Ebü’l-Hasen eş-Şâzelî Kimdir?
EBÜ’L-HASEN-İ ŞÂZİLÎ
Evliyânın büyüklerinden, hadîs âlimi ve Şâzilî yolunun ilk rehberi. İsmi, Nûreddîn Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr bin Temîm bin Hürmüz bin Hâtem bin Kusay bin Yûsuf bin Yûşa bin Verd bin Battal Ali bin Ahmed bin Muhammed bin Îsâ bin Muhammed bin Hasen bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Hazreti Hasen soyundan olup. Şerîftir. Künyesi. Ebü’l-Hasen olup. Mâlikî mezhebindendir.
592 (m. 1196)’de Tûnus’da Şâzile kasabasında doğdu. Tasavvuftaki silsilesi Sırrî-yi Sekatî’den gelmektedir. Aynı zamanda bu silsilede bulunan Seyyid Ahmed Rıfâî’ye bağlanmıştır. İskenderiyye’ye gelerek Şâzilîye yolunun esaslarını açıklayıp, neşretti. Doğum yerine nisbetle, “Şâzilî” lakabı ile anıldı. Arabistan’daki Hicaz halkı gibi, buğday tenli ve uzunca boylu idi. Konuşmasındaki fesahat ve tatlılık, açıklık ve vecizlik bakımından, kendisini Hicazlı zannederlerdi.
Doğduğu Şâzile kasabasında ilim tahsili yaptı. Önceleri kimya ilminde uzun çalışmalar ve araştırmalarda bulundu. Bu ilimde iyi yetişmesi için cenâb-ı Hakka yalvararak duâ ediyordu. Bu esnada, aldığı ma’nevî bir işâretle, tasavvuf yoluna bağlandı. Din ilimlerinin hepsinde mütehassıs ve derin âlim oldu. Hepsinin inceliklerine ve sırlarına kavuştu. Tefsîr, hadîs, fıkıh usûl, nahiv, sarf, lügat ilimlerinde ve zamanın fen ilimlerinde de bir tane idi. “Her istediğim zaman, Resûlullah efendimizi ( aleyhisselâm ) baş gözümle görmezsem, kendimi O’nun ümmeti saymam” buyururdu. 654 (m. 1256)’da vefât etti.
Kendisi anlattı ki: “Bir arkadaşımla bir mağarada bulunuyor ve Allahü teâlânın muhabbetiyle yanmayı ve O’na kavuşmağı istiyorduk. Yarın kalbimiz, açılır, evliyâlık makamlarına kavuşuruz derdik, yarın olunca da, yine yarın açılır derdik. Yarınların sonu gelmiyordu. Birgün birden heybetli bir zât yanımıza girdi. Ona; “Kimsin?” dedik. Abdülmelik’im, ya’nî Melik olan Rabbimizin kuluyum dedi. Anladık ki, evliyâullahdandır. “Nasılsınız?” dedik. “Yarın olmazsa, öbür yarın kalbim açılır diyenin hâli nasıl olur? Allahü teâlâya, sırf Allah için ibâdet etmedikçe, vilâyet ve kurtuluş yoktur” dedi. Bu söz üzerine uyandık ve nereden geldiğini anladık. Allaha tövbe ve istiğfar ettik. Bunun üzerine kalblerimiz Allahü teâlânın muhabbetiyle doldu.”
Kendisi anlattı: Seyahatte idim. Bir gece bir tepe üzerinde yattım. Yırtıcı hayvanlar sabaha kadar etrâfımda döndüler. Onlardan hiç korkmadım. Kalbimde, Allahü teâlânın korkusundan başka bir korku yoktu. O geceki ünsiyet (Allahü teâlâya yakınlık) gibi bir üns bulmamıştım. Sabah olunca hatırımdan, Allahü teâlânın üns makamından bana birşeyler verildi, diye geçti. Dereye indim. Çok fazla keklikler gördüm. Ayağımın sesini duyunca, ürküp birden uçtular. Çok korktum. Bana şöyle dediklerini duydum: “Ey Ebü’l-Hasen! Dün gece yırtıcı hayvanlar ile ünsiyet tutmuş idin, bugün sana ne oldu ki, bu keklikler uçunca korktun. Lâkin sen dün gece bizimle idin. Bugün kendi nefsinlesin.” Ebü’l-Hasen-i Şâzilî şöyle anlattı: “Bir kere seksenüç gün aç kalmıştım. Hatırıma, sana bu işten nasîb verildi diye geldi. Aniden bir kimse gördüm. Bir mağaradan çıktı. Gayet güzel idi. Güneş gibi parlıyordu ve; “Biz ne iyiyiz, altı ay oldu yemek yemedik ve Hak teâlâya amel arz etmedik. Bir bahtsız seksen gün aç oldu. Hak teâlâya ameli ile nazlanır” diyordu.”
