan önce de bir hayatım vardı. Daha önceki yaşamımda Döver köyünde yaşayan, yeni evli ve 8 aylık hamile bir kadındım. Eşimle düğünümde takılan altınlar yüzünden sürekli kavga ederdik. O benim altınlarımı bozdurup kamyon almak istiyordu, ben ise ona güvenmiyordum. Bu yüzden beni dövüyordu. Eşim Fikret 2’nci kocam olduğu için onu aileme de şikayet edemiyordum. Çünkü 2 kere evlenmiş genç bir kadının hep kocalarından şikayetçi olması kabullenilmezdi. hep sustum.
Bir gün eşim benden yine altınlarımı istedi. Karşı çıkınca vurmaya başladı. Evimizin çatısında duruyorduk. Hep vuruyordu, dengemi kaybettim ya da o itti. Burasını tam hatırlamıyorum ama aşağıya düştüm ve öldüm.
Şimdi adım İpek. O zaman Besime idim. Öldüm ama geri döndüm. Diyeceksiniz bu nasıl oluyor? Ben de bilmiyorum… Tıpkı bir rüya gibi. Bilmiyorum.. bilmiyorum.”
Küçük kızı alıp, yıllar önce ölen Besime’nin köyüne götürmek istiyorlar. Demet ve Besime’nin annesiyle karşılaştırmak için.  İpek’in annesi bu teklifi kabul etmiyor ve şöyle diyor: “Olmaz. Çünkü kızımız konuşmaya başlayıp bu olayları anlatığında merak edip onu o köye götürmek istedik. Daha köyün yoluna girer girmez kızım fenalaştı. Korktuk, köyün girişinden döndük. Zaten daha sizi görür görmez öldüğü köye geri götüreceksiniz diye çok korktu, ağladı… Çocuğumu daha fazla hırpalayamam..”. Bunun üzerine Demet’in ve Besime’nin yaşlı annesini oraya getirilmesinde anlaşıyorlar.
Besime Yayar’ın yaşlı annesi Fatma teyze ikinci bir Besime’nin ortaya çıktığını söylenince, “Yapmayın ne olur. Kızımın acısı hâlâ yüreğimde kor gibi duruyor. Demet’i bağrıma bastım, ölen evladım biliyorum, ama bir başka kız olmaz artık” diyorsa da Demetle birlikte gitmeye ikna ediliyor.  İpek’i heyecanlandırıp, korkutmamak için  önce araştırmacı grup ve Döver köyü muhtarı küçük kızı bahçeye çıkartıyorlar, o arkadaşları ile oynarken diğerleri hep beraber misafir gibi geliyorlar. Tam sırada İpek, öldürülen Besime’nin annesi Fatma Teyze’yi görüyor. Yaşlı kadın bahçenin ortasında kımıldamadan gözlerini küçük kıza dikmiş dururken 9 yaşındaki İpek ise ağır adımlarla geri geri kaçmaya başlıyor. Sendeliyor, ellerini açıp etrafındakilerden yardım istiyor sanki. Yüzü gerilmiş, çığlıklar atıyor. Delirmiş gibi. Bahçenin içinde oradan oraya koşuyor. Kızı tutmaya çalışanlar, zaptedemiyorlar. Birilerine sarılmak istiyor, çevresindeki kadınlardan birinin eteğine yapışıp bırakıyor, bir diğerine sarılıyor. Oradan oraya koşup garip sesler çıkartıyor.
Şimdiki annesi kucağına alıyor. Ona su içiriyor. Anne üzüntüyle  “Size söylemiştim. O köyden (Döver Köyü) birilerini görmek onu rahatsız etti” diyor. Herkes küçüğü öpüp, kokluyor, rahatlaması için ellerinden ne geliyorsa yapıyor.
Demet, İpeği kucağına alıyor ve “İpek, düşün tatlım, bakalım hatırlayacak mısın? Hani sen ölmüştün ve bir kadın çok ağlıyordu. Kimdi o?” diye soruyor. Çocuk ağır ağır başını kaldırıyor ve parmağı ile Besime’nin annesi Fatma Teyze’yi işaret ederek “Oydu” diyor. Ardından da ağlamaklı, boğuk bir sesle, “Anne; neden mezarıma gelmedin?” diye soruyor. Buz gibi bir hava esiyor. Yaşlı kadın ağlamaya başlıyor. “Geldim kızım geldim evladım, ağladım, hâlâ her gün ağlıyorum güzel bebeğim, talihsiz, bebesi karnında ölen kızım benim.”
İpek kurulmuş robot gibi hızlı hızlı anlatıyor. Demet’in, kocası ile tartıştıklarında avluda olduklarını, önce boğazını sıkıp bayılttığını anlatmasından farklı olarak, İpek çatıda olduklarını, kocasının onu aşağıya ittiğini, ölümünün o şekilde olduğunu söylüyor. Aradaki  fark Demet’in anlattıklarının bayılma olayında bitmesi, İpek’in ise sonuna kadar devam etmesi.
Fatma Teyze’ye  “Teyze, sen kızının mezarlığına gittiğinde, anne karnında doğmadan ölen 8 aylık bebek için de dua ettin mi?” diye soruyorlar. “Yok be kızım yok. Benim ağlamalarım hep talihsiz kızıma oldu. Bebek hiç birimizin aklına gelmedi” cevabını verince olay çözümleniyor. Besime Yayar Demet olarak, Besime’nin karnındaki 8 aylık cenin ise İpek olarak yeniden bedenlenmişler. Cenin doğup bir benlik oluşturamadığı ve adı olmadığı için kendini Besime olarak anlatıyor. Besime’nin bayılmasından sonrasını Demet (yani o zamanki Besime) hatırlamazken İpek’in (yani o zamanki cenin) ise bayılmadığı için hatırlaması da aradaki anlatım farkını  açıklıyor. Belki de böyle bir reenkarnasyon olayı ilk ve tek örnek.
Adnan Kelleçi olayı
Stevenson, çalışmaları çerçevesinde geçmiş yaşamlarını hatırlayan Türk çocuklar üzerinde de incelemelerde bulundu. Bunlardan biri Ian Stevenson’un “20 Örnek Reenkarnasyon Vakası” kitabında yer alan Türk Adnan Kelleçi.
Adana’da yaşayan Kelleçi, önceki yaşamında Kore Savaşı’nda görev alan Türk askerlerinden çatışma sırasında hayatını kaybeden bir er olduğunu iddia ediyor. Kelleçi, askerin ölümünü oldukça detaylı bir biçimde anlatabiliyor. Ancak askerin kimliği hiçbir zaman tam olarak belirlenemedi.
Ali Kara – Cabir Rismen
Suriye’de ölüp Türkiye’de doğduğunu söylüyor. Hatay Raskiye köyü, 1972 doğumlu. Bir önceki hayatında adı Cabir Rismen. Bilal ve Rahibe’nin oğlu olarak Cennata köyünde dünyaya gelmiş. 1947-1960 yılları arasında yaşamış. Kullandığı traktör devrilince ölmüş.
Mehmet Aslan – Ata Eryılmaz
1987 doğumlu. Bir önceki hayatındaki annesi yeni doğan çocuğu Mehmet’i rüyasında görüyor. Arayıp buluyor ve çocuğu ailesinden istiyor. Mehmet, bir önceki hayatında Ata Eryılmaz imiş. Ata’nın anne babası Habib ve Raya Eryılmaz’ın iki çocuğu var. Ata ve Nebil. Nebil 15 günlük iken ölüyor. Ata ise üniversiteyi kazandığı yıl Asi Nehri’nde boğuluyor.
Abit Süzülmüş olayı
Reşat Bayer‘in Hintli Dr. Banerjee ve ABD’den gelen parapsikolog Prof. Dr. Ian Stevenson‘la birlikte Adana’da incelediği yeniden bedenlenme olaylarından bir örnek:
Adana’nın Bahçe semtinde, Abit Süzülmüş adında varlıklı bir adam, iki eşiyle birlikte yaşarmış. 1957 yılında tarlasında çalışan iki işçi tarafından, ahırda başına baltayla vurularak öldürülmüş. İlk eşi Şehide de, aynı kişilerce katledilmiş. Suçlular yakalanmış ve bunlardan Ramazan adlı işçi idam edilmiş.
Abit’in ölümünden yaklaşık bir yıl sonra, olay yerinden birkaç kilometre uzaklıktaki Mıdık’ta Mehmet Altınkılıç’ın bir oğlu dünyaya gelmiş. Çocuk doğduğunda, başında kapanmış bir yara izi varmış. Küçük İsmail yürümeye başladıktan sonra da, omuzunda bir havlu taşımayı adet edinmiş. Daha sonraki soruşturmalarda, aynı alışkanlığın Abit Süzülmüş’te de olduğu ortaya çıkmış. Dört yaşına geldiğinde İsmail, sürekli olarak Abit’in ailesinden söz etmeye başlamış. Bu, çevrede dikkat çekince, İsmail bilim adamlarının kulağına kadar gitmiş.
Bilim adamları çocuğu olay yerine götürmüşler. Beş yaşındaki İsmail, ilk kez geldiği yerde, doğruca ahıra giderek olayı anlatmış. Eski eşi Hatice‘yi görünce, ona sarılarak ağlamış, çocuklarını sevmiş. Ticaret yaptığı kişilere borçlarını hatırlatmış.
Araştırmayı yürüten bilim kurulunun İsmail ile ilgili raporunda, aynı olayla yakından ilişkisi olan Cevriye Bayrı da yer alıyor. İsmail ile aynı yaşta olan Cevriye’nin babası, kızının doğumundan önce bir rüya görmüş. Sağlığında sadece selamlaştığı Abit Süzülmüş, rüyasında kendisine bir emaneti olduğunu ve ona iyi bakmasını öğütlemiş. Adam rüyaya önem vermeyip, unutmuş.
Cevriye, başında bazı yara izleriyle dünyaya gelmiş. Çocuk uykusunda sürekli kabus görüp, “Ramazan geliyor!” diye feryatlarla uyanıyormuş. Küçük kız bir süre sonra, kendisinin Şehide olduğunu ve çocuklarını özlediğini söyler olmuş. Bilim adamlarıyla tanıştırılan Cevriye de, İsmail gibi, Abit Süzülmüş’ün evine götürülmüş. Kız onlara ölümünü anlatmış, çocuklarını görünce sevincinden ağlamış. Şehide’nin daha önce hiç görmediği akrabalarıyla karşılaşınca eski anılarını anlatmış.
Bir keresinde, Şehide’nin kız kardeşiyle karşılaştırılarak, Cevriye şaşırtılmak istenmiş. Kadın, önceden öğretildiği gibi çocuğa şöyle demiş: “Madem ki sen benim kız kardeşimsin, neden evvelki hayatında ben hastalandığım zaman hastanede beni yoklamaya gelmedin?” Cevriye bu sitem üzerine üzülerek şu cevabı vermiş: “Nasıl gelmedim, Fehime? Üstelik, o gün bir de araba bulup iki çocuğumla birlikte gelmedim mi?” Kızın söyledikleri karşısında, Şehide’nin kızkardeşi heyecanlanarak olayın doğruluğunu belirtmiş.
Mehmet Bekler olayı
Ekber’de yaşayan Mehmet Bekler, 40’lı yıllarda dünyaya gelmiş. Un değirmeninde çalışan Bekler 1965’ten bir gün bir müşterisiyle kavga etmiş ve müşterinin kafasına bir kürekle vurmasıyla hayatını kaybetmiş. Kısa bir süre sonra yakınlardaki bir köydeki hamile bir kadın rüyasında genç bir adam görmüş adam “kafama kürekle vurdular ve ben öldüm. Seninle kalmak istiyorum başkasıyla değil” demiş. Kadın Süleyman isminde bir çocuk dünyaya getirmiş. Bebeğin kafasında bir yara izi bulunuyormuş. Çocuk konuşmaya başladığı andan itibaren eski yaşamından anıları anlatmaya ve isminin Mehmet olduğunu söylemeye başlamış. Sonunda Mehmet’in ailesi de bu duruma inanmış. Küçük çocuk anılarına o kadar güveniyormuş ki Mehmet’i öldüren köylüyü öldürmek için babasının silahını bile istemiş.
Cemil Fahrici olayı
Cemil Fahrici 1935’te Antakya’da dünyaya geldi. Doğumundan bir önceki gece babası uzak bir akrabaları olan Cemil Hayık’ın kendi oğlu olarak yeniden dünyaya geldiğini gördü. Hayık, çetesi Fransız güçleri tarafından sarıldıktan sonra silahını çenesine dayayarak intihar eden bir yerel kahramandı. Bebek Cemil de çenesinin altında 2 santim boyutlarında bir yara izine sahipti ve 2 yaşına geldiğinde Hayık’ın yaşamı hakkındakı detayları çevresiyle paylaşmaya başladı. Daha sonraki yıllarda Ian Stevenson yaptığı araştırmalar sonunda Cemil’in başının üstünde de bir yara izin olduğunu fark etti. Yara izleri ve çeşitli fobi ve ağrılar reenkarnasyon belirtileri olarak görülüyor. Bazı uzmanlara göre boynundan sıkıntı çeken kişiler geçmiş hayatında asılarak öldürülmüş olabilir ya da yüksekten korkan bir kişi bir kalenin duvarından aşağıya atılarak cinayete kurban gitmiş olabilir. Yani nedeni açıklanamayan bu korku ve fobilerin önceki yaşamlardan gelmiş olabileceği öne sürülüyor.
Dellal Beyaz  – Mezarlığını bile anlattı
Dellal Beyaz 1970’te Samandağ’da dünyaya geldi. Doğduğunda başının üzerinde bir yara izi vardı. Annesi küçük kızın eski yaşamından anılar taşıdığını yatağında kendi kendine konuşurken fark etmeye başladı. Dellal önceki yaşamında yakınlardaki bir köyde yaşayan bir kadın olduğunu ve çamaşır asarken bir kuyuya düşerek öldüğünü anlatmaya başladı. Ailenin uzaktan bir akrabası Dellal’in anlattıklarının Zehide Köse isimli bir kadının ölümüyle büyük benzerlik gösterdiğini öne sürdü. Köse düşerken kafasını yer vurmuş ve götürüldüğü hastanede yaşamını yitirmişti. Zehide’nin mezarlığını da anlatan Dellal, önceki yaşamında öldükten sonra olanları hatırlayabilen ilk reenkarnasyon vakalarından biriydi.
Ali – Yadigar Maşat Olayı
Ali Maşat Adana’da yaşamaktadır.  Olayı inceleyenler 1989’da kendisi ve babası ile Adana’daki evlerinin yakınında bir kahvede görüşme yaparlar. Ali kahvede oturanların meraklı bakışlarından tedirgin olur rahat konuşamaz. Ali hayatının son anlarını hatırladığını anlatır. Sol yanağının üst kısmından giren bir kurşunla hayatı son bulmuştur. Şimdi aynı yerde bir iz bulunmakta olup Ali bu izin göz yaşı benzeri bir sıvı ile ara sıra ıslandığını ve kendisinin ıslaklığı mendiliyle sildiğini söyler. O zamanlar Ankara’da oturduğunu, varlıklı ve Cengiz ve Kemal adında iki oğlu olduğunu, çok sık İstanbul’a seyahat ettiklerini anlatır. Babasının anlattığına göre Ali 2-5 yaşları arasındayken şimdiki ailesini benimseyememiş ve eski ailesine gitmek istemiş. Sık sık eşyalarını toplar gitmeye hazırlanırmış. Babası anlatıyor: “Ali’nin epey bir zaman sakinleşmesini bekledik ve sonra neden öldürüldüğünü sorduk. Çok zengin olduğum için cevabını verdi. Bir gün havada kuşlar gördü, kendisine hiç öğretmemiş olduğumuz halde aralarından leyleği fark etti ve ona kuş demedi leylek dedi. Ali zeki bir çocuk her şeyi hemen öğrenebiliyor.”
Daha sonra Maşatların evine gidiliyor ve Ali’nin ablası Yadigar Maşat ile görüşüyorlar. Yadigar da anlatıyor. Şimdiki hayatında 1974 de doğmuş olan Yadigar önceki hayatından Kıbrıs’ta yaşadığını, Can ve Cengiz adında iki oğlu olduğunu, köyüne saldıranlara karşı çarpışırken sırtından vurulup öldüğünü anlatıyor. Ölürken çocukları da evdeymiş. Bu hayatında ise oğullarının adını söylüyor ve o da sık sık eski evine gitmek için hazırlanıyormuş. Zaman geçtikçe Yadigar’ın hatırladıkları hafızasından silinmeye yüz tutmuş. Babasının anlattığına göre sokağa çıkar oğullarını ararmış, bu aynı benimkine benziyor dediği olurmuş. Özellikle gittiği okulda bunu sıkça yapmış. Yadigar’ın ailesinin ana dili Arapça olmasına rağmen o Arapçayı hiç sevmemiş, hep Türkçe konuşmayı tercih etmiş.
Ali Şelhum Devrim olayı
Hatay ilinde rastlanmış olan bir reenkarnasyon vakası, ilgili mahkeme tutanakları ile zamanın Adana gazetelerinde yer almıştır. Bu olay eski Hatay mebusu olan Ali Şelhum Devrim ile ilgilidir. 1950-1960 arasında İskenderun’da yaşarken kendisini tanımıştım. Kızı Zahide Devrim babamın o zamanlar müdürlüğünü yaptığı T. C. Ziraat Bankası İskenderun şubesinde memur olarak çalışıyordu.
Ali Şelhum Devrim 7–8 yaşlarındayken, bir önceki hayatını tüm ayrıntılarıyla hatırlamış, o hayatında 10- 12 yaşlarına kadar yaşadığı mahalleyi tarif etmiş, o zamanki annesiyle babasına oraya götürmeleri için evdekilere yalvarmaya başlamıştı. Neticede, Devrim’in tariflerinden gitmek istediği yerin Reyhanîye semtinde olabileceğine hükmeden ebeveyni, bir gün çocuğu alıp arabayla Reyhaniye’ye gitmişlerdi. Devrim ilk kez gördüğü bir yerde arabayı durdurmuş ve inerek bir sokağa dalmıştı. Kendisini heyecanla izleyen anne ve babasına “ben buraları tanıyorum” demişti. “şu sokağın ilerisinde sağ köşede bir çeşme olacak, evvelce buraya daima gelir merkebimi sulardım. Evimiz daha ilerideki sokaktaydı. Sokağımız bir meydanlığa açılırdı.” Söz konusu evin kapısını rengini biçimini iç düzenini, kısacası daha önceden görülmeden tarif edilmesi imkânsız olan tüm ayrıntıları bir bir anlatmış, anlattıklarının hepsi de doğru çıkmıştı. Eve ulaştıklarında Devrim, sanki alışkın olduğu bir yere gelmiş gibi, tereddütsüzce kapıyı çalmış, kapıya çıkan bayanın boynuna sarılarak “anneciğim” diye bir çığlık atmıştı. Tabi ne Devrim’i ne de ebeveynini tanıyan bayan şaşkınlıktan donup kalmıştı. Devrim heyecan içinde “anneciğim beni tanımadın mı? Ben ölen oğlun Mehmet’im. Ben gene dünyaya geldim” demiş ve sadece Mehmet’in bilebileceği birçok ayrıntıyı ardı ardına sıralamıştı. 15 yıl önce gerçekten de Mehmet adındaki oğullarını kaybetmiş olan bayanla eşi, bütün bu açıklamalar ve Devrim’in gösterdiği gerçek bir sevinç gösterisi karşısında kendi çocuklarının onda tekrar bedenlendiğini kavrayarak, Devrim’i bağırlarına basmışlardı. Ancak olay bundan sonra çatallaşmıştı. Yeniden bulduğu önceki anne ve babasından ayrılmak istemeyen Devrim, direterek eski evinde kalmıştı. Bunun üzerine şimdiki ebeveyni mahkemeye başvurmuş ve tabi mahkeme Devrim’i onlara vermişti. Ne var ki, küçük Devrim eski ebeveyninden bir türlü kopamıyordu. En sonunda iki aile ortak oğullarıyla ilgili olarak bir karara varmışlardı: Devrim münavebeli olarak, her iki evde de yaşayacaktı. İşte Ali Şelhum Devrim, bu şartlar içinde büyümüş ve milletvekili olmuştur. Olayın mahkeme tutanaklarına geçmiş olması elde sağlam bir kanıt oluşturmaktadır.
Hatice Büyükhız Olayı
Sarı ipek saçları ve iri lacivert gözleri ile çok sevimli bir kız çocuğu olan Hatica Büyükhız konuşmaya başladığı günden beri ruhi bunalımlar geçiriyor ve yetim bıraktığı ikizleri Hasan – Hüseyin’in ardından hala gözyaşı döküyor!
Tıp otoritelerinin büyük ilgisini çeken ve tipik bir reenkarnasyon (ruhun öldükten sonra başka bir bedene girerek yaşamaya devam etmesi)  olayı olarak kabul edilen küçük kızın yaşantısını, buraya gelen Doç Dr. Recep Doksat, bütün detayları ile incelemeye başladı.
Küçük kız bir türlü üzerinden atamadığı birinci yaşantısı ile ilgili anılarını şöyle anlatıyor:
“Pembe boyalı küçük bir evimiz vardı. Kocam İzzet Güler marangozdu. 18 yaşında iki oğlum Hasan ve Hüseyin, babalarına yardım ederlerdi. Yeni doğum yapmış, bir kız çocuğu dünyaya getirmiştim. Lohusa idim. Bir gün çerçi geldi evimize. Bir terlik almak istedim. Param yoktu. Kayınbiraderim mehmedin ceketi duvarda asılı idi. Cebindem gizlice 5 lira aldım. Heyecandan titriyordum. Akşam kayınbiraderim eve gelince cebinden 5 lira alındığını farketti.  Çok sinirliydi, münakaşa sırasında tabancasın ı çekti ve bir el ateş etti. Sol kolumdan giren kurşun damarlarımı parçalamış oluk gibi kan akıyordu. Kundaktaki yavrum ağılyor, ikizlerim ne yapacaklarını bilemez halde sağa sola koşuşup duruyorlardı. Hastaneye kaldırılırken fazla kan kaybından yolda öldüm.”
Konuştuğu gün yavrularını sormuş
Hatice’nin annesi Hüsne ise, yavrusunun uzun süre kendisini anne olarak kabul edemediğini belirterek şöyle diyor:
“Birbuçuk yaşında idi. İlk defa konuşmaya başladığında, “Yavrularım nerede, kocam nerede?” diye sordu. Hem şaşırmış, hem de çok korkmuştuk.”
Bir süre önce babası öldüğü için dört kardeşi ile birlikte annesinin yanında güç şartlar altında öğrenimine başarılı bir şekilde devam eden Hatice Büyükhız, eski adıyla Ayşe Güler, “Yavrularımı bulmadan huzura kavuşamayacağım! Bana bu konuda yardım edin ne olur?” diye yalvarıyordu.
Engin Sungur – Naif Çiçek olayı
Ayşe Efe’nin yardımıyla Jürgen Keil tarafından incelenen olay Engin Sungur Aralık 1980’de Antakya hastanesinde doğan bir Arap Alevi. Ailesiyle Tavla köyünde yaşıyor. İki yaşından daha küçükken ailesiyle başka bir köye seyahat ederlerken anidan yolda bir köyü göstererek “Orası benim yaşamış olduğum köy” diyor. Gösterdiği hancağız köyü. Ailesinin soruları üzerine adının Naif Çiçek olduğunu, ölmeden önce Ankara’ya gittiği gibi ayrıntılar anlatıyor. Biraz daha büyüyünce annesi onu Hancağız’a götürüyor ve Naif Çiçek’in evini buluyor. Naif Çiçek’in karısını görünce benim karım diyor ve ailenin yedi mensubunu adlarıyla hatırlıyor. Bunlardan biri de kızı Gülhan. Bir yetişkin gibi konuşarak inanılmaz detaylar veriyor. Mesela Naif’in uzaklardaki tarlasını göstererek benim tarlam diyor, tenekeden yaptığı bir yağ lambasını soruyor, kamyonunu tarif ediyor, oğlunun kamyonla ona çarptığını, kızkardeşi Nazire’den borç istediğini, Nazirenin vermediğini ama diğer kızkardeşi Kürciye’nin (Kürciye kardeşinin Arapça adı, nüfusa kayıtlı adı değil) verdiğini  v.b. anlatıyor. Gerçekten Naif’in bütün anlattıkları doğrulanıyor, Ankara’ya doktora muayene olmak için gittiği, doktorun ona ilaç yazdığı dahil. Naif 1979 Aralık ayında ölmüş. Jürgen Keil Engin’in ilkokul öğretmeniyle konuşuyor, hakkında olumlu izlenimler ediniyor.
Kemal Atasoy – Karakaş olayı
Jürgen Keil tarafından 1977 yılında incelenen olayda Kemal Atasoy 6 yaşında Hatay’da yaşayan bir Arap Alevi. 2.5 yaşında konuşmaya başladığında geçmiş hayatında  Hıristiyan Ermeni olarak yaşadığını soyadının Karakaş olduğunu, zengin biri olduğunu, sürekli büyük deri bir çanta taşıdığını, İstanbul’da arkasında kilise olan, deniz kıyısında büyük 3 katlı, kayıkların bağlandığı bir evde yaşadıklarını,  evde her zaman kalmadığını, karısıyla Bodrum’da evlendiğini, çocuklarının Rum adları taşıdığını, insanların ona Fıstık dediğini, sonunda vurularak öldürüldüğünü, karısının da cinayette parmağı olduğunu, en küçük çocuğunun da araba yarışçısıyken kaza geçirerek öldüğünü anlatıyor.
Şimdiki ailesi ise İstanbul ile ilgileri olmadığını ve hiçbir Ermeni tanıdıkları olmadığını ifade ediyorlar. Jürgen Keil bu bilgilerle nasıl doğrulama yapabileceğini düşünürken tercümanının, Kemal Atasoy’un İstanbul’da Ayşegül adında çok meşhur bir kadının komşuları olduğu bilgisi aklına geliyor. Tercüman o sıralarda İstanbul’da Ayşegül adında bir kadının tarihi eser kaçakçılığından aranırken yurt dışına kaçtığını Keil’e anlatıyor. Keil bu bilgiden hareket ederek 1977 de iki kez İstanbul’a giderek Ayşegül Tecimer Nadir’in Çengelköy’deki evini ve yanındaki 3 katlı evi buluyor. Çok uğraştıktan sonra nihayet yaşlı bir adam o evde bir zamanlar bir Ermeni’nin yaşadığını doğruluyor. Keil Ekim 1988 de Toran Toygar adında 1924 doğumlu bir tarihçiyi buluyor. Toygar bir süre araştırma yaptıktan sonra Çengelköy’de bir zamanlar bir tek Ermeninin yaşamış olduğunu, soyadının Karakaş karısının Rum Ortodoks, kızlık soyadının Yordan olduğunu, karısının ailesinin evliliği tasvip etmediğini, Karakaş ailesinin dericilik yaptığını, İstanbul’un başka bir bölgesinde oturduğunu, karakaş’ın daime deri bir çanta taşıdığını ve o evde sadece yazın kaldığını, 1940 ya da 1941 de öldüğünü tesbit ediyor. Karakaş o evde yaşarken Ayşegül Tecimer’in 5-10 yaşlarında olduğu, Karakaş’ın çocuğu hatırlamasının mümkün olabileceği anlaşılıyor. Keil, Çengelköy’de o zamanlar 300 kadar Rum ailenin yaşamış olduğunu öğreniyor. Ancak hepsi Yunanistan’a göç ettiklerinden daha fazla bilgi edinemiyor. Keil daha sonraki ziyaretlerinde evin yakınlarında yaşayan yaşlı bir adamdan Yordan’ların bu evde yaşadığını, Karakaş öldükten sonra 15 yıl daha yaşamaya devam ettiklerine dair bilgi alıyor.  O arada daha önce farketmediği evin arkasındaki Rum Ortodoks kilisesini de buluyor. Keil Atasoy’u tekrar ziyaret ediyor ve evin fotoğrafından Atasoy odasını gösteriyor.
Ela – Elmita Olayı
1985 yılının Mayıs Ayı’nda Tarsus’ta yaşayan Taşkıran Ailesi’nde çok garip olaylar gelişmeye başladı.
Çok fakir bir aile olan Taşkıranlar’ın en küçük kızları 5 yaşındaki Ela, adının Elmita olduğunu, bundan önceki yaşamının ise ABD’de geçtiğini, evli ve iki çocuk annesi olduğunu iddia ediyordu.
Hemen konunun uzmanları Ela’yı incelemeye aldılar. Ela yaşından ve yetiştiği sosyal çevresinden umulmayacak düzeyde sözler söylüyor ve İngilizceyi mükemmel denebilecek bir tarzda kouşuyordu. İngilizce şarkılar söylemesi ise bir başka bilmeceydi.
Ela’da garip davranışlar 2 yaşından itibaren başlamıştı.Bu olayların duyulması ise ilginç bir tesadüfle olmuştu.
