MUHAMMED

Muhammed


BAYRAK

TC.Bayrak



Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
Members:» Members: 27
Latest member:» Latest member: Fahriye
Forum threads:» Forum threads: 17,809
Forum posts:» Forum posts: 20,493

Full Statistics Full Statistics

DOWNLOADEN


“Downloaden Bölümümüzden BEDAVA Grafik Paketleri,E-Kitaplar ve Bedava Bilgisayar Programlarını Tek TIKLA BEDAVA indirebilirsiniz”
(Raşit Tunca)




AYET

“Yeryüzüne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır”
ENBİYA Suresi 105


FELSEFEMiZ

“ iSLAM OKUMAK YAZMAK YADA ÇiZMEK DEĞiLDiR, Yahutta O Hadis şöyle, Bu Ayette böyle diyor Diye Papağanlıkda Değildir. islam Kuranı ve sünneti HAYATINA TATBiK edip, Onunla Yaşayabilmekdir”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)


Raşit Tunca Sözü

“Yüzme bilmek Denizden çıkmana fayda vermez, taaki yüzme biliyorsan, denizedee düştüysen, ellerini, kollarını, ayaklarını çırpacaksın, ve birde tutuncak dal bulacak, tutunup çıkacaksın. ilimde böyledir, bir ilmi bilmek fayda etmez, taaki, onu hayatında tatbik edesiye, Dinde böyledir, din bilmek imanını kurtarmaz, taaki, ne zaman, bildiğin öğrendiğin dinini hayatında tatbik edip, yaşadın, o zaman belki kurtulursun.”
(Karoglan Raşit Tunca Sözü)

GÜZEL SÖZ

“ Bazen Hata Yapıvermek, Doğruyu bulmanın ilk Basamağıdır.
(Başağaçlı Raşit Tunca Sözü)



Günün Sesi bölümünü ziyaret Eden ziyaretci Önce Buraya bak ve oku


Yasa dışı birşey yapmadık

youtube channeli olan herkes diğer userlerin (Kullanıcıların) videolarından br parça  kesebilir amma sadece alınti yapmaya müsade eden userlerin videolarından bazı userler sonradan yasaklamışsa o sorun bizim değil zaten forumda artık gözükmez ve kestiğiniz videoyu embed edebilirsiniz amma sadece kod olarak html kod olarak yani link olarak extern yayınyalayamazsınız  yasa dışı birşey yapmadık biz youtube kuralları dahilinde yaptık

forumumuza html kod olarak ekledik bunları

rahatsız olan varsa, videosunu gidip, ayarlarından, alıntı yapmayı yasaklaması yeterli,  o zaman forumumuz da ki yayın gözükmez olacakdır, otamatik youtube o vıdeonun embed edilmesini  kapatcakdır zaten, sonradan kapatanlar  tarih de geri doğru yaptırım yapma hakkına sahip değildir, önceden aklı neredeydi baştan kapasaydı madem... video alıntı yapmayı yasaklamasından itibaren  zaten forumumuzda yayını streami yapılmamaktadır otamatik youtube o vıdeonun extern streamini kapatır zaten.....

   

   

Devrik Cümle Nedir, Nasıl Kurulur?

Devrik cümle, bir dilde yer alan öğelerin sırasız şekilde dizilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Özellikle yüklemin sonra değil de ortada veya başta olması ile devrik cümle kurulur. Tabi bu cümleler bozuk bir anlam ortaya koymaz. Yani devrik cümle yanlış veya uygunsuz değildir. Sadece cümle içerisinde yer alan öğelerin dizilişi farklıdır.

Devrik cümleler genelde edebi sanat yapılacağı zaman tercih edilir. Bu sayede anlama farklılık katmak mümkündür. Bu farklılık sayesinde cümlenin daha da dikkat çekici olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca devrik cümlelerde anlatım bozukluğu yoktur. Sadece öğelerin dizilişi ile ilgili farklılık vardır.

Devrik Cümlede Vurgu Nasıl Yapılır?

Devrik cümlelerde vurgu aramadığı bilinir. Tabi yine de vurgu aranacak ise buna göre bir yol izlenir. Öncelikle devrik cümlenin düz cümleye çevrilmesi gerekir. Vurgu genellikle yüklemde veya yüklemden önce gelen sözcüklerde olur. Bunun için devrik cümleyi düz olarak yaptıktan sonra vurguyu bulmak kolaydır.

ÖRNEK CÜMLE

Raşit Tunca Şiirleri

ÖYLE BiR DÜNYA KUR Ki BANA dan bir parça

Öyle bir dünya kur ki bana,
Ne Böcek Çiçekten,Ne Çiçek böcekten,
Ne Dağ Denizden, Ne deniz Dağdan,
Ne Toprak yağmurdan, ne yağmur topraktan,
Ne Kurt Koyundan Kuzudan, Ne Koyun kuzu Kurttan,
Bir Zarar Ve Ziyan görsün.


Burada ki asıl manası

Öyle bir dünya kur ki bana,
Böcek Çiçekten Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Çiçek  te Böcekten Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Dağ Denizden Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Deniz de Dağdan Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Toprak yağmurdan Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Yağmur da Topraktan Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Kurt Koyundan Kuzudan Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin
Koyun ve Kuzu da Kurttan Bir Zarar Ve Ziyan Görmesin

manasında dır amma yukarda ki asil halin de sanki böyle degilmiş gibi bir dizilimi var...
Sevgili dostlar BEDAVA image upload  sayfasi olan abload.de kapaniyor 


ve ayni sayfanin paralel sitesi olan dosya upload sitesi file horst de ana sayfada yazdiklarina göre ve bana gelen maile göre

30.06.2024 de kapaniyor

orada hesabi ve dosyasi resimi olanlar backubunuzu hemen yapin dosyalarinizi indirin  yoksa bütün dosyalariniz yancak silincek

ana sayfayi biraz tercüme ettirdiim söyle yaziyor

##################


Sevgili indiriciler,

Maalesef üzücü bir haberimiz var. Beynimizi zorladığımız ve olası geleceğimiz için akla gelebilecek her alternatifi incelediğimiz, tarif edilemez derecede yoğun dört aydan sonra kesin olan bir şey var: Abload ve beraberinde yüklenen tüm görseller ve bağlantılar 30 Haziran 2024'te çevrimdışı olacak. Bu canımızı acıtıyor ama başka geçerli bir seçeneğin olmadığından eminiz. Bu konuyla ilgili son blog yazılarımızdan bu yana, değerlendirme ve hesaplamaların bu kadar uzun sürdüğü ve anlamlı bir güncelleme sağlayamadığımız için lütfen bizi affedin. Hiçbir şeyi gözden kaçırmadığımızdan ve doğru kararı verdiğimizden emin olmak istedik ve bunu yapmamız gerekiyordu.

Eğer arka plan ilginizi çekiyorsa onu aşağıdaki metinde bulacaksınız. Sadece bu ilk birkaç paragrafı okuyan herkese şunu söylemek istiyoruz: Herkesin resimlerini internette ücretsiz olarak 17 (neredeyse 18) yıl boyunca göstermesini mümkün kılan bu büyük dayanışma projesinin bir parçası olduğunuz için teşekkür ederiz. ) yıl. Abload'a gönüllü katkılarıyla destek veren veya bugün de destek vermeye devam eden tüm kullanıcılara özellikle teşekkür ederiz. Siz gerçekten kahramansınız. Gerektiğinde yüklediğiniz görselleri indirmeniz için bir fırsat yaratmak amacıyla, diğer şeylerin yanı sıra son birkaç haftanın bağışlarını kullandık. Bu konuyla ilgili daha fazla bilgiyi oturum açtıktan sonra “Görüntüleri kaydet” menü seçeneğinde bulabilirsiniz.

Bizi desteklemeyi henüz bırakmazsanız (çok) minnettar oluruz, çünkü bu özellik ve son birkaç ayda yaptığımız işler bize inanılmaz derecede yüksek maliyetlere neden oldu (zaten her zaman katlandığımız maliyetlere ek olarak). Otomatik ödemeleri, siz aktif olarak iptal etmeseniz bile, en son 20 Haziran 2024 civarında tahsil edeceğiz. Birisi otomatik ödeme bağışlarını önceden durdurmak isterse, iletişim formumuz aracılığıyla bize kısa bir not göndermenizi rica ediyoruz (banka aracılığıyla otomatik ödemeleri iptal etmek yerine, çünkü bu bizim için yüksek ücretlere neden olur). Bunca yıl boyunca ek bir bağışla veya indirme işleviyle bize tekrar teşekkür etmek isterseniz bunu PayPal veya banka havalesi yoluyla yapabilirsiniz. Daha detaylı bilgiye bağış sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

Son olarak, gerekirse önümüzdeki birkaç hafta boyunca blogumuza göz kulak olmanızı rica ediyoruz. Sizin için önemli bir bilgimiz varsa, bunu orada yayınlayacağız. Lütfen özellikle önümüzdeki haftalarda teknik hatalar veya sorunlarla karşılaşırsanız bu girişe bir göz atın; çünkü zaten bildiğimiz ve artık rapor edilmesine gerek olmayan her şeyi orada yayınlayacağız. Aşağıdaki metne rağmen hala sorularınız varsa lütfen önce bu girişi kontrol edin; çünkü en sık sorulan sorularınızı ve bunlara yanıtlarımızı burada yayınlıyoruz. Teşekkür ederim!

Not: Eğer görsel yüklemeye alternatif arıyorsanız bu metnin sonundaki Directupload (directupload.net) reklamına göz atabilirsiniz.

arka plan
Hizmeti kapatmanın üç ana nedeni vardır. On iki yıldır bloğumuzda bunun ilk nedenini okuyorsunuz: İşletme maliyetleri giderek yükselirken, gelirler sürekli düşüyor: kullanıcı dostu reklamlar uzun süredir kendi masraflarını amorti etmiyor; Bağışçıların sayısı da uzun süredir azalıyor çünkü örneğin giderek daha fazla insan kişisel bulutlara başvuruyor. İkinci neden ise, özellikle yeni yasal gerekliliklerin bir sonucu olarak yükümlülüklerimizin giderek daha kapsamlı hale gelmesidir. Artık bu konuda, eğer ipi çekmeseydik, bizimki gibi nispeten küçük bir proje için kesinlikle çok fazla olacağı bir noktaya ulaştık. Yalnızca bu bağlamda bile giderek daha karmaşık ve kapsamlı hale gelen hukuki danışmanlık maliyetleri, planlarımıza gölge düşürüyor. Üçüncü neden ise ilk ikisiyle bağlantılı ama aynı zamanda kendi başına da duruyor: Biz her zaman küçük, yarı gönüllü bir ekip olduk ve tüm özel yaşam durumlarımız önemli ölçüde değişti (özellikle son birkaç yılda). Abload'un çevrimiçi hale geldiği ve en parlak dönemini yaşadığı "eski güzel okul ve öğrenci günleri" çoktan geride kaldı. Elbette artık tamamen farklı görevlerimiz var ve bunlar artık bu projeyi gelecekte yürütmeye devam etmek için yeterli kapasite bırakmıyor.

Bazı kullanıcılar bize neden hizmeti kaydetmek için "sadece" ücretlendirmediğimizi sordu. Kısa cevap şu: Ne yazık ki bu, artan yükümlülüklerden ve kişisel durumumuzdan kaynaklanan zorlukları çözmeyecektir - özellikle de son birkaç haftadaki birçok araştırmadan sonra bunun yeterli olduğunu varsaymadığımız için.


########################
Nebe Suresi Özel

Nebe Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 40 âyettir. Sûre, adını ikinci âyette geçen “enNebe’”kelimesinden almıştır. Nebe’, haber demektir. Sûrede, ölüm ötesi hayatınvarlığını ispat çerçevesinde, kıyamet, öldükten sonra dirilme ve hesap için toplanma konularına yer verilmektedir.

Nebe Suresi Arapça Oku
Nebe Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.

Nebe Suresi Arapça 1. Sayfa
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَۚ١عَنِ النَّبَأِ الْعَظ۪يمِۙ٢اَلَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَۜ٣كَلَّا سَيَعْلَمُونَۙ٤ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ٥اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ٦وَالْجِبَالَ اَوْتَاداًۖ٧وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجاًۙ٨وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاًۙ٩وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاساًۙ١٠وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ١١وَبَنَيْنَا فَوْقَـكُمْ سَبْعاً شِدَاداًۙ١٢وَجَعَلْنَا سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ١٣وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجاًۙ١٤لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ١٥وَجَنَّاتٍ اَلْفَافاًۜ١٦اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتاًۙ١٧يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ١٨وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَـكَانَتْ اَبْوَاباًۙ١٩وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ٢٠اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَاداًۙ٢١لِلطَّاغ۪ينَ مَاٰباًۙ٢٢لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ٢٣لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْداً وَلَا شَرَاباًۙ٢٤اِلَّا حَم۪يماً وَغَسَّاقاًۙ٢٥جَزَٓاءً وِفَاقاً٢٦اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ٢٧وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّاباًۜ٢٨وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَاباً٢٩فَذُوقُوا فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَاباً۟٣٠
Nebe Suresi Arapça 2. Sayfa
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازاًۙ٣١حَدَٓائِقَ وَاَعْنَاباًۙ٣٢وَكَوَاعِبَ اَتْرَاباًۙ٣٣وَكَأْساً دِهَاقاًۜ٣٤لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ٣٥جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَاباًۙ٣٦رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ٣٧يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً٣٨ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰباً٣٩اِنَّٓا اَنْذَرْنَا‌كُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً

Nebe Suresi Türkçe Oku
Nebe Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Nebe Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir rahim.
  2. Amme yetesaelun.
  3. Anin nebeil azim.
  4. Ellezi hum fihi muhtelifun.
  5. Kella se ya’lemun.
  6. Summe kella se ya’lemun.
  7. E lem nec’alil arda mihada.
  8. Vel cibale evtada.
  9. Ve halaknakum ezvaca.
  10. Ve cealna nevmekum subata.
  11. Ve cealnel leyle libasa.
  12. Ve cealnen nehare meaşa.
  13. Ve beneyna fevkakum seb’an şidada.
  14. Ve cealna siracen vehhaca.
  15. Ve enzelna minel mu’sırati maen seccaca.
  16. Li nuhrice bihi habben ve nebata.
  17. Ve cennatin elfafa.
  18. İnne yevmel faslı kane mikata.
  19. Yevme yunfehu fis suri fe te’tune efvaca.
  20. Ve futihatis semau fe kanet ebvaba.
  21. Ve suyyiretil cibalu fe kanet seraba.
  22. İnne cehenneme kanet mirsada.
  23. Lit tagine meaba.
  24. Labisine fiha ahkaba.
  25. La yezukune fiha berden ve la şeraba.
  26. İlla hamimen ve gassaka.
  27. Cezaen vifaka.
  28. İnnehum kanu la yercune hısaba.
  29. Ve kezzebu bi ayatina kizzaba.
  30. Ve kulle şey’in ahsaynahu kitaba.
  31. Fe zuku felen nezidekum illa azaba.
    Nebe Suresi Türkçe 2. Sayfa
  32. İnne lil muttekine mefaza.
  33. Hadaika ve a’naba.
  34. Ve kevaıbe etraba.
  35. Ve ke’sen dihaka.
  36. La yes’meune fiha lagven ve la kizzaba.
  37. Cezaen min rabbike ataen hısaba.
  38. Rabbis semavati vel ardı ve ma beynehumer rahmani la yemlikune minhu hitaba.
  39. Yevme yekumur ruhu vel melaiketu saffa, la yetekellemune illa men ezine lehur rahmanu ve kale sevaba.
  40. Zalikel yevmul hakk, femen şaettehaze ila rabbihi meaba.
  41. İnna enzernakum azaben kariba, yevme yenzurul mer’u ma kaddemet yedahu ve yekulul kafiru ya leyteni kuntu turaba.
Nebe Suresi Türkçe Meali Oku
Nebe Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Nebe Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
  2. Birbirlerine neyi soruyorlar?
  3. O büyük haberden (kıyametten) mi?
  4. ki Onlar onda görüş ayrılığına düşüyorlar.
  5. Hayır, ileride bilecekler!
  6. Hayır, hayır, ileride bilecekler!
  7. Biz, yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?
  8. Dağları da birer kazık (yapmadık mı)?
  9. Sizleri çift çift yarattık.
  10. Uykunuzu bir dinlenme yaptık.
  11. Geceyi bir örtü yaptık.
  12. Gündüzü bir geçim vakti yaptık.
  13. Üstünüze yedi sağlam bina (gök) çattık.
  14. İçlerine parıl parıl parlayan bir kandil astık.
  15. O yoğun bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik.
  16. Onunla taneler ve otlar çıkaralım diye.
  17. Ve sarmaş dolaş bağlar bahçeler.
  18. Şüphesiz ki, o fasıl (kıyamet) günü belirlenmiş bir vakit olmuştur.
  19. Sur’a üfürüldüğü gün, bölük bölük gelirsiniz!
  20. Gök de açılmış, kapılar oluşmuştur.
  21. Dağlar yürütülmüş, bir serap olmuştur.
  22. Şüphesiz, cehennem bir gözetleme yeri olmuştur.
  23. Azgınlara bir barınak olmuştur.
  24. İçinde devirlerce kalacaklardır.
  25. Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de bir içecek.
  26. Yalnızca bir kaynar su ve irin.
  27. Yaptıklarına tamamen uygun bir ceza olarak.
  28. Çünkü onlar, hiçbir hesap ummazlardı.
  29. Ayetlerimize yalan diye diye tam bir yalancı olmuşlardı.
  30. Biz ise her şeyi sayıp bir kitaba geçirmişiz.
  31. Artık tadın! Artık, azabınızı artırmaktan başka birşey yapacak değiliz!
    Nebe Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa
  32. Şüphesiz, takva sahipleri için bir kurtuluş ve murada erme var
  33. Bahçeler var, bağlar var.
  34. Turunç göğüslü yaşıt (kızlar) var.
  35. Dopdolu bir kadeh var.
  36. Orada ne boş bir laf işitirler ne de bir yalan isnadı.
  37. Rabbinden bir karşılık ki, yeter mi yeter!
  38. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, Rahman’dır. O’na bir hitapta bulunma gücüne sahip olamazlar.
  39. Ruh’un (Cebrail’in) ve meleklerin saf saf kıyama duracakları gün, Rahman’ın izin verdiğinden başka hiç kimse konuşamaz; o da doğruyu konuşacaktır.
  40. O gün gerçektir, o halde dileyen Rabbine varacak bir yüz edinsin, bir yol tutsun!
  41. Çünkü Biz size yakın bir azabı ihtar ettik. O gün kişi ellerinin önceden gönderdiğine bakacak ve kafir ise: “Ah ne olurdu ben bir toprak olsaydım!” diyecektir.
Nebe Suresi Konusu

Nebe Suresi konusu, Sûrede ağırlıklı olarak kıyamet, öldükten sonra dirilme, hesap, ceza ve mükâfat konuları ele alınmış, Allah’ın varlık ve kudretini gösteren deliller ile melekler konusuna da yer verilmiştir

Nebe Suresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada yetmiş sekizinci, iniş sırasına göre sekseninci sûredir. Meâric sûresinden sonra, Nâziât sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Nebe Suresi Fazileti

Nebe Suresi fazileti,

Nebe Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Nebe Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Nebe Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 581. sayfada başlar, 582. sayfada biter.


Nebe Suresi kaç ayettir?

Nebe Suresi, 40 ayetten oluşur.


Nebe Suresi hangi cüzde yer alır?

Nebe Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 30. cüzde yer alır.


Nebe Suresi kaç sayfadır?

Nebe Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 2 sayfa içinde yer alır.


Nebe Suresi Tefsiri
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Nebe Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Nebe Suresi 1-5. Ayet Tefsiri
Nebe’ “önemli haber” demektir. Burada ise “kıyamet haberi” anlamında kullanılmıştır. Kıyamet gününde evrendeki mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah’tan başka var olan her şeyin yok olması, öldükten sonra yeniden dirilme, hesaba çekilme vb. önemli olaylar meydana geleceği için onunla ilgili habere “büyük haber” denilmiştir. “Haberden maksat kıyamet olayları değil onu bildiren Kur’an’dır veya Hz. Muhammed’in peygamberliğidir” diyenler de vardır (Ateş, X, 286; krş. Sâd 38/67). Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygamber müşriklere Allah’ın birliğinden ve öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğinden bahsedip de onlara Kur’an âyetlerini okuyunca, “Muhammed ne getirdi? Neler anlatıyor?” diye birbirlerine sormaya başlamışlar, bunun üzerine açıklanan âyetler inmiştir (Şevkânî, V, 419-420). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 535
Nebe Suresi 6-11. Ayet Tefsiri
İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan yer küresi, üstünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli olan döşeğe benzetilirken dağlar da arzı yerinde ve dengede tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar yer yuvarlağının dengesini sağlamaktadır. Nitekim başka âyet-i kerîmelerde insanları sarsmasın diye yeryüzüne sabit dağların yerleştirildiği bildirilmiştir (meselâ bk. Nahl 16/15; Mürselât 77/27). Dağların, içinde madenlerin bulunması, suların birikmesi, üstünde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb. sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Allah Teâlâ, yaratıp dağlarla dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içerisinde mutlu bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onları erkekli dişili çiftler yaratmıştır; 8. âyet bunu ifade eder (krş. Rûm 30/21; Necm 53/45). “Dinlenme” vesilesi diye çevirdiğimiz sübât kelimesi sözlük mânaları yanında mecaz olarak “ölüm” anlamında da kullanılmaktadır. Uyku bir dereceye kadar hareket ve faaliyeti kestiği için ölüme benzetilerek ona da sübât denmiştir (Zemahşerî, IV, 207; Şevkânî, V, 421). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 536
Nebe Suresi 12-16. Ayet Tefsiri
“Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık” meâlindeki 12. âyet bazı farklılıklarla Kur’an’da birkaç defa geçmiş, oralarda gereken açıklama yapılmıştır (meselâ bk. Bakara 2/29; Mülk 67/3). Kubbemsi gökleri, alev alev yanarak dünyayı aydınlatan güneşi, bolca yağmur indirerek yeryüzünde birçok nimetin yetişmesine ve hayatın devam etmesine vesile olan bulutları yaratan yüce kudret, bu evreni yok edip mahiyeti ve sistemiyle yeni bir âlem kurmaya elbette kadirdir; işte o âhiret âlemidir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 536
Nebe Suresi 17-20. Ayet Tefsiri
“Ayırım günü”nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, müminin inkârcıdan ayırt edileceği ve dünyada yapılanların karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenâb-ı Allah’ın belirlediği ve yalnız kendisinin bildiği kıyametin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün canlılar bir araya gelecek ve yüce Allah onların arasında hükmünü verecek, böylece dünyada işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kusursuz adalet gerçekleşecektir. İşte o güne “ayırım günü” veya “hüküm günü” denmesinin sebebi budur (Kurtubî, XIX, 173). Bu âyet “Şüphesiz buluşma günümüz ayırım günü olacaktır” şeklinde de anlaşılabilir. O gün sûra üflenince insanlar kabirlerinden kalkıp bölük bölük mahşer yerinde toplanacaklardır (sûr hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/73; Hâkka 69/13). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 536-537
Nebe Suresi 21-28. Ayet Tefsiri
Sûrenin başından buraya kadar Yüce Allah’ın kudretini gösteren deliller sıralanarak yeniden dirilmenin gerçekleşeceği açıkça ortaya konduktan sonra inkârcıların âhiretteki durumları ele alınmıştır. Mülk sûresinin 8. âyetinde canlı bir varlık gibi tasvir edilerek neredeyse öfkesinden çatlayacak duruma geleceği bildirilen cehennem, burada da pusuda düşmanı gözetleyen bir savaşçı gibi tasvir edilmektedir. 23. âyetteki ahkåb kelimesi “belirsiz uzun süre” anlamına gelen hukubun çoğuludur. Bu kelimenin cehennem azabının süresiyle ilgili olması, İslâm âlimleri arasında önemli bir görüş ayrılığının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İlk dönemlerden itibaren aralarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas ile İbn Teymiyye gibi önde gelen Sünnîler’in de bulunduğu bazı âlimler ve İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi bir kısım mutasavvıflar, diğer bazı âyetler yanında (meselâ bk. En‘âm 6/128; Hûd 11/106-108), özellikle “Orada yıllar ve yıllar boyu kalırlar” meâlindeki konumuz olan 23. âyete, ayrıca Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığını (A‘râf 7/156), rahmetinin azabına üstün geldiğini, azabını geçtiğini (Buhârî, “Tevhîd”, 15, 55; Müslim, “Tevbe”, 14-16) bildiren âyet ve hadislere dayanarak cehennemin ve / veya cehennem azabının, uzun asırlar ifade eden bir sürenin ardından sona ereceğini yahut içindekilerin azaptan etkilenmeyecek hale geleceklerini düşünmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu ise diğer bazı deliller yanında, Kur’ân-ı Kerîm’in ilgili birçok yerinde sık sık ebedîlik anlamı içeren “hulûd” ve “ebed” kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere dayanarak, inkârcılar ve müşrikler için cehennem azabının sonsuzluğunu savunmuşlardır (bu konuyla ilgili tartışmalar ve ileri sürülen deliller hakkında geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Azap”, DİA, IV, 305-309; Bekir Topaloğlu, “Cehennem”, VII, 231-232). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 537
Nebe Suresi 29-30. Ayet Tefsiri
Ağırlıklı yoruma göre 29. âyette kayıt altına alındığı bildirilen, “her şey” ile insanların sorumluluğu gerektiren inanç ve amelleri, iyilik ve kötülükleri; bunların kaydedildiği “kitap” ile de amel defteri veya levh-i mahfûz kastedilmiştir. Âyet, insanların dünyada yaptıklarından hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağını, yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerini gösterir. Hesapları görüldükten sonra inkârcılara, “Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır” diye hitap edilir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’da en ağır hitabın bu âyet olduğunu söylediği rivayet edilmiştir (Kurtubî, XIX, 182). Durumu açıklayan başka âyetlere göre onların derileri yandıkça yenilenecek (Nisâ 4/56), cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş arttırılarak azapları devam edecektir (İsrâ 17/97). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 537-538
Nebe Suresi 31-36. Ayet Tefsiri
Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kutsî hadiste de ifade buyurulduğu üzere, 31. âyette “müttakiler” şeklinde anılan itaatkâr müminler için âhirette hazırlanan nimetler, lutuf ve ikramlar “gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir” (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312). Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gaybı da Allah’tan başkası bilemez (bk. Bakara 2/3). Bununla birlikte, Allah Teâlâ, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlarda bir arzu uyandırmak için, birçok âyette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladıkları, sevdikleri nesneler ve hazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur’an’ın ilk muhataplarının beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir, kezâ bu anlatımdan, âhirette cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ameline zihnî ve ruhî kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür (bk. Fussılet 41/30-33). “Bunlar rabbinin bol bol lutfettiği karşılıktır, bağıştır” diye tercüme ettiğimiz 36. âyete, “Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca mükâfatlardır” şeklinde de mâna verilmiştir (İbn Âşûr, XXX, 47-48). Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka âyetlerde Allah’ın lutfu olarak on katı (En‘âm 6/160), 700 katı (Bakara 2/261), hatta hesapsız (Zümer 39/10) bir şekilde kat kat verileceği bildirilmiştir. 26. âyette azgınlara verilecek cezanın dünyada yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da müminlerin yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah’ın bolca lutfu ve bağışı olduğu belirtilmektedir. 36. âyette müminlere âhirette verilecek nimetlerin niceliğini bildiren hisâben kelimesi, “çok, bol bol, yeter deyinceye kadar” şeklinde yorumlandığı gibi, “yeterli, kâfi miktarda, amellerin miktarına göre, hak edişe göre” şeklinde de açıklanmıştır. Ancak meâlde biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü ödülün, amellere göre kat kat fazlasıyla, hatta hesapsız verileceğini bildiren âyetler de vardır (Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gåfir 40/40) ve bu âyetlerde ahirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah’ın razı olduğu kullarına, ölçüye ve hesaba sığmaz lutufları olarak verileceği belirtilmektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 539-540
Nebe Suresi 37-38. Ayet Tefsiri
Burada Allah Teâlâ’nın, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğuna bir ima vardır. Çünkü yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rabbidir. O, rahmân isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lutfettiği halde, müşrikler cehâlet ve nankörlüklerinin sonucu olarak Allah’ı bırakıp başka varlıklara tapmışlar, onların kendilerini Allah’a yaklaştıracağını (bk. Zümer 39/3) ve O’nun huzurunda kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia etmişlerdir (Yûnus 10/18). Böylece Allah’ın rahmân isminin gereği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar dahi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni (krş. Mürselât 77/36). Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yaptıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah’ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah’ın iradesine uygun bir hayat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir. Müfessirler 38. âyette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır; “meleklerden büyük bir melek, Cebrâil, meleklerin ileri gelenleri” diyenler bulunduğu gibi, Allah’ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdemoğulları, Âdemoğulları’nın ruhları veya Kur’an olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V, 428). Ruh ve melekler, Allah’a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiçbir kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir (krş. Yûnus 10/3). Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyecekler; çünkü orada hiçbir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 540-541
Nebe Suresi 39-40. Ayet Tefsiri
Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah’a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen “yakın azap”tan maksat âhiret azabıdır. “Gelecek olan her şey yakındır” anlayışına göre âhiret azabına da “yakın azap” denilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun ömrü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı da bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da hayattaki ameline göre bir tür ödüllendirilme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki “berzah” denilen dönemin “zaman” dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rabbimiz, 37 ve 38. âyetlerde geçen rahmân isminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet sıfatıyla hitap etmekte; “yakın bir azap” konusunda onları vaktinde uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayın, O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O’na doğru giden bir yol tutmanız için muhtaç olduğunuz fırsat ve özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyin; hayat kısa, şu halde âhiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünyadayken oraya gönderdikleriniz, yani kendi imanınız ve amelinizdir. O gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 541-542
Nebe Suresi Hakkında
Mekke döneminin sonlarında nâzil olmuştur. Adını 2. âyette geçen nebe’ ([büyük] haber) kelimesinden alır. Birinci âyetteki Amme, Amme yetesâelûn ibareleri, ayrıca Tesâül ve 14. âyetteki Mu‘sırât (yoğunlaşan bulutlar) isimleriyle de anılmıştır (Âlûsî, XXX, 281). Kırk âyet olup fâsılası “ا، م، ن” harfleridir.
Nebe’ sûresinin konusu öldükten sonra dirilmenin vukuu ve âhiretteki hayatın kısa tasvirinden ibarettir. Sûre, “İnkâr yoluna saplananlar kendi aralarında neyi tartışıp duruyorlar, üzerinde bir türlü anlaşamadıkları o büyük haberi mi?” ifadesiyle başlar ve ardından onun tartışma kabul etmeyen bir gerçek olduğunu yakında anlayacakları ifade edilir (âyet: 1-5). Burada söz konusu edilen “büyük haber”in bazı müfessirlerce Kur’an olduğu söylenmişse de sûrenin devamından anlaşılacağı üzere kişiye sorumluluk duygusu kazandıran ve davranışlarını kontrol etme bilinci aşılayan kıyamet günüdür (İbn Kesîr, VII, 195). Ardından yer küresinde görülen kozmolojik düzene ve buranın insan hayatına elverişli oluşuna temas edildikten sonra (âyet: 6-16), âhiretin isimlerinden biri olan “yevmü’l-fasl” (doğru ile yanlışın kesin çizgilerle ayrılacağı gün) terkibiyle kıyametin kopmasına geçilir ve “azgınların varacağı yer” olarak nitelendirilen cehennemin kısa tasviri yapılır, arkasından gelen altı âyette de müttakilere ait olduğu belirtilen cennetten söz edilir (âyet: 17-36). Sûrenin dört âyetten oluşan son kısmında rahmân olan Allah’tan izin almadan kıyamet gününde Cebrâil ve diğer melekler dahil olmak üzere hiç kimsenin konuşamayacağı ve konuşanların da sadece gerçekleri dile getirebileceği ifade edilir. Sûrenin sonunda, kıyametin mutlaka vuku bulacağı hatırlatılıp herkesin önceden yaptığının karşılığını bulacağı o günde inkâr yoluna saplananların toprak olmayı temenni edeceği bildirilir.
Nebe’ sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde vurgulanan Allah’a ve âhiret gününe iman ilkelerini pekiştirmektedir. Bunlardan birincisine dolaylı şekilde temas edilirken ikincisi etkileyici bir üslûpla zihni ve gönlü gerçeklere açık olanlara anlatılmaktadır. Sûrenin ilk muhatabı olan Mekke halkı ile diğer insanların çoğu kâinatı yaratan ve yöneten yüce bir varlığın mevcudiyetini inkâr etmiyor, ancak O’na karşı sorumluluklarını vurgulayan ikinci ve ebedî hayatı benimsemeye nefsânî arzuları engel oluyordu. Sûre özellikle bu konuyu vurgulamaktadır.
Hz. Peygamber’in Nebe’ sûresini Mürselât sûresiyle birlikte namazın bir rek‘atında okuduğu bilinmektedir (Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 6, 28; Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 275-279; krş. İbrâhim Ali, s. 306-307, 342-343). “Amme yetesâelûn sûresini okuyan kimseye Cenâb-ı Hak kıyamet gününde soğuk içecekler lutfedecektir” meâlindeki rivayetin (Zemahşerî, VI, 303; Beyzâvî, IV, 374) mevzu olduğu belirtilmiştir (Zemahşerî, I, 684-685 [neşredenlerin notu]; Muhammed et-Trablusî, II, 725).
Nebe’ mushafın otuzuncu cüzünün ilk sûresini teşkil eder. Amme cüzü diye bilinen bu kısmın içerdiği otuz yedi sûrenin hepsi -birkaçı hariç- Mekkî’dir, namaz sûreleri de bu kısmın sonunda yer almaktadır. Amme cüzü ayrı olarak yazılıp basılmış ve müstakil tefsirleri yapılmıştır. Bunlardan Nebe’ Tefsiri Tercümesi-Ebülleys Semerkandî adıyla basılan risâle (İstanbul 1317) Amme cüzüne ait muhtasar bir tercüme niteliğinde olup Semerkandî’ye nisbeti şüpheli görünmektedir (krş. Ziriklî, VIII, 27; DİA, XIX, 315). Kemalpaşazâde’nin Risâle fî Sûreti’n-Nebe’ (Resâilü İbn Kemâl içinde [nşr. Ahmed Cevdet], İstanbul 1316, I, 33-40), Kazâbâdî’nin Ĥâşiye Ǿalâ Tefsîri Sûreti’n-Nebeǿ ve’n-NâziǾât ve ǾAbese (DİA, XXV, 120), Muhammed Abduh’un Tefsîru cüzǿi ǾAmme (Kahire 1322), Saâdetullah Han Muhammed’in LevâmiǾu’l-beyân (Haydarâbâd-Dekken 1345), Muhammed Mübârek Abdullah’ın Tefsîru cüzǿi ǾAmme maǾa muķaddimeti’t-tefsîr (Kahire 1963), Mahmûd Ahmed Nahle’nin Dirâsât Ķurǿâniyye fî cüzǿi ǾAmme (İskenderiye 1988) ve Muhammed Abdülmün‘im Ali Mütevellî’nin Min esrâri’t-taǾbîri’l-Ķurǿânî fî sûreti’n-Nebeǿ (baskı yeri yok, 1997) adlı eserleri bu konudaki çalışmalardan bazılarıdır. Özcan Tabaklar ve Ulyâ Nisâr, Mustafa b. Muhammed’e ait Amme Cüzü Tefsiri üzerine dil açısından yüksek lisans tezi hazırlamış (1987, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Mehmet Doğu adı bilinmeyen bir müellife ait Amme Tefsiri’yle ilgili aynı mahiyette bir çalışma gerçekleştirmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 6, 28; Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 275-279; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, I, 684-685; VI, 303; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 374; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, VII, 195-203; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 725; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, Beyrut 1421/2000, XXX, 281; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâǿilü süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 306-307, 342-343; Ziriklî, el-AǾlâm, Beyrut 2002, VIII, 27; Abdülkadir Yuvalı, “İbn Arabşah, Şehâbeddin”, DİA, XIX, 315; Mustafa Öz, “Kazâbâdî”, a.e., XXV, 120; Seyyid Muhammed Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Nebeǿ”, DMT, IX, 402-403.
Bekir Topaloğlu