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, Allahü teâlânın nihâyetsiz ihsân ve ikrâmlarına kavuşmuş, görünen ve görünmeyen bütün olgunluklara erişmişti. Çok seyahatler yaptı. Bir defasında Irak’a gitmiş ve buradaki âlimlerden Ebü’l-Feth Vâsıtî’nin sohbetinde bulunmuştu. O sıralarda zamânın en büyük evliyâsını arıyordu. Birgün, Ebü’l-Feth Vâsıtî hazretleri ona dönerek; “Sen onu Irak’ta arıyorsun. Hâlbuki aradığın kimse, senin memleketindedir. Oraya dön, orada bulacaksın” buyurması üzerine. Batı Afrika diyarı olan memleketine döndü. İslâm dîninin yüksek makamlarının sahihi olan Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin, aradığı zât olduğunu anladı, İbn-i Meşîş hazretleri Rabat’daki (Ribâte’deki) bir dağda bulunan mağarada yaşamaktaydı. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, onun huzûruna çıkmak için, dağ eteğinde bulunan çeşmeden gusl abdesti aldı. Kendindeki bütün meziyetleri ve üstünlükleri unutarak, ya’nî tam bir boş kalb ve ihtiyâç ile huzûrlarına doğru yürüdü, İbn-i Meşîş hazretleri de mağaradan çıkmış, ona doğru yürüyordu. Karşılaştıklarında hocası selâm verip, Resûlullah efendimize kadar uzanan nesebini tek tek saydıktan sonra ona; “Yâ Ali, bütün ilim ve amelinizden soyunarak, tam bir ihtiyâç ile buraya çıktınız ve bizdeki dünyâ ve âhıret servetini ve zenginliğini aldınız, buyurdu. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî diyor ki: “Onun bu hitabından sonra, bende fevkalâde bir korku hâsıl oldu. Hak teâlâ kalb gözümü açıncaya kadar mübârek huzûrlarında oturdum. Sohbetlerine devam ettim.” Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, hocasının yüksek derecesini bildirirken şöyle buyurdu: “Birgün hocamın huzûrunda oturuyordum. Kendi kendime; “Acaba hocam İsm-i a’zamı biliyor mu?” dedim. Bu düşünce ile meşgûl olurken, o sırada dış kapıda bulunan oğulları, bana bakıp şöyle seslenmişti: “Ey Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, şeref ve i’tibâr, İsm-i a’zamı bilmekle değil, belki İsm-i a’zama mazhar olmakladır.”
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’nin hocasına olan teslimiyeti tam ve mükemmel bir hâle gelince, karşılaşacağı birçok sıkıntıları, hocası kendisine haber verdi. Şöyle vasıyyet etti: “Hak teâlâyı bir an unutup gaflette olma. Dilini halkın diline ve kalbini halkın kalbine benzetmekten sakın, bütün uzuvların ile İslâmiyete uy. İslama uygun olmıyan şeylerden sakın. Farzları yerine getirmeye devam et. İşte o vakit Allahü teâlânın veliliği sende tamâm olur. Allahü teâlânın haklarını yerine getirmekten başka hiçbir şeyi halka hatırlatma, İşte o zaman vera’ ve takvâya haram ve şüphelilerden kaçmaya tam uymuş olursun.
Ebü’l-Hasen, Şâzile kasabasında yerleştikten sonra, gerçekten birçok mihnet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Hocalarının haber verdiği sıkıntılar açıkça meydana geldi. Sonra İskenderiyye’ye yerleşti. Doğudan ve batıdan binlerce âlim ve hak âşığı ziyâret ve sohbetlerine akın etti. Meselâ devrin büyük âlimlerinden İzzeddîn bin Abdüsselâm, Takıyüddîn bin İbn-i Dakîk-ül-Iyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-üs-Salâh, İbn-ül-Hâcib, Celâleddîn bin Usfûr, Nebîhüddîn İbni Avf; Muhyiddîn bin Sürâka ve Muhyiddîn-i Arabî’nin talebesi el-Alem Yasin bunlar arasındaydı. Ayrıca Kâdı’l-kudâd Bedreddîn İbni Cemâ’a dahî sohbetlerine kavuşmakla iftihar ederlerdi. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî gibi evliyânın büyüklerinden olan birini yetiştirmiştir.
İbn-i Hâcib, İbn-i Abdüsselâm İzzeddîn, İbn-i Dakîk-ül-Iyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-i Sâlih ve İbn-i Usfûr gibi büyük âlimler, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’nin meclisinde bulunmak arzusuyla, Kâhire’deki Kemaliye Medresesi’nde, muayyen vakitlerde hazır bulunarak Şifâ ve İbn-i Atıyye kitaplarını okurlardı. Dersten çıktıktan sonra da onunla beraber yaya yürürlerdi.
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî; “İzzeddîn bin Abdüsselâm’ın fıkıh meclisi, Abdülazîm Münzirî’nin hadîs meclisi, senin tasavvuf meclisinden daha kıymetli bir meclis yoktur diye bana müjde verildi” buyurdu.
Hızır aleyhisselâm birgün kendisine; “Ey Ebü’l-Hasen! Allahü teâlâ, seni kendisine dost edinmiştir. Kalsan da, gitsen de, O seninle beraberdir” dedi.
Birgün Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, zühdden (dünyâya rağbet etmemekten) bahsediyordu. Fakat üzerinde yeni ve güzel bir elbise vardı. O mecliste üzerinde eski elbiseler olan bir fakir vardı. Kalbinden geçirdi ki; “Ebü’l-Hasen hem zühdden anlatıyor, hem de üzerine yeni elbiseler var. Bu nasıl zâhidliktir? Hâlbuki asıl zâhid benim.” Bu kimsenin kalbinden geçenleri anlıyan Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, onu yanına çağırarak; “Senin üzerindeki elbiseyi görenler, seni zâhid sanarak hürmet ederler. Bundan dolayı sende bir gurûr, kibir hâsıl olabilir. Hâlbuki benim üzerimdeki elbiseyi görenler, zâhid olduğumu anlıyamazlar. Böylece ben de, hâsıl olacak gurûrdan kurtulurum” buyurdu. Bunu dinleyen o fakir, yüksek bir yere çıkarak oradaki insanlara; “Ey insanlar! Yemîn ederim ki, biraz önce kalbimden Ebü’l-Hasen hazretleri hakkında uygun olmayan şeyler düşünmüştüm. Kalbimden geçeni anlı(Zeker), beni huzûrlarına çağırıp nasihat ettiler. Şimdi hakîkati anlamış bulunuyorum. Şâhid olunuz ki, huzûrunuzda tövbe istiğfar ediyorum” dedi. Bunun üzerine Ebü’l-Hasen-i Şâzilî o kimseye yeni bir elbise giydirip; “Allahü teâlâ sana seçilmişlerin muhabbetini versin. Sana hayırlar, bereketler ihsân eylesin” diye duâ eyledi.