Tarsus Amerikan Koleji’nde okuyan bir grup öğrenci piknik yapmak amacıyla Ela’nın yaşadığı bölgeye gitmişlerdi. Herşey, küçük Ela’nın öğrenci grubunun yanına giderek,öğrencilerden birinin elindeki portakalı gösterip, ”orange”demesiyle ortaya çıktı. Ela’nın İngilizce konuşabildiğini farkeden öğrenciler, derhal ailesinin yanına giderek bu yaştaki bir çocuğa İngilizceyi nasıl öğrettiklerini sordular.
Aile ise tüm olup bitenden habersizdi. Kızlarının kullandığı kelimelerin hayatlarında hiç duymadıkları yabancı bir dil olduğunu, o zaman öğrendiler.
Ela’daki gariplikler aradan geçen zaman süresince daha da arttı. Ela’da her geçen gün büyük değişimler meydana geliyordu. Önceleri ailesini ve çevresini beğenmiyor, duvarlarda niçin duvar kağıdının olmadığını soruyordu. Daha sonraları annesinin şalvarını ve baş örtüsünü garipsemeye ve ev işlerini niçin annesinin yapmakta olduğunu sormaya başladı. Çünkü bu işler hizmetçiler tarafından yapılmalıydı. Evet,küçük Ela böyle düşünüyordu…
Ela 5 yaşına geldiğinde sosyal çevresine uymayacak davranışlar sıralamaya başladı. Üst katlara çıkmak için düğmelere basılması gerektiğini anlatıyor ve hemen arkasından asansörü en ince ayrıntısına kadar tarif ediyordu. Oysa ki bulunduğu köyde bir kez bile asansör görmüş değildi. Bulundukları yerde televizyon bile yoktu.
İşler bir müddet sonra iyice garip bir hale bürünmeye başladı. Ela Amerika’da evinin olduğunu söylemeye başlamıştı. Amerika’daki evinin üç katlı olduğunu, kocası Bob’un birçok mağazaların sahibi çok zengin bir işadamı olduğunu anlatıyordu. Özel uçaklarıyla bir iş seyahatine giderken uçağın düştüğünü, kendisinin ve eşinin parçalanarak öldüğünü ayrıntılarıyla çevresindekilerin şaşkın bakışları altında izah ediyordu.
Olay öyle bir hale gelmişti ki, sonunda olay gazetelere yansıdı. Gazetelerin olayla ilgilenmesi sonucu, Tarsus Amerikan Koleji öğretmenlerinden Choriotte Oellen, Ela’yı ziyarete geldi. Öğretmen Ela’ya İngilizce olarak: ”Bana dağdan biraz çiçek toplayabilir misin?” dediği an, Ela dışarı fırladı ve kısa bir süre sonra elinde çiçeklerle odaya geldi. Topladığı çiçekleri öğretmene uzattı.
Uzmanlarca yapılan araştırma sonucu Ela’nın ana dilinin İngilizce olduğuna karar verildi. Bu inanılması son derece zor bir gelişmeydi.
O yıllarda, konuyla yakından ilgilenen Tarsus Amerikan Koleji’nin öğretmenlerinden Francis Melling şunları söylüyordu:
”Uzun yıllardır bu yörede öğretmenlik yapıyorum. Ela’nın davranışları ve konuşması bu yöreye göre standartların inanılmaz derecede üstünde. Hiç bir dil eğitimi görmemiş olan bu 5 yaşındaki kız, üstelik bu lehçeyle böyle mükemmel nasıl konuşabilir?”
Bu gelişmelere başından beri büyük bir tedirginlikle yaklaşan,Ela’nın anne ve babası olup bitenlere hiç bir zaman bir açıklama getiremediler.
Bu olay Ian Stevenson’un kitabında da yer almıştır.
Muhittin Yılmaz – Muhittin Uğur Yılmaz olayı
Dr. Stevenson’un incelediği bir başka olay da 1960 Tarsus Yenice doğumlu Muhittin Yılmaz ile ilgili. Yılmaz’ın doğumundan hemen sonra annesi karnının sağ üst bölgesinde yatay bir kırmızı bir doğum lekesi farkediyor. Doğum lekesi sonradan oldukça kayboluyor ama Muhittin 15 yaşındayken hala görülebiliyor ve fotoğrafı çekiliyor. Bu doğum lekesi ve aile fertlerinin gördüğü iki rüyadan Muhittin’in, büyükbabası Muhittin Uğur Yılmaz’ın reenkarnasyonu olduğuna karar veriliyor.
Muhittin Uğur Yılmaz çiftçiymiş ve Yenice’de kahve işletiyormuş. Yoğun şekilde alkol tüketiyormuş ve ölünceye kadar bu adetini devam ettirmiş. 1950’de bir rahatsızlık sonucu bir iç organ ameliyatı geçirmiş. Muhittin’in doğum lekesi dedesinin bu ameliyat izinin olduğu yerdeymiş. Dede bu ameliyattan sonra fazla yaşamamış.
Muhittin büyük babasının bir arkadaşının evine gittiğinde kendinden beklenmeyen bazı beyanlarda bulunmuş ve bazı kimseleri tanımış.
Bir gün yine büyük babasının bir arkadaşının evine gittiğinde ve ev sahibini rakı içer gördüğünde “Selmi, biz senle rakı içerdik, o yüzden bana da biraz ver” demiş.
Bir başka olayda Halis Amca diye biriyle karşılaşmış ve demiş ki “Görüyor musun Halis Amca o zamanlar ben büyüktüm sen küçüktün, şimdi ise tersi, sen büyüksün ben küçük.
Muhittin küçük bir çocuk olarak alkole kuvvetli eğilim gösterse de, kısa hayatında yoğun alkol kullanıcısı olmamış. 20 yaşındayken, kendi ifadesiyle istemediği bir evlilik yaptıktan sonra depresyon sonucu kendini öldürmüş.
13. BÖLÜM – DÜNYADAN REENKARNASYON ÖRNEKLERİ
Nepalli küçük Buda rahipleri çok kızdırdı
2005 yılında Nepal’deki bir ormanda ağaç kovuğunda hiçbir şey yiyip içmeden tam 10 ay boyunca yaşayan “küçük Buda” lakaplı 15 yaşındaki Ram Bomjon adlı çocuğu görmek için dünyanın dört bir yanındaki Budistler bu ülkeye akın ediyordu. Bomjon‘u görmek için gelenlere bölgenin dini yetkilileri yol gösterirken, Budistler, Ram Bomjon’a gösterilen ilginin nedenini şöyle özetliyor: “Yaklaşık 2500 yıl önce Buda, onun yaşındayken bu bölgede bir ağaç kavuğunun içinde inzivaya çekilmişti. Şimdi Buda onun bedeninde yeniden hayat buldu. O Buda’nın reenkarnasyonu.” Bomjon’un annesi ise, oğlunun bir şey yememesinden büyük rahatsızlık duyduğunu, ama “Tanrı’nın onu doyurduğundan” emin olduğunu söylüyor.
10 ay boyunca Katmandu’da ağaç kovuğunun içinde aç ve susuz meditasyon yaptıktan sonra ortadan kaybolan küçük Buda büyük panik yaşanmasına sebep olmuştu. Birkaç hafta sonra yine birden bire ormanda çıkarak ağacın kovuğuna yerleşen gencin geri dönmesiyle birlikte binlerce Budist yeniden Nepal’e akın etti. Küçük Buda son aylarda kovuktaki “evinden” dışarı çıkarak “müritlerine” sesleniyor ve tavsiyelerde de bulunuyor. Ancak bu tavsiyelerden biri bölgedeki Budist din adamlarını kızdırdı. Budizmin en büyük festivallerinden biri olan ve önümüzdeki ay düzenlenecek olan törenlerde 2 bin hayvanın geleneksel olarak kesilmesine karşı çıkınca hedef haline geldi. “Artık kurban kesmeyin” diyen küçük Buda’yı kınayan Budist rahiplere rağmen Bomjon, festival sırasında halkın arasına karışarak bu görüşünü yüksek sesle tekrarlayacağını söyledi.
Hollywood’un favorisi
En ünlü reenkarnasyon hikayesi 1952 yılında ABD’nin Colorado eyaletinde yaşayan bir kadından geldi. Daha önce hiç ABD dışına hiç çıkmamış olan 29 yaşındaki Virginia Tighe isimli ev hanımı kadın, Morey Bernstein isimli amatör bir hipnoz uzmanı tarafından hipnotize edildi. Kadın hipnoz sırasında koyu bir İrlanda aksanıyla konuşmaya başladı ve 19’uncu yüzyılda yaşayan İrlandalı Bridey Murphy isimli bir kadın olduğunu söyledi. 1864 yılında İrlanda’nın Cork kentinde doğmuştu, Sean isimli bir adamla evlenmişti ve merdivenlerden düşerek geçirdiği bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Tighe’nin Cork ile ilgili anlattığı ayrıntılar daha sonra birçok gazeteci tarafından doğrulandı ancak İrlanda’da Bridey Murphy isimli bir kadının yaşadığına dair hiçbir kanıt bulunamadı. Virginia ismiyle yeniden hayata geldiğini öne süren kadının hikayesi ülke çapında o kadar ünlendi ki olay önce kitap haline getirildi daha sonra da filmi çekildi.
Seksi sarışın benim bedenimde vücut buldu!
Kanadalı bir rock grubunda şarkıcılık yapan 43 yaşındaki Sherrie Lea Laird, Marilyn Monroe’nun yeniden hayata dönmüş hali olduğunu iddia ediyor. Dünya basınında büyük olay yaratan Laird’in psikiyatristi Adrien Finkelstein, hastası Laird ile 8 yıl boşunca düzenlediği hipnoz seanslarını “Marilyn Monroe Dönüyor: Bir Ruhun İyileşmesi” isimli kitapta bir araya getirerek çok satanlar listelerinde yerini aldı. Kitaba göre Laird, Monroe’nun şüpheli ölümünden 11 ay sonra dünyaya geldi. Laird henüz küçük bir çocukken ünlü yıldızın hayatına dair pek çok ayrıntıyı daha onun adını bile duymadan önce biliyordu. Daha sonra geçmiş yaşamına dair anlık geri dönüşler yaşamaya ve intihara eğilim göstermeye başlayınca psikolojik tedavi görmeye karar verdi. Hipnoz altındaki Laird’a göre Monroe ile ilişki yaşayan ABD Başkanı John F. Kennedy ona Fidel Castro ve Küba hakkında devlet sırlarını söylüyordu. Hatta Monroe’nun ölümü birçoklarının öne sürdüğünün aksine intihar değil cinayetti. Tedavi süresince Laird, hipnoz altında Monreo’nun özel hayatına dair sınırlı sayıda insanın bildiği birçok bilgiyi ortaya döktü. Psikiyatrist Finkelstein ise kitabında iki kadın arasında yüz hatları, eller, ayaklar, konuşma şekli ve el yazısı bakımından da birçok benzerlik bulunduğuna dikkat çekiyor.
Siyahi bir askerim bileğimden vuruldum
ABD’de “Childrens’s Past Lives” (Çocukların Geçmiş Yaşamları) isimli kitabı kaleme alan yazar Carol Bowman’ın oğlu Chase de çocukluğunda reenkarnasyon deneyimini yaşayanlardan. Chase 5 yaşındayken geceleri uykularından çığlıklar atarak uyanmaya başladı. Rüyasında patlamalar duyduğunu söyleyen çocuk geceleri yatmaktan korkar hale gelince annesi onu bir psikoloğa götürdü. Küçük çocuk hipnoz altında gördüklerini “Elimde bir silah taşıyorum. Kayanın arkasına saklandım ama ateş ederken etrafa bakmak zorundayım. Duman her yerde. Çok korkuyorum, hareket eden herşeyi vuruyorum. Bileğimden vuruldum. Çok kanıyor, başım dönüyor” sözleriyle anlattı. Küçük çocuk birkaç ay önce de durup dururken farklı bir aksan kullanarak annesine siyahi bir asker olduğunu anlatmıştı. Ayrıca doğuştan sağ bileğinde bir yara izi vardı. Bunun üzerine annesi çocuğun önceki yaşamında Amerikan iç savaşında çarpışan siyahi bir asker olduğuna inanmaya başladı. Terapiden sonra Chase normal bir yaşam sürdü. Ancak 1991’de Irak Savaşı patlak verdiğinde yeniden savaştığını görmeye başladı. İkinci bir tedavinin ardından 9 yaşına geldiğinde tüm anılar belliğinden silindi.
Küçük Kameron ‘Önceki’ Annesini Çok Özlüyordu
Kanada’da dünyaya gelen Cameron, başka bir hayat ve başka bir aileden bahsetmeye başladığında 2 yaşındaydı ve henüz konuşmaya yeni başlamıştı. Anlattığı hayat, ne kendisinin ne de ailesinin daha önce ziyaret ettiği İskoçya’nın Barra Adası’nda geçiyordu. Küçük Cameron “diğer annesi”ni o kadar çok özlüyordu ki, bazı günler saatlerce onun için ağlıyordu. Annesi ise oğlunun durumu karşısında dehşete kapılıyor ve ne yapacağını bilemiyordu. Cameron eski hayatından gelen anıları 5 yaşına kadar hatırlamaya devam etti. Hatta diğer eski babasının isminin James Robertson olduğunu bile hatırladı. Oğlunun reenkarnasyon geçirmiş olduğuna yavaş yavaş inanmaya başlayan annesi sonunda onu Barra Adası’na götürdü ve adada birkaç yaz önce yaşamış olan Robertson soyadlı bir ailenin yaşadığını öğrendi. Robertson ailesinin adada kalan bir üyesiyle görüşen Cameron’un annesi, James’in bir araba kazasında oğluyla birlikte hayatını kaybettiğini söyledi. Cameron 8 yaşına geldiğinde geçmiş yaşamıyla ilgili hatırladığı her şeyi unuttu.
Shanti Devi
11 Aralık 1926 – 27 Aralık 1987 yılları arasında yılında Hindistan’ın Delphi şehrinde yaşayan Shanti Devi 1930 yılında 4 yaşına geldiğinde, ailesine bir önceki yaşamında evinden 145 km uzaktaki Mathura kasabasında kocasıyla yaşadığını anlattı. Ailesi anlattıklarıyla ilgilenmeyince 6 yaşında Mathura’ya gitmek için evinden kaçtı ancak oraya gidemedi. Okula başladığında okuldakilere önceki hayatında evli olduğunu ve doğum yaptıktan on gün sonra öldüğünü anlattı. Öğretmeni ve okul müdürü tarafından konuşturulduğunda Mathura lehçesiyle konuşup tüccar olan kocasının adının “Kedar Nath” olduğunu anlattı. Müdür Mathura’da bu adda biri olduğunu Lugdi Devi adındaki karısının dokuz yıl önce doğum yaptıktan on gün sonra öldüğünü tesbit etti. Kedar Nath Delhi’ye geldi. Shanti Devi haberi olmadığı halde onu ve Lugdi Devi’nin oğlunu görür görmez hemen tanıdı. Kedar Nath’ın hayatı ile ilgili bir çok detayı anlattı. Kedar bunun üzerine Devi’nin karısının reenkarnasyonu olduğunu kabul etti.
Olay Mahatma Gandi’ye aktarıldığında Gandi komisyon kurdurdu. Komisyon Shanti Devi ile Mathura, 15 Kasım 1935 de Mathura’ya gitti. Orada Lugdi Devi’nindedesi de dahil olmak üzere ailenin fertlerini tanıdı. Kedar Nath’ın Lugdi Devi’nin son günlerinde verdiği sözleri tutmamış olduğunu anladı. Komisyon Shanti Devi’nin  gerçekten Lugdi Devi’nin reenkarnasyonu olduğu sonucuna vararak 1936 da bununla ilgili bir rapor hazırlandı (L. D. Gupta, N. R. Sharma, T. C. Mathur, An Inquiry into the Case of Shanti Devi, International Aryan League, Delhi, 1936). Araştırmalar sürmesi ve onunla yapılan görüşmeler sonucunda bunu başka raporlar da takip etti (Nahata, Bal Chand. Punarjanma Ki Paryyalochana. Calcutta: Buddiwadi Songh. (tarihsiz). Sen, Indra. “Shantidevi Further Investigated”. Proceedings of the India Philosophical Congress. 1938.  Bose, Suskil C. A Case of Reincarnation, Calcutta: Satsang, 1952).
1986 da Ian Stevenson ve K.S. Rawat. ile görüşmesinde Lugdi Devi’nin ölüm anılarını anlattı. K.S. Rawat araştırmalarına 1987 de Devi’nin ölümünden dört gün öncesine kadar devam etti.
Bunlardan sonra Sture Lönnerstrand adında İsveçli bir yazarın Devi’yi ziyaretine ait kitap  1994 de yayınlandı (Shanti Devi: En berättelse om reinkarnation. Stockholm 1994). Kitabın İngilizce çevirisi 1998 de yayımlandı ( I Have Lived Before: The True Story of the Reincarnation of Shanti Devi, Ozark Mountain Publishing, 1998. ISBN 1-886940-03-7).
“Shanti Devi” Sanskritçe “Barış Tanrıçası” anlamına gelmektedir.
2. Dünya Savaşında Ölen Pilot
leininger 13 yaşındaki James Leininger her gece “Uçak alev aldı, düşüyorum” diye çığlık atarak uyanıyor, sonra da “Ben James Huston’ım… Jack Larsen, Natoma” diye sayıklıyordu. Bir süre sonra bir anormallik olduğunu farkeden ailesi, onun savaşta ölen bir pilotun ruhunu taşıdığına inandı ve reenkarnasyonu araştırmaya karar verdi.
ABD‘de, İkinci Dünya Savaşı’nda ölen bir pilotun yeniden dünyaya gelişinin hali olduğunu söyleyen 3 yaşındaki çocuğun gerçek hikayesini anlatan “Soul Survivor” adlı kitap satış rekorları kırıyor.
“Soul Survivor” (Sağ Kalan Ruh) adlı kitap, bir haftada New York Times’ın en çok satanlar listesine 35. sıradan girdi.
Küçük James Leininger 3 yaşına kadar normal bir çocuktu ancak 3 yaşında garip kabuslar görmeye başlayıp “Ben James Huston’ın” diye tekrar tekrar sayıklaması ailesini endişelendirdi. Küçük çocuk, bir gün oyuncakçıda gördüğü uçak için “Bu bir Corsair” dediğinde annesi Andrea büyük bir şok geçirdi.
James’in kâbuslarında uçağının Japonlar tarafından vurulduğunu, alev aldığını ve düştüğünü anlatması üzerine annesi oğlunun 2’nci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden bir pilotun reenkarnasyonu olduğuna inanmaya başladı. Ancak babası Bruce ikna olmadı ve ona uçağının nereden kalktığını sordu. James, tereddüt bile etmeden “Natoma” diye cevap verdi.
Iwo Jima adasının resmini görünce tanıdı
Natoma, 2’nci Dünya Savaşı’nda kullanılan uçak gemilerinden birinin ismiydi. Küçük çocuk birkaç hafta sonra bir kitapta Japonya’da Japon ve ABD’li askerlerin karşı karşıya geldiği Iwo Jima adasının resmini gördü ve babasına “İşte uçağım burada düştü” dedi. Jack Larsen ise onun en yakın arkadaşı olan bir başka pilottu.
Genç pilot son görevde ölmüştü
leininger 2Bruce, oğlunun hikayeyi uydurduğunu kanıtlamak için Jack Larsen’i bulmaya karar verdi. Natoma gazilerinin toplantılarına katıldı ve nihayet Larsen’i buldu. Ancak acı gerçeği ondan öğrendi. 1945’teki Iwo Jima Savaşı’nda yalnızca bir ABD’li pilot ölmüştü ve o da terhis olmadan önce son görevine giden 21 yaşındaki James Huston’du.
Ölen pilotun son akrabası şok yaşadı
Huston’un uçağı Japonlar tarafından vurulmuş ve aynı oğlunun anlattığı gibi alev alarak okyanusa çakılmıştı. Bruce James’in yaşayan son akrabası 84 yaşındaki kardeşi Anne’i buldu ve oğluyla bir araya getirdi. Anne, 2 yaşındaki çocuğun anlattıklarını dinledikten sonra büyük bir şok geçirdi ve onun kardeşinin reenkarnasyonu olduğuna inandığını söyledi. Leininger ailesinin yazdığı ve James’in hikayesini anlatan “Soul Survivor” adlı kitap ABD’de satış rekorları kırıyor.
Dalay Lama dünyanın en ünlü reenkarnasyonu
Tibet’in ruhani lideri 14’üncü kutsal Dalay Lama, iki yaşındayken gösterdiği mucizelerle 13’üncü Kutsal Dalay Lama’nın reenkarnasyonu olarak kabul edildi. 13’üncü Dalay Lama’nın ölümünden sonra lamalardan biri, gördüğü bir düşün ardından 2 yaşındaki Lhamo Dhondrub isimli çocuğun yaşadığı evi tüccar kılığında ziyaret etti. Çocuk, ziyaretçilerden birinin kucağına oturarak boynundaki boncuklarla oynamaya başladı. Ancak bir süre sonra kolyenin kendisine geri verilmesini istedi. Kewtsang Rinpoche isimli lama, kim olduğunu bilirse kolyeyi vereceğini söyledi. Bunun üzerine çocuk odadaki herkesin isimlerini Dalay Lama’nın aksanıyla teker teker saymaya başladı. Lamalar çocuğun vücudunu önceki Dalay Lama’dan kalan izleri bulmak için inceledikten sonra ikna oldu ve Dhondrub, şu anda 14’üncü kutsal Dalay Lama.
16 Kez Doğmuş
Bundan 22 yıl önce Thimphu civarında bir köy evinin kapısı çalınıyor.
Kapıyı çalan 3 Hintli Budisttir.
Kapıyı bir kadın açıyor ve gelenler tek kelime söylemeden bir mektup veriyor. Mektup, Hindistan’da yaşayan çok üst düzey mertebelere ulaşmış bir Budist rahipten gelmektedir.
Mektubu alan kadın, ağlamaya başlar…
Butan’da ilk gece manastırda öğrendiğimiz bu olayın peşine düşüyoruz.
Çünkü bu ipucu bizi, Budizmin en çarpıcı gerçeklerinden birine götürecek.
Başkent Thimphu’yu boydan boya geçip şehrin varoşunda küçük bir patikaya giriyoruz. Sonunda kalaslardan oluşan dar bir köprüden geçip bir bahçeye giriyoruz.
Önümüzde iki katlı bir ev duruyor. Bahçesinde yepyeni bir Toyota Land Cruiser var.
Kapıyı bir kadın ve orta yaşlı bir erkek açıyor.
Biraz sonra o kadının, bundan 22 yıl önce, üç Hintliye kapıyı açan kadın olduğunu öğreneceğiz.
Böylece, 22 yıl önce gelen mektubun sırrını da bu evde çözeceğiz.
Salona geçiyoruz. Tipik bir Anadolu evi.
Ortada alçak bir masa, yanında bir divan, birkaç koltuk.
Masanın üzerinde çerçevelenmiş iki fotoğraf duruyor.
Yan yana 4 rahip, Singapur’da gökdelenlerin önünde gülerek poz vermiş.
Sebati Karakurt’a göre fotoğraflar kolaj. Yani binaların önüne monte edilmiş.
Rahibin adı Taklung Rinpochee. En fazla 30’larının başında bir genç adam.
Anlattığına göre, Budizmin yaşayan en büyük ruhani lideri olan Dalay Lama’nın şu sıralar en gözde rahiplerinden birinin öğrencisi…
Hocasının adı Ogyen Trinley Dorje.
Tibet Budizminin en önemli okullarından birinin başında.
Kendisinin lakabı “17’nci Karmapa…” Yaşı henüz 28…
Bu evde de ısıtma yok.
Biraz sonra salonun önünde genç bir adam beliriyor.
Altında rahiplerin giydiği geleneksel kırmızı uzun etek. Üstünde ise önü boğazına kadar fermuarlı peluşumsu bir anorak.
Bize belki de kendinden yaşça küçük hocasının yazdığı İngilizce kitabın birer nüshasını hediye ediyor.
Önsözünü bizzat Dalay Lama yazmış.
Amerika’da Redlands Üniversitesi ile işbirliği yapıyorlar.
Biraz sonra tereyağlı çayımızı içerken, şu sıralarda adına bir manastır inşa edilen genç rahibin hayatını dinliyoruz.
Tabii olay, 22 yıl önce hayatını değiştiren o mektupla başlıyor.
22 yıl önce mektupla gelip çocuğu alıyorlar
Mektubu getirenler Hintli Budistlerdir.
Hindistan’da çok önemli bir manastırda çok yüksek mertebede bir Budist rahibe bir gün ilahi bir haber gelir.
Buna göre Butan’da, başkente yakın o evde “Çok özel bir çocuk doğmuştur”.
Bu çocuk ileride büyük bir ruhani usta olacaktır. Onun için evinden alınıp önemli bir dini merkezde özel olarak yetiştirilmesi gerekmektedir.
Rahipler çocuğu annesinden alıp götürmeye gelmişlerdir.
Budizmde böyle bir haber, aile için de büyük şereftir.
Rahiplerin o gün alıp götürdüğü çocuk, 22 yıl sonra memleketine dönecektir.
O çocuk şimdi sakin bir ifadeyle karşımızda oturmaktadır.
Biraz önce bize kapıyı açan kadın da artık onunla yaşamakta olan annesidir.
O gün hissettiğini soruyorum; “Çok ağladım” diyor.
O yaşta bir çocuk, başka bir ülkeden gelmiş, hiç tanımadığı bir insana nasıl emanet edilir?
Biz Batılıların bunu anlaması mümkün değil.
Budizm başka bir dünya algılaması üzerinde yaşıyor.
Buradaki üçüncü günümüzde öğrendiğimiz şey, bu gözyaşlarının, annelik üzüntüsü ile “seçilmiş” bir çocuğun annesi olmanın verdiği gururun karışımı olduğuydu.
‘Ölüler Kitabı’nın sırları
Böyle bir mertebeye ulaşacak çocuğun, geçmişte en az 16 hayatı olduğuna inanılıyor.
“Daha önceki hayatlarınızda kimler olduğunuzu biliyor musunuz?” diye soruyorum.
“Evet biliyorum” diyor ama bütün gazeteci ısrarıma rağmen fazla ayrıntı vermiyor.
“Kendinizi o hayatlarda görebiliyor musunuz” diye ısrar ediyorum. Görüyormuş.
Tabii her Budist gibi bir de bundan sonraki hayatı var.
O hayatta kim olacağını bilmiyor. Sadece Budizmin şu temel inancını tekrarlıyor:
“Bu hayatımda iyi bir insan olursam, orada da öyle yaşayacağım…”
Anladığım kadarıyla, bunlar “Tibet’in ‘Bardo Thödol’da’ (Tibet Ölüler Kitabı) kitabında” yazılanlar gibi, ruhani bir sınıfın masonik sırları olarak saklanıyor.
Ölmekte olan bir insana, bir sonraki hayatına geçişi kolaylaştırmak üzere anlatılan sırlar bunlar.
Bu konuşma bize, bir Budistin hayat ve ölüm hakkındaki fikrinin ve inancının bizimkinden çok farklı olduğunu gösteriyor.
Titu Olayı
Dünyada reenkarnasyonun en çok bilinen vakası olan Titu olayını Stanford Üniversitesi uzmanları inceledi. “Tesadüf” olma olasılığı “10 bin milyon milyarda” bir! Hindistan’da Titu isimli bir çocuğun önceki hayatında başka biri olması ve mantıklı açıklamalar yapması üzerine çalışan Stanford Üniversitesi’nde profesör olan Jim Deardoff, reenkarnasyonun gerçekleşme olasılığını hesapladı. Stanford Üniversitesi profesörü Jim Deardorff verilen her bilginin bir olasılığı olduğunu belirtti. Her kişiye göre olayların farklı bir olasılığının bulunduğunu dile getiren Deardoff, Titu vakasını kendi olasılık rakamlarına göre açıklıyor.
* Verma ismi: İlk bilgi olduğu için belli bir olasılığı yok.
* Soyadı Suresh: 0.02 (basit, geleneksel bir isim)
* Agra’da yaşıyor: 0.005 (Hindistan’daki büyük kentlerden bir tanesi)
* Karısı Uma: 0.003 (Sık rastlanan bir isim değil)
* İki çocuk: 0.3 (olasılık az değil, makul bir rakam)
* Dükkan sahibi: 0.1 (birçok dükkan var ama olasılıklar çok fazla)
* Radyo, TV, video: 0.03 (Hintli uzmanlar bu konuda daha geçerli rakamlar vermeliler)
* Verma ailesini tanıma: 0.3 (ziyaretin habersiz olması)
* Aile hatıraları: 0.01 (oldukça ayrıntılı anı)<
* Kalabalık içinde çocuklarını tanıma: 0.1
* Dükkandaki farklılıkları görme: 0.1
* Cinayeti hatırlama: 0.005 (en iyi tahmin)
* Doğum işareti/kurşun izi: 0.001