Kaynak

suresi com tr
Mülk Suresi Özel

Mülk Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMülk”kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın azameti, Allah’ın birliğinindelilleri ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin akıbetleri konuedilmektedir 

Mülk Suresi Arapça Oku
Mülk Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.

Mülk Suresi Arapça 1. Sayfa
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ١اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ٢اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ٣ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ٤وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاط۪ينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ٥وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ٦اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ٧تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ٨قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ٩وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ١٠فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقاً لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ١١اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ١٢
Mülk Suresi Arapça 2. Sayfa
وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ١٣اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟١٤هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ١٥ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ١٦اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباًۜ فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ١٧وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ١٨اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَص۪يرٌ١٩اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِۜ اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا ف۪ي غُرُورٍۚ٢٠اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي يَرْزُقُكُمْ اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُۚ بَلْ لَجُّوا ف۪ي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ٢١اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ٢٢قُلْ هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ٢٣قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ٢٤وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ٢٥قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ٢٦
Mülk Suresi Arapça 3. Sayfa
فَلَمَّا رَاَوْهُ زُلْفَةً س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَق۪يلَ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ٢٧قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ٢٨قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ٢٩قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ

Mülk Suresi Türkçe Oku
Mülk Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Mülk Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir rahim.
  2. Tebarekellezi bi yedihil mulku ve huve ala kulli şey’in kadir.
  3. Ellezi halakal mevte vel hayate li yebluvekum eyyukum ahsenu amela, ve huvel azi zul gafur.
  4. Ellezi halaka seb’a semavatin tibaka, ma tera fi halkır rahmani min tefavut, ferciıl basara hel tera min futur.
  5. Summerciıl basara kerreteyni yenkalib ileykel basaru hasien ve huve hasir.
  6. Ve lekad zeyyennes semaed dunya bi mesabiha ve cealnaha rucumen liş şeyatini ve a’tedna lehum azabes sair.
  7. Ve lillezine keferu bi rabbihim azabu cehennem, ve bi’sel masir.
  8. İza ulku fiha semiu leha şehikan ve hiye tefur.
  9. Tekadu temeyyezu minel gayz, kullema ulkıye fiha fevcun seelehum hazenetuha e lem ye’tikum nezir.
  10. Kalu bela kad caena nezirun fe kezzebna ve kulna ma nezzelallahu min şey’in in entum illa fi dalalin kebir.
  11. Ve kalu lev kunna nesmeu ev na’kılu ma kunna fi ashabis sair.
  12. Fa’terefu bi zenbihim, fe suhkan li ashabis sair.
  13. İnnellezine yahşevne rabbehum bil gaybi lehum magfiretun ve ecrun kebir.
    Mülk Suresi Türkçe 2. Sayfa
  14. Ve esirru kavlekum evicheru bih, innehu alimun bi zatis sudur.
  15. Ela ya’lemu men halak, ve huvel latiful habir.
  16. Huvellezi ceale lekumul arda zelulen femşu fi menakibiha ve kulu min rızkıh, ve ileyhin nuşur.
  17. E emintum men fis semai en yahsife bikumul arda fe iza hiye temur.
  18. Em emintum men fis semai en yursile aleykum hasıba fe se ta’lemune keyfe nezir.
  19. Ve lekad kezzebellezine min kablihim fe keyfe kane nekir.
  20. E ve lem yerev ilet tayri fevkahum saffatin ve yakbıdn, ma yumsikuhunne iller rahman, innehu bi kulli şey’in basir.
  21. Emmen hazellezi huve cundun lekum yensurukum min dunir rahman, inil kafirune illa fi gurur.
  22. Emmen hazellezi yerzukukum in emseke rızkah, bel leccu fi utuvvin ve nufur.
  23. E fe men yemşi mukibben ala vechihi ehda emmen yemşi seviyyen ala sıratın mustekim.
  24. Kul huvellezi enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsare vel ef’ideh, kalilen ma teşkurun.
  25. Kul huvellezi zereekum fil ardı ve ileyhi tuhşerun.
  26. Ve yekulune meta hazel va’du in kuntum sadikin.
  27. Kul innemel ilmu indallahi ve innema ene nezirun mubin.
    Mülk Suresi Türkçe 3. Sayfa
  28. Fe lemma reevhu zulfeten siet vucuhullezine keferu ve kile hazellezi kuntum bihi teddeun.
  29. Kul ereeytum in ehlekeniyallahu ve men maıye ev rahımena fe men yucirul kafirine min azabin elim.
  30. Kul huver rahmanu amenna bihi ve aleyhi tevekkelna, fe se ta’lemune men huve fi dalalin mubin.
  31. Kul e re’eytum in asbaha maukum gavren fe men ye’tikum bi main main.
Mülk Suresi Türkçe Meali Oku
Mülk Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Mülk Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
  2. Ne yücedir O ki, mülk O’nun elindedir ve O, herşeye gücü yetendir.
  3. O ki, ölümü ve dirimi yarattı, sizi imtihana çekip hanginizin davranış bakımından daha güzel olduğunu bildirmek için. O öyle güçlü, bağışlayandır
  4. O ki, birbirine uygun yedi gök yaratmıştır. O Rahman’ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözü(nü), görebilir misin hiçbir çatlak, bir kusur?
  5. Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir; o göz, güçsüz, yorgun bir halde sana döner!
  6. Andolsun ki, Biz o dünya göğünü takım takım kandillerle donattık ve onları şeytanlar için atmalar (atış yapılan mermiler) yaptık; ayrıca onlara o çılgın ateş azabını hazırladık.
  7. Kendi Rablerini inkar edenler için de cehennem azabı vardır. Ona gidiş de ne kötü sondur.
  8. İçine atıldıklarında onun kaynarken çıkan hıçkırışını işitirler.
  9. Hemen hemen öfkeden patlayacak gibi bir hale gelir, içine bir alay atıldıkça her defasında onun bekçileri onlara: “Size gocundurucu (uyarıcı) bir peygamber gelmedi mi?” diye sorarlar.
  10. Onlar: “Evet, bize gocundurucu (uyarıcı) bir peygamber geldi; ama biz ona inanmadık ve “Allah hiçbir şey indirmedi. Siz büyük sapıklık içindesiniz.” diye yalanladık.” derler.
  11. Ve derler ki: “Biz dinleseydik veya aklımızı kullansaydık, bu çılgın ateşin içinde bulunmazdık!”
  12. İşte günahlarını itiraf ettiler. Kahrolsun, o halde çılgın ateş yarenleri!
  13. Çünkü O Rablerine görmeden saygı besleyenler var ya, muhakkak ki, bağışlanma ve büyük bir mükafat onlar içindir.
    Mülk Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa
  14. Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Çünkü O, bütün sinelerin özünü bilir.
  15. Bilmez mi O yaratan ki, O herşeyi inceden inceye bilen, her şeyden haberdar olandır.
  16. O, yeryüzünü size boyun eğdiren yaratıcıdır. Haydi, o arzın omuzlarında yürüyün de O’nun rızkından yiyin. Dönüş yalnızca O’nadır.
  17. Emin misiniz o göktekinden; sizinle yeri göçürüvermesinden? O zaman bakarsın ki, o yer çalkalanıyor!
  18. Yoksa siz gökte olanın üzerinize mermiler yağdıran birini göndermesinden güvencede misiniz? O zaman tehdidimin nasıl olduğunu bilirsiniz!
  19. Andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanladılar, ama nasıl oldu inkarım?
  20. Bakmazlar mı üstlerinde uçan kuşlara, kanat süzerlerken ve yumarlarken? Rahman’dır ancak onları tutan! Şüphesiz ki, O herşeyi görür.
  21. Ya da kim oluyor sizin Rahman’dan başka (yardım beklediğiniz) şu ordularınız ki, sizi kurtarsın? Kafirler ancak bir aldanış içindedirler.
  22. Ya da o rızkınızı keserse, kimdir şu sizlere rızık verecek olan? Hayır bir ürküntü ve azgınlık içinde inada dalmışlar!
  23. Şimdi yüz üstü kapanarak giden mi daha doğru, yoksa dosdoğru bir cadde üzerinde dümdüz giden mi?
  24. De ki: “O’dur ancak sizi yaratan, size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren! Fakat sizler pek az şükrediyorsunuz!”
  25. De ki: “O’dur sizi yeryüzünde zürriyet halinde yaratıp yayan! Nihayet hep toplanıp O’nun huzuruna getirileceksiniz!”
  26. Böyle iken diyorlar ki: “Ne zaman (gerçekleşecek) bu tehdit? Eğer doğru söyleyenlerseniz?”
  27. De ki: “(Ona ait) o bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben, yalnızca açıkça anlatan bir uyarıcıyım (peygamberim).”
    Mülk Suresi Türkçe Meali 3. Sayfa
  28. Derken vakti gelip de onu yakından gördüklerinde o inkar edenlerin yüzleri kötüleşti ve: “İşte o sizin kendinize davet edip durduğunuz budur!” denildi.
  29. De ki: “Gördünüz mü, Allah beni ve beraberimdekileri yok etse ya da bize merhamet buyursa, iki takdirde de kafirleri elem verici azaptan kurtaracak kimdir?”
  30. De ki: “O, öyle Rahman’dır, işte biz O’na iman ettik ve O’na dayanmaktayız. İleride sizler de kimin açık bir sapıklık içinde bulunduğunu bileceksiniz!”
  31. De ki: “Gördünüz mü, eğer sabaha kadar suyunuz batakalırsa (çekilecek olsa), size kim bir akarsu getirebilir?

Mülk Suresi Konusu
Mülk Suresi konusu, Sûre genel olarak Allah Teâlâ’nın varlığı ve birliğini, azametini, evrendeki hükümranlığını, tek tanrı ve tek yaratıcı olduğunu, hayatın ve ölümün var ediliş amacını ve öldükten sonra dirilmeyi konu edinmektedir. Sûrede ayrıca insanlığın ilâhî vahyin uyarıcılığına muhtaç olduğuna işaret edilmekte, bunu kabul etmeyenlerin karşılaşacakları kötü sonuçla ilgili uyarılar yapılmaktadır.
Mülk Suresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada altmış yedinci, iniş sırasına göre yetmiş yedinci sûredir. Tûr sûresinden sonra, Hâkka sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.
Mülk Suresi Fazileti
Mülk Suresi fazileti, Hz. Peygamber, Mülk sûresinin onu okuyanları kabir azabından koruyacağını ifade buyurmuşlar (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 9; Şevkânî, V, 296), bu sebeple cenazelerin ardından bu sûrenin okunması âdet olmuş, yaygınlık kazanmıştır. Bu hadisi, “sûreyi okuyup amel edenlerin, kabir azabını gerektiren günahlardan uzak duracağı ve böylece azaptan kurtulacağı” şeklinde anlamak da mümkündür.
Mülk Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Mülk Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Mülk Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 561. sayfada başlar, 563. sayfada biter.
Mülk Suresi kaç ayettir?

Mülk Suresi, 30 ayetten oluşur.
Mülk Suresi hangi cüzde yer alır?

Mülk Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 29. cüzde yer alır.
Mülk Suresi kaç sayfadır?

Mülk Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 3 sayfa içinde yer alır.
Mülk Suresi Tefsiri
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Mülk Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Mülk Suresi 1-5. Ayet Tefsiri
Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah’ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, evrende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği ifade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O’nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir (1. âyette “aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiilinin diğer anlamları hakkında bilgi için bk. Furkån 25/1). 2. âyet yüce Allah’ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada “ölüm” kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhiret hayatı olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159). İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 134); bizim tercihimiz de budur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır (bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527). Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir (Şevkânî, V, 297). Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma göre ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teşvik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda “imtihan” sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varlık sahnesine geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi bir uyarıcıdır (bk. Râzî, XXX, 55). İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için “mevt” (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir. 3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir (yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29).Meâlde “Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak” diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak” şeklindedir. Ancak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakmayı ifade eder (bk. İbn Âşûr, XXIX, 19-20). Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecaz olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir (Taberî, XXIX, 3). Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız (gökyüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10). “Taşlanma” şeklinde çevirdiğimiz rücûm kelimesi “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da geldiği için âyete, “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilmiştir (Şevkânî, V, 299). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 416-417
Mülk Suresi 6-11. Ayet Tefsiri
Bazı âhiret sahnelerini tasvir eden bu âyetler, kimlerin daha güzel davranacağını sınamak için ölümün ve hayatın yaratıldığını ifade eden 2. âyetle irtibatı olup, bu dünyada Allah’a isyan edenlerin öte dünyada çekecekleri cezayı, O’na karşı saygılı olup günah işlemekten korunanların elde edecekleri ödülleri açıklamaktadır. 6-8. âyetlerdeki tasvirler cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme amacına yöneliktir. 8. âyette “uyarıcı” diye çevirdiğimiz nezîrden maksat peygamberdir (İbn Âşûr, XXIX, 25). Âyette dünyada peygamberin çağrısına ve uyarılarına kulak tıkayıp inkâr ve isyanlarını sürdürmekte direnenlere, yarın kıyamet gününde, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorulacağını bildiren ifade aslında yaşayanlar için bir uyarıdır. 9-11. âyetler o gün iş işten geçtikten sonra değil, fakat bugün fırsat eldeyken o uyarıya kulak vermek, yani peygamberi tanımak, ayrıca Allah’ın insanlığa büyük lutfu olan aklı ve diğer bilgi imkânlarını da kullanarak hak ve hidayet yolunu bulmak gerektiğine, ebedî kurtuluşun ancak bu sayede kazanılabileceğine işaret etmektedir. 12. âyet ise müminlerin nâil olacağı uhrevî mutluluğun veciz bir özetidir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419
Mülk Suresi 12. Ayet Tefsiri
Kaynak :
Mülk Suresi 13-14. Ayet Tefsiri
Bu dünyada günah işleyenler, ya kendilerini görüp gözeten Allah’ın varlığına inanmıyor veya inanmakla birlikte dünyevî hırs ve menfaatleri, nefsânî arzuları yüzünden gaflete dalıp sorumluluklarını unutuyorlar. İşte bu âyetlerde inkârcılara ve gafillere Allah’ın gizlisiyle açığıyla her şeyi kuşatan ilmi hatırlatılmakta, kendilerinden hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419-420
Mülk Suresi 15. Ayet Tefsiri
Cenâb-ı Allah, kendisinin güç ve kudretini gösteren delilleri bir defa daha gözler önüne sermekte; yerkürenin yaratılması, her türlü nimet ve imkânlarla donatılarak üzerinde yaşanılır hale getirilmesinin, sonsuz bir gücün varlığını ve birliğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. “Üzeri” diye çevirdiğimiz menâkibihâ tamlamasındaki menâkib kelimesi, “omuz” anlamına gelen menkibin çoğulu olup mecaz olarak yeryüzündeki yolları, köşe bucak ve dağları ifade eder (Şevkânî, V, 301-302). Yüce Allah, bu nimetleri kulları için yarattığını bildirerek onlara yeryüzünde dolaşmalarını, yarattığı rızıklardan yiyip içmelerini istemiş; arkasından “Dönüş yalnız Allah’adır” buyurmak suretiyle insanların dünya nimetleri ve zevklerine dalarak kendi varlığını, sonsuz kudretini ve âhiret hayatını unutmamaları gerektiği, zira her nimetin bir sorumluluğu olduğu mesajını vermiştir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 421-422
Mülk Suresi 16-18. Ayet Tefsiri
Müfessirler “gökte olan”dan maksadın kim veya ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: 1. Bundan maksat Allah’tır; ancak bu mecazi bir anlatım olup maksat O’nun yüceliğini ve gücünün sonsuzluğunu vurgulamaktır. Allah mutlak mânada yücedir, sonsuz ve sınırsızdır, zamanda ve mekânda olanlar ise sınırlıdır ve Allah bu sınırlamalardan münezzehtir. 2. Maksat gökteki meleklerdir. Onlar Allah’ın emriyle yeryüzüne inerek kendilerine verilen görevleri yerine getirirler. 3. Maksat, Allah’ın gökten inen azabıdır. Allah’ın rahmeti ve nimeti nasıl gökten iniyorsa O’nun azabı da inkârcı ve isyankârların başına gökten iner (daha geniş bilgi için bk. Râzî, XXX, 69-70; Elmalılı, VII, 5232 vd.; İbn Âşûr, XXIX, 33). Bize göre burada geçen “gök” kelimesiyle, fizikî evrenin gökleri değil, madde ötesi, yüce olan varlık düzeyi kastedilmiş olmalıdır. 15. âyette belirtilen imkânların iyi değerlendirilmesi gerektiği yönünde ikazlar içeren bu âyetlerde insanların, yeryüzündeki nimetlerden yararlanırken azgınlık ve taşkınlık göstermemeleri gerektiğine, aksi takdirde yeryüzünde şiddetli felâketlerin, yıkımların vuku bulacağına, böylece Allah’ın gönderdiği uyarıcıyı (peygamber), onun uyarılarını önemsemeyenlerin şiddetle cezalandırılacaklarına dikkat çekilmektedir. Nitekim 18. âyette de geçmişte gerçekleri yalan sayanların bu şekilde cezalandırıldığı hatırlatılmaktadır (krş. Kasas 28/81; Hâkka 69/6-8). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 422
Mülk Suresi 19-21. Ayet Tefsiri
Yüce Allah’ın başka bir eseri olan kuşların uçma yeteneğine işaret edilerek Allah’ın kudretinin bir işareti daha gözler önüne serilmektedir. Yer çekimine rağmen kuşların gökyüzünde kanat çırparak uçması ve süzülmesi, her gün gördüğümüz için önemini gözden kaçırdığımız, gerçekte ise Allah’ın sanat ve kudretini gösteren hârika olaylardandır. Kuşlara bu yeteneği veren Allah’tır. Burada Allah’ın merhametini yansıtan rahmân isminin kullanılmış olması, O’nun mahlûkata merhametle muamele ettiğini, varlık düzeninin O’nun rahmetinden bir yansıma olduğunu ima eder. 21. âyetlerde rızık olarak anılan nimetler de rahmân isminin sürekli tecellisi olup bu tecelli bir an kesilecek olsa hayatın bütünüyle yok olacağına dikkat çekilmektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 422-423
Mülk Suresi 22. Ayet Tefsiri
Şeytanlara uyarak, mânevî körlük içinde bâtıl yollarda giden inkârcı nankör ile hak yolda yürüyen mümin temsilî olarak karşılaştırılmakta, bunlardan hangisinin hedefine daha güvenli olarak ve şaşmadan ulaşacağı soru-cevap yöntemiyle anlatılmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 423
Mülk Suresi 23-24. Ayet Tefsiri
Doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmayan insana bilgi vasıtalarından kulaklar, gözler ve kalpler (akıllar) verildiğinin hatırlatılması, insanın en değerli ve ayırıcı niteliğinin gözlem ve düşünme kapasitesi olduğuna ve bu nimetleri verene şükretmek gerektiğine işaret eder. Bu nimetler aynı zamanda Allah’ın eşsiz sanatını ve sonsuz kudretini göstermesi bakımından da önemlidir. Muhatabın sağduyusuna hitap edilerek onun yanlış inanç ve tutumlardan kurtulması, Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmesi istenmektedir. Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretini gösteren delillerden biri de insanoğlunun yeryüzünde yaratılması, türetilmesi ve çoğaltılmasıdır. Onları bu şekilde türetip yeryüzüne yayma gücüne sahip olan Allah, öldükten sonra dirilterek huzurunda toplamaya da kadirdir. Nitekim 24. âyetin son cümlesinde, “Sadece O’nun huzurunda gelip toplanacaksınız” ifadesiyle buna işaret edilmiştir (bu âyetlerin tefsiri için ayrıca bk. Nahil 16/78; Mü’minûn 23/78-79). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 423
Mülk Suresi 25-27. Ayet Tefsiri
Bir önceki âyette insanların kıyamet gününde Allah’ın huzurunda toplanacakları haber verilince inkârcılar öğrenmek için değil, Hz. Peygamber’le alay etmek maksadıyla bu olayın ne zaman gerçekleşeceğini sormuşlardı. Devamındaki âyette bu soruya Hz. Peygamber’in nasıl cevap vermesi gerektiği bildirilmektedir. 27. âyette de inkârcıların âhirette azabı gördüklerindeki halleri anlatılmakta, inanmadıkları âhiret azabını ve kıyametin korkunç olaylarını yakından gördükleri zaman yüzlerinde meydana gelen üzüntü belirtileri ve psikolojik çöküntü tasvir edilmekte veya –bizim tercih ettiğimiz meâle göre– inkârcıların yüzlerinin kara çıkacağı ve mahcup olacakları bildirilmektedir. İşte inkârcılar, dünyada inkâr ettikleri ve alay ederek gelmesini istedikleri azabın bu azap olduğunu ya kendi aralarında konuşurlar veya melekler tarafından onlara söylenir. Kaynak :
Mülk Suresi 28-29. Ayet Tefsiri
Müşrikler Hz. Peygamber’in ölümünü istiyor ve bunu açık bir şekilde dile getirmekten de çekinmiyorlardı (bk. Tûr 52/30-31). Hatta onu öldürmek için tuzak kuruyor (bk. Enfâl 8/30), böylece ondan ve getirdiği dinden kurtulacaklarını sanıyorlardı. İşte bu âyetler onların niyet ve beklentilerine bir cevap olmak üzere inmiştir (bk. Râzî, XXX, 76). 28. âyette Hz. Peygamber’in varlığına son verilmesinin veya ölümünün ertelenmesinin müşrikler için herhangi bir fayda sağlamayacağı, kendilerine verilecek elem verici cezayı önleyecek bir gücün de asla bulunmadığı ifade edilmiştir. Âyette ayrıca hayatın ilâhî bir rahmet olduğuna, Hz. Peygamber’in de eceli geldiğinde öleceğine işaret edilmektedir (İbn Âşûr, XXIX, 51-52). 29. âyette ise müminlerin inandıkları ve güvendikleri Tanrı’nın esasen müşriklerce de bilinen ve rahmân ismiyle anılan yüce Allah olduğu belirtilmiş, bu gerçeğin kendilerine tebliğ edilmesi Hz. Peygamber’e emredilmiştir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 425
Mülk Suresi 30. Ayet Tefsiri
Allah’ın kudretini, lutufkârlığını yeniden hatırlatan bu âyet 15 ve 21. âyetlerle bağlantılı olup kuvvetli ihtimalle Hz. Peygamber ile müşrikler arasında geçen bir tartışmanın sonucu olarak onlara yöneltilmiş eleştiri ve uyarı amaçlı bir sorudur. 15. âyette Allah’ın yeryüzünü kullanışlı hale getirdiği ifade edildikten sonra insanlardan O’nun yarattığı rızıklardan yararlanmaları istenmiş; 21. âyette de rızkın Allah’a ait olduğu, O verdiği rızkı kestiği takdirde rızık verecek birinin asla bulunmayacağı bildirilmişti. Burada da rızıkların en önemlisi ve hayatın ana unsuru olan suyun yerin derinliklerine çekilmesi halinde Allah’tan başka yeryüzünde su yaratacak bir gücün bulunmadığına işaret edilerek, böylesine eşsiz kudretin sahibi yüce Allah’ı bırakıp da bâtıl tanrılara tapanlar, ne kadar yanlış bir yolda oldukları üzerinde düşünmeye çağrılmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 425-426
Mülk Suresi Hakkında
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Otuz âyettir. Adını ilk âyette geçen “mülk” (hükümranlık) kelimesinden alır. Tebâreke, Mücâdele, Mânia, Münciye, Vâkıye ve Mennâa olarak da adlandırılır. Fâsılası ر، م، ن harfleridir. “Sözünüzü ister gizli ister âşikâre söyleyin, O kalplerdeki duygu ve düşünceleri hakkıyla bilendir” meâlindeki 13. âyetinin, müşriklerin Hz. Peygamber’in aleyhinde konuşmaları ve birbirlerine, “Muhammed’in tanrısının duymaması için gizli konuşun” demeleri üzerine nâzil olduğu bildirilir (Vâhidî, s. 370).
Mülk sûresinin temel konusunun Allah’ın varlığını, birliğini, kâinatı yaratıp yönettiğini ve âhiretin mevcudiyetini kanıtlamak olduğunu söylemek mümkündür. Sûrenin muhtevası iki bölüm halinde açıklanabilir. Kâinatın yaratılış ve yönetiliş iktidarının Allah’ın elinde bulunduğunun ifadesiyle başlayan birinci bölümün ilk âyetlerinde içinde yaşanılan âlemin bir imtihan dünyası olduğu belirtilir, ardından ilâhî kudretin tabiata verdiği mükemmeliyetten bazı örnekler zikredilir (âyet 1-5). Daha sonra tabiatın mükemmel yapısı ve işleyişini gözlemek için duyulara, duyuların algısını değerlendirip yüce yaratıcıya ulaşmak için akla sahip kılınan insanlardan gerçeğe karşı direnenlerin durumlarına temas edilir ve uhrevî âkıbetlerinin acıklı tasvirleri yapılır. Cehennem ehlinin, dünyada iken ilâhî tebliğe kulak verip akıllarını kullanmış olsalardı alevli ateşe mâruz kalmayacakları yolunda itirafta bulunacakları haber verilir. Nihaî âkıbeti henüz görmeden rablerine haşyet derecesinde saygı gösterenlerin fevkalâde güzel bir muamele ile karşılaşacakları ifade edildikten sonra yüce yaratıcının her türlü hareket, davranış, düşünce ve duyguya vâkıf olduğu bildirilir (âyet 6-14).
İkinci bölümde, sema örneğiyle evrenin mükemmelliğine işaret edilen birinci bölüme karşılık arzın, insan türünün yaşamasına uygun hale getirilişiyle ilâhî lutuf ve kudrete temas edilmiş, kuş türünün tabiattaki mükemmel konumuna değinilmiş, insana verilen zâhirî ve bâtınî yetenekler hatırlatılmış, tabiatta hâkim olan ilâhî-tabii kanunların aksaması durumunda insanın elinden hiçbir şey gelmeyeceği belirtilmiştir. Bütün bunlara rağmen geçmiş peygamberler döneminde olduğu gibi (âyet 18) dinî gerçekleri yalanlamaya devam edenlerin âkıbetlerinin elem verici bir hayat olacağı ifade edilmiştir. Âyetlerden, muhatapların Allah’ın varlığından ziyade âhiret hayatının mevcudiyetini inkâr ettikleri anlaşılmaktadır. Çünkü âhiret hayatı insana sorumluluğunu hatırlatmakta ve gaflet içinde geçirdiği hayatın tadını kaçırmaktadır (âyet 15-30). Mülk sûresi gafletin bürüdüğü kalplere tutulan bir güneş gibidir. İlâhî güneş bu yüreklere nüfuz edebilmek için çeşitli yönlerden ışınlarını salmakta, ancak insanlar bu ışınların ziyâsından uzak kalmaktadır. Yûsuf sûresindeki bir âyet de (12/105) aynı hususa temas etmektedir: “Göklerde ve yerde nice işaretler vardır ki inkârcılar hiç ilgi göstermeden yanlarından geçip giderler.”
Hz. Âişe’den rivayet edilen bir hadiste Resûlullah’ın Secde ve Mülk sûrelerini her gece yatmadan önce okuduğu, yolculuk sırasında da bunu ihmal etmediği belirtilmektedir (Tirmizî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 9). Âlûsî, sûrenin faziletine dair bu tür haberlere dayanarak Mülk sûresini her gece okumanın mendup olduğu şeklindeki bir görüşü nakleder (Rûĥu’l-meǾânî, XXIX, 3; sûrenin faziletiyle ilgili diğer rivayetler için bk. Şevkânî, V, 257). Übey b. Kâ‘b’dan rivayet edilen ve bazı tefsir kaynaklarında yer alan, “Mülk sûresini okuyan kimse Kadir gecesini ihya etmiş gibi olur” meâlindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 140) mevzû olduğu belirtilmiştir (Zerkeşî, I, 432).
Mülk sûresi hakkında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: Ya‘kūb b. Osman el-Gaznevî, Tefsîrü’l-Fâtiĥa ve sûreti’l-Mülk (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 404; Esad Efendi, nr. 88; Fâtih, nr. 299); Abdülmecîd b. Nasûh Amâsî, Tefsîr-i Sûretü’l-Mülk (İÜ Ktp., TY, nr. 558); Mustafa b. Muhammed Ankaravî, Sûretü’l-Mülk Tefsiri (Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 479; İÜ Ktp., TY, nr. 7); Hatiboğlu, Letâyifnâme (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3326; son iki eser Kazasker Muslihuddin Muhammed’in Arapça eserinin tercümesidir); Kemalpaşazâde, Tefsîru sûreti’l-Mülk (İstanbul 1316; nşr. Hasan Ziyâeddin Itr, Beyrut 1407/1986); Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, Tesyîrü’l-fülk fî tefsîri Sûreti’l-Mülk (İstanbul 1307); Muhammed İbrâhim Abdülazîz Sa‘dî, Devrü’l-belâġa fî taǾdiyeti’l-aġrâżi’d-dîniyye maǾa taŧbîķ Ǿalâ sûreti’l-Mülk (Kahire 1991); Abdürrâzık Muhammed Mahmûd Fazl, MaǾa’l-Ķurǿâni’l-Kerîm fî sûreti’l-Mülk (Kahire 1990).
BİBLİYOGRAFYA:
Tirmizî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 9; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, Beyrut 1410/1990, s. 370; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 140; Zerkeşî, el-Burhân, I, 432; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, V, 257; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, XXIX, 3; Ahmed Fethî Ramazan, “Fî Sûreti’l-Mülk dirâse belâġıyye taĥlîliyye”, Âdâbü’r-Râfideyn, XXIV, Bağdad 1992, s. 297-344; Zuhûr Ahmed Azhar, “Mülk”, UDMİ, XXI, 567-568.
M. Kâmil Yaşaroğlu