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, memleketinden İskenderiyye’ye geldiğinde, o zamanın sultânı bir mektûp yazarak kendisini da’vet etti. Sultan, da’veti kabûl edip gelen Ebü’l-Hasen’e çok izzet ve ikram gösterip hürmette bulundu. Sonra İskenderiyye’ye, hürmet ederek uğurladı. Sultâna, bir müddet sonra Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hakkında iftiralarda bulundular. Öyle ki, sultan çok kızıp muhâfızına, onu öldürme emrini verdi. Muhafız, İskenderiyye’ye Ebü’l-Haşen’in huzûruna gelip sultanın emrini bildirdi ve; “Efendim, benim size çok hürmetim ve muhabbetim vardır. Sizin, Allahü teâlânın sevgili kullarından olduğunuza inanıyorum. Öyle birşey yapınız ve söyleyiniz ki, sultan bu kararından vaz geçsin” dedi. Bu sözleri dinleyen Ebü’l-Hasen-i Şâzilî dışarı çıktı. Muhafız da onu ta’kib etti. Muhafıza dedi ki; “Şu taşa bakınız!” Muhafız, biraz önce taş olarak gördüğü cismin, şimdi altın olduğunu görerek hayret etti. Taş, Allahü teâlânın izniyle; Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’nin teveccühleri ile altın olmuştu. Muhâfıza; “Bu taşı alıp sultana götürünüz Beyt-ül-mâl hazînesine koysun buyurdu. Muhâfız taşı alıp sultânın huzûruna gitti ve iftirâ durumunu anlattı: Bu hâdise üzerine sultan İskenderiyyeye kadar gelip Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’yi ziyâret etti. Özür diledi ve ona pekçok mal ve erzaklar gönderip ihsânlarda bulundu. Fakat Şâzilî hazretleri hiçbir şey kabûl etmeyip, “Biz Rabbimizden başka hiç kimseden birşey istemeyiz buyurdu.
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri buyurdu ki: Mısırda Muhammed Hanefî isminde birisi zuhûr edecek, Bizim yolumuzda olup, meşhûr ve büyük şân sahibi olacaktır. Kırmızıya bakan beyaz benizlidir. Sağ yanağında bir ben bulunur. Gözünün beyazı çok beyaz, siyahı da tam siyahtır. Yetim ve fakir olarak yetişir. Benden i’tibâren beşinci sıradaki halifemiz olur. Gerçekten öyle olmuştur. Vasıfları anlatılan Muhammed Hanefî bu büyükler yolunu Nâsıruddîn İbni Melik’den, o dedesi Şehâbüddîn bin Melik’ten, o Yâkut Arşî’den, o Mürsî’den, o da Şâzilî’den almıştır.
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî anlattı: “Ben birgün seyahate çıkmıştım. Kendi kendime dedim ki: “Yâ Rabbî! Sana ne zaman şükür edici bir kul olabilirim.” Bu sırada gaybden bir ses geldi ki: “Bana şükür edici bir kul olabilmen için, yeryüzünde senden fazla ni’met verilmiş bir kulun olmadığını düşünmelisin!” Bu sözleri işitince: “Yâ Rabbî! Kendimden fazla, ni’met verilmiş bir kimsenin olmadığını nasıl düşünebilirim? Zîrâ sen, Peygamberlere, âlimlere, pâdişâhlara herkesten çok ni’met verdin” dedim. Bu defa; “Eğer Peygamberlere (aleyhimüsselâm) ni’met verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın. Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp küfre girerdin. Pâdişâhlar olmasa, evinde emîn bir hâlde rahat oturabilir miydin? Bunların hepsi, sana ihsân ettiğim ni’metlerden değil midir?” buyuruldu.”
Kendisi anlattı: “Resûlullahı ( aleyhisselâm ) rü’yâda gördüm. “Yâ Ali! Elbiselerini kirden temizle ki, her nefesinde Allahü teâlânın imdâdına mazhar olasın” buyurdu. Yâ Resûlallah, benim elbisem hangisidir dedim, buyurdu ki; “Allahü teâlâ sana beş hil’at giydirmiştir. Muhabbet, tevhîd, ma’rifet. İmân ve İslâm hil’atlarıdır. Allahü teâlâya muhabbet edene, sevene berşey kolay olur. Allahü teâlâyı tanıyanın gözünde dünyâdan birşey kalmaz. Allahü teâlâyı vahdaniyyetle bilen, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaz. Allahü teâlâya inanan, herşeyde emîn olur. İslâmla sıfatlanan, Hak teâlâya âsî olmaz Eğer âsî olursa, af diler. Af dilerse kabûl edilir. Ebü’l-Hasen der ki; bu izâhdan, Allahü teâlânın Kur’ân-ı kelimde meâlen; (Ve elbiseni temizle) âyetinin ma’nâsını anladım.
Buyurdu ki: “Biz Hakla olunca, mahlûkattan hiçbirini görmeyiz. İnsanlık icâbı baksak bile, onlar havadaki ince toz gibi görünür. Dikkatle baksan birşey bulamazsın.”
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, her sene hacca giderdi. Sonuncu defa yola çıktığı sene, talebesine, yanına bir kazma, bir ibrik ve bir de kâfur almasını emretti. Bunları niçin aldırdığını soran talebesine buyurdu ki: “Hamisre”ye varınca anlarsın.” Talebesi bilâhare şöyle anlattı: “Hamisre’ye vardık. Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, gusl ederek iki rek’at namaz kıldı. Sonra seccâdede rûhunu teslim etti. Yanlarına aldıkları kazma ile mezar kazılıp ibrikle su taşınıp yıkadıktan sonra, kâfur konup hemen oraya defnedildi. Vefât ettiği yerin suyu tuzlu olduğundan birşey, yetişmezdi. Oraya definlerinden sonra, vücûdlarının bereketiyle o yerin suyu tatlı oldu ve mümbit bir yer hâline geldi.”
Kendisi anlatır: Bir gece rü’yâmda Hazreti Ebû Bekr-i Sıddîk’ı gördüm. Bana, “Biliyor musun, dünyâ sevgisinin kalbden çıktığının alâmeti nedir?” diye sordu. Ben de bilmediğimi söyledim. Bunun üzerine; “Dünyâ sevgisinin kalbden çıktığının alâmeti; bulunca vermek, olmayınca kalben rahat olmak” buyurdu.
Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî anlattı: “Birgün Melekût âlemine (melekler âlemine) çıkarılmıştım. Orada Ebû Midyen hazretlerini gördüm. Arş’ın direklerinden birine tutunmuştu. Ona dedim ki: “Ey Ebû Midyen! Sizin ilminiz ne kadardır ki, buralarda bulunuyorsunuz?” O da, “Ben, yetmişbin çeşit ilme sahibim” dedi. “Kaç tâne makamınız vardır?” dedim. O da; “Benim halifelik makamlarım dört tanedir. Ebdâllik makamında da yedinciyim” dedi. Bunun üzerine ona: “Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri hakkında ne biliyorsunuz?” diye sordum. “Şâzilî hazretlerinin ilmi benden çok fazladır. O öyle bir denizdir ki, ona yetişmek mümkün değildir” diye cevaplandırdı.
Ebû Abdullah anlattı: “Ben, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretlerini çok sever ve her sıkıntımda Allahü teâlâya onu vesîle ederek duâ ederdim. Cenâb-ı Hak da bütün istek ve ihtiyaçlarımı onun hürmetine ihsân eder, verirdi. Birgün Resûlullah efendimizi ( aleyhisselâm ) rü’yada gördüm. Dedim ki: “Yâ Resûlallah! Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’den râzı mısınız? Ben, her ne ihtiyâcım olursa, onu vesîle ederek Allahü teâlâdan isterim ve bütün ihtiyaçlarım yerine gelir.” Bunun üzerine Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ); “Ebü’l-Hasen benim evlâdımdır. Bütün evlâtlarda babalarının bir cüz’ü bulunur. Her kim ki benim bir cüz’üme temessük ederse (onu vesîle ederse), benim bütünüm ile temessük etmiş olur. Sen Ebü’l-Hasen-i vesile ederek Allahü teâlâdan birşey istediğin zaman, beni vesile ederek Allahü teâlâdan istemiş olursun” buyurdu.
Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî onun en büyük talebelerinden idi. Anlattı ki: “Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, her ne zaman bir felâketle karşılaştım ve müşkilâta uğradımsa, hocam Ebü’l-Hasen-i Şâzilî’yi imdâda çağırıp, kurtuldum. Ey kardeşim, sen de bir sıkıntıya düşersen, hemen onun ismini an ki, kurtulasın. Allahü teâlâ bilir ki, sana doğru bir nasihat veriyorum.”
Yine Ebü’l-Abbâs anlattı: “Birgün hocam Ebü’l-Hasen hazretlerinin arkasında namaz kılıyordum. Beni hayretlere düşüren hâller müşâhede ettim. Hocamın vücûdundan o kadar çok ve parlak nûrlar çıkıyordu ki, onlara bakamıyordum.”
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri, talebeleri için dâima şu nasihatte bulunurdu. Talebe, din kardeşlerini, arkadaşlarını, son derece merhametle gözetmeli, onlara son derece hürmet etmelidir, insan, içlerinden birini kendisine sohbet arkadaşı seçmeli, bu arkadaş, gaflete düştüğünde, seni uyandırmalı, ibâdette tenbelliğe düştüğünde seni heveslendirmeli, âciz kaldığın yerde sana yardım etmeli ve sen doğru yoldan kaydıkça seni doğru yola çekmeli. Sana nasihat vermeli, kötü harekette bulunduğunda veya bir günah işlediğinde sana uymayıp vaz geçirebilecek vasıflarda olmalıdır. Arkadaşlarına gelebilecek eziyetlere mâni olmalısın. Güzel ahlâk edinip, şefkat ve merhamet üzere bulunmalısın. Hak teâlâya, itaat ve ibâdeti, bu yola hizmeti gözetmeli ve buna sımsıkı sarılmalısın. Lüzumsuz şeylerle gözü meşgûl edip, gönlü dağıtmamalısın. Zira bu, insandaki şehvet kuvvetini arttırır.
Talebesi olan Seyyid Ahmed-i Zerruk, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretlerinin yolunu şöyle bildirmiştir: “Yolumuzun esâsı beş şeydir: 1. Gizli ve aşikâr, her halükârda Allahü teâlâdan korku hâlinde olmak. 2. Her hâl ve işinde ve ibâdetinde. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) ve Eshâbının ( radıyallahü anh ) gösterdiği doğru yola uyup, bid’atlerden, sapıklıklardan sakınmak. 3. Bollukta ve darlıkta, insanlardan birşey beklememek. 4. Aza ve çoğa râzı olmak. 5. Sevinçli veya kederli günlerde cenâb-ı Hakka sığınmak.”
“Letâif-ül-minen” isimli kitapta yazıyor ki: “Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, yaşadığı zamanda, derecesi yüksek olan büyük zâtların önderi ve alemdârı idi. Tasavvuf ehli için bir sığınak ve bir rehber idi. Hidâyet ehlinin bayrağı ve yol göstericisi idi. İrfân sahibleri için bir zînet ve bu yolun yalnız küçüklerine değil, büyüklerine de üstâd idi. Sırlar âleminde bir Zemzem kuyusu kadar derinliğe sâhibdi. Kutubdu, gavstı. [Kutb-i ebdâl (ya’nî Kutb-i medar) âlemde, dünyâda herşeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vesile olur. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belâların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması Kutb-i ebdâlin feyzleri ile olur. İmân sahibi olmak, hidâyete kavuşmak, ibâdet yapabilmek, günahlara tövbe etmek ise, Kutb-i irşâdın feyzleri ile olur. Her zaman her asırda Kutb-i ebdâlin bulunması lâzımdır. Hiçbir zaman bunsuz olmaz. Çünkü âlem bununla nizâm bulmaktadır. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası ta’yin edilir. Fakat Kutb-i irşâdın her zaman bulunması lâzım değildir. Öyle zamanlar olur ki, âlem îmândan ve hidâyetten büsbütün mahrûm kalır.] Künyesi Ebü’l-Hasen idi. Kutub olduğuna şehâdet edenler çok idi. Bunlardan biri Ebû Abdullah bin Nu’mân’dır. Bu zâtın şâhidliği delîl olarak yeter. Çünkü kendisi de büyük bir velî idi. Takıyyüddîn bin Dakîk-ül-Iyd: “Ben, cenâb-ı Hakka karşı ma’rifet (Allahü teâlâyı tanımak husûsunda, Şâzilî hazretlerinden ileride olanı görmedim” derdi.