Bu olasılıklar formül içine konulursa gerçekte böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali 1×10 üzeri 19. Yani Titu vakasının tesadüf olma olasılığı 10 bin “milyon milyarda” bir.
Titu olayı neydi?
Hindistan’da yaşayan Titu, ailesine önceki yaşamındaki hayatını, ailesini ve Agra şehrindeki eski evini anlatmaya başladığında 2.5 yaşındaydı. Anıları o kadar detaylıydı ki bir radyo dükkanında çalıştığını, adının Suresh Verma olduğunu ve Uma adlı eşinden 2 çocuğu olduğunu anlatıyordu. Tito bir gün silahla öldürüldüğünü, daha sonra cesedinin yakılarak küllerinin nehre atıldığını söylediğinde ailesi endişelendi. Ağabeyi hikayeyi araştırdı. Uma adlı 2 çocuk sahibi dul bir kadının işlettiği Suresh Radyo isimli bir dükkana rastladı. Uma, Singh ailesini ziyaret etmeye karar verdi. “Önceki aile”sine kavuşan Titu, Uma’ya önceki yaşamında gittikleri bir panayırı anlattı ve evin bahçesine gömdüğü altınlardan bahsetti. Şoke olan Uma, kocasının yeniden hayata döndüğüne inanmıştı. Dehşete düşen aile hikayeyi doğrulamak için Titu’yu Agra’ya götürdü. Küçük çocuk, Suresh’in 2 oğlunu hemen tanıdı ve ölümünden bu yana radyo dükkanındaki değişiklikleri de hemen fark etti. BBC kanalına çıkarılan Tito, Suresh’in arabasında otururken başına yediği bir kurşunla öldüğünü anlattı. Otopsi kurşunun Suresh’in sağ şakağından girdiğini kafasının solundan çıktığını gösteriyordu. Tito’nun saçları canlı yayında tıraş edildi ve aynı izler ortaya çıktı. Tito Agra’daki mahkemeye cinayeti anlatarak davayı yeniden açtırdı.
Jeffrey Keene Olayı
Hipnotik geriye dönüşe başvurmadan reenkarnasyon gerçeğini destekleyen belki de en ayrıntılı vaka Amerika’da Westport Connecticut’ta İtfaiye şef yardımcısı olarak çalışan Jeffrey Keene’in olayıdır. Keene’nin hikayesi Mayıs 1991 de başlar, karısıyla tatilde antikçileri gezerlerken Amerikan İç Savaşında Antiteam muharebesinin yapıldığı  Sharpsburg, Maryland’da dururlar. Her ne kadar  Keene o zamana kadar İç Savaş hakkında hiç kitap okumamışsa ya da konuya ilgi duymamışsa da savaş alanını ziyaret etme zorunluluğu hissetmiştir. Keene Sunken Road – Batık Yol adlı bir alana doğru yürürken aşağıdaki garip reaksiyonları hissetmiştir:
Üzerimden bir üzüntü, keder ve kızgınlık dalgası beni yıkayıp geçti. Önceden uyarılmadan aniden duygularla yoğruldum. Yakıcı gözyaşları yanaklarımdan aşağıya süzüldü. Yolun ortasında donmuş kalmış haldeyken nefesim kesildi. O güne kadar kaç kez terlemiş olduğumu size söyleyemem, ama bu duygular, bu duygusal aşırı yük geçtiğinde sanki bir maraton koşmuşum gibi kendimi tükenmiş halde buldum. Yoldan çıkabilmek için dik banketi tırmanırken dönüp geriye baktım. Arabaya geri dönmem çok zor oldu zira kendimi çok zayıf hissediyordum. Cevaplar yoktu sadece sorular vardı. Bir yıldan önce yanıtları bulamayacaktım hiç beklemediğim bir kaynaktan.
Keene ve karısı Sharpsburg’dan ayrılmadan önce bir hediye dükkanına girdiler, Antiteam çarpışması ile ilgili bir İç Savaş dergisi dikkatlerini çekti ve satın aldılar. Eve döndükten sonra Keene dergiyi bir yere koydu ve ancak bir buçuk yıl sonra dergiyi okumak istedi. O sırada yine güçlüduygu dalgaları kendisini sarmaya başladı. General John Gordon’un resmi olan bir sayfayı çevirdiğinde şoke oldu zira General Gordon’un simasında kendisini gördü. General Gordon’un Antiteam çatışması sırasında Sunken Road’da aldığı birkaç tabanca yarasından dolayı ölümden döndüğünü öğrendi. Keene bir yıl önce  yoğun üzüntü, keder ve öfke yaşamış olduğu yerin Sunken Road olduğunu hatırladı.
Bundan sonra geçmiş ve gelecek arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başladı. General Gordon’un yaşamı üzerindeki perde aralandıkça Keene General Gordon ve kendisi arasında bir çok paralellik olduğunu keşfetti. Geçmiş yaşam dışında Keene ve Genaral Gordon benzer fiziksel görünümler paylaşmaktaydı (bakışlar, boy, göz rengi, doğum lekeleri ve başkaları), kişisel özellikler, ortak yaşam boyu olaylar, yazma biçimleri, alışkanlıklar ve karakterleri. Her ikisi de kollarını kavuşturmuş olarak ayakta durmayı tercih ediyorlardı. İkisi de giyim konusunda benzer zevkleri taşıyorlardı.
Keene General Gordon ile bağlantısını keşfetmeden on beş yıl önce ilginç bir olay yaşamıştı. Keene çenesinde ağır ve gittikçe şiddetlenen bir ağrı hissetmeye başlamış gerekli tetkikler yapıldığı halde bir şey bulnamamıştı. Sonra ağrı yavaş yavaş azalmış ve sonunda tamamen geçmişti. Bu ağrılı olay 9 Eylül 1977 de 30 uncu doğum gününde başlamıştı. Keene on beş yıl sonra General Gordon’un 30 yaşındayken Antiteam savaşında 17 Eylül 1862 de yüzünden yaralandığını öğrendi.
General Gordon’un yarasının olduğu aynı yerlerde Keene’in de doğum lekeleri (doğuştan yara izleri) bulunmaktadır. Sol gözün altında, alında ve sağ yanakta.