Kaynak

suresi com tr
Saff Suresi Özel

Saff Suresi, Medine döneminde inmiştir. 14 âyettir. Sûre, adını 4. âyette geçen “saff ” kelimesinden almıştır. Saff, sıra, dizi demektir. Sûrede başlıca, Allah yolunda cihadın fazileti konu edilmektedir. 

Saff Suresi Arapça Oku
Saff Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Saff Suresi Arapça 1. Sayfa
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ١يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ٢كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ٣اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفاًّ كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ٤وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ٥
Saff Suresi Arapça 2. Sayfa
وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقاً لِمَا بَـيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَـيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ٦وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْـكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ٧يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ٨هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟٩يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ١٠تُـؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَـكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ١١يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْـكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَا‌كِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ١٢وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ١٣يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَكَـفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ فَاَيَّدْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ

Saff Suresi Türkçe Oku
Saff Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Saff Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir rahim.
  2. Sebbeha lillahi ma fis semavati ve ma fil ard, ve huvel azizul hakim.
  3. Ya eyyuhellezine amenu lime tekulune ma la tef’alun.
  4. Kebure makten indallahi en tekulu ma la tef’alun.
  5. İnnallahe yuhıbbullezine yukatilune fi sebilihi saffen ke ennehum bunyanun mersus.
  6. Ve iz kale musa li kavmihi ya kavmi lime tu’zuneni ve kad ta’lemune enni resulullahi ileykum, fe lemma zagu ezagallahu kulubehum, vallahu la yehdil kavmel fasikin.
    Saff Suresi Türkçe 2. Sayfa
  7. Ve iz kale isebnu meryeme ya beni israile inni resulullahi ileykum musaddikan li ma beyne yedeyye minet tevrati ve mubeşşiren bi resulin ye’ti min bagdismuhu ahmed, fe lemma caehum bil beyyinati kalu haza sihrun mubin.
  8. Ve men azlemu mimmeniftera alallahil kezibe ve huve yud’a ilel islam, vallahu la yehdil kavmez zalimin.
  9. Yuridune li utfiu nurallahi bi efvahihim vallahu mutimmu nurihi ve lev kerihel kafirun.
  10. Huvellezi ersele resulehu bil huda ve dinil hakkı li yuzhirehu aled dini kullihi ve lev kerihel muşriku.
  11. Ya eyyuhellezine amenu hel edullukum ala ticaretin tuncikum min azabin elim.
  12. Tu’minune billahi ve resulihi ve tucahidune fi sebilillahi bi emvalikum ve enfusikum, zalikum hayrun lekum in kuntum ta’lemun.
  13. Yagfir lekum zunubekum ve yudhılkum cennatin tecri min tahtihel enharu ve mesakine tayyibeten fi cennati adn, zalikel fevzul azim.
  14. Ve uhra tuhıbbuneha, nasrun minallahi ve fethun karib, ve beşşiril mu’minin.
  15. Ya eyyuhellezine amenu kunu ensarallahi kema kale isebnu meryeme lil havariyyine men ensari ilallah, kalel havariyune nahnu ensarullah, fe amenet taifetun min beni israile ve keferet taifeh, fe eyyednellezine amenu ala aduvvihim fe asbehu zahirin.
Saff Suresi Türkçe Meali Oku
Saff Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Saff Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
  2. Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah için tesbih etmektedir. O, öyle üstündür, öyle hikmet sahibidir.
  3. Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?
  4. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke ile karşılanır.
  5. İyi bilin ki, Allah kendi yolunda kurşunlu bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.
  6. Hani bir zaman Musa kavmine: “Ey kavmim, benim size (gönderilmiş) Allah’ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Sonra onlar yamukluk edince, Allah’da kalplerini yamulttu. Öyle ya, Allah fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz!
    Saff Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa
  7. Bir vakit de Meryem oğlu İsa: “Ey İsrail oğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Önümdeki Tevrat’ın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek, adı Ahmed olan bir peygamberin müjdecisi olarak geldim.” dedi. Sonra o, onlara apaçık delillerle gelince: “Bu apaçık bir büyüdür!” dediler.
  8. İslama davet edilirken Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim de kim olabillr? Allah da zalimler topluluğunu muvaffak etmez.
  9. Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise nurunu tamamlayacaktır, isterse kafirler hoşlanmasınlar!
  10. O’dur dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet kanunu ve hak dini ile gönderen; isterse müşrikler hoşlanmasınlar!
  11. Ey iman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticareti göstereyim mi size?
  12. Allah’a ve Resulüne iman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız; eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
  13. Günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş odur.
  14. Seveceğiniz bir diğer (nimet) daha var; Allah’tan yardım ve yakın bir zafer! Müjdele müminleri!
  15. Ey iman edenler! Allah yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?” dedi. Havarileri: “Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.” dediler. Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etti, bir grup inkar etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik o suretle onlar üstün gelip yüze çıktılar.
Saff Suresi Konusu

Saff Suresi konusu, Kişinin yaptıklarıyla bağdaşmayan iddialarda bulunmasının Allah katında çok çirkin sayıldığı belirtilerek öz ve söz arasındaki uyumun önemine vurgu yapılmakta; Allah yolunda çarpışanların O’nun hoşnutluğunu kazanabilmeleri için tek bir yürek ve tek bir vücut gibi olmaları gerektiğine dikkat çekilmekte; İsrâiloğulları’nın verdikleri sözü tutmamaları, Hz. Mûsâ’yı üzmeleri ve Hz. Îsâ’nın kendisinden sonra gelecek peygamberi isim de vererek müjdelemesine rağmen ona vefasızlık etmeleri eleştirilmekte; gerçek kurtuluşun Allah’a ve resulüne iman edip malıyla canıyla Allah’ın gösterdiği yolda çaba harcamaktan geçtiği bildirilmektedir.

Saff Suresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada altmış birinci, iniş sırasına göre yüz dokuzuncu sûredir. Tegåbün sûresinden sonra, Cum‘a sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.

Saff Suresi Fazileti

Saff Suresi fazileti,

Saff Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Saff Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Saff Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 550. sayfada başlar, 551. sayfada biter.


Saff Suresi kaç ayettir?

Saff Suresi, 14 ayetten oluşur.


Saff Suresi hangi cüzde yer alır?

Saff Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 28. cüzde yer alır.


Saff Suresi kaç sayfadır?

Saff Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 2 sayfa içinde yer alır.


Saff Suresi Tefsiri
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Saff Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Saff Suresi 1. Ayet Tefsiri
Tesbîh terimi kısaca, bir yandan şuurlu varlıkların iradî olarak Allah Teâlâ’nın her türlü noksanlıktan uzak olduğunu söz ve davranışlarla ortaya koymaları (tenzih), diğer yandan da evrendeki bütün varlıkların ilâhî yasalara zorunlu olarak boyun eğip O’nun hükümranlığını itiraf etmeleri anlamına gelir (ayrıca bk. İsrâ 17/44). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 331
Saff Suresi 2-3. Ayet Tefsiri
Bu âyetlerle ilgili yorumları önce, “ey iman edenler” şeklindeki hitabın kime yönelik olduğuna ilişkin tercihe göre iki gruba ayırmak gerekir. Kur’an’ın genel kullanımı doğrultusunda burada da müminlere hitap edildiğini kabul edenlere göre âyetlerde, gerçekten iman etmiş olmakla beraber söz ve eylemleri arasında uyumsuzluk bulunan müslümanlara bu hususta bir uyarı yapılmakta yahut müslümana yaraşan tutumun söylenenle yapılan arasındaki tutarlılığına özen göstermek olduğu bildirilmektedir. İfadenin akışını ve 5. âyette imanlarındaki samimiyetsizlik sebebiyle peygamberlerini üzen Hz. Mûsâ’nın kavminden söz edilişini dikkate alarak burada münafıklara hitap edildiğini düşünenlere göre âyetler, “ey iman etmiş görünenler” tarzında bir anlam taşımakta ve söylediği ile yaptığı bir olmayan bu iki yüzlü kimseler kınanmaktadır. Başka bazı âyetlerde münafıklar hakkında yapılan tasvirler (bk. Nûr 24/47-53; Ahzâb 33/12-15) bu yorumu destekleyici nitelikte bulunmuştur. “Söylenen söz”ü de iki şekilde yorumlamak mümkündür: a) Kişinin yapmayacağı bir şeyi vaad etmesi, b) Kendi fiilleri hakkında gerçeğe uymayan bir beyanda bulunması, yapmadığını yapmış gibi anlatması. Tefsirlerde bu yorumların hemen her birini destekleyici birçok olaya yer verilir (bk. Taberî, XXVIII, 83-85; Zemahşerî, IV, 92). Nüzûl sebebi olarak anlatılan bu olaylar âyetlerin anlaşılmasına ışık tutmakla beraber, burada çelişkili söz ve davranışlardan kaçınmanın önemine ilişkin kalıcı bir mesaj verilmesinin amaçlandığı açıktır. Bazı müfessirlerin bunun, yalan söylemeyi ve vaadinde durmamayı da kınayan bir ifade olduğunu belirtmesi (Zemahşerî, IV, 91-92) bu anlayışı yansıtmaktadır. Dolayısıyla bu uyarının, sadece söylenenle yapılan arasında değil aynı zamanda sözlerin ve eylemlerin kendi içinde de tutarlılık bulunması gereğini kapsar nitelikte olduğu sonucuna varılabilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, inkârcılara yönelik meydan okuma ifadelerinden birini de çelişmezlik ilkesine dayandırmakta, önce kendi verdiği bilgi ve haberlerin ve içerdiği fikirlerin tutarlılığıyla ilgili bir iç kontrol çağrısında bulunmaktadır: “Kur’an’ı inceleyip düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı” (Nisâ 4/82). Kur’an’ın bu ilkenin önemine yaptığı vurgu İslâm âlimlerini öylesine etkilemiştir ki, tefsir, hadis, fıkıh gibi ilmî disiplinlerin oluşumu sırasında, çok geçmeden bu ilimlerde izlenen metotları da teorik ifadelere kavuşturmaya yönelmişler ve kısa bir süre içinde her bir dala ait metodolojilerin ortaya konmasını sağlamışlardır. Özellikle, Kur’an ve Sünnet’ten çıkarılan fıkhî sonuçların kendi içinde tutarlılığının kontrolü görevini üstlenen fıkıh usulü, çok ince metot sorunlarına eğilmiş ve böylece zengin bir literatür oluşmuştur. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 332-333
Saff Suresi 4. Ayet Tefsiri
Burada dayanışma ruhu içinde imanları uğruna çarpışan müminlerden övgüyle söz edilmesi, bu âyetlerin “Allah katında en sevimli işin ne olduğunu bilsek de işlesek!” dedikleri halde savaş zorunluluğu ortaya çıkınca aynı samimiyet ve kararlılığı gösteremeyenler hakkında indiğine dair rivayetleri destekler nitelikte bulunmuştur. Bununla birlikte, Allah yolunda söz ve güç birliği etmiş bir topluluğun tam bir uyum ve beraberlik içinde olması önceki âyetlerdeki tutarlılık fikrinin bir uzantısı olarak düşünülebilir; dolayısıyla burada da muayyen olaylarla sınırlı olmaksızın genel bir ilkeye dikkat çekildiğini söylemek daha uygun olur.Âyette geçen bünyânün mersûs tamlamasını, –“kurşun” anlamına gelen rasâs kelimesiyle bağ kurularak– “kurşunlu, parçaları kurşunla kenetlenerek yekpâre bir cisim haline gelmiş olan muhkem bina” (Elmalılı, VII, 4927), hatta Taberî’nin aktardığı bir görüşe göre “kurşundan yapılmış” (XXVIII, 86) şeklinde açıklayanlar bulunmakla beraber, İbn Abbas’tan gelen bir rivayette yer alan şu izah, o dönemin yapı malzemeleri ve inşâ usulü bilgilerine daha uygun düşmektedir: Taş taş üstüne konur, sonra aralardaki gedikler küçük taşlarla tıkanır, ardından harç ile sıvanırdı; buna Mekkeliler “mersûs” derlerdi (Râzî, XXIX, 312). Bu izahta mersûs kelimesi “istif etme, dizme, birbirine yapıştırma” mânalarına gelen “rass” kökünden türetilmiş bir sıfat fiil olarak düşünülmüştür. Her hâlükârda âyetin “yekpâre bir yapı gibi kenetlenmiş saflar halinde” diye çevirdiğimiz kısmıyla, unsurları çok sağlam biçimde birbirine raptedilmiş, belli bir düzen ve âhenk içinde bulunan bir yapının örnek gösterildiği açıktır. Nitekim birçok müfessir, bu benzetmeyle, maddî bir birlik ve düzenin yanı sıra ve bundan da önce gönül birliği ve dayanışma ruhunun önemine dikkat çekildiğini ifade etmiştir.Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin son kelimelerinin şiirden farklı biçimde, ifadeyi lafız güzelliğinin icaplarına mahkûm etmeyen ama mânayı esas alırken bir yandan da kendi tabii güzelliği içinde eşsiz bir âhenk ve mûsiki oluşturan sıralanışı Kur’an ilimleriyle meşgul olanların dikkatini çekmiş; onlar, bu kelimeler için “fâsıla”, son harfleri için de “fâsıla harfi” terimini kullanmışlardır. Elmalılı bu sûrede “sâd” harfinin sadece bu âyette fâsıla oluşturmasını yukarıda açıklanan “mersûs” kelimesinin önemine yapılmış özel bir vurgu olarak görür; aynı şekilde sûrenin “dizi, sıra, sıralanmış” anlamlarına gelen bir kelimeyle (Saf sûresi olarak) adlandırılmasının da dayanışma fikrinin ehemmiyetine dair bir uyarı anlamı taşıdığını belirtir (VII, 4927). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 334-335
Saff Suresi 5-9. Ayet Tefsiri
İsrâiloğulları’nın tutarsız söz ve davranışları ve beraberlik ruhunu yitirmeleriyle ilgili hatırlatmalar yapılarak, 2-4. âyetlerdeki uyarılar canlı örneklerle pekiştirilmektedir. 5. âyette Mûsâ’nın kavmi tarafından kendisine karşı sergilenen dönek ve vefasız tutuma gönderme yapılmaktadır. Birçok sûrede ve özellikle Bakara sûresinin 40 ve devamındaki âyetlerde İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ öncesi durumları ve onun önderliğinde yaşadıkları uzun serüven, sözlerinden caymaları, nimete hıyanet ve nankörlükle karşılık vermeleri geniş biçimde açıklanmıştır. Bu âyetteki eleştiri ve uyarının anlamını kavramak açısından, Allah’a verdikleri bağlılık sözüne rağmen, kendilerini Allah’ın yardımıyla Firavun’un zulmünden ve büyük bir zilletten kurtaran peygamberlerine bile şu şekilde küstahça bir ifade kullanabilmiş olmalarını hatırlamak yararlı olacaktır: “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” (Mâide 5/24). Kendilerine peygamber gönderilen diğer toplumlarda öncelikli ve temel sorun peygamberin bu görevinin kabullenilmeyip yalancılıkla itham edilmesi olduğu halde, Hz. Mûsâ’nın kavmiyle yaşadığı asıl sorun bu toplumun inatçılığı, vefasızlığı ve had bilmezliği idi (Kitâb-ı Mukaddes’te de onlar hakkında “sert enseli kavim” tabiri kullanılır, bk. Çıkış, 32/9; Tesniye 9/6). Âyetteki “size Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğumu gayet iyi bildiğiniz halde” ifadesi de muhtemelen Hz. Mûsâ’nın kendi kavminden peygamber olduğu hususunda bir yalancılık ithamıyla karşılaşmadığını göstermektedir (ayrıca bk. Hac 22/44). 6. âyette ise İsrâiloğulları’nın Hz. Îsâ tarafından kendilerine bırakılan ilâhî emanete sahip çıkmayıp sözlerinden caymalarına gönderme yapılmaktadır. Hz. Îsâ bir yandan kendisinden önceki Tevrat’ın Allah katından geldiğini belirtirken bir yandan da vahiy zincirinin kendisiyle son bulmadığını ve kendisinden sonra bir elçinin geleceğini müjdelemişti. Daha önce Tevrat’ta da bu yönde bilgi bulunmaktaydı. Bu sebeple İsrâiloğulları bu peygamberin gelmesini hararetle bekler oldular ve geldiğinde ona en büyük destekçinin kendileri olacağını söyleyip durdular. Fakat Medine’deki yahudiler bu peygamber kendi içlerinden çıkmayınca –buradaki menfaatleri gereği Resûlullah’la antlaşma yapmış olmalarına rağmen– türlü iftira ve bahanelerle ona karşı çıktılar (bk. Haşr 59/2-5, 14). Her ne kadar Bedir zaferinden sonra tavır değiştirip Tevrat’ta özellikleri belirtilen âhir zaman peygamberinin Hz. Muhammed olduğuna kanaat getirdiklerini açıkça ifade etmeye başladılarsa da Mekke putperestlerine karşı verilen Uhud Savaşı’nın başarısızlıkla sona ermesini takiben hem bu beyanlarından döndüler hem de müşrikler ve münafıklarla iş birliği içine girip Resûlullah’la yaptıkları antlaşmaları ihlâl ettiler (eski kutsal kitaplarda Hz. Muhammed’in peygamberliğini müjdeleyen bilgiler İslâm kaynaklarında “beşâiru’n-nübüvve” veya kısaca “beşâir” diye anılır; geniş bilgi için bk. Bakara 2/146; A‘râf 7/157; Hz. Îsâ ve yaptığı tebliğ görevi hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/45). Âyette belirtildiği üzere Hz. Îsâ kendisinden sonra gelecek elçinin adının Ahmed olduğunu haber vermişti. Bazı hadislere de dayanan bir görüşe göre Hz. Muhammed’in diğer bir adı Ahmed’dir; fakat Muhammed ismiyle aynı kökten gelen Ahmed kelimesinin onun sıfatı olduğu görüşü de vardır. Her iki ihtimale göre bu kelime, “çok hamdeden” veya “çok övülen, yüksek ahlâk sahibi” mânalarına gelmektedir ve Muhammed kelimesiyle yakın anlamdadır. İbn Âşûr Resûl-i Ekrem’in peygamberliğinden önce veya sonra bu adla çağrıldığının bilinmediği noktasından hareketle âyetin “Onun ismi Ahmed’dir” şeklinde çevrilen kısmının doğru anlaşılabilmesi için buradaki “isim” kelimesi üzerinde de durulması gerektiğini belirtir. Ona göre Arap dilinde bu kelimenin kullanıldığı üç anlamı da bu âyetin tefsirinde dikkate almak uygun olur; bu anlamlar da şunlardır: a) Müsemmâ (bir adın ifade ettiği gerçek mâna, içerik), b) İyi şöhret, c) Özel ad. Şu halde bu ifadeyle Hz. Îsâ, hem Resûl-i Ekrem’in risâlet görevinin kendisininkinden daha üstün olduğunu hem onun kendi döneminde ve sonraki dönemlerde hep hayırla anılacak bir şahsiyet olduğunu hem de onun özel adının (Muhammed) bu mânaya geldiğini belirtmiş bulunuyordu. Öte yandan İbn Âşûr –bazı erken dönem hikmet ve tasavvuf eserlerine de dayanarak– bu ifadenin hikmet ehlinin ve –dinî hükümlerin bildirilmesi dışında kalan konularda– peygamberlerin kullandığı sembolik anlatım üslûbu taşıdığını, böylece Ehl-i kitap’tan ilim sahiplerinin uyulması istenen peygamberi iyi ayırt edebilmelerinin hedeflendiğini yazmaktadır (XXVIII, 182-185). Bazı erken dönem İslâm âlimleri ve zamanımız araştırmacıları Yuhanna İncili’nde geçen –Hz. Îsâ’nın geleceğe yönelik müjde ifadesinde kullandığı– “faraklit” (Grekçe pareklêtos) kelimesinin Hz. Îsâ’nın konuştuğu dil olan Ârâmîce’deki karşılığını araştırmışlar ve bu kelimenin Ahmed kelimesiyle anlamca örtüştüğü sonucuna ulaşmışlardır (geniş bilgi için bk. İbn Âşûr, XXVIII, 185-186; Mehmet Aydın, “Faraklit”, DİA, XII, 165-166). Öte yandan, Latince’ye paracletus şeklinde geçen ve kilise dilinde “teselli etmek” anlamına gelen bu kelimenin “yanına çağırmak” mânası içeren bir fiilden gelmesi ile 7. âyette yer alan “yalnız Allah’a kul olmaya (İslâm’a) çağırılıp dururken” meâlindeki ifadede Hz. Peygamber’in temel görevinin “çağırma” anlamına gelen bir fiille ifade edilmiş olması da dikkatimizi çekmiştir (İslâm terimi hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/19). Yine 6. âyette altı çizilen hususlardan biri Hz. Îsâ’nın “peygamber” olma özelliğidir. O, “Bilin ki (…) size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim” ifadesiyle kendisinin ancak Allah’ın elçisi olduğunu bildirmişti. İsrâiloğulları’nın bir kısmı –14. âyette belirtildiği üzere– Îsâ’nın bu sıfatını kabul etmek istemediler, onun bildirdiklerini inkâr ettiler. Îsâ’ya inananlar onun öğretilerini yaymaya çalışmakla beraber kısa bir süre sonra onun bağlıları olduklarını iddia eden hıristiyanlar kendisine tanrılık yakıştırmak sûretiyle gerçekte Hz. Îsâ’nın bildirimlerini temelinden sarsmış ve ona dolaylı olarak karşı çıkmış oldular. Âyette Hz. Îsâ’nın hitabı İsrâiloğulları’na yönelik olmakla beraber bu o esnadaki muhataplarının onlar olması sebebiyledir. Daha sonraki dönemler açısından bu hitabın öncelikle onun bağlıları konumunda olan hıristiyanları ilgilendirdiği açıktır. Kur’an’ın hıristiyan teolojisini reddedişinin hareket noktası da Îsâ’nın mahiyeti ve görevi konusudur. Elmalılı’nın 8-9. âyetlerle ilgili –bizim de önemli bulduğumuz– açıklamalarını şöyle özetlemek mümkündür: Yüce Allah, hak dini bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye gönderdiğini Kur’an’ın değişik yerlerinde bildirdiği gibi Nasr sûresinde de bu vaadini pekiştirmiştir. Bunun böyle defalarca ifade ve vaad edilmesi, bu üstünlüğün de bir kere değil birçok kere gerçekleşeceğini gösterir. Böyle olması için de bu dinin yükselme ve gerileme zamanları olacak; beşeriyetin geçireceği inkılâplar ve değişmeler arasında bütün düşüşlerin seyri fısk, zulüm, küfür, şirk yüzünden gazap ve helâke doğru gideceği gibi bütün gelişmelerin seyri de tevhid inancı ile hak dinin tecellileri olan ebedî hayatın esenliği ve mutluluğu amacına doğru yükselme biçiminde olacaktır. Gelip geçici heves ve arzuların ardında koşanların, günahkârların, haksızların, dinsizlerin başına kıyamet koparken, hak ehli olanlar Cenâb-ı Hakk’ın himayesinde arşın gölgesi altında büyük murada erecektir. Tarih gözden geçirilecek olursa görülür ki İslâm’ın bu âyetlerde vaad olunan üstünlüğü her şeyden önce Resûlullah zamanında, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâmiyet’i beğendim” anlamındaki âyetin (Mâide 5/3) nâzil olduğu sırada bütün Arabistan’da başlamış ve Abbâsî halifeliğinin çöküşüne kadar da doğudan batıya çok geniş bir alana yayılmıştı. Araya bir gerileme dönemi girdikten sonra çok geçmeden Türkler’in öne çıkışı ve İstanbul’un fethi ile ikinci yükseliş başlamış, bu da bir taraftan Kafkas dağlarından Atlas Okyanusu’na, bir taraftan da Lehistan’dan Habeşistan’a kadar zirvesine ulaşmıştı. Zamanımızın geçirmekte olduğu inkılâp bunalımlarının neticesinde kim bilir dünya ne gibi değişmeler, gelişmeler görecektir; neler yıkılıp neler yapılacaktır. Her ne olursa olsun mevcut çağın fikrî ve fennî ilerlemeleriyle, gerek İslâm âlemindeki toplumların gerekse diğer muhtelif milletlerin kamu vicdanlarında meydana gelecek uyanışların gelecekte, dünyayı alt üst etmekte bulunan haksızlıkların giderilmesiyle genel yaşantıda hakkın daha yüksek bir tecellisine erme gayesini hedefleme şeklindeki değişmeyi beraberinde getireceğine, bu ise tevhid fikri ile hak dinin inkişafına bağlı bulunduğundan İslâm’ın yeni bir yükselme ve inkişaf kaydedeceğine inanmak gerekir. Şu halde, fâni hayatın icabı olarak her şeyin günden güne daha kötüye gideceğine, bir zaman gelip emanet düşüncesinin kalkacağına, dinin zaafa uğrayacağına ve İslâm’ın yalnız adının kalacağına değinen ve gerileme devirlerini haber veren hadis ve sahâbe sözlerinden ötürü ümitsizliğe düşülmemeli; Allah Teâlâ’nın geceyi gündüze ve gündüzü geceye kattığını, “iyi sonun Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacağı”nı (Hûd 11/49; Kasas 28/83) bilerek, Allah’ın bu kesin vaadlerine inanarak ve âhiretle ilgili ümidini daima koruyarak çalışılmalıdır (VII, 4937-4940; ayrıca bk. Tevbe 9/32-33; Fetih 48/28). Bu âyetlerde, müminlere de dinlerini ve uygarlıklarını yüceltip insanlığın tevhid ve adalet çizgisinde gelişmesine öncülük edecek konuma gelmeleri hususunda kaçınılmaz görevler düştüğüne işaretler bulunduğu da unutulmamalıdır. Kaynak :
Saff Suresi 10-14. Ayet Tefsiri
Bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiği yani Allah’ın evrendeki mutlak egemenliği hatırlatılıp bu gerçeği dikkate alanlar açısından özü sözü bir olmamanın, hele Allah’a karşı zevâhiri kurtarma çabası içine girmenin ne kadar saçma olduğuna dikkat çekilerek başlayan sûrenin sonunda, kurtuluş yolunun samimi bir iman ve bu imana uygun davranışlardan geçtiği bildirilmekte; Hz. Muhammed’den önceki peygamber Hz. Îsâ’nın hayatından canlı bir örnek verilerek Allah’ın dinine içtenlikle destek olanlar büyük fetihler ve zaferlerle, sonunda da en büyük başarı olan âhiret mutluluğuna erişmekle müjdelenmektedir. 13. âyetin “Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele” şeklinde çevrilen kısmı, savaşlarda müslümanların morallerini yükseltici bir ifade olarak sık sık tekrar edilmiş; özellikle Osmanlı’da ordunun muzaffer olacağı inancını pekiştirmek üzere mehteranın icrâ ettiği mûsikinin arasında coşku verecek biçimde seslendirilmiştir. Hz. Îsâ’ya iman etmiş olanlar büyük sıkıntılara mâruz kalsalar da sonunda inkârcılara karşı büyük bir üstünlük elde etmişlerdir. 14. âyet bu tarihî gerçeğe gönderme yaparak müslümanların bundan sonuçlar çıkarmaları istenmektedir. Bununla birlikte gözden kaçırılmaması gereken bir husus, dünyada elde edilecek zafer ve üstünlüğün 13. âyette “hoşunuza gidecek bir şey daha” şeklinde nitelenmiş olduğu ve 12. âyette belirtildiği üzere asıl güzel sonuç, kurtuluş ve başarının Allah’ın hoşnutluğuna ve âhiret mutluluğuna erişmek olduğudur. 14. âyetin “Böylece üstün geldiler” şeklinde çevrilen son cümlesi, “Allah Hz. Muhammed’i gönderip iman eden o kimseleri onaylayan bildirimlerde bulununca, özellikle Hz. Îsâ’nın Allah’ın kelimesi olduğunu haber verince, onların delilleri açık hale geldi veya delillerinin üstünlüğü ortaya çıktı” gibi mânalarla da açıklanmıştır (bk. Taberî, XXVIII, 92-93; İbn Atıyye, V, 305; Râzî, XXIX, 319. İman temeline dayalı olarak can ve malla Allah yolunda cihad etmenin ticaret olarak nitelenmesinin izahı için bk. Tevbe 9/111; “cihad” hakkında bk. Nisâ 4/84, 95; Mâide 5/35; Tevbe 9/73; Hac 22/77-78; adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/23-24; “Allah’ın yardımcıları olma”nın anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/52; “havâri”, Hz. Îsâ’nın havârileri ve aralarında geçen konuşma hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4, 19, 45, özellikle 52; Mâide 5/110-115). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 339-340
Saff Suresi Hakkında
Medine döneminde Uhud Gazvesi’nden sonra inmiştir. Bazı rivayetlerde Mekke’de nâzil olduğu söyleniyorsa da (M. Tâhir İbn Âşûr, XXVIII, 153) sûre müfessirlerin çoğunluğunun kanaatini destekleyen bir içeriğe sahiptir. Adını müminlerin saf tutarak Allah yolunda savaştıklarını ifade eden 4. âyetteki “saff” kelimesinden alır. Havârîler sûresi olarak da isimlendirilmiştir. On dört âyet olup fâsılası “ص، م، ن” harfleridir. Sûre bazı sahâbîlerin, amellerin hangisinin Allah katında daha değerli olduğunu bilmeleri halinde onu yerine getireceklerini söylemeleri üzerine nâzil olmuştur (Tirmizî, “Tefsîr”, 61/1). Bununla bağlantılı olarak, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” meâlindeki 2. âyetin nüzûl sebebinin, Uhud Gazvesi sırasında müminler arasında yer alan bazı kimselerin bu konuda verdikleri sözde durmaması olduğu belirtilmiştir (Taberî, XXVIII, 106-107; Vâhidî, s. 334).
Müslümanlardan İslâmiyet’i yayma uğrunda daha çok fedakârlık isteyen ve gerçekleşmesi kesin olan zaferin yaklaştığını müjdeleyen sûrenin muhtevasını üç bölüm halinde özetlemek mümkündür. Kâinattaki her şeyin zât-ı ilâhiyyeyi yaratılmışlık özelliklerinden tenzih ettiğini, O’nun bütün emirleri ve işleri isabetli en yüce varlık olduğunu belirten girişten sonra birinci bölümde müminlere sözleriyle fiillerinin tam bir uyum içinde bulunmadığı hususunda uyarı yapılır. Nüzûlüyle ilgili rivayetlerden anlaşıldığına göre bunun sebebi münafıkların problem çıkardığı Uhud Gazvesi’nde müslümanların yılgınlık göstermesi ve bir kısmının savaş disiplinine uymamasıdır. Bu kısmın son âyetinde Hz. Mûsâ’ya kavmi tarafından yapılan eziyet anlatılarak müslümanların da kendi peygamberlerini üzmemeleri gerektiğine işaret edilir (âyet: 2-5). İkinci bölümün ilk âyetinde, Meryem oğlu Îsâ’nın önceki ilâhî kitap olan Tevrat’ı tasdik ettiği ve kendisinden sonra gelecek olan Ahmed adındaki resulü müjdelediği belirtilerek üç semavî dinin sonuncusunun meşruiyeti vurgulanır. Ardından İslâm’a çağrıldığı halde olumlu cevap vermemekle kalmayıp Allah’ın hiçbir zaman sönmeyecek olan nurunu söndürmeye kalkışanların en büyük zalimler olduğu ifade edilir; bunlar istemese de Cenâb-ı Hakk’ın İslâmiyet’i bütün dinlerin üzerindeki yerini almasını sağlayacağı vurgulanır (âyet: 6-9). Sûrenin üçüncü bölümünde müminler cihada teşvik edilir. Burada, bağımsızlıklarını elde ederek bir sosyal düzen kuran müslümanların malları ve canlarıyla cihad ettikleri takdirde uzun bir zaman geçmeden Mekke’yi fethedeceklerinin müjdesi verilmekte (Zemahşerî, VI, 107), ayrıca âhiret mutluluğu vaad edilmektedir. Sûrenin son âyetinde hak dini yaymak için büyük güçlüklerle karşılaşan Hz. Îsâ ile havârileri arasındaki mânevî bağ örnek gösterilerek müslümanların bütün imkân ve gayretleriyle Allah’ın dinine destek olmaları istenir (âyet: 10-14).
Resûl-i Ekrem’in, önceki üç ilâhî kitaba karşılık gelen sûreleri açıkladıktan sonra Saf sûresinin de içinde bulunduğu “mufassal” grubundakilerin Kur’an’ın kendisini üstün konuma getiren kısmı olduğunu belirttiği, Abdullah b. Mes‘ûd’un mufassal grubunu Kur’an’ın özü olarak nitelediği, ayrıca Saf sûresinin “müsebbihat” diye bilinen yedi sûreden biri olup Hz. Peygamber tarafından gece uyumadan önce okunduğu (İbrâhim Ali, s. 313, 324-325) rivayet edilmektedir. Bazı tefsir kaynaklarında Resûlullah’a nisbet edilen, “Îsâ, Saf sûresini okuyan kimse için hayatta olduğu sürece hayır duada bulunup bağışlanmasını ister, kıyamet gününde de onun arkadaşı olur” şeklindeki rivayetin (Zemahşerî, VI, 109; Beyzâvî, III, 276) asılsız olduğu tesbit edilmiştir (Zemahşerî, I, 684; Muhammed et-Trablusî, II, 723). Saf sûresi hakkında yapılan çalışmalar arasında Kamerüzzamân İbrâhim Ali’nin Tefsîrü sûreti’ś-Śaf: Dirâse taĥlîliyye (Kahire 1992) ve Ca‘fer Sübhânî’nin Aĥmed MevǾûd-i İncîl: Tefsîr-i Sûre-i Śaf (Kum 1982) adlı eserleri zikredilebilir.
BİBLİYOGRAFYA:
Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXVIII, 106-107; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 334; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, I, 684; VI, 106-107, 109; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, III, 276; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm (nşr. Mustafa Seyyid M. Fazl el-Acmâvî v.dğr.), Cîze 1421/2000, XIII, 538-552; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 723; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1421/2000, XXVIII, 153; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâǿilü süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 313-314, 324-327; Seyyid M. Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Śaf”, DMT, IX, 391.
M. Kâmil Yaşaroğlu