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî ( radıyallahü anh ) şöyle anlattı: “Ayzâd isimli Sahrada yolculuk yapıyordum. Hızır aleyhisselâm ile karşılaştım. Bana; “Ey Ebü’l-Hasen! Allahü teâlâ sana lütufda bulundu. Hazerde de seferde de senin arkadaşın var. Ben hep senin yanında bulunuyorum” dedi.
Âriflerden, evliyânın büyüklerinden Mekînüddîn el-Esmer ( radıyallahü anh ) şöyle anlattı: “Mansûra denilen yerde bir çadırda bulunuyordum. Orada, İzzeddîn İbni Abdisselâm, Mecdüddîn Ali bin Vehb el-Kuşeyrî, Muhyiddîn bin Sürâfe, Mecdüddîn Ahmîmî ve Ebü’l-Hasen-i Şâzilî (r.aleyhim) gibi büyük zâtlar da bulunuyordu. Bu sırada Kuşeyrî kitabı okunuyordu. Orada bulunanlar, sohbet esnasında ba’zı şeyler söyledikleri hâlde, Ebü’l-Hasen hazretleri hiç konuşmuyordu. “Efendim, sizi de dinlemek isteriz” dediler. Ebü’l-Hasen ( radıyallahü anh ): “Sizler, zamanımızın sâdâtı, büyüklerisiniz ve sizler de konuştunuz” buyurdu. “Mutlaka bir şeyler söylemenizi istiyoruz” demeleri üzerine; Ebü’l-Hasen hazretleri bir müddet tefekkür edip başını kaldırdı ve herkesin bilmediği, anlamadığı, gizli bilgilerden ince ma’rifetlerden anlatmaya başladı. Sohbet bitip Ebü’l-Hasen ( radıyallahü anh ) oradan ayrıldıktan sonra, İzzeddîn İbni Abdisselâm ( radıyallahü anh ) orada bulunanlara; “Bu sözlere iyi kulak veriniz! Bu çok yüksek bir zâttır” buyurdu.” Ebü’l-Abbâs anlattı: “Hocam Ebü’l-Hasen ile vefât ettiği sene bir yolculuğa çıkmıştık. Ühmim denilen yere gelince, Ebü’l-Hasen-i Şâzilî bana dedi ki: “Dün gece şöyle bir rü’yâ gördüm. Sanki ben denizde bir gemideydim. Rüzgâr muhtelif yerlerden esiyordu. Dalgalar birbirine vuruyordu. Boğulmamız yaklaşmıştı. Denize karşı; “Ey Deniz! Eğer bana itaatle emrolundu isen, iyilik ve ihsân, Semî’ ve Alîm olan Allahü teâlâya mahsûstur. Eğer bundan başkası ile emrolundu isen hüküm Azîz ve Hakim olan Allahü teâlâya mahsûstur” dedim. Bu sırada denizin şöyle dediğini duydum! “İtaat, itaat.” Ebü’l-Hasen ile yolculuğumuza devam ederken, yolda vefât etti. Onu Abdâb sahrasında Hamisre’ye denilen yerde defnettik. Sonra başka bir gemiye bindik. Denizin ortasında bulunuyorduk. Deniz, Ebü’l-Hasen’in anlattığı gibi idi. Rüzgâr muhtelif yönlerden esiyor, dalgalar birbiri ile çarpışıyordu. Boğulmamız yaklaşmıştı. Ebü’l-Hasen’in sözünü unutmuştum. Fakat, durumumuz da pek tehlikeli bir hâl almıştı. Bu sırada Ebü’l-Hasen’in sözünü hatırladım. Denize hitaben bin dinar istedin. Keşke, Allahü teâlâdan Ebü’l-Abbâs’ın istediği gibi isteseydin. O, Allahü teâlâdan; kendisini dünyâ düşüncesinden muhafaza buyurmasını ve âhıret azâbından kurtarmasını diledi ve bu dilekleri kabûl oldu” buyurdu.
Ebü’l-Hasen-i Şâzilî hazretleri Buyurdu ki:.
“Kalb huzûrsuzluğuna tutulmamak, eleme uğramamak ve günahlardan temizlenmek istersen, iyi hayırlı işlerini çoğalt.”
“Günahların bağışlanması ve başa gelen belâlardan korunmak için en güzel sığınak, istiğfardır.” “İlmi arttıkça günahı artan kimse, şüphesiz ki helak içindedir.”
“Allahü teâlâya hakkıyla îmân ve Resûlüne tâbi olmaktan daha büyük kerâmet yoktur.”
“İki iyilik vardır ki, onlar bulunduğu sürece, çok da olsa kötülüklerin zararı dokunmaz. Biri Cenâb-ı Hakkın kaza ve kaderine râzı olmak, diğeri Allahü teâlânın kullarına iyi muâmele etmek.”
“Şu üç şey bir insanda mevcût olursa, ona ilmin asla bir faydası olmaz: 1. Dünyânın fâidesiz şeylerine aşırı bağlılık. 2. Âhıreti hatırdan çıkarmak. 3. Fakir olmaktan korkmak.”
“Bana şöyle bir nidâ geldi: Kerâmetimin sende zâhir olmasını istiyorsan, bana ibâdet ve tâate sarıl, isyan etmekden sakın!”
“Resûlullahı rü’yâda gördüm. “Ben, ilmi olanlardanım. Ama senin durumun müsâid olmayınca, Allah katında, benim de sana bir fâidem dokunmaz. Ya’nî şefaatimden fâidelenmek arzusunda isen, amele sımsıkı sarıl” buyurdu.”