Jeffrey Keene ve General Gordon
    Jeffrey Keene ve General Gordon

General Gordon'un yara izleri
    General Gordon’un yara izleri

Jeffrey Keene'in doğuştan yara izleri
    Jeffrey Keene’in doğuştan yara izleri

Güneyli General Robert E. Lee’nin Antiteam savaşının yazılı emrini verdiği 9 Eylül aynı zamanda Keene’nin doğum günüdür. General Gordon’un asker olarak resmi yazılarıyla Keene’nin itfaiye şefi olarak resmi yazıları arasında da benzerlikler görülmüştür.
Keene General Gordon’dan haberdar değilken bir seferinde Güneylilerin teslim olduğu şimdi müze olarak kullanılan bir mekanda yanlış Konfederasyon Bayrağı kullanıldığını iddia etmiş ve doğru bayrağın konulmasını sağlamış.
Öncekinden farklı bir cinsiyette bedenlenme – Ma olayı
U Aye Maung ve karısı Daw Aye Tin Burma’nın Nathul kasabasında yaşarlarken 1947’de II. Dünya Savaşında Japonlar adayı işgal ederler. Müttefik uçakları yakınlarda demiryolu istasyonu olduğunda kasabayı neredeyse günde iki kere bombalamakta ve makineli ile taramaktadır. Bu yüzden kasaba sakinleri gündüzleri ormana kaçar gece kasabaya dönerler. Bu saldırılar 1945 ilkbaharına kadar sürer. U Aye Maung istasyonda hamal olarak çalışmaktadır. Üç kızları ile fakir bir aile hayatı sürdürmektedirler. Japon işgali sırasında Daw, Japon ordusundan bir aşçı ile tanışır birbirlerine milli yemeklerini öğretirler. Aşçı genelde altında şort, üzeri çıplak gezmektedir. Sonra irtibatları kesilir.
Daw dördüncü çocuğuna hamile kaldıktan sonra sürekli bir rüya görmeye başlar. Rüyada altında şort üzeri çıplak birisi onlara misafir geleceğini söylemektedir. Daw onun Japon ordusu aşçısı olduğunu düşünür ve peşini bırakmasını ister. Aynı rüya beş on günlük aralarda üç kez tekrarlanır.
26 Aralık 1953 de Daw bir kız doğurur, adını Ma Tin Aung Myo koyarlar. Kasığında parmak büyüklüğünde bir doğum lekesi vardır. Ma dört yaşındayken yukarıda uçan bir uçaktan rahatsız olur, ağlamaya başlar, babası ne oldu diye sorar, sadece “eve gitmek istiyorum, eve gitmek istiyorum” cevabını verir. Ondan sonra her uçak geçişte Ma rahatsız olur, sebebini uçağın kendisini vurmasından korkması olarak açıklar. Ancak 1945 de beri oralarda uçak saldırısı görülmemiştir.
Ma çoğu kez keyifsiz görülür, bazen de hıçkırmaktadır. Neyin var diye sorulduğunda “bir Japon’un hasretini çekiyorum” diye cevap verir. Daha sonra anlatır. Kendini Nathul’da bir uçağın makineli tüfek ateşiyle hayatını kaybeden bir Japon askeri olarak hatırladığını. Ma anlatılarını gittikçe detaylandırır. Kendisinin önceki hayatında kuzey Japonya’lı, evli ve beş çocuklu, Nathul’da aşçı olarak yaşamış erkek bir Japon askeri olduğunu.
Ma ölümünü de anlatır. Şimdiki yaşadıkları evden 75 m. uzakta bir odun kümesi yanında yemek yapıyormuş. Üzerinde kısa paçalı büyük kemerli pantolon varmış, gömleğini çıkarmış. Bir uçak sesi duymuş. Uçağın iki kuyruğu varmış, pilotu kendisini görünce onu öldürmek niyetiyle saldırıya geçmiş. Odun kümesinin arkasına kaçmak istemiş fakat bir kurşun kasığına isabet etmiş ve hemen oracıkta ölmüş.
Bu olayı inceleyen Dr. Ian Stevenson’un bazı reenkarnasyon vakalarında ölüm sırasında meydana gelen yaranın doğum lekesi olarak yeniden bedenlenmede kendini gösterdiği şeklindeki bulgusu bu olayda da görülmüştür. Ma’nın iki kuyruklu olarak gördüğü uçak gerçekten de Amerikan ordusu tarafından Pasifik savaşında kullanılan Lockheed P38 Lightning modeline uymaktadır. Arada Ma’nın arada oradakiler tarafından anlaşılmayan bir dil konuştuğu olmaktadır. Muhtemelen bu dil Japoncadır ve bazı reenkarnasyon vakalarında görülen ksenoglosi (xsenoglossy – insanların hiç öğrenmediği bir dili konuşma yetisi) bu olayda da görülmüştür. Ma sık sık Japonya’ya gitmek istediğini, çocuklarını özlediğini, büyüyünce oraya taşınacağını ifade eder. Halbuki bu Burma’da görülmüş şey değildir, Burma halkı, işgal sırasında gördükleri zulümlerden dolayı Japonları sevmemektedir.
Ma belirgin erkeksi özellikler taşır. Oğlan giysileri ve gömlekleri giyinir, kız elbiseleri giymeyi reddeder, saçını erkek gibi kısa kestirir. Okulun kız gibi giyinmesini istemesi baskısı yüzünden okulu terkeder. İlk adet gördüğünde nefret içindedir. Bu “erkeğe yakışmıyor” der.
1972 yılında Ma 19 yaşındayken, Dr. Ian Stevenson’a erkeklerle birlikte olma isteği taşımadığını, bir karısı olsun istediğini, zaten bir kız arkadaşı olduğunu anlattı. 1981 de 28 yaşındayken, beraber yaşadığı bir kız arkadaşı vardı. Evlenirse bir kadınla evleneceğinden, orduya katılıp erkeklerle yaşayıp savaşmaktan bahsediyordu.
Luke Ruehlman – Pamela Robinson
Luke Ruehlman 2 yaşındayken çocuklarının hiç tanımadıkları bir kadın hakkında konuştu.
Chicago’da bir otel yangınında hayatını kaybeden Pamela Robinson’un kendi bedeninde tekrar dünyaya geldiğini söyleyen çocuk yangın esnasında olanları anlatarak ailesinin bu duruma inanmasını sağladı.
Bu konuda araştırma yapan aile 1993’te Chicago’da Paxton Hotel’de çıkan yangında 19 kişinin hayatını kaybettiğini öğrendi. Ölenlerden biri olan Pamela Robinson’un ailesiyle irtibata geçen aile çocukları ile ölen kadının zevklerinin aynı olduğunu keşfetti.
Aile çocuklarının yaşadıklarının gerçek olduğunu bunu ünlü olmak veya para kazanmak için yapmadıklarını sadece kendi hikayelerini anlatmak istediğini belirtti.
Karamanlı James Clarence Mangan
1 Mayıs 1803 – 20 Haziran 1849 arası “Dublin’de doğan, yaşayan ve ölen”, İrlanda Ulusal Marşı’nın söz yazarı  İrlandalı şair James Clarence Mangan dil, din, tarih, iklim, yiyecek, kültür vb bakımından kasvetli, hemen her gün yağmurlu, yemyeşil İrlanda ile hiçbir benzerliği olmayan, en az 4000 km uzaklıktaki Türkiye’yi hiç görmemiş olmasına rağmen sanki Osmanlı döneminde Anadolu’da özellikle Karaman’da yaşamış bir Türk şairidir. Bir manavın oğlu olan, Clarence göbek adını sonradan alan Mangan gerçekten hayatı boyunca İrlanda’dan hiç çıkmamış ama Erzurum civarına savaşmaya giden Karamanlı bir delikanlının sıla hasretini anlattığı Karamanlı Sürgün “Karamanian Exile”adlı şu olağanüstü şiiri nasılsa yazabilmiştir:
Seni hep rüyalarımda görüyorum,
Karaman!
Senin yüzlerce tepen, binlerce deren,
Ah Karaman, Karaman!
Işıltılı sabahların parladığı zaman,
Derin gün batımı,
Derelerini ve tepelerini,
Işık huzmeleriyle ördüğü zaman,
Sen hayalimde belirirsin,
Karaman.
Bütün hayallerimde,
Hasret dolu hayallerimde belirirsin,
Karaman, Ah Karaman!
Sıcak, parıltılı ovalar, güneş, gökler,
Karaman!