Kaynak

suresi com tr
Vakıa Suresi Özel

Vakıa Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 96 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elvâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a, gerçekleşen, meydana gelen olay demektir. Burada kıyameti ifade etmektedir. Sûrede başlıca, kıyametin kopmasından önceki ve sonraki dehşetli hâller ve insanların amellerine göre içinde yer alacağı gruplar konu edilmektedir. 

Vakıa Suresi Arapça Oku
Vakıa Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Vakıa Suresi Arapça 1. Sayfa
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ١لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۢ٢خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ٣اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ٤وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ٥فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ٦وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًۜ٧فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ٨وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ٩وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ١٠اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ١١ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ١٢ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ١٣وَقَل۪يلٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ١٤عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ١٥مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِل۪ينَ١٦
Vakıa Suresi Arapça 2. Sayfa
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ١٧بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ١٨لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ١٩وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ٢٠وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ٢١وَحُورٌ ع۪ينٌۙ٢٢كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ٢٣جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ٢٤لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ٢٥اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً٢٦وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ٢٧ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ٢٨وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ٢٩وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ٣٠وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ٣١وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ٣٢لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ٣٣وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ٣٤اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ٣٥فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ٣٦عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ٣٧لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟٣٨ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ٣٩وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ٤٠وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ٤١ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ٤٢وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ٤٣لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ٤٤اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ٤٥وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ٤٦وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ٤٧اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ٤٨قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ٤٩لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ٥٠
Vakıa Suresi Arapça 3. Sayfa
ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ٥١لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ٥٢فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ٥٣فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ٥٤فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ٥٥هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ٥٦نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟٥٧اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ٥٨ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ٥٩نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ٦٠عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ٦١وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ٦٢اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ٦٣ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ٦٤لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ٦٥اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ٦٦بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ٦٧اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ٦٨ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ٦٩لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ٧٠اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ٧١ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ٧٢نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ٧٣فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟٧٤فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ٧٥وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ٧٦
Vakıa Suresi Arapça 4. Sayfa
اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌۙ٧٧ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ٧٨لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ٧٩تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ٨٠اَفَبِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ٨١وَتَجْعَلُونَ رِزْقَـكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ٨٢فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ٨٣وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ٨٤وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلٰـكِنْ لَا تُبْصِرُونَ٨٥فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَد۪ين۪ينَۙ٨٦تَرْجِعُونَـهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ٨٧فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ٨٨فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ٨٩وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِۙ٩٠فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِ٩١وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَۙ٩٢فَنُزُلٌ مِنْ حَم۪يمٍۙ٩٣وَتَصْلِيَةُ جَح۪يمٍۙ٩٤اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَق۪ينِۚ٩٥فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ

Vakıa Suresi Türkçe Oku
Vakıa Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Vakıa Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir rahim.
  2. İza ve kaatil vakıah.
  3. Leyse li vak’atiha kazibeh.
  4. Hafidatun rafiah.
  5. İza ruccetil ardu recca.
  6. Ve bussetil cibalu bessa.
  7. Fe kanet hebaen mun bessa.
  8. Ve kuntum ezvacen selaseh.
  9. Fe ashabul meymeneti ma ashabul meymeneti.
  10. Ve ashabul meş’emeti ma ashabul meş’emeti.
  11. Ves sabikunes sabikun.
  12. Ulaikel mukarrebun.
  13. Fi cennatin naim.
  14. Sulletun minel evvelin.
  15. Ve kalilun minel ahirin.
  16. Ala sururin mevdunetin.
  17. Muttekiine aleyha mutekabilin.
    Vakıa Suresi Türkçe 2. Sayfa
  18. Yetufu aleyhim vildanun muhalledun.
  19. Bi ekvabin ve ebarika ve ke’sin min main.
  20. La yusaddeune anha ve la yunzifun.
  21. Ve fakihetin mimma yetehayyerun.
  22. Ve lahmi tayrin mimma yeştehun.
  23. Ve hurun inun.
  24. Ke emsalil lu’luil meknun.
  25. Cezaen bi ma kanu ya’melun.
  26. La yesmeune fiha lagven ve la te’sima.
  27. İlla kilen selamen selama.
  28. Ve ashabul yemini ma ashabul yemin.
  29. Fi sidrin mahdud.
  30. Ve talhın mendud.
  31. Ve zıllin memdud.
  32. Ve main meskub.
  33. Ve fakihetin kesirah
  34. La maktuatin ve la memnuah.
  35. Ve furuşin merfuah.
  36. İnna enşe’na hunne inşaa.
  37. Fe cealna hunne ebkaran.
  38. Uruben etraba.
  39. Li ashabil yemin.
  40. Sulletun minel evvelin.
  41. Ve sulletun minel ahırin.
  42. Ve ashabuş şimali ma ashabuş şimal.
  43. Fi semumin ve hamim.
  44. Ve zıllin min yahmum.
  45. La baridin ve la kerim.
  46. İnnehum kanu kable zalike mutrefin.
  47. Ve kanu yusirrune alel hınsil azim.
  48. Ve kanu yekulune e iza mitna ve kunna turaben ve iza men e inna le meb’usun.
  49. E ve abaunel evvelun.
  50. Kul innel evveline vel ahirin.
  51. Le mecmuune ila mikati yevmin ma’lum.
    Vakıa Suresi Türkçe 3. Sayfa
  52. Summe innekum eyyuhed dallunel mukezzibun.
  53. Le akilune min şecerin min zakkumin.
  54. Fe ma liune minhel butun.
  55. Fe şaribune aleyhi minel hamim.
  56. Fe şaribune şurbel him.
  57. Haza nuzuluhum yevmed din.
  58. Nahnu halaknakum fe lev la tusaddikun.
  59. E fe reeytum ma tumnun.
  60. E entum tahlukunehu em nahnul halikun.
  61. Nahnu kadderna beynekumul mevte ve ma nahnu bi mes- bukin.
  62. Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fi ma la ta’lemun.
  63. Ve lekad alimtumunneş etel ula fe lev la tezekkerun.
  64. E fe reeytum ma tahrusun.
  65. E entum tezre unehu em nahnuz zariun.
  66. Lev neşau le cealnahu hutamen fe zaltum tefekkehun.
  67. İnna le mugremun.
  68. Bel nahnu mahrumun.
  69. E fe reeytumul maellezi teşrebun.
  70. E entum enzeltumuhu minel muzni em nahnul munzilun.
  71. Lev neşau cealnahu ucacen fe levla teşkurun.
  72. E fe reeytumun narelleti turun.
  73. E entum enşe’tum şecereteha em nahnul munşiun.
  74. Nahnu cealnaha tezkireten ve metaan lil mukvin.
  75. Fe sebbih bismi rabbikel azim.
  76. Fe la uksimu bi mevakiin nucum.
  77. Ve innehu le kasemun lev ta’lemune azim.
    Vakıa Suresi Türkçe 4. Sayfa
  78. İnnehu le kur’anun kerim.
  79. Fi kitabin meknun.
  80. La yemessuhu illel mutahherun.
  81. Tenzilun min rabbil alemin.
  82. E fe bi hazel hadisi entum mudhinun.
  83. Ve tec’alune rızkakum ennekum tukezzibun.
  84. Fe lev la iza belegatil hulkume.
  85. Ve entum hine izin tenzurun.
  86. Ve nahnu akrabu ileyhi minkum ve lakin la tubsirun
  87. Fe lev la in kuntum gayre medinin.
  88. Terciuneha in kuntum sadikin.
  89. Fe emma in kane minel mukarrebine.
  90. Fe revhun ve reyhanun ve cennetu naim.
  91. Ve emma in kane min ashabil yemin.
  92. Fe selamun leke min ashabil yemin.
  93. Ve emma in kane minel mukezzibined dallin.
  94. Fe nuzulun min hamim.
  95. Ve tasliyetu cahim.
  96. İnne haza le huve hakkul yakin.
  97. Fe sebbih bismi rabbikel azim.
Vakıa Suresi Türkçe Meali Oku
Vakıa Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Vakıa Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
  2. o vakıa (kıyamet) bir koptu mu,
  3. onun oluşuna yalan diyen dil olmaz.
  4. İndirir, bindirir.
  5. Yer şiddetle sarsıldığı.
  6. dağlar serpildikçe serpildiği,
  7. hepsi dağılıp toz duman haline geldiği,
  8. siz de üç sınıf olduğunuz zaman,
  9. ki, sağda sağın adamları, ne mutludur onlar!
  10. Solda solun adamları, ne mutsuzdur onlar!
  11. önde, en öne geçenler, işte o ileride olanlar!
  12. (11-12) Naim cennetlerinde (Allah’a) yakın olanlardır.
  13. (11-12) Naim cennetlerinde (Allah’a) yakın olanlardır.
  14. Çoğu öncekilerden,
  15. biraz da sonrakilerden,
  16. cevherlerle işlenmiş tahtlar üstünde,
  17. karşı karşıya kurulmuşlar.
    Vakıa Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa
  18. Etraflarında taze kalan küpeli genç hizmetçiler dolaşırlar.
  19. Main’den doldurulmuş küpler, ibrikler ve kadehlere,
  20. bu içkiden ne başları ağrıtılır ne de içtiklerini tüketirler.
  21. Meyve beğendiklerinden,
  22. kuş eti istediklerinden,
  23. iri gözlü huriler,
  24. saklı inciler gibi,
  25. işledikleri amellere mükafat için.
  26. Orada ne boş bir laf işitirler, ne de günaha sokan bir söz.
  27. Tek işittikleri söz: “Selam, selam!”
  28. Sağın adamları ise, ne sağın adamları!
  29. Dalbastı kirazlar,
  30. salkım muzlar içinde,
  31. uzamış bir gölge,
  32. çağlayan bir su,
  33. bir çok meyve,
  34. (ki) bunlar ne eksilir, ne de yasaklanırlar,
  35. yüksek döşekler (üstündedirler).
  36. Biz onları yeniden inşa etmişizdir,
  37. onları bakire kılmışızdır,
  38. kocalarını çok seven aynı yaşta,
  39. sağın adamları için.
  40. Bir çoğu önceki (ümmet)lerden,
  41. bir çoğu da sonrakilerdendir.
  42. Solun adamları ise, ne solun adamları!
  43. İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde,
  44. kapkara boğucu dumandan bir gölge,
  45. ne serin, ne de rahatlatıcı!
  46. Çünkü onlar bundan önce varlık içinde keyiflerine düşkün şımarık müsriflerdi.
  47. Büyük günahda ısrar ediyorlardı;
  48. ve diyorlardı ki: “Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, gerçekten biz mi bir daha diriltileceğiz?
  49. Önceki atalarımız da mı?”
  50. De ki: “Muhakkak. Öncekilerin ve sonrakilerin tümü,
  51. belli bir günün belli bir vaktinde mutlaka toplanacaklardır!”
    Vakıa Suresi Türkçe Meali 3. Sayfa
  52. Sonra siz, ey sapık inkarcılar,
  53. mutlaka bir ağaçtan, zakkumdan yersiniz,
  54. karınlarınızı onunla doldurursunuz,
  55. üstüne de kaynar su içersiniz,
  56. susuzluk illetine tutulmuş kanmak bilmeyen develerin içişi gibi içersiniz.
  57. İşte ceza gününde onların konuklukları (ağırlanışları) böyledir!
  58. Sizi Biz yarattık, hala tasdik etmeyecek misiniz?
  59. Şimdi gördünüz mü o döktüğünüz meniyi?
  60. Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan Biz miyiz?
  61. Aranızda ölümü Biz takdir ettik ve Bizim önümüze geçilmez.
  62. Kılıklarınızı değiştirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışta var etmek üzereyiz.
  63. Muhakkak ilk yaratılışı biliyorsunuz. O halde düşünsenize!
  64. Şimdi gördünüz mü o ektiğiniz tohumu?
  65. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz?
  66. Dilesek onları elbette bir çöpe çevirirdik de ağzınızda şöyle geveler dururdunuz:
  67. “Muhakkak biz çok ziyandayız.
  68. doğrusu büsbütün mahrum olduk!”
  69. şimdi gördünüz mü o içtiğiniz suyu?
  70. Buluttan onu siz mi indiriyordunuz. yoksa Biz miyiz indiren?
  71. Dileseydik onu acı bir çorak yapardık. O halde şükretseniz ya!
  72. Bir de o çaktığınız ateşi gördünüz mü?
  73. Onun ağacını siz mi inşa ettiniz, yoksa Biz miyiz inşa eden?
  74. Biz onu hem bir ihtar, hem de alandaki muhtaçlara (çöl yolcularına) faydalı kıldık;
  75. O halde Rabbini o büyük adıyla tesbih et!
  76. Artık yok, yıldızların yerlerine yemin ederim;
  77. bilseniz o, gerçekten çok büyük bir yemindir.
    Vakıa Suresi Türkçe Meali 4. Sayfa
  78. Ki bu, hakikaten çok değerli bir Kur’an’dır.
  79. Korunan bir Kitapta;
  80. ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez;
  81. Alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir!
  82. Şimdi bu kelama siz yağ mı süreceksiniz?
  83. Ve rızkınızı tekzibiniz (nasibinizi yalanlamanızdan ibaret) mi kılacaksınız?
  84. O halde can boğaza geldiği vakit,
  85. ki o zaman bakar durursunuz,
  86. Biz ise ona sizden daha yakınızdır, fakat siz göremezsiniz!
  87. (86-87) Haydi, eğer dine boyun eğmeyecek, ceza çekmeyecek iseniz, çevirsenize o canı geri, iddianızda doğru iseniz!
  88. (86-87) Haydi, eğer dine boyun eğmeyecek, ceza çekmeyecek iseniz, çevirsenize o canı geri, iddianızda doğru iseniz!
  89. Ama o (can çekişen kişi) Allah’a yakın olanlardan ise,
  90. (ona) ravh (rahmet, ferahlık, daimi bir hayat), güzel bir rızık ve Naim cenneti vardır.
  91. Eğer sağın adamlarından ise,
  92. artık selam sana, sağın adamlarından.
  93. Ama o yalanlayan sapıklardan ise,
  94. muhakkak konukluğu kaynar su
  95. ve yaslanacağı cehennemdir!
  96. Kesin gerçek budur işte!
  97. Haydi Rabbini büyük ismiyle tesbih et!

Vakıa Suresi Konusu

Vakıa Suresi konusu, Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur: a) Önceki sûre Allah Teâlâ’nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır. b) Önceki sûrede Allah’ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır. c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır. d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).

Vakıa Suresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).

Vakıa Suresi Fazileti

Vakıa Suresi fazileti,

Vakıa Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Vakıa Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Vakıa Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 533. sayfada başlar, 536. sayfada biter.


Vakıa Suresi kaç ayettir?

Vakıa Suresi, 96 ayetten oluşur.


Vakıa Suresi hangi cüzde yer alır?

Vakıa Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 27. cüzde yer alır.


Vakıa Suresi kaç sayfadır?

Vakıa Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 4 sayfa içinde yer alır.