“En büyük günahlar ikidir: Biri dünyâ sevgisi, diğeri bilmediği bir işin başına isteyerek geçmek.”
“Kalbinde dünyâ sevgisi taşıyanın takvâsı yoktur.”
“Dünyâdan ve dünyâ ehlinden tamamen uzaklaşmaz isen, velilik kokusunu alamazsın.”
“Âlimler meclisindeki usûl ve kâidelerden biri de, menkulat (nakil esâsı) dışında bahis açmamaktır.”
“Hizb-ül-Bahr” kitabı meşhûrdur.
Ba’zıları bu kitaba i’tirâz edince, buyurdu ki: “Yemîn ederim ki, bu kitabı harf ve harf Resûlullahın mübârek ağzından, rü’yâda işitip yazdım” “Hizb-ül-bahr” okumak da, dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak için pek faydalıdır. Çünkü bunu hazırlayan Ebü’l-Hasen-i Şâzilî büyük velîdir. Dârimî’nin “Müsned”inde Abdullah İbni Mes’ûd ( radıyallahü anh ) diyor ki: “Evde Bekâra sûresi başından Müflihûn’a kadar beş âyet okunduğu gece, şeytan o eve giremez” Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) buyurdular ki: “Bir evde, şu otuzüç âyet okunduğu gece, yırtıcı hayvan ve eşkiya, düşman, sabaha kadar canına ve malına zarar yapamaz: Bekâra sûresi başından beş âyet, Âyet-el-Kürsî başından “Hâlidûn”a kadar üç âyet, Bekâra sonunda “Lillâhi”den sûr sonuna kadar üç âyet, A’râf sûresinde, “İnne Rabbeküm”den “Muhsinîn”e kadar, ellibeşden i’tibâren üç âyet, İsrâ sûresi sonundaki “Kul”den iki âyet, Saffât sûresi başından “Lazib”e kadar onbir âyet, Rahmân sûresinde “Yâ ma’şerelcin”den “Fe izâ”ya kadar iki âyet, Haşr sûresi sonunda “Lev enzelnâ”dan sûre sonuna kadar, Cin sûresi başından “Şatatâ”ya kadar dört âyet.”
Yedi defa Fâtiha okuyup, dert ve ağrı olan uzva üflenirse, şifâ hâsıl olur. Âyet-i kerîmenin ve duânın te’sîr etmesi için, okuyanın Ehl-i sünnet i’tikâdında olması, harâm işlemekten, kul hakkından sakınması, hâram ve habîs şey yememesi ve içmemesi ve karşılık olarak ücret istememesi, okunanın da i’tikâdının düzgün olması şarttır.
İmam Şâzilî (Şazelî denmesi galat-ı meşhurdur) Hazretleri tasavvuf ve tarîkatlar tarihinde ismi en çok zikredilenlerden birisidir; mürşid-i kâmildir. Değişik dillerde hayatını anlatan, sözlerini ve menkıbelerini nakleden yüzlerce çalışma yapılmış ve eser meydana getirilmiştir. Bu kaynaklardan edinilen bilgilere göre, İmam Şâzilî 593/1196 tarihinde dünyayı teşrif etmiş ve 63 yıl çok bereketli bir ömür sürmüştür. Atmış üç yıllık bu bereketli ömrünü Hac seferleri ve seyahatleri hariç, Mağrib, Tunus ve Mısır topraklarında geçirmiştir. Namı daha ziyade Tunus yakınlarındaki Şâzile beldesinde iştihar ettiğinden dolayı da “Şazilî” unvanıyla meşhur olmuştur. Nesli itibariyle bir Peygamber (asm) evladıdır. Yümün ve berekete vesile olacağı ümidiyle bu Allah dostunun şeceresini burada zikretmek isteriz:
Ebu’l-Hasan Ali eş-Şâzilî b. Abdullah b. Abdülcebbâr b. Temîm b. Hürmüz b. Hâtim b. Kusay b. Yusuf b. Yûşa’ b. Verd b. Ebî Battal Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Îsâ b. İdrîs b. Ömer b. İdrîs (el-mübâya’ lehû bi- bilâdi’l-Mağrib) İbn Abdullah b. el-Hasan el-Müsennâ b. el-Hasan b. Ali İbn Ebî Tâlib ve İbn Fâtımete binti’r-Rasûl (sallallahü aleyhi vesellem).
Ebu’l-Hasan Şâzilî’nin hilyesi hakkında bilgi veren kaynaklar, onun uzuz boylu, zayıf, ince yüzlü ve hafif esmer tenli bir fiziğe sahip olduğunu belirtmişlerdir. Yine aynı kaynaklar tarafından nakledildiğine göre İmam Şâzilî, tatlı dilli, çok güzel ve fasîh bir konuşmaya sahip idi. Konuşurken kendisini dinleyenler ona hayran kalırlardı.
Erken yaşlardan itibaren tasavvufî bir arayış içine giren İmam Şâzilî Hazretleri çok kıymetli hocalardan dersler almış ve bu dersler neticesinde dînî ilimlerde uzman hale gelmiştir. Aynı zamanda çok güçlü bir ediptir. Hem şer’î hem de fennî ilimlerde münazara yapabilecek bir derinlik ve enginliğe ulaştıktan sonra tarîkat yoluna sülûk etmiş ve işte tam bu dönemde daha çok dağ başlarındaki mağaralarda münzevî bir hayat yaşayan ve ona hayatının en büyük dersini veren kıymetli hocası Ebû Muhammed Abdüsselâm b. Meşîş (İbn-i Beşîş diye meşhur olmuştur) karşısına çıkmıştır. Daha doğru bir ifade ile İmam Şâzilî Hazretleri arayışları neticesinde gidip o büyük zâtı bulmuştur.