Karaman, Ah Karaman!
Yaz çiçeklerinden, renklerinden,
Yüzümü çevirsem de
Hayal gözümde
Sen belirirsin ihtişamla,
Karaman!
Canımın parçası hâlâ sendedir,
Karaman!
Sen hâlâ mukaddessin gözümde,
Karaman, Ah Karaman!
Savaş vaktim gelmişti bir zamanlar,
Karaman!
Erzurumda taburlar vardı yer yer,
En acımasızı Erzurum’dan geldi bölüklerin,
Uhbar sarayının kubbesinden indiler,
Beni senden, vatanımdan söküp kopardılar,
Karaman!
Sen, öz vatanım, dağlık yurdum,
Karaman,
Hayatta ve ölümde ruhumun ocağı,
Karaman, Ah Karaman!
Bil ki Karaman,
On kız kardeşimden hiçbiri,
Hemşehrilerini benim kadar sevmedi,
Karaman, Ah Karaman!
O âna kadar süt kadar latif,
İpek kadar yumuşaktım.
Simdi göğsüm aslan ini gibi,
Öldürülen insanların,
Kan ve kemikleriyle kirlenmiş,
Karaman, Ah Karaman!
Yeni doğmuş gençlik duygularım,
Karaman!
Örselenmiş çiçekler gibi soldu,
Karaman, Ah Karaman!
Yerlerinde dikenler ve yabani otlar fışkırdı,
Bir zamanlar sevdiklerim simdi küçük düştü gözümde,

Sabahın bereketli ışığından nefret ediyorum,
Karaman!
Sabahın çehresi beni çıldırtıyor,
Karaman, Ah Karaman!
Sipahi bir zorbanın zırhını giyinmiş,
Karaman!
Fakat kölelik şu cesetten daha kötüdür,
Karaman, Ah Karaman!
Kalbi binlerce şeytanla kararmış onun;
Karaman, Ah Karaman!
Kaf’ın yanıp kavrulmuş ovaları gibi,
O kalbe de hiç yağmur ve çiğ düşmeyecek,
Karaman!
Ancak zehir şebnemleri ve kan yağmurlarıdır yağacak,
Karaman!
Cehennemin zehir şebnemleri, kan yağmurları,
Karaman, Ah Karaman!
Fakat en kötüsü yakında hayat bitecek,
Karaman,
Azrail her yanlışın intikamını alacak,
Karaman, Ah Karaman!
Son zamanlarda düşüncelerim daha çok geziniyor,
Çayırlarında; hayal kümeleri zihnimi, ve
Kehanetli şarkı güftelerini gölgede bırakıyor,
Karaman,
Azrail çetin ve güçlü,
Karaman!
Işıldayan kılıcı çok yakında çarpacak,
Karaman, Ah Karaman!
Bu gece Uhbarın salonlarında endişe var,
Ezilmiş esirler için umut da var,
Karaman, Ah Karaman!
Şu duvarlar boyunca yanan kızılışık da nedir?
İçtima borusu sus, dinle! diye bağırıyor!
Mızrakların ve salların parıltısını görüyorum,
Karaman!
Kalabalıklar, kalabalıklar! Duvarlara tırmanıyorlar,
Karaman!
Bu gece Murad veya Uhbar düşüyor,
Karaman, Ah Karaman!
Kimbilir belki de Fatih döneminde sürgün edilen Karaman’lılardan birinin feryadıdır bunlar, zira şiirin adı öyle çağrıştırıyor. Belki de Mangan mazide kalan gurbet yolculuğunu Dublin’de sürdürdüğünü hissediyor.
Mangan bu gibi şiirlerinde kendini Türk görerek, Anadolu’da otururmuşcasına Türklere hitap etmektedir. Türk olmayanların bu şiirleri anlaması, hissetmesi mümkün değildir. Örneğin uzun Üç Kalender (Three Khalanders) şiirinden bir bölümde olduğu gibi:
Lâ ilâhe, illallah!
Kuşlar gibi neşeli uçtuk
Biz: Emrâh, Osman, Perizâd
Güldük, şakalaştık ve seyrettik.
Şarap, güller, neş’e, türkü söyledik.
Bütün şöhretlerden vazgeçtik.
Altın ve mücevhere değer vermedik hiç.
Lâ ilâhe, illallah!
Boğaziçi, Boğaziçi
Bize engel olmadı
Her gün neş’e içinde
Yeşil Boğaziçi’ni
Bir yelkenliyle geçtik.
Mangan’ın şiirlerinde Türklükle ilgili unsurlar, yerler dekoratif bir öğe olmaktan ziyade, hissedilen bir ortamın ötesinde içinde yaşanan mekan olarak verilmektedir. Bunları yazan James Clarance Mangan’ın “Oxford İngiliz Şiirleri Antolojisinde” (Oxford Anthologie of English Verse)  İrlandalı şairler arasında değil Türk şairleri başlığı altında gösterilmesi boşuna değildir. Bu şiirlerde tasavvuf vardır, dediğim gibi şiirler dekoratif bir öğe olamaz sanki bizzat yaşanmış gibi anlatılmaktadır. Sanki Mangan Erzurum, Karaman, Boğaziçinden çıkıp Dublin’e gelmiştir. Öyle ki Mangan kendi ölümü hakkındaki düşüncelerini bile bizlerin hayal gücü ile ifade etmiş:
Şimdi kervan yola çıkıyor… Meçhul bir ülkeye doğru
Çanları hareket işaretini vermeye başladı bile
Sevin ruhum… Zavallı kuşum, kurtuldun nihayet.
Nihayet kafesin çöküyor… demirleri dağılacak yakında.
Elveda gaileli dünya, günahlarla haşır-neşir olan dünya
Ruhum Allah’ın sakin yurdunda dinlenecek artık…
“Kuş-kafes” “ten-can” ilişki benzetmeleri Doğu dolayısıyla Tasavvuf edebiyatına  ait motifler. Kervan’ın “meçhul bir ülkeye doğru” yola çıkması, bilinmeyene gidiş, hancı, kervan, seyyah (yolcu), kefen motifleri de öyle:
“Bu hana ve bu handan
Kaç seyyah geldi geçti
Kaç kervan kefenlenip gitti
Herkes geldi, herkes gitti
Kimse bilmedi neden geldiğini
Nereye gittiğini…”
Bunlar Doğu edebiyatını ve yakın zamana ait Yahya Kemal’in:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan”
satırlarını hatırlatırken Yahya Kemal ile Mangan’ın kendi ölümleri hakkındaki düşüncelerinin tam örtüştüğü görülüyor.
Mangan’ın “Gül Zamanı” adlı şiiri Mesîhî’nin murabbaı üzerine kurulmuştur:
Morning is blushing; the gay nightingales,
Warble their exquisite songs in vales;
Spring, like a spirit, floats everywhere,
Shaking sweet spice-showers loose from her hair,
Murmurs half-musical sounds from the stream,
Breathes in the valley and shines in the beam.
In, in at the portals that youth uncloses,
It hastes, it wastes, the Time of Roses!
Sabahın mahcup kızıllığında şakıyor,
Neşeli bülbüller, güzelim şarkıları
dolduruyor ovaları;
Bahar bir peri, her yeri kuşatıyor,
Silkeleyerek saçlarından tatlı baharat
sağnakları;
Pınarlardan müzikli seslerle
mırıldanıyor;
Vadide soluklanıyor, güneşte
parıldıyor;
Giriyor kapılardan gençliğin açtığı,
Hızlandırırken zamanı, tükeniyor Gül
Zamanı!
Mangan İngiliz şiir tekniğine uymayan Türk kafiye anlayışına bağlı kalarak Türk kültürünü özümsemiş Türk gazel formunu ustalıkla şiirlerinde kullanmıştır.
Mangan sayesinde 1937 de İrlanda’lılar  “Söz gümüşse sükut altındır -Speech is Silver but Silent is Golden, Eldeki bir kuş daldaki iki kuştan iyidir – A bird in hand is worth two in the bush ” gibi bazı Türk atasözlerinden haberdar olmuşlardır.
Mangan’ın bu Anadolu ilgisi nereden gelebilir? Benim gibi İrlanda’da bir süre yaşamış, İrlandalıların yabancı sevmeyen, ülkelerinde yaşamalarını istemeyen, yabancı kültürlerine ilgi duymayan ırkçı, milliyetçi olduklarını yerinde gözlemlemiş birisi için bunun büyük bir sürpriz  teşkil etmesi hatta imkansızı çağrıştırması gerektirir. Arapça, farsça ve Osmanlıca dillerini ne derece bildiği bilinmeyen Mangan çalıştığı kütüphane’de Osmanlı’ya dair kimi tarihi ve folklorik bilgileri barındıran kitaplar okumuş olabilir. Türkçe ve Türk şiiriyle Almanca bir tercüme sayesinde tanıştığı söylenir. Ama bunlar Mangan’ın neden geçmiş Osmanlı denemindeki Anadolu  hakkında o zamanlar yaşamış bir Türk şairiymişçesine şiirler yazdığını bana açıklayamamaktadır. Bunun kolay bir iş olmadığını Türk şiiri üzerine çalışmanın zorluğunu anlattığı “University Magazin”deki bir yazısında şöyle ifade etmiş: “Türk edebiyatını anlamak çok zor. Türkçe gramer okumakla, küçük izahları dinlemekle olacak iş değil bu. O bilgiyle Osmanlıcayı yazıp okuyamazsınız. İşi ciddi tutmak, uzun bir süre için kendi memleketinizi unutmanız gerekiyor. Âdeta yeminli bir Müslüman gibi olmalısınız. Osmanlı’yı, Türk şiirini anlamak ancak böyle mümkün.” Peki O nasıl olmuş da zoru başarmıştır. Avni Özgürel onun hakkında şöyle demektedir: “Döneminde bedava gezi tantanalı ağırlamadan yararlanmak, Osmanlı sarayından bahşiş koparmak için eser üreten tipte sanatçılardan biri değil Mangan.” Zaten Osmanlı sarayı şöyle dursun, kimse onun bu şiirlerinden haberdar olmamış, sanki O sadece kendi duygularını şiire dökerek tatmin olmak istemiştir.
Sonuçta Mangan’ın Türkiye’ye ve Türkçe’ye neden ilgi duyduğu ve sanki eskiden yaşamış bir Türk gibi eskiye ait şiirler yazdığı başkalarınca bir “sır” olarak kabul edilse de bence bunun kolay bir açıklaması vardır.  Osmanlı döneminde Karaman’da yaşamış, Erzurum ve İstanbul’a da gitmiş biri yıllar sonra Dublin’de James Mangan adıyla yeniden doğmuştur. Yani tipik bir reenkarnasyon örneği ile karşı karşıya olduğumuzu ifade edersek taşlar yerine oturur.
James Clarence Mangan İrlanda’da fakir bir hayat sürmüş olup kısa hayatına yeterli beslenememesinin neden olduğu iddia edilmektedir. Belki de şiirlerindeki Karaman’lı ile aynı fakirliği paylaşmıştır.
Bu arada ODTÜ İnşaat’da 40 yıl önce beraber okuduğumuz Bayburt’lu Yüksek Mühendis arkadaşımın soyadı da Mangan’dır.
General Patton
George Smith Patton, Jr. (11 Kasım 1885 – 21 Aralık 1945) II. Dünya Savaşı’nda Amerikan Ordusu’nun önde gelen komutanlarından biriydi. Tanklarla II. Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirdi. 36 yıllık ordu hayatında her zaman zırhlı birliklerin savaşlardaki önemini savundu ve bunu II. Dünya Savaşı sırasında komuta ettiği ordularla ispatladı. Patton’un en önemli özelliği reenkarnasyona inanmasıdır.
patton afişGeneral Patton film senaryosundan
Senaryo metni (İngilizce Orijinali Reverse Spins Editor)
SAHNE:
İkinci Dünya Savaşı’na ait Amerikan Ordusu üniformalı ikisi General 3 kişi bir jipte Kuzey Afrika’da bir yolda gidiyorlar.
KONUŞMALAR:
General George S. Patton (George C. Scott): Dur. Buradan sağa dön.
Şoför: Ama savaş alanı, diğer tarafta efendim.
Patton: Lütfen Benimle tartışma, Çavuş. Savaş alanının kokusunu alırım.
General Omar Bradley (Karl Malden): O buraya dün de geldi, George.
Patton: (elindeki sopayla işaret eder) O tarafta. Hemen sağa dön, dediğimi yap.
georgecscott
SAHNE:
Jip yoldan ayrılır, entari giyimli eşeğe binmiş birkaç Kuzey Afrikalının yanından geçerek Romalılardan kalma birkaç harabe yakınına gelir. Patton iner, Bradley de onu izler. Fonda sanki uzun yıllar öncesine ait unutulmuş bir savaşın o çağlara ait kolay unutulmayan müziğini çalan boru yankılanmaları aksetmektedir.
KONUŞMALAR:
Patton: Buradaydı. Çarpışma buradaydı. Kartacalılar şehri savunurken… …üç Roma lejyonu saldırıya geçti. Kartacalılar gururlu ve cesurdu. Ama dayanamadılar. Arap kadınları……onların giysilerini, kılıçlarını ve kalkanlarını aldı. Askerler güneşte çıplak yattı…… 2.000 yıl önce. Ben buradaydım.
SAHNE:
Patton, dizüstü çökmüş, duraklar, bilgiç bir tarzda gülümser epey şaşırmış olan Bradley’e döner ve şöyle devam eder:
KONUŞMALAR:

Patton: Bana inanmıyorsun değil mi.
Şairin dediği gibi:
“Çağlar arasında yol alırken,
Savaşın yıkımına ve tozuna rastlarsın.
Acaba yıldızlar arasında sonsuz kez savaşıp,
Yendim ve yenildim mi?
Sanki gördüğüm bir cam ötesinde karanlıkta
Eski bir çatışma
Ama farklı kılıklarda ve isimlerde savaşan,
Hep bendim. “
Patton: Peki, şiiri yazan kim biliyormusun?
Bradley hafifçe gülümser, başını iki yana sallayarak, Hayır
Patton: Benim.

———————————–
SAHNE:
Patton yaveriyle Fransızca konuşmasını bitirdikten sonra sahne şık bir sofraya çevrilir. Patton’un etrafında kıdemli İngiliz subayları bulunmaktadır. Bir kaç Amerikan subayı da masanın öteki ucundadır. İngiliz subay George’a şarabın güzelliği ile ilgili kompliman yapar.    Patton’un kültürü ve tarih bilgisi apaçık bellidir. Ortam olağandışı bir açıklamaya uygun hazırlanmıştır. Patton sağındaki en yüksek rütbeli İngiliz subayı olan Sir Harold dönerek şunları söyler:
KONUŞMALAR:
Patton: “Sir Harold, galiba milattan önce 415’de Alcibiades Peloponnes savaşında şöyle demiş, Siraküza düşerse, bütün Sicilya düşer, sonra da İtalya. Siraküza’nın, adanın anahtarı olduğunu biliyormuş. Alcibiades’in hep boğaza sarıldığı belli. Sicilya’yı aynı yöntemle almalıyız.”
SAHNE:
Patton harita üzerinde planının kısaca açıklamasını yapar İngilizler etkilenir. Patton kadehini kaldırır ve şunları söyler:
KONUŞMALAR:

Patton: “Sicilya’nın ele geçirilmesine.”
Sir Harold: “Baksana, George. 18’inci yüzyılda yaşasaydın, Napolyon’u büyük bir mareşal yapardın.”
Patton: “Ama, yaşadım, efendim. Yaşadım.”
SAHNE:
Herkes güler en çok da Sir Harold ve Patton. Kadeh kaldırma biter ve sahne sona erer.
Said-i Nursi 80 Defa Dünyaya Gelmiş
Said-i Nursî’nin reenkarnasyona inandığını biliyor musunuz? Şiir ve sözleriyle 80 defa dünyaya geldiğini açıklamış ve bakın neler demiş.

    Said-i Nursi’nin reenkarnasyonla ilgili şiiri (günümüze yakın dille aktaran Prof. Abdülaziz Bayındır):

Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Yetmiş dokuz ölü Sait, günahlar ve elemler içinde
Seksenincisi bu mezara mezar taşı olmuştur.
Birlikte İslam’ın hüsranına ağlıyorlar.
Ölülerle dolu inleyen o mezarım ve mezar taşımla
Giderim yarınımdaki Ahiret meydanına
Kesin biliyorum ki, gelecekte Asya’nın gökleri ve yerleri
Birlikte İslam’ın ak pak eline teslim olur.
Zira imanın bereketinin gücüdür,
Halka güven ve huzur verir.
“Kaynaklı-İndeksli Risale-i Nur Külliyatı, Lemeât, İstanbul 1994, s. 319”daki şiirin aslı:
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Said’den yetmiş dokuz emvatbâ-âsâm âlâma.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş,
Beraber ağlıyorhüsrân-ı İslâma.
Mezar taşımla pür-emvat enîndar o mezarımla
Revânım saha-i ukbâ-yı ferdâma.
Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya
Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.
Zira yemin-i yümn-ü imandır,
Verir emn ü eman ile enâma.

    Said-i Nursi’nin reenkarnasyon ile ilgili sözleri  (günümüze yakın dilde aktaran Prof. Abdülaziz Bayındır):

Soru: Sen kimsin? Ölümünden sonra da sen sen misin? Bedenin yıkılmasının ruhun birliğine etkisi var mı?
Cevap: “Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme şahsî kıyametler ve zincirleme tenasüh, yani ruh göçü ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır (zincirleme yeni bedenler, 40 yıl doğum sancısı çektiler).
Şu Said yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir. Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı bedenlerde ortaya çıkan Said’ler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacak­lardır. Ben o bedenlerin üstünde yuvarlandım; iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti (düzgün olanı bende bir bölüm oldu)  Sıkıntı ve üzüntüler birikti kaldı  (kusurlu olanını aldım (attım)). O konak yerlerinin her birinde ben bendim. Ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım. Bu konak yerinde yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm; yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyerim.”
Bu ifadelerin “Bediuzzaman Said Nursî, İşârât, Risale-i Nur Külliyatı, c. II, s. 2340”daki aslı şöyle:  “Ben bu anda, seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, bir hayyı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Said’ler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhacereti umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer”.