Vakıa Suresi Tefsiri
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Vakıa Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Vakıa Suresi 1-10. Ayet Tefsiri
Kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı bir tasvire yer verildikten sonra, âhirette insanların üç gruba ayrılacakları belirtilmektedir. Bu gruplardan ilki, 8. âyette “ashâbü’l-meymene”, 27, 38, 90 ve 91. âyetlerde “ashâbü’l-yemîn” olarak adlandırılmış olup, Kur’an’daki başka açıklamalardan anlaşıldığına göre bu, “amel defteri sağ tarafından verilenler” demektir (bk. İsrâ 17/71; Hâkka 69/19; İnşikåk 84/7). İkinci grup 9. âyette “ashâbü’l-meş’eme” ve 41. âyette “ashâbü’ş-şimâl” olarak adlandırılmış, ayrıca 51 ve 92. âyetlerde “yoldan sapmış inkârcılar” diye anılmıştır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir (bk. Hâkka 69/25; İnşikåk 84/10). Üçüncü grup ise 10. âyette “es-sâbikûne’s-sâbikûn” (önde olanlar, o önde olanlar), 11 ve 88. âyetlerde “mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) şeklinde nitelenmiştir; bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır. Birinci grup için kullanılan “ashâbü’l-meymene” tamlamasındaki meymene kelimesi “uğur, bereket”, “ashâbü’l-meş’eme” tamlamasındaki meş’eme kelimesi “uğursuzluk” anlamına gelmekle beraber esasen bunlar da Araplar’da hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği telakkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça’da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanılır. Bazı müfessirler Hadîd sûresinin 12 ve Tahrîm sûresinin 8. âyetlerine dayanarak burada birinci gruptakilerin sağ yanlarının Allah’ın nuruyla aydınlanacağına işaret bulunduğu yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 56; Râzî, XXIX, 142–145). Bu bilgiler dikkate alınarak, –bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de– ashâbü’l-meymene ve ashâbü’l-yemîn tamlamaları için “Allah’ın hoşnut olduğu tavırları benimseyen, O’nun katında değerli kimseler” anlamını yansıtacak bir tercüme yapılması uygun olur. Bu sebeple, belirtilen âyetlerin meâllerinde bu deyimler “hakkın ve erdemin yanında olanlar” şeklinde çevrilmiştir. Aynı anlayışla, ashâbü’l-meş’eme ve ashâbü’ş-şimâl deyimleri de ilgili âyetlerde “bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar” şeklinde karşılanmıştır.1. âyette geçen vâkıa kelimesi “meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hâdise” demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, “büyük olay gerçekleştiği zaman” ifadesinin devamında “göreceksiniz neler olacak!” gibi bir mânanın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre 2. âyete “Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz” şeklinde mâna vermek uygun olur. Yine bu âyetteki kâzibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek “onun oluşu asla yalan değildir” anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).Bazı müfessirlere göre 3. âyette söz konusu edilen “alçaltma ve yükseltme” kıyametle birlikte evrende meydana gelecek fizikî değişikliklerle ilgili olup mevcut düzen ve dengenin altüst olacağı anlamındadır; bu yorum 5-6. âyetlerdeki tasvire uygun düşmektedir. Diğer bir yaklaşıma göre alçaltma ve yükseltme insan unsuruyla ilgilidir. Bu da iki farklı yorum ortaya çıkarmaktadır: a) Kıyametin kopması âhirette inkârcıları cehennemin aşağılarına düşürecek ve müminleri cennetin yukarılarına yükseltecektir; b) Kıyametin kopması bu dünyada büyüklenen nice kimseleri ve toplumları alçaltacak, rezil rüsvâ edecek, horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir (Taberî, XXVII, 166-167; Zemahşerî, IV, 56; İbn Atıyye, V, 239). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 218-220
Vakıa Suresi 11-26. Ayet Tefsiri
“Mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) diye nitelenen “es-sâbikûne’s-sâbikûn” (önde olanlar, o önde olanlar) grubu ile “Allah ve resulüne ilk iman edenler, ilk muhacirler, iki kıbleye doğru da namaz kılmış sahâbîler” şeklinde belirli kimselerin kastedildiği yorumları yapılmış olmakla beraber, İbn Atıyye esasen âyetin dünyada iken iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda öncü konumunda olan ve âhiret mutluluğunda da en önde olmayı hak eden bütün insanları kapsadığını belirtir (diğer yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVII, 170-171; İbn Atıyye, V, 240; Şevkânî, V, 172). 13. âyette geçen ve “çoğu” diye tercüme edilen sülle kelimesi “az olsun çok olsun insan topluluğu”nu ifade eden bir kelimedir. Buna göre âyeti “bir kısmı öncekilerdendir” şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat sonrakilerden söz eden 14. âyette “birazı” dendiği için buna da “çoğu” anlamı verilmiştir. Burada Kur’an’ın muasırları ve sonrasını kapsayan bir tasniften söz edildiği kabul edilirse, “sâbikûn”dan çoğunun öncekilerden olduğunu izah kolaylaşır; zira bu grubun öncüleri sahâbe-i kirâmdır. Bu tasnifin geçmiş ümmetleri de kapsadığı kabul edildiğinde ise, gelip geçmişlerden “sâbikûn”un çokluğu, bütün peygamberleri içine almasıyla izah edilebilir (İbn Atıyye, V, 241). 15-26. âyetlerde ve daha sonra da 28-37. âyetlerde cennet nimetiyle ödüllendirilecek ve onurlandırılacak kimseleri bekleyen hayata ilişkin canlı tasvirlere yer verilmektedir. 17. âyette, dünyadaki tasavvurlarımıza göre hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmekte; cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin “hizmet edilen” konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir (başka yorumlarla birlikte bk. Şevkânî, V, 173-174). 19. âyetteki cennet içkilerinin içenlere baş ağrısı vermeyeceğine dair ifade “toplantıları dağıtılmaz, ağızlarının tadını kaçıracak bir durumla karşılaşmazlar”, aynı içkinin sarhoşluk vermeyeceğine dair ifade ise “içtikleri tükenmez” mânalarıyla da açıklanmıştır (İbn Atıyye, V, 242; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; M. Süreyya Şahin-Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 374-386). Kaynak :
Vakıa Suresi 27-40. Ayet Tefsiri
Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikûnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222
Vakıa Suresi 41-56. Ayet Tefsiri
Bu defa, âhireti inkâr ederek dünya hayatını boşa geçirenlerin acı âkıbeti ve içine düşecekleri vahim durumlar canlı bir anlatımla tasvir edilmektedir (cehennem hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk HarmanBekir Topaloğlu, “Cehennem”, DİA, VII, 225-233). 45. âyetteki mütrefîn kelimesi –Kur’an’da aynı kökten gelen kelimelerin kullanımı da dikkate alınarak– genellikle “sahip olduğu imkânlardan ötürü, refah içinde şımaran insanlar” mânasında anlaşılmıştır. Bu bağlamda kelimeyi “Allah’a şirk koşanlar” veya “kibirlenenler” şeklinde yorumlayan müfessirler de vardır (Şevkânî, V, 178). Râzî’nin dikkate değer açıklamasından da (XXIX, 170-171) yararlanarak bu konuda şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Amel defteri solundan verilecek cehennemlikler hep zenginlerden olmayacağına göre burada kötülenen şey, insanların nimetler içinde olması değildir; asıl eleştirilen tutum, müteakip âyette değinilen, günahta ve inkârcılıkta ısrar etmektir. Esasen yoksulluk ve zenginlik hem toplumsal şartlara hem de kişinin algılamasına göre izâfîlik taşır ve hemen bütün insanlar –sahip oldukları imkânlar çerçevesinde– nimetin asıl sahibini görmezden geliyorsa “mütref” olarak nitelenebilir. Dolayısıyla, burada eleştirilenler, âhiret endişesi taşımayan, ahlâkî değerlere sırt çevirerek gününü gün eden, böylece hazlarının tutsağı haline gelen ve ebedî kurtuluşları için ellerindeki en büyük fırsat olan ömürlerini hoyratça tüketenlerdir. 46. âyetin meâlinde hıns kelimesinin “günah” anlamı esas alınmıştır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada, cehennemliklerin Lokman sûresinin 13. âyetinde en büyük günah olarak nitelenen şirk (Allah’a ortak koşma) üzerindeki inatçı tavırlarından söz edilmektedir. Bu kelimenin “yemini bozma” anlamından hareketle âyet, “Onlar o büyük yeminlerini bozmamakta ısrarcı davranıyorlardı” şeklinde de çevrilebilir; bu takdirde Nahl sûresinin 38. âyetinde belirtildiği üzere müşriklerin, “Allah’ın ölen birini diriltmeyeceğine dair en büyük yeminleri etmeleri”ne atıfta bulunulmuş olur (İbn Atıyye, V, 246; zakkum ağacı hakkında bilgi için bk. Sâffât 37/62-65). Kaynak :
Vakıa Suresi 57-74. Ayet Tefsiri
İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ’nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, “Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez” şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de mümkündür: “Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik.” Bu anlayışa göre âyetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz” (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 178-180; Şevkânî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yâsîn 36/81). İbn Âşûr “Aranızda ölümü biz takdir ettik” cümlesinde “hakkınızda” değil, “aranızda” denerek, ölümün âdeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).72. âyette geçen “ağaç” anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yâsîn 36/80). Buna göre 73. âyetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla “çöl yolcuları ve açlık çekenler” diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat âyetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak meâlde “işaret” anlamı verilmiştir, Mücâhid’in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi “ibret” mânasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah’ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O’nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Râzî, XXIX, 184) mânasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana “Allah’ın göklerin ve yerin nûru olduğu”nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).74. âyetteki azîm kelimesi genellikle “rab” kelimesinin sıfatı kabul edildiği için meâlde “Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et” anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu “isim” kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meâl şöyle olur: “Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et” (İbn Atıyye, V, 255). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 225-227
Vakıa Suresi 75-80. Ayet Tefsiri
İlk âyette “yıldızların yerleri” diye çevrilen tamlama müfessirlerce daha çok “yıldızların doğduğu veya battığı yerler, dolaştığı menziller yani yörüngeler” ve özellikle “kıyamet sırasında yıldızların düşeceği yerler” mânalarıyla açıklanmıştır. Bazı ilk dönem müfessirlerinden, burada “Kur’an’ın parça parça indirilişi veya indirilmiş kısımları”nın veya “Kur’an’ın muhkem âyetleri”nin yahut “Kur’an’ın başı ve sonu arasındaki uyumun, tutarlılığı”nın kastedildiği yorumları nakledilmiştir (Taberî, XXVII, 203-204). Râzî, maksadın “Kur’an’ın girdiği kalpler” olabileceği yorumunu da zikreder (XXIX, 188). Öte yandan, bu tamlamanın sözlükte “yıldızların düştüğü yerler” anlamına gelmesi, günümüzdeki bazı Kur’an araştırmacılarını burada astrofizik uzmanlarının “kara delik” tabir ettikleri “büyük kütleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazî gök cisimleri”ne veya “yıldız kökenli olmayıp yıldızlar arası uzaydaki gaz kütlesinin sıkıştırılmasının yol açtığı oluşumlar”a işaret edildiği yorumunu yapmaya yöneltmiştir (Allah’ın yemin etmesi ve Kur’an’da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6). 77. âyette Kur’an, “mertebesi yüksek, değerli, yüce” anlamlarına gelen kerîm sıfatıyla nitelenmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, son kitap olması dolayısıyla onu bütün ilâhî kitaplardan mükemmel kılmış, gerçek dışı unsurların ona karışmasını önlemiş, onda yüksek ahlâk ilkelerine ve önemli konulara yer vermiştir. Onu ezberleyenin ve okuyanın değeri artar; o, gerçeğe ulaştıran kanıtlarla doludur, içerdiği hidayet, bilgi, açıklama ve hikmetlerle her türlü övgünün üzerinde bir kıymeti haizdir. Ardından gelen ve “korunmuş bir kitaptadır” diye tercüme edilen ifade Kur’an’ın ikinci sıfatı olduğuna göre bu da onun değerini anlatan mânevî bir nitelemedir. Başka izahlar da bulunmakla beraber birçok müfessir tarafından güçlü bulunan yoruma göre buradaki “kitap” kelimesinden maksat “levh-i mahfûz”dur (aşağıda belirtileceği üzere, bu yoruma göre meleklerin Allah’ın ilmine, levh-i mahfûzdakilere “dokunabilmeleri” o kaynakla irtibat kurmaları ve bu hususta kendilerine verilmiş görevler bulunduğu anlamındadır; ayrıca bk. Bürûc 85/21-22). Şu halde 77 ve 78. âyetler arasındaki anlam bağı şu olmalıdır: Kur’an’ın –Resûlullah’tan işitildiği şekliyle– lafızları ve mânaları, Allah’ın ilmindekine uygundur ve o asla beşer sözü değildir. Allah’ın katındakiler bizim açımızdan saklı ve mahiyetini idrak edemeyeceğimiz hususlar olduğu için O’nun ilmini ifade eden “kitap” kelimesi “saklı, korunmuş” anlamına gelen meknûn sıfatıyla nitelenmiştir; “kitap” kelimesinin kullanılması da O’nun ilminin sâbit ve değişmezliğini belirtmek içindir. 79. âyetteki “temizlenenler” anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir; Abese sûresinin 11-16. âyetleri bu anlamı desteklemektedir. Dolayısıyla, buradaki “dokunma” anlamına gelen mess kelimesi, Kur’an’ın içeriğinin peygambere iletilmesinde meleklerden başkasının rolünün olamayacağını ve müşriklerin iddia ettikleri gibi kâhin veya şair sözü olmadığını ifade etmektedir. Zira müşrikler cin ve şeytanların gökten gelen haberlerden çalıntı yapabildiklerine, kâhinlerin de onlardan bilgi aldıklarına, yine her şairin kendisine şiiri dikte eden bir şeytanın bulunduğuna inanıyorlardı; Hz. Peygamber’in de Kur’an’ı böyle bir yolla elde ettiğini ileri sürmüşlerdi. Kur’an’ın Allah Teâlâ tarafından böylesine yüceltici ifadelerle anılması ve âyette, –asıl anlam yukarıda açıklandığı şekilde olsa bile– temiz olarak dokunmanın ona saygıyı belirten bir niteleme olarak yer alması sebebiyle ilk zamanlardan itibaren müslümanlar Kur’an âyetlerinin yazılı olduğu malzemeye ve mushafa ibadet temizliği olmadan yani abdestsiz olarak dokunmamaya özen göstermişlerdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu da Hz. Peygamber’den nakledilen bazı söz ve uygulamaları (Muvatta’, “Kur’an”, 1) bu yöndeki çıkarımı destekleyici bulmuşlar ve mushafa el sürmek için abdest almak gerektiğine hükmetmişlerdir. Öte yandan İbn Abbâs, Dâvûd b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfûz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câiz görmüşlerdir (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 192-196; İbn Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesıd, I, 435; II, 32; Şevkânî, V, 186; a.mlf., Neylü’l-Evtâr, I, 225-227, 246-248; İbn Âşûr, XXVII, 333-337). Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur’an’la yakından ilgilenme ve mânaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Zaten İmam Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur’an eğitim öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlaa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir. Mushafa dokunmadan Kur’an’ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir. Kaynak :
Vakıa Suresi 81-82. Ayet Tefsiri
Müfessirler genellikle, 81. âyetteki (“söz” şeklinde çevrilen) hadîs kelimesiyle Kur’ân-ı Kerîm’in kastedildiği, 82. âyette de inkârcıların verilen nimetlere şükredecekleri yerde bunların Allah’tan geldiğini yalanlama yoluna girmelerinin eleştirildiği kanaatindedirler. Nimete nankörlük hususunda da çoğunlukla, yağmurun yağmasını birtakım yıldızların gücüne izâfe edici sözler söyleyenler örnek gösterilir. Bazı müfessirler ise bu âyetlerden şu mânaları çıkarmışlardır: Siz yukarıda söylenenleri mi veya öldükten sonra diriltileceğinize dair sözü mü hafife alıyorsunuz? Bu Kur’an’dan nasibiniz yalancılıkla itham etmekten ibaret mi olacak veya yalancılıkla ithamı bir rızık, bir gıda yahut geçim kaynağı mı görüyorsunuz? (Râzî, XXIX, 197-198; Şevkânî, V, 186-187). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231
Vakıa Suresi 83-87. Ayet Tefsiri
Öldükten sonra diriltilmeyi ve âhiret hayatını inkârda inat edenler, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, Allah’ın kulları üzerindeki mutlak gücü ve hâkimiyetini kabullenmek istemeyenler öleni geri döndürmeye çağırılmaktadır. 86. âyet “madem ki hesaba çekilmeyecekmişsiniz” veya “madem ki ceza görmeyecekmişsiniz” mânalarında da anlaşılmıştır (Râzî, XXIX, 200-201; İbn Âşûr, XXVII, 345-346; ayrıca bk. Kåf 50/16-17). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231
Vakıa Suresi 88-95. Ayet Tefsiri
Ölüm gerçeğinin ardından gelecek bir gerçek daha var ki o da sûrenin başında belirtildiği şekilde herkesin bu dünyada yaptıklarına göre bir gruplandırmaya tâbî tutulup ona uygun muamele göreceğidir.95. âyette geçen “hakku’l-yakîn” tamlaması konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Esasen aynı mânaya gelen bu iki kelimenin pekiştirme amacıyla birbirine izâfet yapıldığı anlaşılmaktadır (bk. İbn Atıyye, V, 254-255; Râzî, XXIX, 203-204); bu sebeple meâlde “gerçeğin ta kendisi” şeklinde karşılanmıştır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/18). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231
Vakıa Suresi 96. Ayet Tefsiri
Âhirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. âyette yapıldığı gibi, burada da (88-95. âyetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah’ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkârcıların tutumu ne olursa olsun, Allah’ı O’na yaraşır biçimde anmaya, O’nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 232
Vakıa Suresi Hakkında
Adını “mutlaka gerçekleşecek olan şey” anlamına gelen ve sûrenin birinci âyetinde geçen vâkıa kelimesinden alır. Birkaç âyetinin Medine’de nâzil olduğu söylenmişse de (Kurtubî, XVII, 126; Âlûsî, XXVII, 182) müfessirlerin çoğunluğuna göre Mekke’de inmiştir (İbn Atıyye el-Endelüsî, V, 238). Doksan altı âyet olup fâsılası” ا، ب، ة، د، ل، م، ن“ harfleridir. Nübüvvetin 5 veya 6. yılında nâzil olduğu tahmin edilen sûrenin ana konusu ölümden sonra yeni bir hayatın başlayıp sonsuza kadar devam edeceği, insanların inanç ve davranışlarının karşılığını orada bulacakları hususudur. Bu çerçevede sûrenin muhtevasını iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Sûre muhtemelen aynı yıllarda inen diğer sûrelerde etkin biçimde vurgulandığı gibi kıyametin kopuşunu dile getirmekle başlar. İnsanların yaşadığı yer küresinin şiddetli bir sarsıntı ile sarsılacağı, kürenin sabit ağırlıkları sanılan dağların ufalanıp toz haline geleceği o gün insanların sağdakiler, soldakiler ve önde bulunanlar şeklinde üç gruba ayrılacağı belirtilir (âyet: 1-7). Öndekiler iman ve iyi davranışlar bakımından diğer müminlere nisbetle mesafe alıp Allah’a yaklaştırılan zümredir. Bunlar cennette bedenî ve ruhî birçok nimete eriştirilecektir. Sağdakiler âhirette amel defterleri sağdan verilecek cennetlikler olup onlar da mutlu kılınacaktır. Soldakiler ise amel defterleri soldan veya arka taraftan verilecek kimselerdir. Bunlar âhireti inkâr eden günahkârlardır ve cehennemde azap göreceklerdir (krş. el-Hâkka 69/19-37; el-İnşikāk 84/7-12). Daha sonra inkârcılara hitap edilerek ilk yaratılışın Allah tarafından gerçekleştirildiğini kabul ettikleri halde öldükten sonra diriltmeyi yine O’nun gerçekleştireceğine niçin inanmadıkları sorulur ve spermadan insan üretmeyi, tohumdan ekin bitirmeyi, buluttan su indirmeyi ve ağaçtan ateş çıkarmayı inkârcıların mı yoksa Allah’ın mı gerçekleştirdiği sorusu yöneltilir. Birinci bölüm, Hz. Peygamber’e şanı ve azameti yüce olan rabbini ulûhiyyetle bağdaşmayan sıfatlardan tenzih etmesini emreden âyetle sona erer (âyet: 8-74).
İkinci bölüm, yıldızların yörüngelerine yemin edilerek ve bunun bilenler için büyük bir yemin olduğu belirtilerek başlar. Yemin konusunun âlemlerin rabbi tarafından Hz. Muhammed’e indirilen vahyin ürünü Kur’an’ın teşkil ettiği belirtilir. Ardından büyük bir lutuf sayılan böyle bir kelâmın kāle alınması ve bu nimete şükredilmesi gerektiği halde onun nankörce inkâr edilmesi hayret verici bir davranış diye nitelendirilir. Ardından inanmayanların en önemli eksiği olan ölüme ve ölüm ötesi âlemine iman konusuna etkili biçimde temas edilerek, “Peki, can boğaza dayandığı ve siz etrafındakiler çaresizlik içinde bakındığınız zaman bizim âhiret yolcusuna sizden daha yakın olduğumuzu biliyor musunuz? Onun sorgu ve ceza âlemine sürüklenmeyeceği iddiasında samimi iseniz ölümü geri çevirmeli değil misiniz?” soruları yöneltilir. Ardından Allah’a yakın olan ve amel defterleri sağdan verilenlerin ebedî hayattaki mutluluğu, gerçeği yalanlayanların da mutsuzluğuna temas edilir. Sûre Resûlullah’a rabbinin ismini ve şanını yüceltmesini emreden âyetle tamamlanır (âyet: 75-96). Mekke döneminin ortalarında inen sûrelerin çoğunda görüldüğü gibi Vâkıa sûresinde de âhirete iman konusu ele alınmış, ebedî hayatta mutlu veya mutsuz olacak insanların yaşantıları tasvir edilmiş, kişide âhiret inancını oluşturup davranışlarını etkileyecek uyarıcı ve düşündürücü ifadelere müessir bir üslûp içinde yer verilmiştir. Dünya hayatının çekici ve itici yanlarının çoğu zaman kişinin bedeninin yanı sıra psikolojik hayatını da çeşitli yönlere sürüklemekte olduğu inkâr edilmez bir gerçektir. Bu sebeple Vâkıa sûresi zaman zaman okunmalı, bu sayede kişi mânevî yönelişinde meydana gelebilecek sapmalardan kendini korumalıdır.
Vâkıa sûresi, Resûl-i Ekrem’e diğer peygamberlere verilen ilâhî kitaplara Kur’an’dan tekabül eden sûre gruplarından fazla olarak inzâl edilen “mufassal” sûreler içinde yer alır. Abdullah b. Abbas’tan rivayet edildiğine göre Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’a erken sayılacak bir yaşta saçlarına ak düşmesinin sebebini sorunca o da, “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn ve İze’ş-şemsü küvvirat sûreleri ihtiyarlatmıştır” cevaben vermiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 56/6; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 322). Bu sûrelerin ilkinin geçmiş peygamberlerin çetin mücadelelerinden, diğerlerinin kıyametin kopması ve âhiret hallerinden bahsetmesi dikkat çekicidir. Hz. Peygamber’in sabah namazlarında Vâkıa sûresini okuduğuna dair rivayet sahih kabul edilmiştir (Müsned, V, 104; a.e. [Arnaût], XXXIV, 504-505; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 323). “Her gece Vâkıa sûresini okuyan kimse fakirlik çekmez” meâlinde (Zemahşerî, VI, 40; Beyzâvî, IV, 240) Resûl-i Ekrem’e nisbet edilen hadisin sahih olmadığı belirtilmiştir (Zemahşerî, VI, 40-41 [neşredenin notu]; M. Nâsırüddin el-Elbânî, I, 45-46, hadis nr. 290; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 323-324). Bunun dışında sûrenin fazileti için nakledilen bazı rivayetlerin de sıhhati tesbit edilememiştir (Âlûsî, XXVII, 183; Elmalılı, VI, 4700).
Adnân Câbir Muhammed et-Tuveyrikī Sûretü’l-VâķıǾa ve hüdâhâ ve beyyinâtühâ (1400/1980, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi Şeriat Fakültesi), Halil Cebeci Âhiret Hayatı Açısından Vâkıa Sûresi ve Tefsîri (1999, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adıyla yüksek lisans tezi hazırlamıştır. André Miquel l’Evénement, le Coran, sourate LVI adını taşıyan tefsir niteliğinde bir çalışma yapmış (Paris 1992), Mahmûd Muhammed Garîb Sûretü’l-VâķıǾa ve menhecühâ fi’l-Ǿaķāǿid (Bağdat, ts. [ed-Dârü’l-Arabiyye]), Muhammed b. Muhammed Ebû Şühbe Tefsîrü Sûreti’l-VâķıǾa: Śuver mine’l-iǾcâzi’l-beyânî ve aĥkâmi’l-meǾânî (Cidde 1403/1983) ismiyle birer eser kaleme almıştır. Âmir Îdan Ali, “Sûretü’l-VâķıǾa: Đavǿ Ǿale’l-ķıra
ǿâti’l-Ķurǿâniyye ve’t-tevcîhâti’n-naĥviyye” adlı bir makale yayımlamıştır (Âfâķu’ŝ-ŝeķāfe ve’t-türâŝ, yıl 2, sy. 48 [Dübey 1425/2005], s. 6-22).
BİBLİYOGRAFYA:
Müsned, V, 104; a.e. (Arnaût), XXXIV, 504-505; Tirmizî, “Tefsîr”, 56/1-6; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/ 1995, XXVII, 266; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 318-319; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, VI, 40-41 [neşredenin notu]; İbn Atıyye el-Endelüsî, el-Muĥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1413/1993, V, 238; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 240; Kurtubî, el-CâmiǾ li-aĥkâmi’l-Ķurǿân, Beyrut 1408/ 1988, XVII, 126; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî (nşr. M. Ahmed el-Emed – Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXVII, 182-183; M. Fevzi Efendi, el-Havâssü’n-nâfia fî tefsîri sûreti’l-Vâkıa, İstanbul 1313; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4700; M. Nâsırüddin el-Elbânî, Silsiletü’l-eĥâdîŝi’ż-żaǾîfe ve’l-mevżuǾa, Riyad 1420/2000, I, 45-46, hadis nr. 290; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 322-324; Seyyid Muhammed Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i VâķıǾa”, DMT, IX, 387-388.
Bekir Topaloğlu

Kaynak

suresi com tr
Rahman Suresi Özel

Rahman Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 78 âyettir. Sûre, adını ilk âyeti oluşturan ve Allah’ın sıfatlarından biri olan “er-Rahmân” kelimesinden almıştır. 

Rahman Suresi Arapça Oku
Rahman Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.