Hazreti İmam’ın kendisinin anlattığına göre, İbn Meşîş’e intisâb etmek için onun yaşadığı yerdeki dağın eteğine gelerek önce oradan çıkan kaynak suyu ile gusül abdesti alır. Sonra tövbe ve istiğfarda bulunur. İnsanlar arasında değer ölçüsü kabul edilen ilim ve amel gibi maddî manevî rütbelerin hepsini kendisi için yük sayarak kalbinden atar. Böylece kendi engin mülahazalarına göre cismen ve ruhen temizlenmiş olur. Arkasından dağa tırmanmaya başlar. Tırmanırken Şeyh Absüsselâm b. Meşîş tarafından karşılanır. Sonra ona intisap eder ve dağ başındaki mağarada şeyhinin yanında kalarak seyr u sülûka başlar. Bu sırada yaklaşık olarak yirmi altı yaş civarında bulunmaktadır.
İbn Meşîş, sağlam Kitap ve Sünnet bilgisiyle onu doyurup, velâyet ve kerâmet feyzinden sirâyet ettirerek tasavvufî yönden yetişmesini sağlamıştır. Şeyhinin yanından ayrıldıktan sonra da irşada başlamıştır. İmam Şâzilî’nin irşad faaliyetlerinin ana unsurlarını umuma açık yaptığı vaazlar, müderrislik hizmetleri (talebe yetiştirmesi) ve hususî tasavvuf ve tarikat dersleri teşkil etmiştir.
Ebu’l-Hasan Şâzilî’nin tasavvufî şahsiyetini ortaya koyan unsurlardan birisi, onun dua ve zikir konusundaki hassasiyetidir. Çünkü İmam Şâzilî çok dua eder, gecenin ilerleyen vakitlerine kadar evrâd ve ezkâr ile meşgul olurdu. Vefat ettiği gece bile bu âdetini terk etmemişti. Evet, onun tasavvufî hayâtında dua ve zikrin önemi büyüktür. Günün değişik vakitleri için tahsîs edilmiş duaları vardı. Evrâd, ezkâr ve dualarının büyük bir bölümünü kendisi tertîb etmiştir. Özel durumlar için tertîp edilmiş müstakil dua ve zikirleri de mevcuttur. Kaynaklarda, Şâzilî’nin hizb adı altında veya başka unvan ile ismi belli otuz dokuz, ismi konmamış da elliden fazla duası vardır. Hepsinin toplamı yüz civarındadır. El-Kulûbü’d-Dâria’da bunların pek çoğu yer almıştır.
Ebu’l-Hasan Şâzilî, sadece kendi tertîb ettiği hizipleri okumakla yetinmemiş, aynı zamanda kendisinden önce yaşamış sûfîlerden, ashâbdan ve Peygamber Efendimiz (asm)’den nakledilen dualara da büyük önem vermiştir. İmam Şâzilî’nin bu şekilde okuduğu duâlardan başlıcaları Cevşen-i Kebîr, Hazreti Ali (radiyallahü anh)’ın duaları ve İmam Gazzâlî’nin hizibleridir.
İmam Şâzilî Hazretlerinin en önemli hizbi Hizbü’l-Kebîr’dir. Hazreti Şâzilî’nin sağlığında sadece “hizb” diye bilinen bu duası onun en önemli hizbi olduğu için daha sonraları “el-Hizbü’l-Kebîr” diye anılır olmuş ve öylece şöhret bulmuştur. El-Hizbü’l-kebîr, Hazreti Şâzilî’nin, “Kim bizim hizbimizi okursa, bize olan lütuflar ona da olur.” dediği hizbidir. Ayrıca İmam Şâzilî Hazretleri bu hizbinin önemini anlatmak için, “Allah ve Rasûlünün izni olmadan ondan bir harf bile yazılmadı. Bunda yazdıklarımın hepsini Allah ve Rasûlüne arzederek yazdım.” buyurmuştur. El-Hizbü’l-Kebîr, bazılarına göre sabah namazından sonra, bazılarına göre ise ikindi namazından sonra dünya kelam ve meşgalesinden hâlî olarak okunan/okunması gereken bir virddir.
İmam Şâzilî’nin tertîb ettiği Hizbü’l-Kebîr’in terkîbinde daha çok Kur’ân-ı Kerîm’den seçilmiş âyetler kullanılmıştır. Âyetler arasındaki irtibat, sünnetten seçilmiş hadis ve duaların yanı sıra, Şâzilî’nin kendisine ait dua cümleleriyle sağlanmıştır. Bu tesbitler bize, Hizbü’l-kebîr’in câmî bir özelliğe sâhip olduğunu göstermektedir. Bu sebeple Hizbü’l-Kebîr’in birçok şerhi yapılmıştır.
Ebu’l-Hasan Şâzilî’nin hizblerinden birisi de “Hizbü’l-Hamd”dır. Bu hizbe “Hizbü’n-Nûr” da denilmiştir. Umumiyetle yatsı namazından sonra okunagelmiş bir virddir. Murâd edilen her türlü maddî ve manevî iyiliklerden faydalanmak ve ma’rifeti celb etmek niyetiyle okunur.
Özetle ifade edecek olursak, kâmil bir mürşid olan Ebu’l-Hasan Şâzilî, bedenen insanların arasından ayrılmış olsa bile hizmetleri ve ma’neviyâtıyla ölümsüzleşmiştir. Fânî ömrünü bâkileştirip dünyadaki hizmetlerini âhiret yurduna taşıyanlardan olmuştur. Daha sonraları bu büyük zâtın etrafında hâlelenen insanların Allah’a ulaşma yol ve sistemleri diyebileceğimiz Şâziliyye Tarîkatı da belli başlı büyük bir kaç tarîkat içerisinde yer almıştır. Şâziliyye’nin usûlü, tarihçesi ve kolları ile ilgili dünyanın değişik yerlerinde hazırlanan kaynaklara göre Afrika başta, Anadolu da dahil olmak üzere çok geniş bir alana yayılan tarîkatın daha sonraki dönemlerde yüze yakın kolu oluşmuştur. Bu kollar vasıtasıyla ve tabîî Allah’ın izni ve inayetiyle belki milyonlarca insanın hidayetine ve marifetinin ziyadeleşmesine vesile olunmuştur.