Reenkarnasyona inananlar yukarıdakileri okur, geçer, üzerinde düşünmez bile. O kadar açıktır.  Ama gelin reenkarnasyona inanmayanlar ya da bilmeyenler, şüphesi olanlar için İlahiyat Profesörü Abdülaziz Bayındır’ın sadeleştirmelerine bakarak Said-i Nursi ne demek istemiş, tek, tek yorumlayalım:
–    “Yıkılmış bir mezarım ki…” Yaşıyor ama mezarı var. Cümlenin sonrasından burada mezar ifadesinin tüm geçmiş mezarlarını  kapsadığını anlıyoruz. Mezarları çok eski, zaman zarfında yıkılmış yok olmuş, ortadan silinmişler.
–      “… mezar…içinde 79 ölü Sait”. Said-i Nursi’nin bu dünyada 79 tane mezarı var. Yani daha önce 79 defa dünyaya gelmiş. Reenkarnasyona inanan herkesin merakıdır? Acaba bu dünyada kaç mezarım var? Said-i Nursi bunu cevabını bulmuş.
–    “Seksenincisi bu mezara mezar taşı” Sekseninci bedenin de eninde sonunda akıbeti mezarda son bulacak. Bu da tipik reenkarnasyon inancı. Mezara girecek olan sadece bedendir. Ruhsuz bedenin taştan farkı yoktur.
–        “Yetmiş dokuz ölü Sait, günahlar ve elemler içinde” Önceki 79 hayatında hataları, yanlışları olmuş, onlara üzülüyor. Zaten böyle hatalar, yanlışlar olmasa 80. kez dünyaya gelinir miydi? Tipik reenkarnasyon inancı.
–        “Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım…” Bu da tipik reenkarnasyon inancının ifadesi. Sekseninci defa dünyaya gelişinde beyni silinmiş, formatlanmış ama “özü” yani ruhu önceki 79 hayatın kayıtlarını taşımaktadır. 79 hayatta yaşadıkları ruhunda sıfırlanmamış, sekseninci hayatında yaşadıkları da eskilerine eklenmiş. Buradaki 80 sayısının kerametini İlahiyat Profesörü Abdülaziz Bayındır açıklamış. Aşağıdaki 8. bölümde okuyabilirsiniz.
– “…zincirleme şahsî kıyametler ve zincirleme tenasüh...”
Zincirleme yeni bedenler yenilenen bedenleri ifade eder. Bu konuda Abdülaziz Bayındır Hoca geniş açıklamalar yapmış. Aşağıda  okuyabilirsiniz.
–        “Şu Said yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir.” Önceki, artık cansız olan 79 beden ve bu seferki canlı bedenin içine girmiş olan ruh tekdir, bu seferki hayatında adı Said’dir. Aynen Yunus Emre’nin “Ete kemiğe büründün Yunus diye göründüm” deyişi gibi.
–        “… Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı bedenlerde ortaya çıkan Said’ler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacak­lardır.” Zaman yolculuğu olabilse ve farklı zamanlarda dünyaya gelmiş kendi tezahürleri, birbirleriyle karşılaşsalar kesinlikle hepsinin Said-i Nursi’nin aynı/tek ruhunu taşıdığını anlayamazlar. Halbuki bir yılda insan ne kadar değişir? Beni yıllardır gören 1 yıl görmese 1 yıl sonra görse tanımaz mı? Said-i Nursi’yi son hayatında 79 yaşında iken gören, 80 yaşında iken de, 40 yaşında gören, 41 yaşında iken de onu tanımaz mı? Hatta bırakın, insanın kendi çocukluk hali ile canlı karşılaşma imkanı olsa onu bile tanır. Örneğin rüyasında çocukluğunu gören “bu kim yahu” mu der? Reenkarnasyon, ruhun her defasında farklı bedene girdiği inanışıdır. Aynı sırayla dünyaya gelirken içine girdiği bedenler örneğin birbirlerinin yaşarken çekilmiş filmlerini seyretseler, aynı ruha sahip olan birbirlerini tanımaları mümkün olmaz. Çünkü her gelişte maddi beyinleri, sıfırlanmış, formatlanmıştır. İfade edilen budur. Bu da en önde gelen reenkarnasyon inancıdır.
–  “Ben o bedenlerin üstünde yuvarlandım…”  O eski bedenlerinin yaşadığı ruhsal birikimlerini taşımış, değerlendirmiş, onlardan faydalanmış.
–        “…iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti. Sıkıntı ve üzüntüler birikti kaldı…”.  O ruhsal birikimlerde önemli olan sıkıntı üzüntülerdir. Dünya malı, dünyanın zevk veren şeyleri gelip geçicidir, kalıcı değildir.  Onların ruhsal birikimlerde kalıntı bırakmazlar. Reenkarnasyona inananlara göre tekamül edebilmek için sıkıntı ve üzüntülere maruz kalmak şarttır. Onlardan ders alınır. Izdırapsız tekamül olmaz. Zevk-ü sefa içinde tekamül edilmez. Tipik reenkarnasyon anlatımı. Bayındır Hoca bu ifadeyi aşağıda bir başka anlamda da vermiştir.
–        “Düzgün olanı bende bir bölüm oldu, kusurlu olanını aldım (attım)”. Bir hayatında düzgün ne yapmışsa o onun benliğinin bir bölümünü teşkil etmiş, onları sonraki hayatına taşımış. Ne yanlış yapmışsa ondan ders almış, onu bir sonraki hayatında tekrar etmemiş.  Önceki hayattaki hatalardan bir sonraki hayatta ders almak tipik reenkarnasyon inancıdır.
–        “Şu anda ben ben olduğum gibi o konak yerlerinde ben bendim.” Daha önceki hayatlarındaki bedenlerinin hepsinde bir tek ruhmuş, şimdi sahip olduğu ruh.
–        “Ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım.” Burada öldükten sonra YİNE ahirete gidecek. Bedenden ayrılıp başka bir mekana (gelecek konak) geçecek ama ruhu değişmeyecek. “Yine” ne demek? Daha önce de bunlar olmuş demek. Yani daha önce  de ölmüş ve aynı sürecten geçmiş. Aynı zamanda bu seferki yaşamından sonra da YİNE tekrar dünyaya geleceğini de kasdetmiş. Konaklar çoğul olduğundan burada iki alem oluyor. Yani hem ahiret hem de bu dünya.
–        “…yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm; yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyerim…” Ölüp tekrar dünyaya gelince bedeni değiştirmiş oluyor. Eski bedeni atıyor, yeni, başka bir beden içerisine giriyor. Bazıları bunu tevil etmiş, yani bir takım gerekçeler uydurarak saptırmışlar:  Her insanın bedenindeki hücreler yılda iki defa yenilenirmiş de ve bu bir yılda aslında beden tamamen değişirmiş de, o halde denebilirmiş ki beden olarak ben 79 beden eskittim demek, bunlar beden anlamında birer ölüm demekmiş de. O her bir yıldaki bedenler ayrı ayrı ayağa kalksa aralarındaki şiddetli farklardan, mesela 5 yaşındaki Said 70 yaşındaki Said’i görse tanıyamayacak… ve o andaki beni 40 yılda 79 beden eskittiğinden o yıllardakilerin ve şu andakinin ruhen özetiymiş güya.
Said-i Nursi burada teşbih yapmış, hepsi bu. Bilenler biliyor ama özellikle bu geri zekalılara reenkarnasyonda beden nasıl değiştirilir onu anlatmaya çalışmış. Ama ya anlamamışlar ya da anlamazlıktan gelmişler. Üstelik bunu tevil ederken Said-i Nursi’yi sanki deri değiştiren yılan yapmayı bile göze almışlar. Hangi insan her yıl bedenini değiştirmiş, yaşını ikiye katlayıp söylemiş? Bu tür eveleme-gevelemeler, zorlamalar rantlarını kaybetmek istemeyen dinci reenkarnasyon karşıtlarının klasik tevilleridir (saptırmalarıdır). Ayrıca tüm hücreler aynı sürede değişmez, kimi 5 günde, kimi 5 haftada, kimi 3 haftada, bazılarının değişmesi yıllar alır. O zaman nasıl olur da bir yılda bambaşka iki insan olur da çıkarız?
Bir de şu var. Said-i Nursi’ye göre hücreler yılda 2 kez değişiyorlar. 6 ayda bir diye bir ifade yer almıyor. Bu doğruysa o zaman tevilcilerin mantığına göre bizler yılda 2 değil 3 farklı insan oluyoruz. Zira burada söz konusu olan değişim sayısı değil farklı insan olma sayısı. Said-i Nursi’nin tevilcilerin mantığına göre bedenlenmeleri  23×9.5=79 veya 2×40=80 değil 3×39.5=118.5 veya  3×40=120 olarak saymak gerekirdi.
Hadi diyelim ki tevilcilerin dediği doğru. O zaman tekrar önceki ifadeye dönelim:
–        “…ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacak­lardır…” Yılda bir defa hücreler değişince o yıl beden bambaşka bir beden mi oluyor? Hücre değişince görünüşte hangi ciddi farklılıklar oluyor ki beden tanınmaz hale geliyor? 1945 yılındaki beden ile 1946 yılındaki beden kimsenin tanıyamayacağı şekilde değişebilir mi? Bunun cevabı için tekrar sonraki ifadeye dönelim:
–        “elbise değiştiririm … yeni Said’i giyerim.” Kastedilen yeni bir hayata bedenin tamamen değişerek gelinmesi. Yani reenkarnasyon. Bedende hücre değişmesi olduğunda kimse hücre değişimini fark etmiyor bile zira hücreler şekil değiştirmiyor. İnsanın gözü, kulağı, boyu, posu mu değişiyor, eski organları düşüp yenileri mi çıkıyor, insan bambaşka, tanınmaz hale mi geliyor? Bunun cevabı hücre değişiminde  hayır ama reenkarnasyonda evet. İfadedeki hücre değişikliği sadece teşbihtir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi aslında bu kadar açıklamamıza hiç gerek yoktu zira nereden bakarsanız bakın o kadar sarihtir ne denilmek istendiği.
İlahiyat Profesörü Abdülaziz Bayındır’ın sadeleştirmelerine bakarak bu yorumları yaptık. Peki Bayındır’ın kullandığı kelimeler doğru mudur? Sonrasında bunu da araştırdık.

    Lemeât’ı yayınlayanlar, 79 ölü Sait ile ilgili şöyle bir haşiye (dipnot) yazmışlar:

“Her senede iki defa cisim tazelendiği için, iki Said ölmüş demektir. Hem, bu sene Said yetmiş dokuz senesindedir. Her bir senede bir Said ölmüş demektir ki, bu tarihe kadar Said yaşayacak” (Kaynaklı-İndeksli Risale-i Nur Külliyatı, Lemeât, İstanbul 1994, s. 319).

Prof. Abdülaziz Bayındır’a göre bu dipnot tutarsız:
“Bundan önce yazdıkları bir başka haşiyeye göre (Kaynaklı-İndeksli Risale-i Nur Külliyatı, Lemeât, İstanbul 1994, s. 318 ) bu şiir, 1337 hicri yani 1919 miladi yılı Ramazan’ında yazılmıştır. Said Nursi 1873′te doğduğu için bu tarihte 47 yaşındaydı. Dedikleri gibi her yıl iki Said ölmüş olsa 79 yerine 94 ölü Sait olurdu. Haşiyeyi yazanlar önce her sene iki Said, sonra her bir senede bir Said ölmüş diyerek tam bir tutarsızlık göstermişlerdir. Çünkü her sene bir Said ölüyorsa 79 yerine 47 ölü Said demesi gerekirdi.”

    Bir iddiaya göre Said-i Nursi şunları demek istemiştir:

“Bak ben seksen yaşındayım, her insanın bedenindeki hücreler yılda iki defa yenilenir ve bu bir yılda aslında beden tamamen değişir, o halde denebilir ki beden olarak ben 79 beden eskittim, beden anlamında bunlar birer ölümdür. Ancak ruh olarak o bedenlerin üzerinden dolaştım, yaşlandıkça güzellikler, sevinçler azaldı, elemler, üzüntüler günahlar arttı, birikti. O her bir yıldaki bedenler ayrı ayrı ayağa kalksa aralarındaki şiddetli farklardan (mesela 5 yaşındaki Said 70 yaşındaki Said’i görse tanıyamayacak) ve şu andaki ben 79 yılda 79 beden eskittiğimden o yıllardakilerin ve şu andakinin ruhen özetiyim. Nasıl ki o yıllarda bedenim hep yenileniyordu, yani fiziksel olarak bütün hücreler yenilenip bir anlamda eski bedenim ölüyor yeni bedenime giriyorum ve bu safhalarda ben hep benim, yani ruhum bundan etkilenmiyor hep aynı kalıyor, aynen bunun gibi en sonunda bedenim ölüp tekrar yenilenmediğinde de ruhum aynen kalacak ve ben ben olacağım, ölümden sonraki menzillerde (duraklarda) yani kabirde, hesap gününde, cennette / cehennemde ben yani benim ruhum yine aynı ben yani aynı ruh olarak kalacak. “
Abdülaziz Bayındır bunu da cevaplıyor:
“79 beden eskitme iddiasının tutarsızlığı yukarıda anlatılmıştı. Bunun dışında Said Nursi“Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım” diyor. Ona göre bu öz; sıkıntı ve üzüntülerdir. Bunu şöyle ifade ediyor: “…iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti. Sıkıntı ve üzüntüler birikti kaldı…” Şiirindeki, “pür-emvat enîndar o mezarımla…” sözleri de aynı anlamdadır. Bunların vücuttaki hücre ölümleriyle ne ilgisi olabilir?
Said Nursi’nin şöyle demek istediğini iddia ediyorsunuz:
” O her bir yıldaki bedenler ayrı ayrı ayağa kalksa aralarındaki şiddetli farklardan (mesela 5 yaşındaki Said 70 yaşındaki Said’i görse tanıyamayacak)…”
Oysa Said Nursi’nin dediği şudur: “… Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı bedenlerde ortaya çıkan Said’ler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacak­lardır.” Said Nursi’yi 79 yaşında iken gören, 80 yaşında iken tanımaz mı? Öyleyse onun dediği ile sizin teviliniz arasında bir bağlantı yoktur.
Reenkarnasyon, ruhun her defasında farklı bedene girdiği iddiasıdır. Bedenler farklı olduğu için bir araya gelseler birbirlerini tanımaları mümkün olmaz. Said Nursi bunu şiirinde şöyle ifade ediyor:
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Yetmiş dokuz ölü Sait günahlar ve elemler içinde
Seksenincisi bu mezara mezar taşı olmuştur.
Birlikte İslam’ın hüsranına ağlıyorlar.
“Seksenincisi bu mezara mezar taşı” demesi, sekseninci bedenin de ölümü beklediğini gösterir.
Abdülaziz Bayındır açıklamalarına devam ediyor:
Bu tür reenkarnasyon inancı tarikatların bir çoğunda vardır. Bunu Aracılık ve Şirk adlı kitabımızda anlatmaya ve Said Nursi’nin de aynı inançta olduğunu delilleriyle göstermeye çalıştık. Sözü uzatmamak için yazıyı, onun şu ifadeleriyle bitirmek istiyorum:
“Açmayı aklımdan bile geçirmediğim bir sırrı açmaya mecbur kaldım. Şöyle ki:
Risale-i Nur’un manevî kişiliği (Said Nursî) ve onu temsil eden has şakirtlerinin manevi kişilikleri “Ferîd = Bir tek olma” makamıyla şereflendikleri için onların üzerinde, ne bir ülkenin kutbunun ne de zamanının büyük bölümünü Hicaz’da geçiren kutb-u âzamın yetkisi vardır. Bu sebeple kutb-u âzamın dahi emrine girmek zorunda değillerdir. Her devirde var olan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmazlar. Ben, eskiden Risale-i Nur’un manevî kişiliğini (Said Nursî’yi), o imamlardan biri zannederdim.Şimdi anlıyorum ki Gavs-ı Âzam, hem kutub hem gavs hem de “Ferdiyet = Birlik” makamında olduğundan, âhir zamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet = Birlik makamıyla şereflenmişlerdir. Gizlemeye lâyık bu büyük sırra göre, Mekke-i Mükerreme’de hiç beklenemeyecek bir şey olsa da Risale-i Nur aleyhine kutb-u âzamdan bir itiraz gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmamalı, o mübarek kutb-u âzamın itirazını bir iltifat ve selâm gibi saymalı, ilgisini kazanmak için, itirazın odaklandığı noktaları o büyük üstadlarına izah etmeli ve ellerini öpmelidirler.” Kastamonu Lâhikası Mektup No: 121, a.g.e, c. II, s. 1644.
“Ben, eskiden Risale-i Nur’un manevî kişiliğini (Said Nursî’yi) her devirde var olan o imamlardan biri zannederdim” sözü üzerinde biraz düşünün lütfen. Bu sözün benzerleri onun kitaplarında çoktur.”
Bayındır Hocanın açıklamaları aynen böyle.