Rahman Suresi Arapça 1. Sayfa
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلرَّحْمٰنُۙ١عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ٢خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ٣عَلَّمَهُ الْبَيَانَ٤اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ٥وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ٦وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ٧اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ٨وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ٩وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ١٠ف۪يهَا فَاكِهَةٌۖ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ١١وَالْحَبُّ ذُوالْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُۚ١٢فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ١٣خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ١٤وَخَلَقَ الْجَٓانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍۚ١٥فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ١٦
Rahman Suresi Arapça 2. Sayfa
رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِۚ١٧فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ١٨مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِۙ١٩بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِۚ٢٠فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٢١يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ۬ وَالْمَرْجَانُۚ٢٢فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٢٣وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنْشَاٰتُ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۚ٢٤فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ۟٢٥كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍۚ٢٦وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُوالْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ٢٧فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٢٨يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ٢٩فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٣٠سَنَفْرُغُ لَكُمْ اَيُّهَ الثَّقَلَانِۚ٣١فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٣٢يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُواۜ لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍۚ٣٣فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٣٤يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِۚ٣٥فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٣٦فَاِذَا انْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِۚ٣٧فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٣٨فَيَوْمَئِذٍ لَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذَنْبِه۪ٓ اِنْسٌ وَلَا جَٓانٌّۚ٣٩فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٤٠
Rahman Suresi Arapça 3. Sayfa
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ٤١فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٤٢هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَۢ٤٣يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَم۪يمٍ اٰنٍۚ٤٤فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ۟٤٥وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِۚ٤٦فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۙ٤٧ذَوَاتَٓا اَفْنَانٍۚ٤٨فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٤٩ف۪يهِمَا عَيْنَانِ تَجْرِيَانِۚ٥٠فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٥١ف۪يهِمَا مِنْ كُلِّ فَاكِهَةٍ زَوْجَانِۚ٥٢فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٥٣مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى فُرُشٍ بَطَٓائِنُهَا مِنْ اِسْتَبْرَقٍۜ وَجَنَا الْجَنَّتَيْنِ دَانٍۚ٥٤فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٥٥ف۪يهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِۙ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ اِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَٓانٌّۚ٥٦فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٥٧كَاَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُۚ٥٨فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٥٩هَلْ جَزَٓاءُ الْاِحْسَانِ اِلَّا الْاِحْسَانُۚ٦٠فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٦١وَمِنْ دُونِهِمَا جَنَّتَانِۚ٦٢فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۙ٦٣مُدْهَٓامَّتَانِۚ٦٤فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٦٥ف۪يهِمَا عَيْنَانِ نَضَّاخَتَانِۚ٦٦فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٦٧
Rahman Suresi Arapça 4. Sayfa
ف۪يهِمَا فَاكِهَةٌ وَنَخْلٌ وَرُمَّانٌۚ٦٨فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٦٩ف۪يهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌۚ٧٠فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٧١حُورٌ مَقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِۚ٧٢فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٧٣لَمْ يَطْمِثْهُنَّ اِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَٓانٌّۚ٧٤فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ٧٥مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍۚ٧٦فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ٧٧تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ

Rahman Suresi Türkçe Oku
Rahman Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Rahman Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir rahim.
  2. Er rahman.
  3. Allemel kur’an.
  4. Halakal insan.
  5. Allemehul beyan.
  6. Eş şemsu vel kameru bi husban.
  7. Ven necmu veş şeceru yescudan.
  8. Ves semae refeaha ve vedaal mizan.
  9. Ella tatgav fil mizan.
  10. Ve ekimul vezne bil kıstı ve la tuhsırul mizan.
  11. Vel arda vedaaha lil enam.
  12. Fiha fakihetun vennahlu zatul ekmam.
  13. Vel habbu zul asfi ver reyhan.
  14. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  15. Halakal insane min salsalin kel fehhar.
  16. Ve halakal canne min maricin min nar.
  17. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
    Rahman Suresi Türkçe 2. Sayfa
  18. Rabbul meşrikayni ve rabbul magribeyn.
  19. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  20. Merecel bahreyni yeltekıyan.
  21. Beynehuma berzehun la yebgıyan.
  22. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  23. Yahrucu min humel luluu vel mercan.
  24. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  25. Ve lehul cevaril munşeatu fil bahri kel alam.
  26. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  27. Kullu men aleyha fan.
  28. Ve yebka vechu rabbike zul celali vel ikram.
  29. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  30. Yes’ eluhu men fis semavati vel ard, kulle yevmin huve fi şe’nin.
  31. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  32. Se nefrugu lekum eyyuhes sekalan.
  33. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  34. Ya ma’şerel cinni vel insi inisteta’tum en tenfuzu min aktaris semavati vel ardı fenfuz, la tenfuzune illa bi sultan.
  35. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  36. Yurselu aleykuma şuvazun min narin ve nuhasun fe la tentesıran.
  37. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  38. Fe izen şakkatis semau fe kanet verdeten keddihan.
  39. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  40. Fe yevme izin la yus’elu an zenbihi insun ve la cann.
  41. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
    Rahman Suresi Türkçe 3. Sayfa
  42. Yu’reful mucrımune bi simahum fe yu’hazu bin nevasi vel akdam.
  43. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  44. Hazihi cehennemulleti yukezzibu bi hel mucrimun.
  45. Yetufune beyneha ve beyne hamimin an.
  46. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  47. Ve li men hafe makame rabbihi cennetan.
  48. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  49. Zevata efnan.
  50. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  51. Fihi ma aynani tecriyan.
  52. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  53. Fihi ma min kulli fakihetin zevcan.
  54. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  55. Muttekiine ala furuşin betainuha min istebrak, ve cenel cenneteyni dan.
  56. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  57. Fihinne kasiratut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve la cann.
  58. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  59. Ke enne hunnel yakutu vel mercan.
  60. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  61. Hel cezaul ihsani illel ihsan.
  62. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  63. Ve min dunihima cennetan.
  64. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  65. Mud hammetan.
  66. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  67. Fihi ma aynani neddahatan.
  68. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
    Rahman Suresi Türkçe 4. Sayfa
  69. Fihi ma fakihetun ve nahlun ve rumman.
  70. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  71. Fihinne hayratun hisan.
  72. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  73. Hurun maksuratun fil hiyam.
  74. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  75. Lem yatmishunne insun kablehum ve la cann.
  76. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  77. Muttekiine ala refrefin hudrin ve abkariyyin hisan.
  78. Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
  79. Tebarekesmu rabbike zil celali vel ikram.
Rahman Suresi Türkçe Meali Oku
Rahman Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
  1. Rahman Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
  2. Rahman,
  3. Kur’an’ı öğretti,
  4. İnsanı yarattı,
  5. ona güzel beyanı belletti.
  6. Güneş ve Ay hesap iledir;
  7. çemen, ağaç secde eder dururlar.
  8. Bak şu güzel göğe, onu yükseltti, mizanı koydu ki,
  9. tartıda taşkınlık etmeyesiniz.
  10. Tartıyı adaletle doğru tutun, teraziyi aksatmayın!
  11. Yeryüzünü mahlukat için serdi,
  12. Onda meyvalar, salkım tomurcuklu hurma ağaçları vardır.
  13. Çimli taneler ve güzel kokulu bitkiler vardır;
  14. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  15. İnsanı fağfur gibi bir salsal (ateşte pişmiş gibi bir kuru çamur)dan yarattı;
  16. cinleri de maric (halis ateş)den yarattı;
  17. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
    Rahman Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa
  18. (O) hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbidir;
  19. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  20. Salıvermiş iki denizi daima birbirleri ile çatışıyorlar;
  21. aralarında bir engel vardır, birbirlerine karışmazlar;
  22. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  23. Onlardan inci ile mercan çıkar;
  24. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  25. Denizde akıp giden ve dağlar gibi yükselen gemiler O’nundur;
  26. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  27. Yeryüzünde bulunan herşey fanidir;
  28. Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bakidir;
  29. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  30. Göklerde ve yerde olanlar O’ndan dilenirler. O, her gün yeni bir tecellidedir;
  31. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  32. Yarın size kalacağız (yakında hesabınızı ele alacağız) ey insan ve cin!
  33. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  34. Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin çevresinden aşıp geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin, (ama) bir güce sahip olmadan geçemezsiniz;
  35. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  36. Üstünüze ateşten bir alev, bir zehir duman salınır; aman dileseniz de kurtulamazsınız;
  37. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  38. Gök yarılıp, yağ gibi eriyen, kızaran ve yanan bir gül (gibi) olduğu zaman;
  39. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  40. O gün, ne insana ne de cinne günahından sorulmaz;
  41. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
    Rahman Suresi Türkçe Meali 3. Sayfa
  42. Suçlular yüzlerinden tanınır, perçemleriyle ayaklarından tutulur;
  43. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  44. İşte bu, suçluların yalan dedikleri cehennem;
  45. onunla kaynar su arasında dolaşırlar;
  46. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  47. Rabbinin makamından korkan kimselere iki cennet vardır;
  48. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  49. Her birinden çeşitli meyvalar, çeşitli ağaçlar vardır;
  50. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  51. Onlarda akıp giden iki kaynak vardır;
  52. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  53. Onlarda her meyveden çift çift vardır;
  54. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  55. Astarları atlastan mefruşata yaslanırlar. Her iki cennetin derimi (devşirmesi) de yakındandır;
  56. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  57. O cennetlerde önlerine bakan öyle dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmamıştır;
  58. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  59. Onları yakut ve mercan sanırsın;
  60. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  61. Güzel davranmanın karşılığı elbette güzelliktir;
  62. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  63. Ötelerinden (bu ikisinden başka) iki cennet daha vardır;
  64. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  65. Yağız yeşil (yemyeşil) ne gönül alıcı!
  66. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  67. Bunlarda püsküren çifte şadırvan;
  68. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
    Rahman Suresi Türkçe Meali 4. Sayfa
  69. Bunlarda bir meyve, bir başka hurma, bir başka nar vardır;
  70. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  71. İçlerinde dilberler, güzel kadınlar vardır;
  72. şimdi Rabbinizin hangı nimetlerine yalan dersiniz?
  73. Cibinliklerde gizlenip duran huriler;
  74. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  75. Onlardan önce onlara insan ve cin dokunmamıştır;
  76. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  77. Yeşil yastıklara ve güzel işlemeli döşeklere kurulmuşlardır;
  78. şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?
  79. Ululuk ve ikram sahibi Rabbinin adı yüce, çok yücedir!
Rahman Suresi Konusu
Rahman Suresi konusu, İnsanın kendinde ve dış dünyada görebileceği dinî, dünyevî birçok nimete değinilerek bunların sorumluluğunu idrak etmesi ve kulluk bilinci içinde hareket etmesi gerektiği hatırlatılmakta, cinlere ve insanlara müşterek hitaplarda bulunulmakta, nisbeten kısa bir cehennem tasvirini takiben oldukça ayrıntılı bir cennet tasvirine yer verilmektedir.
Rahman Suresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada elli beşinci, iniş sırasına göre doksan yedinci sûredir. Ra‘d sûresinden sonra, İnsân sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Tamamının Mekkî olduğu veya bir kısmının Mekke’de bir kısmının ise Medine’de indiği görüşleri de vardır (Zemahşerî, IV, 49). Şevkânî, sûrenin hem Mekke’de hem de Medine’de indiğine dair rivayetler bulunduğu dikkate alınarak kısmen Mekkî kısmen Medenî olduğunu kabul etmenin uygun olacağını belirtir (V, 151).
Rahman Suresi Fazileti
Rahman Suresi fazileti, Sûrede, edebiyatımızda terciibend denen edebî sanat benzeri bir üslûpla, “Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” anlamındaki cümleye otuz bir defa yer verilmiştir.
Rahman Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Rahman Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Rahman Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 530. sayfada başlar, 533. sayfada biter.
Rahman Suresi kaç ayettir?

Rahman Suresi, 78 ayetten oluşur.
Rahman Suresi hangi cüzde yer alır?

Rahman Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 27. cüzde yer alır.
Rahman Suresi kaç sayfadır?