(Mustafa Yılmaz. Geniş bilgi için bk. Dr. Mustafa Sâlim Güven, Ebul’l-Hasan Şâzilî ve Şâziliyye).
El-Kulûbü’d-Dâriâ (Yanık Kalbler)
Mecmûatü’l-Ahzâb, son devrin Osmanlı âlimlerinden A. Ziyâeddin Gümüşhanevî Hazretleri tarafından derlenmiş üç ciltlik bir dua mecmûasıdır. 1813 tarihinde Gümüşhane’nin Emirler köyünde doğmuş olan A. Ziyâeddin Hazretleri, devrin meşhur âlimlerinden ders alarak dersiâmlığa kadar yükselmiştir.
Zâhirî ilimlerin yanında bâtınî ilimlerden de icâzet almıştır. Kendisi bilhassa hadis ve tasavvuf ilimlerine vukufu ile temâyüz etmiştir. 1393 Harbi’ne (Osmanlı-Rus Savaşı) de iştirak ederek erlerin ve subayların mâneviyat ve cesaretlerini kuvvetlendirmiştir. Mısır’da üç seneyi aşkın ikamet ederek Nâsıriyye ve Câmiü’l-Ezher medreselerinde kendi hadis kitabını (Râmüzü’l-Ehâdis) okutmuş ve pek çok kimseye icazet vermiştir.
Gümüşhânevî Hazretleri, kendi döneminde İstanbul’da Nakşiliğin Hâlidiyye kolunun yegâne mercii ve pîri idi. 1893 senesinde ömrünü tamamlayarak Allah’a yürümüştür. Türbesi Süleymaniye Câmii haziresinde bulunmaktadır. Allah, onun feyzinden mahrum etmesin.
Gümüşhanevî Hazretleri, Mecmûatü’l-Ahzab’da, İslâm büyüklerinden pek çoğunun dualarını, münacatlarını, evrad ve ezkârlarını toplamıştır. Bu mübarek mecmuada ve bilhassa el-Kulûbü’d-Dâria’da Hz. Ali’nin (ra) evradları, Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylanî’nin (ks) hizip ve münacatları, Muhyiddin-i İbn-i Arabî’nin (ks) evradları, İmam-ı Gazali’nin (ks) duaları, İmam-ı Şâzelî’nin hizib ve duaları, Ahmed el-Bedevî’nin (ks) vird ve duaları, Şah-ı Nakşibendî’nin (ks) Evrad-ı Kudsiye’si, Şeyh Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin (ks) vird ve Hizb-i İhlası, Abdulgani en-Nablusî’nin virdi ve salavât-ı şerifesi, Cafer-i Sadık Hazretleri’nin duaları, İmam-ı Nevevî’nin hizipleri, Maruf el-Kerhî’nin vird ve duaları, İbrahim İbn Edhem’in dua ve münacatı, Hasan el-Basrî Hazretleri’nin Haftalık İstiğfar Hizbi, Hz. Üsame’nin (ra) Haftalık Virdi, Üveys el-Karanî’nin virdi ve münâcâtı, Enes İbn Mâlik’in virdi, İmam Şâfii’nin Virdü’l-İstiğâse’si, Fahreddin Râzi’nin Haftalık Virdi, Râbiatü’l-Adeviyye’nin Münacât-ı Seheriyye’si, Bâyezîd el-Bestamî’nin es-Salâtü’l-Vasfiye’si, Hacı Bayram Veli’nin duası, haftalık vird ve hizibleri, Efendimiz’e (sas) salât ve selamlar, Esma-i Hüsnâ ve İsm-i Azam duaları, peygamberlerin, sahabelerin ve bazı büyük zâtların duaları ve daha başka dualar da mevcuttur.
Mecmûatü’l-Ahzâb takriben iki bin sayfalık bir eserdir ve Gümüşhanevî Hazretleri, eserini talebeleriyle beraber dikkat ve itina ile hazırlamıştır. Bediüzzaman Hazretleri takriben üç Kur’an-ı Kerim büyüklüğündeki bu mübarek eseri her on beş günde bir hatmetmiştir.
İspanyolca, Fransızca, Almanca, İngilizce ve Arapça olarak beş dil bilen Fransa ve Fas’ta iki doktora yapmış Prof. Dr. Taha Abdurrahman Hoca, Risale-i Nurları okuyup inceledikten sonra çok hayran kalıp İhsan Kasım Bey’e, “Bu fikirlerin arkasında mutlaka bir evrad olması lâzım… Evrad, çok özet görünür… Ancak her bir kelimeye kodlanmış birçok mana vardır.” deyince de İhsan Kasım Bey ona, “Üstad Hazretleri, on beş günde üç ciltlik Mecmûatü’l-Ahzab’ı okuyordu…” diye cevap vermiştir.
Çok yönleriyle Üstad Bediüzzaman’a benzeyen ve otuz beş kilo ağırlığı ile beden insanı olmaktan çok ruh insanı olan Gümüşhanevî Hazretleri’nin bu bereketli “Mecmûatü’l-Ahzâb” isimli üç ciltlik dua külliyatından, bazı tekrarlar çıkarılarak özet hale getirilmiş ve “El-Kulûbü’d-Dâria” ismi verilmiştir.
_________________________________________________
1) Tabakat-ül-evliyâ sh. 458
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 79
3) Tabakat-ül-kübrâ cild-2, sh. 4
4) Menâkıb-ı Ebi’l-Hasen Şâzilî Lilfâsi
5) Ebü’l-Hasen-i Şâzilî (Ali Sâlim Ammâr)
6) The Muslim World sene 12 sayı: 179, 257
7) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 137
8) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 278
9) Kevâhib-üd-düriyye
10) Hüsn-ül-muhâdara cild-1 sh. 298
11) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2 sh. 175
12) Ebü’l-Hasen-i Şâzîlî (Doktor Abdülhalim Mahmûd)
Kaynak: İslam Alimleri Ansiklopedisi