    Abdülaziz Bayındır’a yöneltilen bir  başka eleştiri:

“Üstadla ilgili reankarnasyon iddiasına rastladım. Hayretler içinde kaldım. O iki yazının tenasühle yakından-uzaktan alakası yok. Yaptığınız sadeleştirme yanlış ve tahrif edilmiş. Adı geçen metnin aslı şöyledir:
“Ben bu anda, seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.”
Siz bunu şöyle tahrif etmiş, bozmuşsunuz:
“Ben bu anda, seksen Said’in özü olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme şahsî kıyametler ve zincirleme tenasüh, yani ruh göçü ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.”
Burada tenasüh kelimesini ilave etmişsiniz. Aslı istinsahtır. Tenasüh ruhun bir başka bedene geçmesi istinsah ise çoğalmadır.
Bir başka tahrif ve yanlış da şu ifadelerinizdir:
“Bu konak yerinde yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm; yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyerim.”
Bu sadeleştirmenin aslı şöyledir:
“Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhacereti umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer”.
“ … her senede ki şu menzilhanelerdeki (vücuduna işaret ettiği açık)  (1) zerreler, hücreler iki genel hicret yaptığından yani vücuttan ayrıldığından, ene ( ruh, ) dahi elbisesini değiştirir, yırtılmış Saidleri atar, yeni Said’i giyer.
i-Bundan ayrı ayrı yaşamış Saidler çıkmaz? Mümkün değil. Her senede iki defa hücreler ayrılıyor. Yani senede iki defa vücut değişiyor.
ii- Üstadın bu yazısının başında bir soru var: “öyle ise sen kimsin, Bedenin inhilali (dağılması) ruhun şahsiyetine tesir etmez mi ?“
Ama sizin burada ki yaptığınız sadeleştirmede de yanlışlık var doğrusu şöyle olmalıdır:
“Lakin her senede şu vücutlarda ki zerreler, hücreler iki genel hicret yaptığından yani vücuttan ayrıldıklarından, ene (ruh) dahi elbisesini değiştirir, yırtılmış Saidleri atar, yeni Said’i giyer. “
Ve en önemli nokta: yaptığınız alıntının üstüne bakmamışsınız. Arapça aslı var hemen üstünde. Başınızı kaldırıp bakmamışsınız. Veya görmezden geldiniz. Sizin bütün konuşmanızı, yazınızı boşa çıkartan, bu “büyük iftira” diye bağıran küçücük bir kelime var:
“Fi erbeîneseneten”
40 sene de 80 Said olduğu açık. Her halde bunu da S. Nursi her sene iki defa ayrı vücutlarda dünyaya geldiğini kabul ediyor demezsiniz.
“Ben bu anda, 40 sene çalkalanarak, seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.”
Eddai de ki yazıya gelince; sizin dediğiniz gibi üstad 1873 doğumlu değil, 1878 doğumludur. O zaman da zaten 41 oluyor yaşı. Bundan da anlaşılıyor ki üstad bu şiiri 40 yaşında olduğunu düşünerek yazmış. Haricilerin Hz. Ali’ye yaptığını Üstada yapmayın.“
Bayındır’ın bu eleştiriye cevabı:
“Reenkarnasyon ile ilgili Arapça metni özellikle tercüme etmeyerek risalede mevcut tercüme ile yetindim. Çünkü “Bizi oradaki tercüme bağlar” diyebilirdiniz. Nitekim Said Nursi’nin doğum tarihini, benim baktığım kaynak 1873 olarak gösterdiği halde {Bediuzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Birinci Kısım; Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1994, c. II, s. 2122.} kabul etmemişsiniz. Bu konuda ihtilaf olduğunu şimdi öğrenmiş oldum.
İşârât’daki Arapça metni ve yaptığım tercümeyi aşağıya alıyorum:
من أنت ؟ أنت أنت بعد موتك ؟ و هل  لخراب البدن تأثير في وحدة الروح ؟
جـ – أنا تولدت الآن متلخصا من ثمانين سعيدا تمخضوا في أربعين سنة بقيامات مسلسلة واستنساخات مسلسلة فهذا السعيد حي ناطق ميتون لو بالإنجماد تماسك ماء الزمان و تمثل أولئك السعيدون و تراأوا لما تعارفوا. تدحرجت عليهم في الاطوار فتفرق مني  ما زان وأخذت منه ما شان . فكما أن أنا الآن هو أنا في هاتيك المراحل كذلك أنا أنا فيما يأتي بموتي من المنازل الا أنه في كل سنة بمهاجرة اثنين لساكني تلك البلاد يجدد أنا لباسه فيلبس السعيد الجديد ويخلع العتيق.
Soru: Sen kimsin? Ölümünden sonra da sen sen misin? Bedenin yıkılmasının ruhun birliğine etkisi var mı?
Cevap: “Ben şu an, seksen Said’in özeti olarak doğdum. Onlar zincirleme kıyametler ve zincirleme yeni bedenler, 40 yıl doğum sancısı çektiler. Bu Said canlıdır, konuşur. Zamanın suyu donarak katılaşsa ölü Saidler görüşseler elbette birbirlerini tanımayacaklardır.  O dönemlerde o bedenler üzerinde dolaştım. Düzgün olanı bende bir bölüm oldu, kusurlu olanını aldım (attım). Şu anda ben ben olduğum gibi o konak yerlerinde ben bendim. Ölümümle gelecek konaklarda yine ben ben olacağım. Şu var ki, o beldelerde oturanların iki hicreti sebebiyle ben her yıl elbise değiştiririm; yeni Said’i giyer, eski Said’i atarım.”
Bu yazının ana cümlesi şudur:
“Onlar zincirleme kıyametler ve zincirleme yeni bedenler 40 yıl doğum sancısı çektiler.”
Kıyamet, kalkış yani ölenin yeniden dirilmesi demektir. Zincirleme kıyametler, zincirleneme olarak meydana gelen tekrar dirilişler demek olur.
“Zincirleme yeni bedenler” ise yenilenen bedenleri ifade eder. Çünkü reenkarnasyon inancına göre önceki beden yok olur ve ruh yeni bir bedenin içinde dünyaya gelir.
“… 40 yıl doğum sancısı çektiler” ifadesi de yeni bedenlerin dünyaya, 40’ar yıl arayla geldiği iddiasıdır.
Burada istinsah, nesh anlamındadır {İstinsah’ın nesh anlamında olduğu konusunda bkz. es-Sıhah fî’l-luğa, نسح md.}. Nesh, bir şeyi yok edip diğerinin onun yerine geçirmektir. {Nesh, bir şeyi yok edip bir başka şeyi onun yerine koymaktır. Bkz. Lisan’ul-Arab نسح md.} Önceki bedenin yıkılması ve kırkar yıl arayla zincirleme şahsi kıyametlerin olması başka şekilde düşünülemez.
Sizin dediğiniz gibi istinsah çoğaltma anlamına da gelir. Nitekim bir kitaptaki yazıların bir başka kitaba aktarılmasına istinsah denir. Önceki kitap da varlığını sürdürdüğünden kitap sayısı artar. Bu olayda sizin dediğinizin  olması mümkün değildir. Çünkü o takdirde aynı anda aynı ruhu taşıyan fakat bedenleri farklı olan seksen Said’in olması gerekir.  Önceki yazımızda istinsaha tenasüh anlamı vermemizin sebebi budur. Yoksa herhangi bir iftira veya yanlış anlama söz konusu değildir. Sonuç olarak Arapça metinde reenkarnasyon inancı daha açıktır.”
Hocanın açıklamaları böyle.
Abdülaziz Bayındır Hoca’ya yöneltilen bir  başka eleştiri aşağıdaki linkten okunabilir. Hoca cevabında pasaj alıntıları yapmıştır. Uzunluğu, tarikat propaganda amaçlı olması, Hocanın ifadesiyle de konuyla ilgisi olmaması nedeniyle tamamı burada alıntılanmamıştır. Bu ya da webdeki benzer açıklamalar kesme yapıştırma tamamen ya da kısmen yorum olarak alıntılandığı takdirde geri dönüşüm kutusuna gönderilecektir:
http://www.suleymaniyevakfi.org/said-nur...asyon.html
Bayındır’ın bu eleştiriye cevabı:
“Yukarıdaki yazının büyük bir bölümünün konuyla ilgisinin olmadığı açıktır. Ama yazıdaki şu ifade önemlidir:
“İstinsah” kelimesini -sırf iftirasına dayanak olsun diye- “tenasüh” olarak tercüme etmiştir. Halbuki az bir Arapça veya Türkçe bilen şunu çok iyi bilir ki, “istinsah” kelimesi, bir şeyin nüshalarını çoğaltmak, kopyasını almak, kayıt altına almak, kayıtlara geçirmek manasına gelir. Tenasüh ise, bir terim olarak kullanılır ve bununla reenkarnasyon kastedilir”
Biz “istinsah” kelimesini Said Nursi’nin hangi anlamda kullandığına bakarız. O, aşağıdaki sözünde kendinin istinsahını anlatmaktadır:

“Ben bu anda, seksen Said’den süzülmüş bir hülasa olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme/ardarda gelen şahsî kıyametler ve zincirleme istinsahlar (ardarda gelen nüshalar) ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.“
Bu sözüyle o, ardarda dizili kopyalarından bahsetmemektedir. Bu nüshaların biri hayattayken diğeri olmayacağı için metnin yazarı “zincirleme istinsahlar” sözünü “ardarda gelen nüshalar” diye tercüme etmek zorunda kalmıştır.
Kıyâmet, ölenlerin yeniden dirilmesidir ve bir kere olacaktır. Şahsî kıyamet de bir kişinin öldükten sonra dirilmesi olur. Said Nursî’nin “zincirleme/ardarda gelen şahsî kıyametler” sözü ise onun kıyametinin birden fazla olduğu iddiasını taşımaktadır.
Ölen kişinin vücudu toprak olur, kıyâmette yeni bir vücutla dirilir. Bu sebeple Said Nursi’nin zincirleme şahsi kıyametlerinden sonra geldiğini iddia ettiği zincirleme şahsi istinsahları, yani “ardarda gelen nüshaları” toprak olan Said’in aynısı olmayacaktır. Zaten o, şu sözüyle bunu açıkça ifade etmektedir:
“ardarda gelen Saidler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacak­lardır.”
“zincirleme şahsi kıyametler”inin bundan sonra da devam edeceğini, şu sözüyle iddia etmektedir:
“Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben ben idim… Öyle de ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım.”
Buradaki istinsah kelimesine tenasüh veya reenkarnasyon’dan başka anlam verme imkânı varsa ispatlarsınız. Aksi taktirde binlerce sayfa yazı da yazsanız cevap vermiş olmazsınız.”
Hoca’nın ifadeleri böyle.
Bu tür reenkarnasyon inancının tarikatların bir çoğunda olduğunu Prof. Abdülaziz Bayındır “Aracılık ve Şirk” adlı kitabında anlatmış ve Said Nursi’nin de aynı inançta olduğunu delilleriyle göstermiştir. Hoca bu kitabı yayınlamadan önce konuyu Nurcuların ileri gelenleri ile tartışmak istemiş ama yanaşmamışlar. Aşağıda kitaptan ilgili bölüm verilmektedir.

    İlahiyat Profesörü Abdülaziz Bayındır’ın Kur’an Işığında Şirk, Süleyman Vakfı Yayınları, İstanbul 2006, kitabındaki ilgili bölümden alıntı:

“Ben bu anda,  seksen  Said’in  özü  olarak  ortaya çıkmışım”  sözü önemlidir.  Çünkü  Tevrat’a  göre  Âdemaleyhisselamdan Yakup aleyhisselamın ölümüne kadar 2413 sene geçmiştir. Yusuf aleyhisselam 110 yaşında, Musa  aleyhisselam  da  120  yaşında  vefat  etmişti. Yakup’tan İsa aleyhisselamın doğumuna kadar da toplam 1600  sene  geçmiş  olsa  Yaklaşık  4000  yıl  eder. Said Nursî 1960’ta vefat ettiğine göre Tevrat’a göre; ilk insandan onun ölümüne kadar 5960 sene geçmiş olur. Bunu  seksene  bölünce  onun  girdiğini  iddia  ettiği  her bedenin ortalama ömrü 75 yıl eder. Bu sebeple sekseninci beden sözü, düşünülerek söylenmiş bir sözdür.
Bu,  reenkarnasyon  inancıdır.  Said  Nursî  en  tepede olduğunu, kıyamete kadar da en tepede kalacağını söylüyor. Yani gelmiş büyük peygamberler ile her devirde gelen  mürşit,  müceddid,  Mehdi  ve  beklenen  İsa  odur.“
14. BÖLÜM – REENKARNASYONLA İLGİLİ BAZI KUR’AN AYETLERİ VE KISA AÇIKLAMALARI
Alfabetik sırayla
Abese 19-22. “Hücreden yarattı onu, ölçülendirip biçimlendirdi. Sonra, yolu kolaylaştırdı ona. Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu: Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu.”
Sperm ve yumurta hücrelerinden yarattı, embriyo, cenin halini aldırdı, döl yolundan çıkardı, öldürdü, zamanı geldiğinde tekrar bedenlendirdi. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 4 de.
Ahzab 11 “İşte orada müminler belaya uğratılarak imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı.”  Yaşam sırasında edinilen bilgilerin ruhta yerleşip yerleşmediği maddi hayattaki sınavlarla belirlenir. Peki sınavdan geçemeyenler ne olur? Daha geniş bilgiler BÖLÜM 3’de.
A’la 12,13: “En büyük ateşe girer o. Sonra orada ne ölür ne de hayat bulur.”
Ankebut 57; “Her can, ölümü tadacaktır; sonunda bize döndürüleceksiniz.”
Ayet, başta ölüme, sonra da ölüm demeyip döndürülmeye gönderme yaparak reenkarnasyona işaret etmektedir. Her dünyaya gelen can taşır, kişiliği (nefsi) olur. Ruh ölmez sadece ölümü tadar yani hisseder. Sonunda yani reenkarnasyonun sonunda geldiği yere, kaynağa, varlık birliğine geri döner.  Daha geniş bilgiler BÖLÜM 3’de.
Araf 172, 173. “Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: “Rabbiniz değil miyim?” Onlar: “Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz.” demişlerdi. Şöyle de demeyesiniz: “Daha önce atalarımız şirke batmıştı. Biz de onların ardından gelen bir soyuz. Gerçeği çiğneyenler yüzünden bizi helak mı edeceksin?”
Ruhlar dünyadaki bedenlere girmeden önce  Allah’ın dilediği yerde bulunurlar. Ruhlar akıllı varlıklardır, kendi farkındalıklarıyla oradan dünyaya bedenlenmek için gönderilirler. Geniş bilgiler BÖLÜM 9’da.
Bakara 28: “…Siz ölülerdendiniz. O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz”.
Başta “ölülerdendiniz” demekle daha önce bedeni ölmüş ruhun tekrar bedenlenmeden önceki durumu anlatılmaktadır. “Diriltti” demekle ruhun yeni bir bedene kavuşturulması kasdedilmektir. “Yine öldürecek” demekle ruh yine bedeninden ayrılacağı, bedenin öleceği kasdedilmektedir. Döngü böyle devam edecek. “Nihayet döndürüleceksiniz” demekle nihayetinde tekamülün sona ereceği artık yeniden bedenlenmeye gerek kalmayacağı kasdedilmektedir. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 4, 9 ve 10’da.
Bakara 167: “İzleyenler şöyle demiştir: “Ne olurdu bir kez daha imkân verilse de şunların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak.” Böylece Allah onlara, yapıp ettiklerini, kendilerine yönelmiş özleyişler olarak gösterir. Ama artık ateşten çıkamazlar“.
Buradaki dileğin reenkarnasyonla uzaktan yakından ilgisi yok. Reenkarnasyonda eski zamana geri dönüş yoktur, aynı bedenle, aynı kimlikle madde alemine dönüş de yoktur. Yepyeni bir sayfa açılır, yepyeni bir hayata başlanır, bambaşka bir beden ve kimlikle. Ateşle azap çekecekler. Kimler? Sure’nin içinde var, müşrikler, inkarcılar, lanetliler vb. Yine bir özel durum söz konusu. Onların dışında kalanlar için Sure’de “bir daha imkan verilmez” diye bir şey var mı? YOK. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 6’da.
Duhân: 34-35: “Şunlar (Kureyş kâfirleri) de diyorlar ki: ‘İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz’.”
İnkârcıların, ilk ölümden başka bir şey olmadığını söylemeleri kınanmakta ve onların yeniden diriltilecekleri anlatılmaktadır. Burada ilk ölüm’den başka bir şey olmadığı söyleminin inkâr tarzında anlatımından, ilk ölümden başka ölümlerin olduğu anlamı çıkar. Birçok ölüm, olgunlaşmamış ruhlar içindir. Onlar olgunlaş­tırılmak üzere yeniden bedenlendirilir, bu kez o hayatlarının ölümünü tadarlar. Fakat ilk hayatlarında olgunlaşıp cennete girme düzeyine gelen ruhlar, artık şu bildiğimiz maddî bedene muhtaç olmadıkları için fiziksel bedene girmezler. Devamı aşağıdaki ayetlerde. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 9’da.
Dühan 40, 41, 51, 56: “Hiç kuşkusuz, ayrım günü, hepsinin buluşma zamanıdır/buluşma yeridir. Korunup sakınanlar, güvenli bir makamdadır. Orada, evvelki ölüm dışında ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur”.
Allah’ın iyi kulları bir gün gelecek evvelce olduğu gibi artık bir daha reenkarne olmayacaklar, ölümü daha fazla tatmalarına gerek kalmayacak, maddi alem dışında kendilerini çok güzel şeyler bekleyecek. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 6’da.
Fatır 16: “Dilerse sizi götürür ve yerinize yeni yaratıkları getirir.” (Edip Yüksel meali). “Allah, sünneti, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olursa, sizi yok eder, yerinize de yeni bir millet, yeni bir devlet; insanlığın yerine başka mahlûklar getirir.” (Akmet Tekin meali). “Dilerse sizi yokeder, yeniden başkalarını yaratır.” (Bekir sadak meali). “Ve dilerse sizi giderir, mahveder de yepyeni mahlûkat yaratır.” (Abdülbaki Gölpınarlı meali).
Fatır 37 “Feryat edip dururlar orada: “Rabbimiz, çıkar bizi de önceden yaptığımızdan başka şey yapalım. Barışa ve hayra yönelik iyi bir iş yapalım. Sizi biz, öğüt alanın öğüt alacağı bir süre ömürlendirmedik mi? Uyarıcı da geldi size. Hadi, tadın bakalım azabı! Zalimler için hiçbir yardımcı yok artık.”.
Ömür, varlığın öğüt alması için gerekli olan tüm bedenlenmeleri sırasında geçirdiği maddi hayat sürelerinin TOPLAMIDIR. Yeni bir imkân verilmesini isteyenler, daha önce yeterli süre verildiği cevabını alıyorlar Ayette dileğe ret cevabı yok. Belki bu azabı çektikten sonra tekrar bedenlenecekler. Ayette bu belli değil. Belli olan ÖNCE azap çekmelerinin gerektiği. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 1, 4 ve 5’de.
Furkan 13-14 : “Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıklarında, orada haykırırlar: “Nerdesin ey ölüm! “Bugün bir ölüm çağırmayın, birçok ölümü davet edin.”
Olgunlaşmadan bedenden ayrılan ruhlar bir süre ruhsal azaptan sonra bedene dönüp tekrar bedenleri ölecekler, ta ki ruh olgunluğuna erinceye dek “birçok” kez bedensel hayata dönüp ölümü tadacaklar. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5 ve 9’da.
Hac 5: “…yine içinizden bir kimse bir ilimden sonra birşey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor.”.
Yani öldükten sonra, bedenlenmenin en basit ve düşük noktası olan döllenme sırasında tekrar dünyaya gönderilmesi önceki hayata dair hiçbir şeyi bilmesin hatırlatılmasın şeklinde oluyor. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 4 ve 8’de.
Hacc 17: “İman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve şirke sapanlar arasında Allah, kıyamet günü ayrım yapacaktır. Allah, her sey üzerine Şehid’dir, tanıktır.”
Farklı dinden olanlar, dinsizler ve Allah’a eş koşanlar hakkında kararı Allah verecektir.  Ayetten insanların farklı dinde ya da iman ehli olarak yeniden bedenlenmelerinde sorun olmadığı anlaşılabilir.  Daha geniş bilgiler Bölüm 4’de.
İnsan 28: “Biz yarattık onları ve kuvvetli yaptık bağlarını/eklemlerini. Dilediğimizde benzerleri ile değiştiririz onları.”
Prof. Süleyman Ateş’e göre ayette tekrar bedenlenmeye işaret var.
İnşikak 19: “Ki siz boyuttan boyuta/halden hale mutlaka geçeceksiniz.”
Bir galaktik planda/boyutta tekamül eden varlık üst bilgi elde ederek daha ileri bir galaktik plana/boyuta geçmeye hak kazanır. Yani mutlaka başka boyutlarda da bedenlenmeler olacak. Daha geniş bilgiler Bölüm 3’de.
İsra 70: “Andolsun, biz, Ademoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”
İnsan Allah’ın yarattıklarının “birçoğundan” üstün hepsinden değil. O daha üstün varlıkların seviyesine erişmek için tekamül etmek gerekir. O varlıklar insanoğlu olmadığına göre ileri tekamülün bu dünyada tamamlanması mümkün değil.  İlahi/Kozmik nizamda bedenlenmeler gerekli. Daha geniş bilgiler Bölüm 3’de.
İsra 71-73: “Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin. Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etmişlerdi.”
Meleklerden daha tekamül etmiş varlıklar var. Dünyada olmadıklarına göre başka dünyalarda, başka boyutlardalar. O varlıkların seviyesine erişmek için de oralarda bedenlenerek tekamül etmek gerekiyor. Daha geniş bilgiler Bölüm 3’de.
Kaf 19: “Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız.”.
Allah evrenle, varlıklarla içiçedir. Evren kozmik birliktir. Herşey Allah’tır. Bu da Vahdet-i Vücut felsefesine uymaktadır. Daha geniş bilgiler Bölüm 2’de
Maide 69: “Şu bir gerçektir ki, iman edenler, Yahudiler,  Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.“
İnsanların farklı dinde yeniden bedenlenmelerinin sakınca yaratmayacağı bu ayetten anlaşılmaktadır. Önemli olan Allah’a ve ahirete inanmak, iyilik, hayır yapmak, iyi insan olmaktır. Daha geniş bilgiler Bölüm 4’de.
Mearic 4: “ Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O’na.”
Kozmik sistemlerde izafi bir zaman söz konusudur. Ayete göre dünya zamanıyla elli bin yıl, kozmik zaman ölçüsüyle bir güne karşılık gelmektedir. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 3’de.
Muhammed 34: “İnkar edip Allah yolundan döndüren, sonra da küfre saplanmış olarak ölenler yok mu, Allah onları asla affetmeyecektir.”
Kur’an saptırıcı ve inkarcı olarak ölenlerin asla bağışlanmayacağını kesin bir dille açıklıyor. Peki böyle insanlar, diyelim ki ahirette hatalarını anlasalar, pişman olsalar, tövbe etseler de Kur’an’da yer yer ifade edilen Allah’ın bağışlayıcılığına hiç bir zaman mazhar olamayacaklarsa (erişemeyeceklerse) bu Allah’ın bağışlayıcılığı ile ilgili Kur’an’ın lafzına (bildirmek istediği anlamına) aykırı düşmeyecek mi? Yani Allah hem bağışlayıcıdır hem de bağışlamayıcıdır, böyle bir çelişki olabilir mi? Elbette olmamalıdır, olamaz. Bunun yanıtını her zaman olduğu gibi akıl yürüterek bulabiliriz.
İnkar edip Allah yolundan döndüren, küfre sapıp ahirete yani öteki aleme intikal etmiş biri tövbe edip ve Allah’tan bağışlanmasını istese dahi “bu bağışlamanın ahirette olması” yukarıdaki ayete göre mümkün değildir. Diğer yandan da Allah bağışlayıcıdır. Kimin gerçekten aklının başına geldiğini, pişman olduğunu, içten tövbe ettiğini, Allah’a kul olur hale geldiğini elbette O bilir. O halde nedir çaresi? Eğer Allah isterse ona yeni bir şans verebilir. Bu da öteki alemde olamayacağına göre ancak madde dünyasında olabilecektir. Yani açıkçası böyle bir şey tövbe edenin “reenkarne olması” yani yeni bir beden ile Dünya’da tekrar doğması ile mümkün olur. Yeni hayatında verilen şansı iyi kullanır, sınavlarını başarı ile verebilirse bağışlanma hakkını elde edebilir, tabii ki Allah’ın kabulüne bağlı olarak. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5’de.
Mülk 2: “Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O’dur.”
Sıralamada  ÖLÜM hayattan önce geliyor. Yani dünyaya gelmeden önce ölüm var. Ölüm olması için de önceki bir hayatın yaşanmış olması lazım. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5 ve 9’da.
Mümin 10-11: “Küfre batmış olanlara şöyle haykırılır: “Allah’ın öfkesi, sizin kendi benliklerinize öfkenizden elbette ki daha büyüktür. Hani, siz imana çağrılıyordunuz da inkâr ediyordunuz!  Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Buradan çıkmak için bir yol daha var mı?“.
Ayet yoldan sapanların ikinci, üçüncü kez bedenlenmek üzere dünyaya geri gönderildiklerini gösteriyor. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5, 9 ve 10’da.
Müminun 1-11. “Hiç kuşku yok, kurtulmuştur müminler…namazlarında huşû sahipleridirler..boş ve gereksiz şeylerden yüz çevirenlerdir…zekâtı verenlerdir, ırzlarını koruyanlardır…emanetlerine ve ahdlerine saygı duyup sahip çıkanlardır…namazlarını korumaya devam edenlerdir…onlardır mirasçı olanlar. Ki, Firdevs cennetine mirasçı olurlar, onda sonsuza dek kalırlar.”
Tekamülünü tamamlamış olanların akıbeti anlatılmaktadır. Yılmadan sabırla izleyenler için tekamül ve reenkarnasyon yolunun sonu cennettir. Daha geniş bilgiler Bölüm 4’de.
Müminun 35-37: “Size, ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra tekrar meydana çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Heyhat! Size vaat edilen o şey ne kadar uzak! Hayat, şu dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz, yeniden hayat buluruz ama biz tekrar diriltilecek değiliz”.
Aynı bedende tekrar dünyaya gelmenin mümkün olmadığına işaret edilmektedir.  Bunun reenkarnasyon ile ilgisi yoktur, zira reenkarnasyon aynı bedende değil başka bedende gelineceğine işaret eder. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 6’da.
Müminun 99, 100: “Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: “Rabbim, beni geri döndürün; Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım.” Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Ötelerinde, dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.”
Sure bu ayete kadar yine inanları ve inanmayanları anlatır. Burada ölüm gerçekleşmiş mi, gerçekleşmemiş mi belli değil, “ölüm geldiği zaman” deniliyor, “öldükten sonra” denilmiyor. Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi yine bir pişmanlık ve dönüş isteği söz konusu. Bunun reenkarnasyon şeklinde olmasının istendiğine dair hiçbir şey yok. İstek ölümün geciktirilmesi, biraz daha ömür tanınması şeklinde. “Aklım başıma geldi artık iyi şeyler yapacağım” şeklinde. Başka ayetlerin aksine burada bir “cevap” söz konusu. “Hayır”. Neden hayır, o da ayetin devamında var, çünkü önce günahlarının kefaretini ahirette ödeyecekler. Ne zamana kadar? “Tekrar diriltilecekleri güne kadar.” Bu açıkça yazıyor. Yani ölenin günahları varsa hemen reenkarne olması söz konusu değil, önce ahirette amellerinin muhasebesini yapacak, kul hakları için bizzat her kuldan af dileyecek, hakkını aldığı kul henüz ölüp ahirete intikal etmemişse onun gelmesini bekleyecek, acı çekecek, günahlarının bedelini ödeyecek. Ondan sonra tekrar bedenlenecek. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 6, 9 ve 10’da.
Müminun 82: “Dediler ki: “Ölüp, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, gerçekten o zaman mı diriltileceğiz?”
Nahl 61: “Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen birşey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.”
Sırtında kul hakkı kamburuyla ahirete intikal edeni büyük azaplar beklemektedir. Zira Allah böylelerinin affını tamamen hakkı yenen, zulüm gören kula bırakmıştır. Hakkı yenen dünya hayatında ya da spatyomda hakkını yiyeni affetmedikçe, “ona helallik vermedikçe” kul hakkı yiyen ızdıraptan kurtulamayacaktır.
Peki diyelim ki hakkı yenen kul hiç bir zaman affa yanaşmazsa ne olur? Cevabı aşağıdaki ayette.
Nisa 48: “Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, onun dışında kalanı dilediği kişi için affeder.”
Böyle durumda hatalı olan ahirette azabını çektikten sonra ceza olarak geçmiş hayatını hatırlayacak şekilde reenkarne olacaktır. Yeni hayatında sürekli olarak vicdan azabı ile yaşamaya göğüs germek zorunda kalacaktır. Yani hem yeni hayatının hem de geçmiş hayatlarının bütün yükü altında kalacaktır. Bu tasavvur edilemeyecek kadar zor bir şeydir. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5’de.
Nahl 70: “Allah sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden bazıları ömrün en basit noktasına geri çevrilir ki, bir ilimden sonra hiçbirşey bilmez olsun”.
İnsan öldükten sonra, hayatın/ömrün en basit noktası olan döllenme sırasında yeniden dünyaya gönderiliyor ama önceki hayata dair hiçbir şeyi bilmez yani hatırlatılmayacak şekilde. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 4, 8 ve 10’da.
Necm 49 “Hiç kuşkusuz Şi’ra yıldızının/şuurlanmanın Rabbi de O’dur.“
Galaktik boyutlar, ileri gezegenler, ruh-madde-şuur ilişkilerinin evrenselliğinin sevk ve idaresinde alt planları teşkil ederler. Daha geniş bilgiler Bölüm 3’de.
Neml 65-66: “Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Hayır, onların bilgileri ahiret konusunda yetersiz kalmıştır. Daha doğrusu onlar ondan kuşku duymaktadırlar. Hayır, hayır! Onlar, onu göremeyecek kadar kördürler.”
Kimileri bu ayete göre reenkarnasyonun hakkında fikir beyan edilemeyeceğini iddia ederler. Gayb bilinmeyen demektir, kimilerine göre de görülemeyen. Allah, ahiret, cennet, cehennem vb. hepsi gayba girer. Gayb bilinemez demek üzerinde düşünülemez, akıl yürütülemez, sonuca varılamaz demek değildir. Sadece varılan sonuç kesinlik taşımaz anlamındadır. Daha geniş bilgiler Bölüm 3’de.
Nisa 56: “Derileri piştikce, azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz.”
Deri maddedir. Etin, kemiğin yani bedenin örtüsüdür, elbisesidir. Kimilerine sadece öteki dünyada azab çekmek yetmeyecek, yeni bir deri (bedenle) dünyaya gelip orada da azap çekecekler. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5 ve 9’da.
Nuh 17, 18: “Ve Allah sizi bir bitki gibi yerden bitirdi. Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkarışla tekrar çıkarıyor.”
İnsanı temelde topraktan, çeşitli aşamalardan (bitki-sperm-insan aşamalarından) geçirerek yaratan Allah, ölümle tekrar toprağa döndürür; ama aynı olguyu tekrarlar. Müşrik, suçlu insanın, cezasını çekip olgunlaşmak üzere yeniden topraktan çıkarılıp yaratılacağı belirtiliyor. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 9’da.
Rum 11: “Allah yaratışa başlar, sonra onu varlık alanından çekip tekrar yaratır. En sonunda O’na döndürülürsünüz.”
Yaratan  büyük patlamayla varlıkları yaratmıştır. Varlıklar ve evren gelişmekte evrim geçirmektedir. Reenkarnasyon da evrimin aşamalarından biridir. Sonunda tekamül tamamlanınca varlıklar İlahi/Kozmik kaynağa geri döneecekler. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 11’de.
Rum 27: Yaratmaya ilk başlayan/yaratılanları ilk yaratan O’dur. Sonra onları çevirip yeniden yaratacaktır. Bu O’nun için çok da kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnekler/en yüce sıfatlar O’nundur. O’dur Aziz, O’dur Hakim…”
Yaratan  büyük patlamayla varlıkları yaratmıştır. Varlıklar ve evren gelişmekte evrim geçirmektedir. Reenkarnasyon da evrimin aşamalarından biridir. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 11’de.
Saffat 54-61: “Dedi: ‘Siz de bir araştırır mısınız?” Araştırdı, nihayet, onu cehennemin ta ortasında gördü. Dedi: ‘Vallahi, az kalsın sen beni de buralara düşürecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle ben de şurada toplananlar arasına girmiş olacaktım. Peki, biz artık ölmeyecek miyiz? Sadece ilk ölümümüz; azaba da uğratılmayacağız, öyle mi? Doğrusu bu, büyük başarının ta kendisidir. Çalışanlar, böylesi için çalışsınlar.”
Geniş bilgiler BÖLÜM 4 ve 5’de.
Şems 7, 8: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene. Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene ki,“.
Ayet varlığın evrimini anlatmaktadır.Varlık, başta kişiliği düzenlendiği zaman (en başta spermin ve yumurta hücresini döllenmesi sırasında) henüz iyilik ve kötülüğü ayırt edecek bilince sahip değildir. Tekamül sürecinde yanlışlıkları ve doğrulukları idrak etmeye başlar. İlhamları almadan, yaptıklarından sorumlu tutulamaz. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 4 ve 9’da.
Şura 30: “Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir.”
Başımıza ne geliyorsa kendi yüzümüzden geliyor. Sebepleri şimdiki hayatımızda olduğu kadar önceki hayatlarımızdaki amellerimizden (yaptıklarımız, edimlerimiz, fiilllerimiz) de kaynaklanabilir. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 1’de.
Şuara 81: “Beni öldürecek, sonra diriltecek O’dur.“
Şuara 102: “Keşke bir dönüşümüz daha olsaydı da müminlerden olabilseydik“.
İman etmeyenler, akılları başlarına geldikleri zaman örneğin derler ki “keşke geriye dönüşümüz olsa da daha akıllı işler yapabilsek”. Yani zaman dursa, zaman içerisinde seyahat edebilsek de hata yaptığımız zamana dönebilsek, başka türlü davransak da o hataları yapmamış olsak. Bu dileğin reenkarnasyonla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Reenkarnasyonda eski zamana geri dönüş yoktur, aynı bedenle, aynı kimlikle madde alemine dönüş de yoktur. Yepyeni bir sayfa açılır, yepyeni bir hayata başlanır, bambaşka bir beden ve kimlikle. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 6’da.
Vakıa 57-62: “Sizi biz yarattık, biz! Tasdik etseydiniz olmaz mıydı? Akıttığınız meniyi gördünüz mü? Siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa yaratıcılar bizler miyiz? Ölümü aranızda biz takdir ettik. Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemiyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız. Yemin olsun, ilk yaratışı/yaratılışı bildiniz. Peki düşünüp ibret alsanız olmaz mı?”
Ayetten ölen kuşakların yerine yine kendilerine benzer kuşakların getirileceği; yeniden yaratılacak insanların bedenlerinin aynı değil benzerleri olacağı, insanın başka bir bedende kendisinin şimdi bilemeyeceği bir biçim ve sıfatta yeniden yaratılacağı anlaşılmakta. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 9’da.
Yasin 31; “Görmediler mi, kendilerinde önce nice nesilleri helak ettik. Onlar artık bir daha bunlara dönmeyecekler.”
Burada yok edilen milletlerden kavimlerden bahsediliyor. Onlar tekrar kavim-millet olamazlar deniliyor. Bunun reenkarnasyon ile hiçbir ilgisi yok. Kavimler-milletler reenkarne olmaz, her ruh bağımsız yani kendi karmasına göre reenkarne olur.  Reenkarne oldukları zaman da isteseler yok edilen kavimlere dönemezler. Ayet ayrıca buna da işaret ediyor. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 6’da.
Yasin 51: “Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar.”
Reenkarnasyona inanmayanlar reenkarnasyon varsa hangi kabirden kalkılacak sorusunu sorarlar. Ayetteki kabir ruhun olduğu yer demektir. Ruh cennetteyse cennetten kalkıp gelecek. Kabri yoksa, cennette değilse, neredeyse oradan kalkıp gelecek. İslamda kabir azabı demek cehennem azabı demektir.  Daha geniş bilgiler BÖLÜM 4’de.
Zümer 42: “Allah, canları, ölümleri sırasında alır, ölmeyenleri de uykuları sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar; ötekileri, belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
Kimileri öldükten bir süre ya da hiç geriye dönmeyecekler yani reenkarne olmayacaklar. Bir süre hesaba çekilecekler. Ya bir daha hiç, ya da uzun bir süre tekrar bedenlenmeyecekler, ya da ileride başka boyutlarda, sistemde bedenleneceklerdir.  Bu husus açık değil. Kimileri geriye dönecekler yani reenkarne olacaklar. Sanki uykuda rüya görüyor gibi öldüklerini farketmeyecekler, can vermenin hemen akabinde yeniden başka bedende dönecekler ama bunu da farketmeyecekler. Sanki herşey bir rüyada olup bitmiş, ruhsal açıdan hiç ölmemişler gibi. Daha geniş bilgiler BÖLÜM 5’de.






Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)