Rahman Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 4 sayfa içinde yer alır.
Rahman Suresi Tefsiri
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Rahman Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Rahman Suresi 1-2. Ayet Tefsiri
Sûreye Cenâb-ı Allah’ın rahmetinin enginliğini, kulluk görevini yapsın yapmasın bütün kullarına nimet vermesini ifade eden rahmân ismiyle ve O’nun Kur’an’ı öğretmesiyle başlanmakta, böylece dinin irade sahibi varlıklar için nimetlerin en büyüğü olduğuna, din konusunda insanlığa bahşettikleri arasında da Kur’an’ın zirvede bulunduğuna dikkat çekilmektedir (Zemahşerî, IV, 49; rahmân ismi hakkında ayrıca bk. Fâtiha 1/1). “Öğretti” anlamına gelen fiile “alâmet kıldı” mânası da verilebildiğinden bazı müfessirler bu âyetler için şöyle bir yorum yapmışlardır: Allah, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in peygamberliğini gösteren, ibretle okuyacaklar için işaretler içeren bir mûcize kıldı (Râzî, XXIX, 84). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 197
Rahman Suresi 3-4. Ayet Tefsiri
İnsanı da yaratanın Allah olduğu belirtilip ona verilen özelliklerin en önemlisinin, duygu ve düşüncelerini açıklayabilme, konuşma ve anlatma yetisi olduğuna işaret edilmektedir. Anlamak, anlatabilmenin ön şartı olduğuna göre burada altı çizilen nimetin idrak ve ifade yetisi olduğu söylenebilir. Böylece bu âyetlerde insanı insan yapan akıl nimeti ve muhâkeme gücünün pratiğe yansıyan yüzü ön plana çıkarılmaktadır. İnsanın, her şeyden önce Allah’a olan kulluğunu idrak ve ifade etmesi, başka insanlarla ilişkilerinde hak ve vecîbelerini kavrayıp bunların gereğini yerine getirmesi, kısaca akıl nimetinin semere verebilmesi hep anlama ve anlatma yetisine bağlıdır; dolayısıyla kültür ve medeniyetleri oluşturan temel faktör de budur. Gülme, ağlama, sevgi veya nefretle bakma, anlamlı söz söyleme, düşündüklerini eyleme dönüştürme, bir sanat eserine şekil verme … hep anlama ve anlatma faaliyetinin sonuçlarıdır ve birer anlatım biçimidir. Güzel, düzgün ve etkili söz söylemeyi, bir anlamı belli yöntem ve kurallara göre değişik yollarla ifade etmeyi, anlatım fenomenini kendisine konu edinen belâgat, hitabet, beyân, narratoloji gibi teorik incelemeler; en güçlü örneklerine görsel sanatlarda rastlanmakla beraber esasen herhangi bir alanda anlatım imkânlarını zorlayan sanat akımı ekspresyonizm (dışavurumculuk) ve bu konudaki fikrî çekişmeler, hep insanın bu yetisinin önemini somut biçimde ortaya koyan ürünler ve göstergelerdir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 197
Rahman Suresi 5-13. Ayet Tefsiri
Bu âyetlerde güneş, ay, gök ve yerin yaratılmasındaki bazı inceliklere değinilmekte, evrendeki dengeye dikkat çekilmekte, beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmakta, ardından da insanlara sağlanan bazı nimetler hatırlatılmaktadır.5. âyette gök cisimlerinin ince bir hesaba bağlı hareket ettiklerinin belirtilmesi öncelikle bunun yüce Allah’ın kudretini gösteren açık kanıtlardan olduğu anlamını düşündürmektedir. Burada özellikle güneş ve ayın zikredilmesi, bunların insanların en fazla ilgili olduğu gök cisimleri olmasıyla izah edilmiştir; bu sûrede eşli durumlara dikkat çekme üslûbunun kullanıldığı, insanların da ay ve güneşi daima birlikte düşündükleri şeklinde bir yorum da yapılmıştır (İbn Âşûr, XXVII, 235; güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Bunun yanı sıra şu hususa da işaret edildiği söylenebilir: Bütün bu varlıklar ve bağlı bulundukları düzen kendisi için var edildiğine göre insan da hayatını bir hesaba göre düzenlemeli, bir hesap gününün geleceği bilinci içinde olmalı ve kendisini bu hesaba hazırlamalıdır.6. âyette geçen ve “gövdesiz bitkiler” diye çevirdiğimiz necm kelimesi, tahıl ve ot gibi gövdesi olmayan bitkileri ifade eder. Bu kelime “yıldız” anlamına da gelmekle beraber burada meâlde esas aldığımız mânada kullanıldığı genellikle kabul edilir (Taberî, XXVII, 116-117; Râzî, XXIX, 89). Ağaçların ve diğer bitkilerin secde etmesi, bunların Allah’ın yasalarına iradî olmaksızın boyun eğmelerini ifade etmekte; bu da kendisine akıl nimeti ve irade gücü verilmiş olan insana bilinçli bir tercih sonucu O’na tâzimde bulunmanın, buyruk ve yasaklarına uymanın değerini, dolayısıyla –iradesini bu yönde kullanması şartıyla– kendisine bahşedilen onuru hatırlatmaktadır.7. âyette “gök” anlamı verilen semâ kelimesiyle, üzerimizde yükselen uçsuz bucaksız âlemin, milyarlarca galaksi ve gök cisminin içinde yer aldığı ve belli bir düzene göre hareket ettiği kozmik uzayın kastedildiği söylenebilir. “Göğün yükseltilmesi” hakikat anlamı esas alınarak bize nisbetle yüksekte olması yahut mecazî anlamda düşünülüp mânevî bir yüksekliğe sahip olması şeklinde yorumlanabilir. Her iki mâna, bizi, bunu sağlayan Allah Teâlâ’nın yüceler yücesi olduğu, secde ve kulluk edilmeye lâyık başka mâbud bulunmadığı gerçeğine götürür (Zemahşerî, IV, 50).7-9. âyetlerde üç defa geçen ve “denge, ölçü, eşyanın birbirine nispetle ağırlığını tartma, tartı aleti, terazi” mânalarına gelen mîzân kelimesine, bulunduğu bağlamlara göre şu anlamlar verilebilir:a) Yüce Allah evrende denge kanununu koymuştur; bütün varlık ve oluşlar arasında, evrenin belirli bir sistem dahilinde yürümesini sağlayan bir genel denge mevcuttur. 7. âyetin bağlamı burada geçen mîzan kelimesiyle bunun kastedildiğini düşündürmektedir. Birçok müfessir burada “adalet” anlamının kastedildiği kanaatindedir (meselâ bk. Taberî, XXVII, 118; İbn Atıyye, V, 224).b) İnsanın, hayatını insana yaraşır biçimde düzenlemesi için konmuş ilâhî yasalar bütünü olan din de denge kanununun bir tezahürüdür. Bunların özü, genellikle kısaca “her şeyi lâyık olduğu yere koymak” diye tanımlanan adalet ilkesidir. Bu ilke, bir taraftan kişinin Allah’tan başka varlığa tanrılık yakıştırmamasını, diğer taraftan da beşerî ilişkilerde her hak sahibine hakkını vermesini ifade eder. 8. âyetteki mîzan kelimesi bu anlamda olmalıdır; zira burada mîzanın ihlâl edilmemesi, dengeden sapılmaması istenmektedir.c) İnsanın evrendeki dengeyi koruma sorumluluğunda temel ilke adalet olmakla beraber, bu soyut kavramın somut hayat olaylarına yansıtılması da sözü edilen dengenin korunmasında bir dikkat ve özeni gerektirir. Beşerî ilişkiler bakımından bunun adı “hakkaniyet”tir. Bunu belirlemede kişilere düşen, takdir yetkisini iyi niyet esasına dayalı olarak kullanmak ve adaletin gerçekleşmesini sağlama uğruna elinden gelen bütün çabayı harcamaktır. Allah’a karşı vecîbelerinin yerine getirilmesi konusunda adalet ilkesinin somutlaştırılması ise, kişinin dine kendisinden bir şey katmadan ilâhî bildirime uygun davranmasıyla mümkündür. 9. âyetin “ölçüyü düzgün tutasınız” diye çevrilen kısmında “hakkaniyet” anlamına gelen “kıst” kelimesine yer verilmesi burada vezin ve mîzan kelimelerinin adalet ilkesinin, dolayısıyla genel denge kanununun hayat olaylarına yansıtılması gereğini ifade etmek üzere kullanıldığını göstermektedir. Bu âyetin “eksik tartmayasınız” şeklinde tercüme edilen kısmı, aynı zamanda her bir olayla ilgili uygulamanın yani bütün davranışlarımızın âhiretteki teraziyi aleyhimize çevirmeyecek biçimde olması gerektiği şeklinde de yorumlanabilir. Öte yandan, iki şeyin birbirine denkliğini ölçmek için kullanılan el terazisinin evrendeki cazibe (çekim) kanununun bir sonucu olarak bu işlevini yerine getirebiliyor olması, eski zamanlardan beri insanların adaleti temsil etmek üzere teraziyi sembol yapmaları, kişiler arası mübadeleye konu olan ve tartılabilir özellikteki şeylerde adalete uygun paylaşımın (hakkaniyet) belirlenmesinde terazinin hem gerçek hem simgesel bir yere sahip olması, hatıra ilk gelen anlamı terazi olan “mîzan” kelimesinin bu âyetlerde –yukarıdaki açıklandığı şekilde– farklı ama birbiriyle sıkı ilişkisi bulunan mânalarda kullanıldığı yönündeki yorumumuzu destekleyici niteliktedir. Râzî de bu kelimenin konumuz olan âyetlerde üç ayrı mânada kullanıldığı kanaatindedir; fakat ona göre birincide “tartı aleti”, ikincide “tartma fiili”, üçüncüde ise “tartılan” kastedilmiştir (XXIX, 91).10. âyette geçen enâm, canlı varlıkların tamamını kapsayan bir kelimedir; fakat başka âyetlerde yeryüzünde bulunan bütün varlıkların insanın emrine verildiği açıkça ifade edildiği (meselâ bk. Câsiye 45/13) ve bu kümedeki âyetlerin ana teması da insanın sorumluluklarıyla ilgili olduğu için, âyeti yerin canlıların yaşamasına elverişli kılındığı mânasında almak, ama yerin yaratılmasındaki asıl amacın yine insan olduğunu göz ardı etmemek gerekir. 11 ve 12. âyetlerde, başta insan olmak üzere yeryüzündeki canlıların yararına var edilen bazı nimetler hatırlatılmaktadır. 11. âyette geçen ekmâm kelimesinin tekili olan kimm, “hurma meyvesinin ilk aşamadaki kapçığı” demektir; bu mâna esas alınarak zâtü’l-ekmâm tamlaması “tomurcuklu” şeklinde çevrilmiştir. Diğer tekili kümm esas alındığında ise ağacın “lifleri, çekirdekleri, dal ve kabuk gibi örtüleri” bu kelimenin kapsamına girer. Her iki ihtimale göre bu unsurların yararları hakkında açıklamalar yapılmıştır. Bir yoruma göre birinci anlamda ileride oluşacak ürüne, ikincisinde ise değişik aşamaların ardından ürünün meydana gelmiş bulunduğuna işaret edilmiş olur. Diğer bir yoruma göre hurma ağacı açısından tomurcukların oluşturduğu salkım çok önemlidir, ürün toplamayı kolaylaştırır. Bazı müfessirler ise burada estetik görünüme, göze hitap eden güzelliğe işaret bulunduğu kanaatindedir. Aynı kelime Fussılet sûresinin 47. âyetinde meyvenin ürün vermesi için kabuğunu çatlatması bağlamında ve genel olarak meyvelerin ilk aşamadaki kapçığı, çekirdeğin kabuğu anlamlarında kullanılmıştır. 12. âyette “çimlenen taneler” diye çevrilen ifade için de değişik yorumlar yapılmış olmakla beraber genellikle insanların beslenmelerinde özel önemi haiz olan tahıl türü bitkilerin kastedildiği kabul edilir (Râzî, XXIX, 93-94; İbn Âşûr, XXVII, 242; Elmalılı, VII, 4667). Bu âyetteki “hoş kokulu bitkiler” diye çevrilen reyhân kelimesi “rızık” anlamında da yorumlanmıştır. Taberî bu yorumu tercih eder ve temel gıda maddesi olan hububatın kastedildiğini belirtir (XXVII, 122-123).13. âyette yegâne rab olan Allah’ın nimetlerini yalan sayma yani inkâr etme kınanmaktadır. Sûrede bu kınama değişik nimetlerin hatırlatılmasını takiben ısrarla sürdürülmektedir. Nimetin nimet olduğunu veya nimetin Allah’a nisbet edilmesini ya da her ikisini inkâr bu eleştirinin kapsamındadır. Sûrede 31 defa geçen, “Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” anlamındaki cümlenin yüklemini oluşturan fiil ve “rabbiniz” tamlamasının tamlananı olan zamir tesniye (ikil) kalıbındadır, yani iki kişiye veya iki gruba hitap edilmekte, “Siz ikiniz, artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” denilmektedir. Buradaki “ikiniz” ile kimlerin kastedildiği yani muhatabın kimler olduğu konusunda farklı yorumlar bulunmaktadır. 14-15. âyetlerde insanların ve cinlerin yaratılışı özetlendiği gibi 32. âyette de açık biçimde cin ve insan topluluklarına hitap edilmiştir. Bu iki karîne yanında konuya ilişkin rivayetler de dikkate alınarak buradaki hitabın insanlara ve cinlere yönelik olduğu kabul edilir. Râzî, burada kime hitap edilmiş olabileceği ile ilgili birçok ihtimal zikreder. Bunlardan biri şöyledir: Bunun aslı, tekil hitabın vurgu için aynen tekrarlanması olabilir yani “Sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsin, sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsin!” demektir. Diğer bir ihtimal de Kur’an’ın genellikle muhatap aldığı iki insan cinsine yani erkeklere ve kadınlara hitap edilmiş olmasıdır (XXIX, 94-96). İbn Âşûr’a göre burada insan cinsinin “inananlar” ve “inkârcılar” şeklindeki iki kategorisine hitap edilmekte, mümin olsun kâfir olsun gerçekte hiçbir insanın Allah’ın nimetlerini inkâr edemeyeceği anlatılmak istenmektedir. İbn Âşûr, müfessirlerin çoğunluğunun burada insanlara ve cinlere hitap edildiği şeklindeki yorumunu uzak bir ihtimal olarak görür; çünkü Kur’an cinlere değil insanlara hitap etmek için gelmiştir (bk. XXVII, 243-244). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 198-201
Rahman Suresi 14-16. Ayet Tefsiri
İnsanı ve cinleri kimin yarattığı ve bu varlıkların mahiyeti üzerinde düşünülürse, Allah’ı inkâr etme veya O’ndan başka varlıklara da tanrılık yakıştırmanın yahut O’nun nimetlerini görmezden gelmenin ne büyük nankörlük olacağı kolayca anlaşılır. İşte 14 ve 15. âyetlerde insanların ve cinlerin ilk yaratılışlarındaki ana unsurlara dair bilgi verilerek, bir taraftan onların mahiyetlerini böylesine bilen ve bildiren Cenâb-ı Allah’ın yegâne yaratıcı olduğuna diğer taraftan da bunların tek başına bir değer ifade etmeyip yüce yaratıcının onlara yüklediği görev sayesinde değer kazanmış olduklarına dikkat çekilmektedir. İnsanın yaratılışı hakkında Kur’an’ın değişik yerlerinde bilgiler verilmiş olup bunların özü şudur: Çamura şekil verilmiş, ateşte pişmiş toprak kaplar gibi tınlayacak kadar kurutulmuş bir çamura yani hayatiyetten çok uzak bir nesneye can verilmiş, bu canlı akıl nimetiyle ve onu iyi kullanmayı sağlayacak yeti ve yeteneklerle donatılmış, bu donanımlara paralel bir sorumluluğa muhatap kılınmıştır. 15. âyetin “yalın ateşten” diye çevrilen kısmında geçen mâric kelimesi sözlükte “çalkalanan, yerinde durmayan” ve “karışan, karıştırıcı” anlamlarına gelmektedir. Birinci mânaya göre bu kısım “dumansız saf alev”, ikinci mânaya göre ise “karışan, nüfuz eden dumanlı ateş” şeklinde açıklanmıştır (insan ve cinlerin yaratılması hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Hicr 15/26-29; Elmalılı, VII, 4669-4670). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 202-203
Rahman Suresi 17-18. Ayet Tefsiri
“İki doğu” ve “iki batı” ile ne kastedildiği hususunda tefsirlerde yer alan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Güneşin ve ayın doğuş ve batış yerleri, b) Güneşin kış ve ilk bahar mevsimleriyle yaz ve son bahar mevsimlerinde doğup battığı iki uç nokta, c) Dünya küre biçiminde olduğundan her bir yarımına göre güneşin doğuş ve batış yerleri, d) Güneşin ve diğer gök cisimlerinin doğuş ve batış yerleri, e) Güneş gibi maddî, akıl gibi mânevî ışık kaynaklarının doğuş ve batış noktaları veya ışıyıp sönmeleri. Elmalılı Muhammed Hamdi burada asıl amacın, Allah Teâlâ’nın gerek (yiyecek gibi) var edilerek gerekse (hastalık gibi) yok edilerek oluşan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğuna dikkat çekildiğini belirtir. Muhammed Esed’e göre bu, “Allah’ın, uzaydaki yörünge hareketlerinin nihaî etkeni olduğunu mecaz yoluyla anlatan bir ifade”dir (bu yorumlar için bk. Râzî, XXIX, 99; İbn Âşûr, XXVII, 247; Elmalılı, VII, 4670-4671; Esed, III, 1097). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 203
Rahman Suresi 19-25. Ayet Tefsiri
“İki deniz” ve “aralarındaki engel”den maksadın ne olduğu hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirler bunu Furkan sûresinde belirtildiği üzere tatlı ve tuzlu suların birbirine kavuşması ama karışmamasıyla açıklamışlardır (bilgi için bk. Furkan 25/53; Fâtır 35/12). Elmalılı farklı yorumları aktardıktan sonra “her iki türüyle deniz” denirse bunun acı-tatlı, iç-dış, semavî-arzî, hatta hakikat ve mecaz her iki neviyi kapsayacağını, böylece işârî bir mâna olarak cismanî âlem ve ruhanî âlem ayırımının da bu kapsamda düşünülebileceğini belirtir (VII, 4671-4673). Burada günümüz deniz araştırmalarının ortaya koyduğu bilimsel bir gerçeğe işaret bulunduğu söylenebilir. Şöyle ki, tesbitlere göre büyük denizlerin birleşim noktalarında oluşan doğal bir engel bunların terkibî özelliklerinin karışıp bozulmasını önlemekte, bu da kendilerine özgü bitki örtülerinin ve hayvan türlerinin korunmasını sağlamaktadır (Ateş, IX, 189-190). Tefsirlerde 22. âyetteki “inci ve mercan çıkar” ifadesinin realiteyle çelişmeyecek biçimde anlaşılması için özellikle dilbilim kurallarından yararlanılarak geniş açıklamalar yapılır (meselâ bk. Taberî, XXVII, 130-133; Zemahşerî, IV, 51; İbn Âşûr, XXVII, 249-250). 24. âyette geçen münşeât –diğer okunuşuyla “münşiât”–kelimesi için, “inşa edilmiş veya inşâ eden” anlamına göre başka yorumlar da yapılmış olmakla beraber, meâlde birçok müfessirin benimsediği, “yelkenleri kalkmış veya kaldırılmış” mânası esas alınmıştır. Bununla bağlantılı olarak, âlem kelimesinin çoğulu olan a‘lâm için burada “bayraklar” mânası tercih edilmiştir. Başka tefsirlerde ise, bu kelime burada ve özellikle Şûrâ sûresinin 32. âyetinde daha çok “dağlar” anlamıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 51; İbn Atıyye, V, 228-229; Râzî, XXIX, 102-103). Elmalılı müteakip âyetler dikkate alınarak 24. âyetten, “sema deryasında yüzüp duran bütün gök cisimlerinin Allah Teâlâ’nın kudret işaretlerinden olarak denizlerde akan gemiler gibi akıp gitmekte bulundukları” mânasının da çıkarılabileceğini ifade eder (VII, 4673). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 204
Rahman Suresi 26-28. Ayet Tefsiri
Birçok dünya nimetine değinildikten sonra bütün bunların geçici ve üzerinde yaşayanların sonlu olduğu, mutlak anlamda kalıcılığın ise Allah Teâlâ’ya mahsus bulunduğu hatırlatılarak ölümle sona ermeyecek bir mutluluk isteyenlerin Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat sürmeleri gereğine işaret edilmektedir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 206
Rahman Suresi 29-30. Ayet Tefsiri
Evrendeki bütün varlıkların Allah’a muhtaç bulunduğuna, O’nun da hem azametini hem de lutuf ve keremini her an yaydığına yani hiçbir varlık veya oluşun O’nun bilgi, irade ve gücü dışında olamayacağına dikkat çekilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de değişik vesilelerle Cenâb-ı Allah’ın yaratıcılık sıfatına ve iradesinin nüfuz etmediği hiçbir olay düşünülemeyeceğine değinilir. Fakat “O her an yaratma halindedir” diye çevrilen 29. âyet bu konuda özel bir vurgu taşımakta ve özellikle şu iki noktanın aydınlatılmasında ayrı bir önemi haiz bulunmaktadır: a) Yaratılmışlar açısından anlatım kolaylığı sağlaması itibariyle kutsal metinlerde Allah Teâlâ’ya nisbetle zaman kavramının kullanıldığı olmuşsa da bu asla O’nun mutlak iradesini kayıtlayacak veya gücüne sınır koyacak biçimde yorumlanamaz. Bu sebeple İsrâiloğulları’nın sınanması için konan bir dinî hüküm olan cumartesi yasağının, Allah’ın –hâşâ– o gün istirahata çekildiği tarzında bir gerekçeyle açıklanması (bk. Tekvin, 2/2-3) tenzih ilkesiyle bağdaşmaz. Âyetin yahudilerdeki bu yanlış telakkiyi reddetmek üzere indiğine dair bir rivayet de bulunmaktadır (İbn Atıyye, V, 229). Bu mânada âyet, “Tanrı yarattıktan sonra vahyetmek, ihtiyaçları karşılamak gibi şeylerle ilgilenmemiştir” diyen deist felsefeyi de reddetmektedir. b) Bu âyet, tabiat olaylarından Tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde Allah Teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte O’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır. Bazı tefsirlerde kıyamete kadar olacak her şeyin Allah’ın ezelî ilminde sabit olduğuna ve insanın ancak kendi çabasının karşılığını göreceğine dair delillerle bu âyet arasında bir çelişki bulunup bulunmadığı üzerinde durulur. Fakat bunların kader ve irâde-i cüz’iyye konularıyla ilgili olduğu açıktır; bunların da kendi bağlamlarında izahı yapılmıştır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 206-207
Rahman Suresi 31-32. Ayet Tefsiri
Önceki âyetlerde açıklandığı üzere bir işin Allah Teâlâ’yı meşgul etmesi, O’nu başka bir işten alıkoyması düşünülemez. Bu sebeple 31. âyetteki ifadeyi hesap gününün önemini ve dehşetini hatırlatan edebî bir üslûp olarak değerlendirmek gerekir. Âyette verilmek istenen mesaj açıktır: Sorumluluk sahibi herkes bu dünyada kendisine tanınan fırsatların mânasını doğru anlamalı, yaptıklarının karşılığını hemen görmüyorsa bunun da Allah’ın iradesine uygun olarak kurulmuş sınav düzeninin bir parçası olduğunu, ama her eyleminden hesaba çekileceği günün çok uzak olmadığını iyi bilmelidir. 31. âyette geçen ve “sorumluluk yüklenmiş iki varlık” diye çevrilen sekalân kelimesi sözlükte “iki yük, iki ağırlık” demektir. Müfessirler arasında yaygın kanaat, bununla “insanlar ve cinler âlemi”nin kastedildiği, bir sonraki âyetin de bunu gösterdiği yönündedir. Kelimenin sözlük anlamıyla bu yorum arasındaki bağ değişik şekillerde izah edilmiştir (meselâ bk. Râzî, XXIX, 112; Elmalılı, VII, 4680-4681). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 207
Rahman Suresi 33-36. Ayet Tefsiri
Müfessirlerin bir kısmı buradaki hitabı kıyamet tasviri çerçevesinde değerlendirmişler ve o gün cinlere ve insanlara böyle seslenileceği yorumunu yapmışlardır. Önceki âyetlerde hesap gününe ilişkin bir uyarının bulunması, müteakip âyetlerde de kıyametten ve âhirette karşılaşılacak sonuçlardan söz edilmesi bu yorumu destekleyici niteliktedir. Diğer bir grup müfessire göre ise bu hitap dünya hayatıyla ilgilidir ve önceki âyetlerde yer alan uyarıyı tamamlamaktadır: Cinlere ve insanlara kendilerine dünya hayatında tanınan fırsata aldanmamaları gerektiği hatırlatılmakta, ölümden ve ilâhî huzurda verilecek hesaptan kaçışın asla mümkün olmadığı bildirilmektedir. Derveze 33. âyette geçen sultân kelimesini “kişiyi kurtaracak sâlih ameller” şeklinde izah eder (VII,136); birçok müfessirin anılan kelimeyi “delil, hüccet” anlamında almaları (İbn Atıyye, V, 230) bu yorumu destekler nitelikte olmakla beraber, 35. âyetin ifadesi belirtilen ihtimali zayıflatmaktadır. Öte yandan, bazı tefsirlerde sultan kelimesinin “güç” anlamı esas alınarak “Büyük bir güç bulunmadıkça geçemezsiniz” ifadesinden, “Böyle bir gücünüz de olmadığına göre göklerin ve yerin sınırını aşıp ötelere geçmeniz de imkânsızdır” anlamı çıkarılmıştır. Fakat sultan kelimesinin “yetki” anlamı dikkate alınarak âyetin ilgili kısmı, “Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp ötelere geçebilmeniz ancak (Allah tarafından verilecek) bir yetki, bir imkânla olabilir” şeklinde de anlaşılabilir. Bu takdirde muhatapların, yüce yaratıcının evrendeki yasaları doğrultusunda ortaya koyacakları çabaları sonucunda elde edecekleri kuvvete bir gönderme yapılmış demektir. Uzay araştırmalarının ilerlediği ve uzaya seyahatlerin gerçekleştiği günümüz şartları, Kur’an tefsiriyle meşgul olanları bu yorumu benimsemeye ve bu âyetlerde uzayın fethine işaret bulunduğu görüşüne yöneltmiştir. Hatta 35. âyetteki tasvirin modern silâhları çağrıştırdığı yorumları yapılmıştır. Râzî’nin belirttiği gibi, bağlam bu hitabın âhirette olduğu izlenimini vermektedir. Fakat her iki ihtimale göre düşünüp bu âyetlerde, Allah’ın hükümranlığını aşmanın ve verdiği hükümden kaçmanın asla mümkün olmayacağı uyarısı bulunduğunu söylemek daha doğru olur (XXIX, 113-114). Bir başka anlatımla, Allah’a karşı sorumluluğu olan varlıklar ister dünya hayatında ister kıyamet gelip çattığında Allah’ın hükmünden kaçıp kurtulmak için yerin ve göğün sınırlarını zorlayacak kadar güç elde etseler veya kendilerine bu tarz bir imkân verilse, hatta bu varlıklar topyekün bir dayanışma içine girseler dahi, 35. âyette ifade edildiği üzere bunlar sınırlı ve sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Şu halde ikinci yorum esas alındığında da (dünya hayatı bakımından) bu âyetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Evreni daha iyi tanıma merakı, yerin derinliklerine ve göğün en uzak noktalarına nüfuz etme arzusu yadırganacak bir şey değildir ve büyük bir güç oluşturularak bu konuda epeyce mesafe alınabilir; ama bu çabalar asla ilâhî iradenin egemenliğini alt etme gibi bir amaç taşımamalıdır. Zira bu, Allah’ın evrendeki mutlak gücünü ayan beyan gören şuurlu varlıklara yaraşmaz; kaldı ki böyle bir yöneliş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur, böyle bir amaç taşıyanların âkıbeti hüsrandır.35. âyette “erimiş bakır” diye çevrilen kelimeye “bakır gibi kızıl duman” mânası da verilmiştir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 208-209
Rahman Suresi 37-45. Ayet Tefsiri
Kıyamet tasvirlerinden birine yer verilen 37. âyetin ardından insanlara ve cinlere günahları hakkında soru sorulmayacağı, günahkârların yaka paça cehenneme atılacakları ve inkâr edip durdukları bu gerçeği iyice bellemeleri için cehennem ateşine sokulup çıkarılacakları, ama bunun bir ferahlama getirmeyeceği çünkü bu defa ateş yerine kaynar suyun içine düşecekleri belirtilmektedir. Şu var ki, 39. âyetteki “İşte o gün … günahı hakkında soru sorulmaz” anlamındaki ifadeyi, “âhirette sorgu olmayacak” diye anlamamak gerekir. Zira birçok âyette burada çok kısa değinilen bu konuya ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Söz konusu açıklamalar ışığında bu ifadeyi şöyle anlamak uygun olur: Âhirette herkesin durumu öylesine kesin ve apaçık ortaya konacak ki kimsenin kendi ifade ve beyanına baş vurmaya ihtiyaç duyulmayacaktır. Birçok âyette belirtildiği üzere herkes dünyada yapıp ettiklerinin tek tek kayda geçirilmiş olduğunu görecek, günahkârların dilleri, elleri ve ayakları bu konuda tanıklık edecek, ayrıca 41. âyette ifade edildiği gibi günahkârlar simalarından tanınacaktır. İşin aslı böyle olmakla beraber, herkes kendi sevap ve günah durumuna göre haşrolunup hesap meydanına getirildikten sonra yargı süreci başlayacak; yüce Allah, bütün kullarının iyilik ve kötülüklerini eksiksiz kusursuz bilmesine rağmen adalet ve şefkatini ortaya koymak, her kulunun nasıl bir âkıbeti hak ettiğini ona da gösterip onaylatmak üzere herkesi ince bir hesaptan, sorgulama ve yargılamadan geçirecektir (ayrıca bk. Hicr 15/92; Kasas 28/78; Sâffât 37/24; Zemahşerî, IV, 53). 37. âyetin “gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman” diye çevrilen kısmı, “kızarmış yağ veya kırmızı deri yahut al kısrak gibi bir gül rengine büründüğü zaman” mânalarında da anlaşılmıştır. Bu mânalara göre yapılan benzetme göğün rengindeki değişmeyi anlatmış olur. Meâlde bir ölçüde bu anlamlar da yansıtılmış olmakla beraber göğün yapısal değişmesiyle ilgili mâna esas alınmıştır (bk. Taberî, XXVII, 141-142; İbn Atıyye, V, 231). Yine, güle yapılan benzetme genellikle renk değişikliği ve göğün kızıl bir renge bürünmesi olarak anlaşılmıştır. İbn Âşûr bunun göğün yarılmasındaki şiddeti ve pek çok parçaya ayrılacağını anlatan bir teşbih de olabileceği kanaatindedir (XXVII, 261). Kaynak :
Rahman Suresi 46-78. Ayet Tefsiri
Her mümin dünya hayatının sona ermesiyle yokluk içinde kaybolup gitmeyeceğine ve öldükten sonra diriltilip dünyada yaptıklarıyla ilgili bir yargılama için rabbinin huzuruna çıkarılacağına inanır. 46. âyette buna olan derin imanı sebebiyle o anın heyecanını taşıyan ve rabbinin divanına çıkma bilinci, sorumluluğu ve kaygısı içinde yaşayan, sonuçta inkâr ve şirkten uzak durup Allah’ın yasaklarından kaçınma ve buyruklarını yerine getirme çabası içinde olan ve O’nu şükran duyguları içinde daima saygıyla anan kimseler övülmekte ve iki cennetle müjdelenmektedir. Ardından bu cennetlerin geniş bir tasvirine yer verilerek, bir taraftan dünyada her istediğini elde edebilenlerin bu nimetlere bel bağlamamaları için kalıcı nimetleri arzulamaları özendirilmekte, diğer taraftan da dünyada mahrumiyetler çeken müminlerin bunu fazlasıyla telâfi edebileceklerine açıklık getirilip onlara teselli verilmektedir. Müminleri âhiret hayatında bekleyen nimetlerle ilgili birçok örneğe yer verildikten sonra, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğu belirtilerek, bütün bu nimetlerden çok daha değerli olan şeyin Allah Teâlâ’nın hoşnutluğuna erme mutluluğu olacağı hatırlatılmış olmaktadır (cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Muhammed 47/14-15; M. Süreyya Şahin-Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 374-386). 46. âyette geçen “iki cennet” ile ne kastedildiği hususunda değişik yorumlar yapılmış olup başlıcaları şunlardır: a) Biri insanlara, diğeri cinlere verilecek cennet; b) Biri buyrukları yerine getirme ve iyi işler yapmanın, diğeri yasaklardan kaçınmanın karşılığı olan cennet; c) Biri hak edilmiş ödül olarak, diğeri buna ilâveten ilâhî ikram olarak verilecek cennet (Zemahşerî, IV, 54); d) Biri cismanî, diğeri ruhanî cennet; e) Biri adn cenneti, diğeri naîm cenneti; f) Biri dârü’l-İslâm, diğeri dârü’s-selâm (Elmalılı, VII, 4687). Kaf sûresi (50/24) ve bazı şiirlerdeki kullanımları delil göstererek buradaki cennetân kelimesinin, iki cennet değil aslında bir cennet anlamına geldiğini söyleyenler olmuşsa da İbn Atıyye bunu zayıf ve gereksiz bir yorum olarak niteler (V, 233). Râzî de böyle zorlanmış bir yoruma gerek olmadığını, Allah’ın iki ve daha fazla cennet vermesine herhangi bir engel bulunmadığını belirtir. Daha sonra iki cennetle ilgili yorumları aktarır ve bu arada bunlardan birinin cismanî, diğerinin ruhanî cennet olması ihtimalinden söz edilebileceğini ifade eder (XXIX, 123). Esed ise Râzî’nin anılan eleştirisini dikkatten kaçırdığı için onun zikrettiği bu son ihtimali yanlış anlamış ve şöyle nakletmiştir: Bir cennet, “hem maddî hem de ruhî zevkleri kapsadığı için sanki iki cennetmiş gibi [görünecektir]” (III, 1100). Esasen bu konudaki yorumlar birer tahminden ibaret olduğu için meselâ Taberî ve İbn Atıyye’nin iki cennetin mânası ile ilgili bir rivayet nakletmedikleri görülmektedir. Elmalılı da bazı yorumları aktardıktan sonra bu hususta şöyle bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymuştur: Daha başka ihtimaller söylenmişse de âhiret halleri görülmeden ayrıntıları bilinmeyeceği için daha fazla izahına kalkışılması doğru olmaz (VII, 4687). 48. âyetteki efnân kelimesini “ince dal” anlamına gelen fenenin çoğulu kabul edenler âyeti “İkisinde de çeşit çeşit veya dalları iç içe geçmiş ağaçlar, türlü meyveler bulunur” şeklinde veya buna yakın mânalarla açıklamışlardır. Bunun “tür, çeşit” anlamına gelen fennin çoğulu olduğunu düşünenler ise âyeti “İkisinde de rengârenk, çeşit çeşit nimetler veya meyveler bulunur” yahut “İkisi de başkalarından üstün ve geniştir” tarzında yorumlamışlardır (Taberî, XXVII, 147-148; Zemahşerî, IV, 54; İbn Atıyye, V, 233). Biz bunları dikkate alarak âyeti “İkisinde de çeşit çeşit ve emsalsiz nimetler bulunur” şeklinde çevirdik. 62. âyette geçen dûn kelimesinin anlamları ve konuya ilişkin bazı rivayetler ışığında bu âyete, “Bu ikisinden daha aşağı mertebede iki cennet daha vardır” ve “Bu ikisinin ötesinde iki cennet daha vardır” mânaları da verilmiştir (derece farkıyla ilgili açıklamalar için bk. İbn Atıyye, V, 234-235; Elmalılı, VII, 4691). Şu var ki İbn Atıyye’nin belirttiği üzere bunlar kesinlik taşımayan çıkarımlardır (V, 235). Allah Teâlâ’nın rahmân ismiyle başlayan sûre, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğuna yapılan vurgulu bir ifadeyle sona ermektedir. Âlimler Resûlullah’tan yapılan bir rivayetten esinlenerek, dualarda, Allah’ı burada geçen “zü’l-celâli ve’l-ikrâm” sıfatıyla nitelemeyi tavsiye etmişler ve duaların kabulüne vesile olmasının umulabileceğini belirtmişlerdir (İbn Atıyye, V, 237). Kaynak :
Rahman Suresi Hakkında
Çoğunluğun görüşüne göre Mekke döneminde nâzil olmuştur. İbn Mes‘ûd ve Mukātil’den gelen bazı rivayetlerde Medine’de indiği belirtilmişse de muhteva ve üslûbu dikkate alındığında Mekke döneminde indirilen sûrelerle benzerlik gösterdiği anlaşılır. Adını ilk âyette geçen “rahmân” kelimesinden alır. Sûrenin hemen hemen tamamında ilâhî rahmetin yansımalarından söz edildiği için bu adlandırma aynı zamanda içeriğiyle uygunluk gösterir. Yetmiş sekiz âyet olup fâsılaları iki âyette ر, yedi âyette م , diğerlerinde ن harfleridir. Rahmân sûresinde ikil (tesniye) bir anlatış biçimi hâkimdir. Bunun sûrede otuz bir defa tekrar edilen, “Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” meâlindeki hitabın insanlara ve cinlere yönelik olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Sûrenin baş tarafında insanın ve cinlerin yaratılışından söz edildikten başka (âyet: 14-15) daha sonra da insanlara ve cinlere birlikte hitap edilir (âyet: 31-36).
Tabiatın yaratılışı ve işleyişini, insanların ve cinlerin hizmetine verilişini, Allah’ın huzurunda mükellef tutulan bu iki türün âhiret âlemindeki hayatını konu edinen sûrenin muhtevasını iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Birinci bölüm Allah’ın insana verdiği değerin vurgulanmasıyla başlar ve yaratıcının ihsan ettiği nimetlere dair bazı örnekler verilir. Bunların başında Cenâb-ı Hakk’ın insana okumayı, düşünüp anladığı ve duyduğu şeyleri anlatmayı öğretmesi gelir. Bu nimetler arasında belli bir hesap ve düzen içinde insana hizmet için görevini yerine getiren güneş, ay, yıldızlar, gök ve yer, ağaçlar, bitkiler, çeşit çeşit meyveler, yer küresinin su kısmını oluşturan denizlerde hâkim olan düzen ve bunların hayat için sağladığı faydalara temas edilir. Ardından yeryüzünde bulunan herkesin öleceği, sadece azamet ve kerem sahibi Allah’ın bâki kalacağı, göklerde ve yerde mevcut herkesin O’ndan talepte bulunduğu, tabiatı O’nun yönettiği ve tabiatın işleyişine kimsenin müdahale edemeyeceği belirtilir (âyet: 1-36). Sûrenin ikinci bölümünde kıyametin kopmasına değinilerek suçluların (inkârcılar) kötü âkıbeti kısaca tasvir edilir (âyet: 37-45); daha sonra dünyada iken rabbinin huzuruna çıkma endişesini taşıyan müminler zümresinin cennet hayatı anlatılır. Bu tasvirler arasında çeşit çeşit ağaçlar, meyveler, pınarlar, kalınacak yerler ve hûrilerden söz edilir (âyet: 46-78).
Rahmân sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’de sûre başlarındaki besmelerle birlikte 169 defa tekrarlanan ve her şeyi kuşatan ilâhî rahmeti remzeden “rahmân” ismiyle başlar; Allah’ın azamet, kerem ve lutuf sahibi oluşunu ifade eden “zü’l-celâli ve’l-ikram” ismiyle sona erer. Mekke döneminin sonlarında nâzil olduğu anlaşılan Rahmân sûresi uyarının yanında düşündürücü, özendirici ve ufuk açıcı hitapları, gönülleri etkileyen lafız ve mâna sanatlarıyla sevgi, esenlik ve barış dini olan İslâm’a çağrısını bir defa daha tekrarlar.
Câbir b. Abdullah’tan nakledilen bir rivayete göre Hz. Peygamber ashabına Rahmân sûresini okumuş, onların sükût etmesi üzerine de, “Ben bu sûreyi kendilerine mahsus gecede cinlere okuduğumda sizden daha güzel bir karşılık verdiler. ‘Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?’ âyetlerine geldiğim zaman onlar, ‘Hayır, ey rabbimiz, senin nimetlerinden hiçbirini inkâr etmeyiz, hamd ve şükür sana mahsustur’ dediler” buyurmuştur (Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ķurǿân”, 55; İbrâhim Ali, s. 320-321). Bazı tefsir kitaplarında Übey b. Kâ‘b yoluyla Hz. Peygamber’den nakledilen, “Rahmân sûresini okuyan kimse Allah’ın kendisine lutfettiği nimetlerin şükrünü yerine getirmiş olur” mânasındaki rivayetin (meselâ bk. Zemahşerî, VI, 19; Beyzâvî, IV, 229) mevzu olduğu kabul edilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 722; Zemahşerî, I, 684-685).
Angelika Neuwirth bir makalesinde (bk. bibl.) Rahmân sûresinde yer alan ikili formların ve özellikle “cennetân” (iki cennet) ifadesi üzerinde durmuştur. Sûre hakkında yapılan diğer çalışmalar arasında Şevkī Dayf’ın Sûretü’r-Raĥmân ve süver ķıśâr adlı eseri (Kahire 1971), yan yana bulundukları halde birbirine karışmayan ve her birinden inci ve mercan çıkan iki denizin (âyet: 19-22) coğrafî yeri hakkında Muhammed Mütevellî’nin makalesi ve Angelika Neuwirth ve M. A. S. Abdel Haleem’in makaleleri (bk. bibl.) zikredilebilir.
Celvetî şeyhi Abdülhay Celvetî, Tefsîr-i Ba’z-ı Süver-i Kur’âniyye adlı Türkçe eserinde açıkladığı on bir sûreden biri de Rahmân sûresidir (İÜ Ktp., TY, nr. 9771, vr. 23b-26a). Halûk Nurbâki de pozitif bilimin verileri ve bazı teorilerden faydalanarak yaptığı sûre tefsirlerinden birini Rahmân sûresine ayırmıştır: Kur’an’ın Hârika Mesajları I, Rahmân ve Vâkıa Sûreleri Yorumu (İstanbul 1988, s. 7-75). Rahmân sûresinin 26. âyetindeki “küllü men aleyhâ fân” (yeryüzünde bulunan her canlı fânidir) ibaresi Osmanlılar’da mezar taşlarına yazılması âdet olan ibareler arasında yer alır.
BİBLİYOGRAFYA:
Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXVII, 67-95; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), I, 684-685; VI, 19; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXIX, 83-138; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 229; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1385/1966, VI, 484-505; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 722; Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûre ve maķāśıdühâ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1980, II, 169-175; M. A. S. Abdel Haleem, “Context and Internal Relationships: Keys to Quranic Exegesis a Study of Surat al-Rahmân (Qur’an Chapter 55)”, Approaches to the Qur’ān (ed. G. R. Hawting – A. Shareef), London 1993, s. 71-98; A. Neuwirth, “Quranic Literary Structure Revisited: Surat al-Rahmân between Mythic Account and Decodation of Myth”, Story-telling in the Framework of Non-fictional Arabic Literature (ed. S. Leder), Wiesbaden 1998, s. 388-420; a.mlf., “Symmetre und Paarbildung in der Koranischen Eschatologie. Philologisch-Stilistisches zu Surat ar-Rahmân”, MUSJ, L/1 (1984), s. 445-480; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâǿilü süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 320-321; Muhammed Mütevellî, “et-Taŧbîķu’l-coġrâfî li-mâ câǿe fî ķavlihî teǾâlâ ‘merace’l-baĥreyni yelteķıyân’”, Mecelletü Külliyyeti’l-Ǿulûmi’l-ictimâǾiyye, II, Riyad 1978, s. 245-269; Zuhûr Ahmed Azher, “er-Raĥmân”, UDMİ, X, 223-224; Seyyid Muhammed Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i er-Raĥmân”, DMT, IX, 386-387.
M. Kâmil Yaşaroğlu

Kaynak

suresi com tr
Fetih Suresi Özel

Fetih Suresi, Medine döneminde inmiştir. 29 âyettir. Sûre, adını 1, 18 ve 27. âyetlerde geçen “fetih” kelimesinden almıştır. Sûre de başlıca, hicretin altıncı yılında Hz.Peygamber ile Mekke’li müşrikler arasında gerçekleşen Hudeybiye antlaşması, cihad, savaştan geri kalan münafıklar ve Mekke’nin fethedileceği müjdesi konu edilmektedir. 

Fetih Suresi Arapça Oku Yeni
Fetih Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Fetih Suresi Arapça 1. Sayfa
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ١لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ٢وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْراً عَز۪يزاً٣هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَاناً مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماًۙ٤لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزاً عَظ۪يماًۙ٥وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراً٦وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً٧اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ٨لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً٩
Fetih Suresi Arapça 2. Sayfa
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟١٠سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً١١بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَداً وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْماً بُوراً١٢وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً١٣وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً١٤سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلاً١٥
Fetih Suresi Arapça 3. Sayfa
قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً١٦لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟١٧لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ١٨وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً١٩وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ٢٠وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً٢١وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً٢٢سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً٢٣
Fetih Suresi Arapça 4. Sayfa
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يراً٢٤هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفاً اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً٢٥اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟٢٦لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً٢٧هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداًۜ٢٨
Fetih Suresi Arapça 5. Sayfa
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً

Fetih Suresi Türkçe Oku
Fetih Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Fetih Suresi Türkçe 1. Sayfa
Bismillahir rahmanir rahim.
    1. İnna fetahna leke fethan mubina.
    2. Li yagfire lekallahu ma tekaddeme min zenbike ve ma teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sıratan mustekima.
    3. Ve yansurekallahu nasran aziza.
    4. Huvellezi enzeles sekinete fi kulubil mu’minine li yezdadu imanen mea imanihim, ve lillahi cunudus semavati vel ard, ve kanallahu alimen hakima.
    5. Li yudhilel mu’minine vel mu’minati cennatin tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve yukeffire anhum seyyiatihim, ve kane zalike indallahi fevzen azima.
    6. Ve yuazzibel munafikine vel munafikati vel muşrikine vel muşrikatiz zannine billahi zannes sev’i aleyhim dairetus sev’i, ve gadiballahu aleyhim ve leanehum ve eadde lehum cehennem, ve saet masira.
    7. Ve lillahi cunudus semavati vel ard, ve kanallahu azizen hakima.
    8. İnna erselnake şahiden ve mubeşşiren ve nezira.
    9. Li tu’minu billahi ve resulihi ve tuazziruhu ve tuvakkıruh, ve tusebbihuhu bukreten ve asila.
Fetih Suresi Türkçe 2. Sayfa
    1. İnnellezine yubayiuneke innema yubayiunallah, yedullahi fevka eydihim, fe men nekese fe innema yenkusu ala nefsih, ve men evfa bi ma ahede aleyhullahe fe se yu’tihi ecren azima.
    2. Se yekulu lekel muhallefune minel a’rabi şegaletna emvaluna ve ehluna festagfir lena, yekulune bi elsinetihim ma leyse fi kulubihim, kul fe men yemliku lekum minallahi şey’en in erade bikum darren ev erade bikum nef’a, bel kanallahu bi ma ta’melune habira.
    3. Bel zanentum en len yenkaliber resulu vel mu’minune ila ehlihim ebeden ve zuyyine zalike fi kulubikum ve zanentum zannes sev’i ve kuntum kavmen bura.
    4. Ve men lem yu’min billahi ve resulihi fe inna a’tedna lil kafirine saira.
    5. Ve lillahi mulkus semavati vel ard, yagfiru li men yeşau ve yuazzibu men yeşau, ve kanallahu gafuren rahima.
    6. Se yekulul muhallefune izentalaktum ila meganime li te’huzuha zeruna nettebi’kum, yuridune en yubeddilu kelamallah, kul len tettebiuna kezalikum kalallahu min kabl, fe se yekulune bel tahsudunena, bel kanu la yefkahune illa kalila.
Fetih Suresi Türkçe 3. Sayfa
    1. Kul lil muhallefine minel a’rabi setud’avne ila kavmin uli be’sin şedidin tukatilunehum ev yuslimun, fe in tutiu yu’tikumullahu ecren hasena, ve in tetevellev kema tevelleytum min kablu yuazzibkum azaben elima.
    2. Leyse alel a’ma haracun ve la alel a’reci haracun ve la alel maridı harac, ve men yutııllahe ve resulehu yudhılhu cennatin tecri min tahtihel enhar, ve men yetevelle yuazzibhu azaben elima.
    3. Lekad radiyallahu anil mu’minine iz yubayiuneke tahteş şecereti fe alime ma fi kulubihim fe enzeles sekinete aleyhim ve esabehum fethan kariba.
    4. Ve meganime kesireten ye’huzuneha, ve kanallahu azizen hakima.
    5. Vaadekumullahu meganime kesireten te’huzuneha fe accele lekum hazihi ve keffe eydiyen nasi ankum, ve li tekune ayeten lil mu’minine ve yehdiyekum sıratan mustekima.
    6. Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatallahu biha, ve kanallahu ala kulli şey’in kadira.
    7. Ve lev katelekumullezine keferu le vellevul edbare summe la yecidune veliyyen ve la nasira.
    8. Sunnetellahilleti kad halet min kabl, ve len tecide li sunnetillahi tebdila.
Fetih Suresi Türkçe 4. Sayfa
    1. Ve huvellezi keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba’di en azferekum aleyhim ve kanallahu bi ma ta’melune basira.
    2. Humullezine keferu ve saddukum anil mescidil harami vel hedye ma’kufen en yebluga mahıllehu, ve lev la ricalun mu’minune ve nisaun mu’minatun lem ta’lemuhum en tetauhum fe tusibekum minhum maarratun bi gayri ilm, li yudhılallahu fi rahmetihi men yeşau, lev tezeyyelu le azzebnellezine keferu minhum azaben elima.
    3. İz cealellezine keferu fi kulubihimul hamiyyete hamiyyetel cahiliyyeti fe enzelallahu sekinetehu ala resulihi ve alel mu’minine ve elzemehum kelimetet takva ve kanu e hakka biha ve ehleha ve kanallahu bi kulli şey’in alima.
    4. Lekad sadakallahu resulehur ru’ya bil hakk, le tedhulunnel mescidel harame inşaallahu aminine muhallikine ruusekum ve mukassırine la tehafun, fe alime ma lem ta’lemu fe ceale min duni zalike fethan kariba.
    5. Huvellezi ersele resulehu bil huda ve dinil hakkı li yuzhirehu aled dini kullih, ve kefa billahi şehida.
Fetih Suresi Türkçe 5. Sayfa
  1. Muhammedun resulullah, vellezine meahu eşiddau alel kuffari ruhamau beynehum terahum rukkean succeden yebtegune fadlen minallahi ve rıdvanen simahum fi vucuhihim min eseris sucud, zalike meseluhum fit tevrat, ve meseluhum fil incil, ke zer’in ahrece şat’ehu fe azerehu festagleza festeva ala sukıhi yu’cibuz zurraa, li yagiza bihimul kuffar, vaadallahullezine amenu ve amilus salihati minhum magfireten ve ecren azima.
Fetih Suresi Türkçe Meali Oku
Fetih Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı kaydırın.
Fetih Suresi Türkçe Meali 1. Sayfa
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
    1. Doğrusu Biz sana apaçık bir fetih açtık.
    2. Allah, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola iletsin diye.
    3. Ve Allah, eşsiz bir şanlı zafer ile sana yardım etsin.
    4. İmanlarına iman katsınlar diye inananların kalplerine o güveni indiren O’dur. Öyle ya, Allah’ındır bütün o göklerin ve yerin orduları. Allah herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.
    5. Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, sonsuz olarak içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere koyması ve günahlannı silip bağışlaması için. Bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
    6. Ve Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekleri, münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları, o kötülük girdabı başlarına dönesiceleri azaba uğratsın diye. Allah, onlara gazap etmiş, la’net etmiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Ona gidiş de ne kötüdür!
    7. Allah’ındır göklerin ve yerin bütün orduları ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
    8. Doğrusu Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem de bir uyarıcı olarak gönderdik.
    9. Allah’a ve peygamberine inanasınız da bunu takviye edip onurlandırarak O’na sabah akşam tesbih edesiniz diye.
Fetih Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa
    1. Her halde sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli (kudreti) onların elleri üstündedir. Onun için her kim cayarsa yalnızca kendi aleyhine caymış olur. Her kim de Allah’a verdiği sözü yerine getirirse O da ona yarın büyük bir mükafat verecektir.
    2. Bedevilerden (savaştan) geri bırakılanlar yakında sana: “Bizleri mallarımız ve ailelerimiz oyaladı, onun için bize bağışlama dile!” diyeceklerdir. Kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söyleyecekler. De ki: “Eğer Allah sizi bir zarara uğratmayı dilerse veya size bir yarar sağlamayı dilerse Allah’a karşı kim birşey yapabilir? Doğrusu Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
    3. Doğrusu siz, peygamberin ve müminlerin asla ailelerine dönemeyeceklerini sandınız; bu, kalplerinizde allandı pullandı ve kötü zanna düştünüz de düşkün blr topluluk oldunuz.
    4. Her kim Allah’a ve peygamberine inanmazsa, bilsin ki, Biz kafirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.
    5. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; dilediği kimseyi bağışlar, dilediğine de azap eder. Allah, çok bağışlayandır, merhamet sahibidir.
    6. Sizler bir takım ganimetleri almaya gittiğinizde o geri bırakılanlar yakında diyecekler: “Bırakın bizi, arkanızdan gelelim!” Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isteyecekler. De ki: “Siz asla bizim arkamızdan gelmeyeceksiniz; hakkınızda bundan önce Allah böyle buyurdu.” Ona da diyecekler ki: “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz!” Hayır onlar, ince anlamaz, anlayışları az kimselerdir.
Fetih Suresi Türkçe Meali 3. Sayfa
    1. O (savaştan) geri bırakılan bedevilere de ki: “Siz, ileride çok zorlu savaşçı bir toplulukla savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız, yahut müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir ve eğer bundan önce yaptığınız gibi aksine giderseniz sizi acı bir azaba çarptınr.
    2. Köre sorumluluk yoktur, aksağa sorumluluk yoktur, hastaya da sorumluluk yoktur. Bununla beraber, her kim Allah’a ve peygamberine itaaat ederse, onu altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de aksine giderse onu da acı bir azap ile cezalandırır.
    3. Gerçekten o ağacın altında sana biat ederlerken O, müminlerden razı oldu. Onların kalplerindekini bildi de üzerlerine o güveni indirdi ve onları bir yakın fetih ile ödüllendirdi.
    4. Ve onları alacakları bir çok ganimetlerle de ödüllendirdi. Allah, çok güçlüdür. hikmet sahibidir.
    5. Allah, size bir çok ganimetler va’d buyurdu, onları alacaksınız. Şimdilik bunu size peşin verdi ve sizden o insanların ellerini çekti ki inananlara bir delil olsun ve sizi doğru bir caddeye çıkarsın.
    6. Henüz elinizin ermediği, fakat Allah’ın (bilgisi ile) kuşattığı bir diğerini daha (vaad buyurdu). Allah, her şeye gücü yetendir.
    7. Eğer o küfredenler sizinle çarpışsaydılar, mutlaka arkalarını döneceklerdi, sonra da ne bir koruyucu bulabileceklerdi, ne de bir yardımcı.
    8. Allah’ın öteden beri süregelen kanunu (budur). Allah’ın o kanununda asla bir değişiklik de bulamazsın.
Fetih Suresi Türkçe Meali 4. Sayfa
    1. O, Mekke deresinde, onlara karşı size zafer vermişken onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendi. Allah, yaptıklarınızı görendir.
    2. Onlar, o küfredip de sizi Mescidi Haram’dan alıkoyanlar ve durdurulmakta olan kurbanlık hediyeleri yerine varmaktan men’eden kimselerdir. Eğer kendilerini tanımadığınız bir takım inanan erkeklerle inanan kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden şanınıza bir leke dokunması ihtimali olmasaydı (Allah size fetih için izin verirdi). Allah dilediğini rahmetine koyacağı için, eğer çekilebilselerdi elbette içlerinden o küfredenleri acı bir azaba uğratırdık.
    3. O küfredenler kalplerinde o taassubu, cahiliye taassubunu kaynattığı sırada Allah, peygamberinin ve mü’minlerin üzerine sükunet ve güvenini indirdi, onlara kelime-i takvayı (barış antlaşmasını) yükledi. Zaten onlar, buna layık ve ehliyetli idiler. Allah, herşeyi bilendir.
    4. Andolsun ki, Allah gerçekten peygamberine o rüyayı hakkıyla doğru gösterdi, Şanıma yemin ederim ki, İnşaallah Mescid-i Haram’a güvenlik içinde başlarınızı kazıtarak, kırkarak korkusuzca gireceksiniz! Ancak O, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de ondan önce yakın bir fetih verdi.
    5. O’dur peygamberini hidayet rehberi ve hak dini ile gönderen; onu her dinin üstüne çıkarmak için şahit olarak da Allah yeter!
Fetih Suresi Türkçe Meali 5. Sayfa
  1. Muhammed, Allah’ın peygamberidir. Onun beraberindekiler ise, kafirlere karşı çok çetin, kendi aralarında son derece merhametlidirler. Onları cemaatle rükü ve secde ederek, Allah’ın lütfunu ve hoşnutluğunu dilerken görürsün. Nişanları yüzlerindedir secde eserinden. Bu onların Tevrat’taki misalleri, İncil’deki misalleri ise, kendileriyle kafirleri öfkelendirmesi için, filizini çıkarmış, onu güçlendirmiş sonra kalınlaşıp sapı üzerine dimdik doğrulmuş, çiftçilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. Onlardan iman edip de iyi iyi işler yapanlara Allah hem bir bağışlama vaad buyurdu hem de büyük bir mükafat.
Fetih Suresi Konusu
Fetih Suresi konusu, Ana konu Hudeybiye Antlaşması’nın değerlendirilmesi, niyetlendikleri umre ibadetini yapamadan döndükleri için büyük üzüntü ve hayal kırıklığı içinde olan müminlerin teselli edilmesi, bu harekât içinde ve sonrasında olup bitenlerin Allah nezdindeki değerinin açıklanmasıdır. Bu genel çerçeve içinde Hz. Peygamber ve ashabının Allah katındaki durum ve dereceleri, onları ibadetten meneden müşrikler ile yalnız bırakan münafıkların acı sonları hakkında önemli bilgiler verilmiş, bu barışı takip edecek olan fetihler müjdelenmiştir.
Fetih Suresi Nuzül
Hicretten sonra gelen âyetler ve sûreler, başka bir yerde vahyedilse bile Medine’de gelmiş sayıldığı için Fetih sûresi de hicretin 6. yılında, Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra, bir gece Mekke yakınlarında, Cum‘a sûresinden sonra, Mâide’den önce nâzil olduğu halde Medine’de gelen sûreler listesinde yerini almıştır. Güvenilir kaynaklarda bulunan şu rivayet, sûrenin inişiyle ilgili önemli bilgiler vermektedir: Hz. Peygamber bir seferinde (Müslim’deki bir rivayete göre Hudeybiye dönüşünde; “Cihâd”, 97) gece yürürken yanında bulunan Hz. Ömer kendisine bir soru yöneltir; üç kere tekrarladığı halde cevap alamayınca üzüntü ve endişe içinde yanından uzaklaşır. Kendisi hakkında bir âyet gelmesinden korkar. Biraz sonra ona Hz. Peygamber’in kendisini çağırdığı duyurulur. Yanına gelince Peygamber efendimiz Ömer’e, yeni geldiğini bildirdiği Fetih sûresinin ilk âyetlerini okur (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1). Daha detaylı ve sahih olan rivayetlere göre bu olay, Hudeybiye seferinden dönerken değil, Hudeybiye’de savaşmak yerine, ilk bakışta müslümanların aleyhinde gibi gözüken şartlarla sulha karar verildiğinde meydana gelmiştir. Hz. Ömer oldukça heyecanlı ve sert bir üslûpla Peygamberimiz’e birkaç kere, “müslümanlar haklı, onlar haksız oldukları halde neden bu aşağılayıcı barışın yapıldığını” sormuş, “Ben Allah’ın elçisiyim, O, elçisini mahcup etmeyecektir” cümlesinden başka cevap alamamıştı. Bir müddet sonra Peygamber efendimiz Ömer’i çağırdı ve kendisine hem sulhun bir fetih olduğunu açıkladı hem de yeni gelmiş olan Fetih sûresinden bir miktar okudu (Buhârî, “Tefsîr”, 48/5; Müslim, “Cihâd”, 94). Buna göre Müslim’deki diğer rivayette geçen “Hudeybiye’den dönerken” kaydını, “barış yapmaya ve umre yapmadan dönmeye karar verilince” şeklinde anlamak, râvinin bunu kastettiğini söylemek gerekecektir.
Fetih Suresi Fazileti
Fetih Suresi fazileti, Fetih sûresinin değeri ve özelliği hakkında Hz. Peygamber şu açıklamayı yapmıştır: “Bu gece bana, üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha değerli ve güzel bir sûre gönderildi”; Peygamberimiz bunu söyledikten sonra Fetih sûresini okumuşlardır (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1).
Fetih Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Fetih Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?

Fetih Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 510. sayfada başlar, 514. sayfada biter.
Fetih Suresi kaç ayettir?

Fetih Suresi, 29 ayetten oluşur.
Fetih Suresi hangi cüzde yer alır?

Fetih Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 26. cüzde yer alır.
Fetih Suresi kaç sayfadır?

Fetih Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 5 sayfa içinde yer alır.
Fetih Suresi Tefsiri
Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Fetih Suresi Tefsiri aşağıdadır.
Fetih Suresi 1-7. Ayet Tefsiri
Sûreye adını veren fethin Hudeybiye Antlaşması mı yoksa Mekke’nin fethi mi olduğu konusunda farklı değerlendirmeler vardır. Fetih kelimesinin “savaş yoluyla bir toprağı ele geçirmek” mânasında kullanıldığını dikkate alan tefsirciler burada, Mekke’nin fethinden söz edildiğini ileri sürmüşlerdir. Sağlam rivayetler yanında (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1) bu sûrede geçen ve yeri geldikçe açıklanacak olan işaretlere dayanan tefsirciler ise haklı olarak burada Hudeybiye sulhunun anlatıldığı kanaatine varmışlardır. Bunlara göre fetih kelimesi, bir çözüm getirdiği ve tıkanıklığı açtığı için sulh için de kullanılabilir. Ya da sebepten söz edip bununla sonucu kastetmek şeklindeki “mürsel mecaz” üslûbunun kullanıldığı düşünülebilir. Çünkü Hudeybiye sulhunun yol açtığı gelişmeler birden fazla fethi beraberinde getirmiştir: 1. Bu antlaşmadan sonra Hayber fethedilmiştir. 2. Mekkeli müşriklerle savaş ihtimali geçici olarak kalktığı için iki tarafın halkı birbirine gidip gelmişler, görüşmüşler, İslâm hakkında bilgi alışverişi yapılmış ve birçok müşrik ihtida etmiş, İslâm ile müşerref olmuştur. 3. İki yıl sonra on bin kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürüyen müminler burayı kolayca fethetmişlerdir. 4. Daha önceleri müslümanları muhatap kabul etmeyen ve çözümü savaşta arayan müşrikler ilk defa bu antlaşmada karşı tarafı tanımışlar, onlardan güvenlik talep etmişler, müslümanların o yıl yapmak istedikleri umre ibadetini bir yıl sonra gelip yapmalarını kabul etmişlerdir ( Kurtubî, XVI, 250 vd. Hudeybiye ile ilgili özet bilgi için bk. Bakara 2/194). Bu fethin sağladığı faydalar, doğurduğu sonuçlar ilk üç âyette veciz bir şekilde açıklanmaktadır. 12. âyette işaret edildiği üzere bu sefere çıkmak, Mekkeli müşriklere bir mânada meydan okumak demekti, bu da bir cesaret meselesiydi. Bu yüzden münafıklar “Bunların işi bitti, müşrikler tamamını yok edecek” demişlerdi. Ancak 27. âyette sözü edilen rüyayı bir işaret ve emir sayan Peygamber efendimiz, çeşitli faydalarını da gözeterek, kendisine sadık 1500 kadar sahâbî ile bu meşakkatli ve tehlikeli seferi göze almışlardı. Başta hesap edilmeyen gelişmeler oldu; sahâbe sabır, cesaret, bağlılık ve fedakârlık imtihanlarına tâbi tutuldular. Bütün bunlar olurken ve olduktan sonra Allah Teâlâ’nın şu lutufları tecelli etti: 1. Hz. Peygamber, kendisinin dışında hiçbir ümmet ferdine bahşedilmeyen bir iltifata nâil oldu, “geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanmış olduğu” rabbi tarafından ilân edildi. Esasen bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber de ismet (Allah tarafından günah işlemekten korunmuş olma) özelliğine sahiptir, dolayısıyla zaten günahsızdır. Şu halde Peygamberimizin, bağışlandığı bildirilen günahı, fiilen işlediği yahut işleyeceği bir günah olmayıp, beşer olması hasebiyle kendisinde bulunan günah işleme potansiyelidir. İsmet sıfatı, peygamberlerdeki bu potansiyel günah işleme imkânının fiiliyata geçmesini önleyen ilâhî bir koruma ve esirgemedir; âyetteki af bu anlamdadır. Bir önceki sûrenin tefsirinde geçen (Muhammed 47/19) farklı bir yoruma göre bu antlaşma ile Mekkeliler nezdinde suçlu (zenb kelimesinin suç mânası için bk. Şuarâ 26/14) ve ölüme mahkûm bulunan Hz. Peygamber bu antlaşma sonunda barış ve güvenlik antlaşmasının tarafı haline geldi, böylece müşrikler tarafından suçluluk hükmü kaldırılmış oldu. 2. En büyük nimet ve dosdoğru yol olan İslâm dini sulh ortamında tamamlanarak yayılma imkânı buldu. 3. Yolculukta, sulh müzakerelerinde ve dönüşte Allah’ın büyük yardımları görüldü.Peygamberler ümmetlerine örnek olduklarından Allah onları günah işlemekten korumuştur. Buna rağmen Peygamber efendimiz gece gündüz nâfile ibadetler yaparak ve özellikle çok namaz kılarak, hem bu konuda da ümmetine örnek olmuş hem de ibadetin cennet ümidi veya cehennem korkusundan değil, Allah buna lâyık olduğu, kul bununla mânevî hayat ve huzur bulduğu için yapılacağını göstermiştir. Nitekim kendisine, günahlarının peşinen bağışlanmış olduğu hatırlatılarak niçin bu kadar çok namaz kıldığı sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir: “Elimden geldiğince Allah’a şükreden bir kul olabilmem için” (Buhârî, “Tefsîr”, 48/2; peygamberlerin günahsızlığı (ismet) konusunda geniş bilgi için bk. Mehmet Bulut, “İsmet”, DİA, XXIII, 134-136).4. âyette müminlere, olağan üstü sıkıntılı durumlarında Allah’ın moral yardımından söz ediliyor, arkasından da O’nun askerlerinden bahsediliyor. Öyle anlaşılıyor ki bu askerlerden maksat, müminlerin yanında olan ve ilâhî yardımı onlara ileten meleklerdir. Buna göre 7. âyette zikredilen askerler ise ilâhî cezayı icra eden melekler olmalıdır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 65-67
Fetih Suresi 8-10. Ayet Tefsiri
Hz. Peygamber’in, Câhiliye kültür ortamı içinde yetişmiş olmasına rağmen ortaya koyduğu kişilik ve ahlâk, tebliğ ettiği dinin Allah’tan olduğuna canlı ve güçlü bir tanıktır. Onun eğitim kurallarına uygun uyarıları, müjdeleri, açıklamaları insanları etkilemiş; Allah’a iman ve yalnızca O’na ibadet etmelerine, O’nun dinini desteklemelerine, uğrunda canlarını ve mallarını ortaya koyarak çaba göstermelerine sebep olmuştur. Bazı tefsirciler, 9. âyetteki zamirlerin kime yönelik bulunduğu konusunda farklı bir anlayış ileri sürmüş, “O’nu tenzih ederek…” kısmındaki “O” zamirinden maksadın Allah olduğunu, diğer iki zamirin ise Peygamber efendimize ait bulunduğunu ifade etmişlerdir. Bu son yoruma göre, “büyüklüğü karşısında eğilesiniz” kısmını “O’na saygı gösteresiniz” diye çevirmek gerekecektir. 18. âyette ek bilgiler de verilerek tekrar değinilecek olan, “yeminle bağlılık sözü”nün Arapça’daki karşılığı biattır (bey‘at). 10. âyetteki ilgili fiil de bu köktendir. Buradaki biattan maksat, meşhur Hudeybiye biatıdır. Hz. Peygamber bu sûrenin 27. âyetinde bahsi gelecek bir rüyası üzerine hicrî 6. yıl Zilkadesinin başında (Mart 628), 1500 kadar sahâbî ile umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmış, Mekke’nin 17 km. batısında yer alan Hudeybiye’ye gelip konaklamıştı. Daha önce bilgi almak üzere gönderilen görevliler, Mekkeli müşriklerin müslümanları engelleme kararı aldıkları ve bu maksatla Hâlid b. Velîd’i 200 kişilik bir güçle yola çıkardıkları haberini getirmişlerdi. Hz. Peygamber maksadını açıklamak ve ziyaret izni almak üzere önce Hırâş’ı, onun kötü karşılanması hatta ölüm tehlikesi geçirmesi üzerine, Mekkeliler arasında yakınları ve itibarı bulunan Hz. Osman’ı Mekke’ye elçi olarak gönderdi. Bir müddet sonra onun müşrikler tarafından öldürüldüğü haberi geldi. İşin renginin değiştiğini ve savaş ihtimalinin belirdiğini gören Resûlullah, ashabından biat almayı uygun buldu. Oradaki bir mugaylân veya sakız ağacının (şeceretü’r-rıdvân) altında, teker teker ellerini tutarak 1500 kişi ile biatlaştı; yani her bir sahâbî Peygamberimize bağlılık ve itaat sözü verdi. Bu biatta söz verilirken neyin üstlenildiği konusunda “cihad, itaat, ölüm pahasına sebat ve sabır” gibi ifadeler nakledilmiştir (Müslim, “İmâre”, 41, 42, 80). Bu biatı haber alan Mekkeliler telâşa kapılarak Süheyl b. Amr başkanlığında bir heyet gönderdiler. Hz. Peygamber düşmanı azaltmak ve güneyi emniyete almak, Mekkeliler ise ticaret yollarını açmak için bir barış istiyorlardı. Tartışmalardan sonra “müslümanların o yıl geri dönüp ertesi yıl umre için gelmeleri, Mekkeli bir kimse kaçıp Medine’ye sığınırsa istendiği takdirde iade edilmesi, aynı şey Medine’den Mekke’ye olursa geri verilmemesi, diğer Arap kabileleri ile tarafların serbestçe antlaşma yapabilmeleri, üçüncü bir tarafla savaş yapılması halinde antlaşmanın ikinci tarafının pasif kalması” üzerinde antlaşma sağlandı ve on yıllık bir antlaşma imzalandı (Muhammed Hamîdullah, “Hudeybiye Antlaşması”, DİA, XVIII, 297-299 ). Birçok âyette resulüne itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağı ifade buyurulmuştur. 10. âyette de Allah’ın elçisi olan peygambere itaat gibi ona biat da dolaylı olarak Allah’a verilmiş bir bağlılık ve itaat sözü olarak değerlendirilmektedir. Kaynak :
Fetih Suresi 11-14. Ayet Tefsiri
“Savaşa katılmayan Arap kabileleri”, Medine civarında yaşayan Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşca‘, Eslem ve Dîl isimli bedevî gruplarıdır. Bunlar daha önce Hz. Peygamber’le beraber sefere çıkma sözü verdikleri halde, imanları kişiliklerine yansımadığı, henüz şuur ve kararlarına yeterince hâkim olmadığı, müminlerin de bu seferden sağ kalarak dönemeyeceklerini sandıkları için sözlerinde durmadılar. Sonradan kendilerine hesap sorulunca da hayvanları ile çoluk çocuklarının bakımını bahane ettiler. Tevbe sûresinde (9/81-85), Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmiş; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi emredilmiş, ölenlerin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlara karşı bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi istenmiştir. Burada geçen “savaşa katılmayanlar” ile orada geçenlerin aynı olduğunu; bunlardan münafıkların kastedildiğini düşünenler olmuşsa da, ileride açıklaması gelecek olan 16. âyet bu anlayışa mânidir. Ayrıca Tebük Harbi Hudeybiye’den üç yıl sonra olmuştur. Hudeybiye seferine katılmadıkları için kınanan, uyarılan, kendilerine öğüt verilen ve ceza olarak da “Hayber Savaşı’na katılmaktan mahrum bırakılan” gruplar, münafıklar değil, yeni iman etmiş fakat yeterince eğitim görmemiş bedevîlerdir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 71-72
Fetih Suresi 15. Ayet Tefsiri
Hz. Peygamber Hudeybiye’den dönünce bir iki ay kadar Medine’de kalmış, hicrî 7. yılın başında, kuzey bölgesinin güvenliğini bozan Hayber yahudilerini egemenliği altına almak üzere buraya bir sefer düzenlemiştir. Üslûptan anlaşıldığı üzere bu âyetler indiğinde henüz Hayber seferine çıkılmamıştı. Allah Teâlâ hem yakında düzenlenecek bir seferi ve bu seferin zaferle sonuçlanacağını, müslümanların ganimet elde edeceklerini bildirmekte hem de Hudeybiye seferine, meşrû mazeretleri bulunmadığı halde katılmamış olan gruplara bu sefere de katılamayacaklarını tebliğ etmektedir. Bu emir ve tâlimat âyette “Allah’ın sözü” olarak ifade edilmiş ve onlar istese de değişmeyeceği bildirilmiş; Hayber Savaşı’na, Habeşistan’dan dönen muhacirler dışında, yalnızca Hudeybiye seferine katılanlar iştirak etmişlerdir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72
Fetih Suresi 16. Ayet Tefsiri
Yukarıda da işaret edildiği gibi Hudeybiye seferine katılmayanlara, Hayber Savaşı’na olmasa da “ileride çetin bir düşmana karşı yapılacak bir savaşa çağırılacakları”nın bildirilmesi, onların münafıklar olmadığını gösteren delillerden biridir. Müminlerin kendileriyle savaşmaya çağırılacakları bu çetin ve güçlü düşmanın hangisi olduğu konusunda farklı belirlemeler yapılmış; Huneyn’de savaşılan Sakîf ve Hevâzin, Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanında kendileriyle savaşılan mürtedler, İran, Bizans gibi isimler ileri sürülmüştür. Meâlde geçen “Ya kendileriyle savaşacaksınız yahut müslüman olacaklar” cümlesi bu çetin düşmanı belirlemede önemli bir ipucu vermektedir. Bilindiği gibi Ehl-i kitap ile müslümanlar üç farklı ilişki içinde bulunabilirler: İslâm’a davet, savaş, vergiye ve diğer şartlara bağlı barış ve antlaşma. Arap müşrikleri ile mürtedlere gelince seçenek ikiye inmektedir: Ya müslüman olacaklar ya da savaşı göze alacaklar. Şu halde âyette sözü edilen çetin ve güçlü düşman ya Arap müşrikleri ya da mürtedlerdir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1705). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72-73
Fetih Suresi 17. Ayet Tefsiri
Mazeretsiz olarak savaşa katılmamak hem hukukî ve dinî hem de ahlâkî bakımdan önemli bir ihlâl ve itaatsizliktir; başka bir deyişle günahtır, şerefsizliktir ve suçtur. Bunu ortaya koyan ifadelerden sonra ve önce, sakatlık, hastalık gibi mazeretlerle savaşa katılmayanların müstesna olduğu, onların maddî ve mânevî müeyyidelere dahil bulunmadığı açıklanarak ilgililer rahatlatılmış ve teselli edilmiştir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 73
Fetih Suresi 18-19. Ayet Tefsiri
Hudeybiye’de hayatları pahasına da olsa Hz. Peygamber’i destekleyeceklerine, savaşıldığı takdirde kaçmayacaklarına yemin eden sahâbîler Allah’ın rızasına (rıdvân) nâil olmuşlar, ayrıca bu hoşnutluğunu yüce Mevlâ kitabında zikrettiği için Kur’an var olduğu ve okunduğu sürece hayırla ve gıpta ile anılma şerefine ermişlerdir. Âyette zikredilen hoşnutluğun Arapçası “rıdvân” olduğu için bu yeminli söz vermenin (biatın) adına “bey‘atü’r-rıdvân” da denilmiştir. Altında biatın yapıldığı ağaç da bu olaydan sonra “şeceretü’r-rıdvân” adını almıştır.Müşriklerin kendilerini engelleme kararı aldıklarını öğrenince Hz. Ömer’in ikazı üzerine arkadan silâh da getirtilmişti. Müslümanlar, başlangıçta yanlarına silah bile almadan, hem hasret gidermek hem de umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmışlar; üstelik Peygamberimizin 27. âyette zikredilen bir rüyasını umrenin hemen gerçekleşeceği şeklinde yorumlamışlardı. Bütün bunlardan sonra yolları kesilip umreleri engellenince nasıl bir moral bozukluğuna, kafa karışıklığına ve isyan duygusuna kapıldıklarını kestirmek zor değildir. Ama Allah “onların gönüllerinde olanı”, yani içine düştükleri huzursuzluk ve bunalımı bildiği için derhal rahmet kapılarını açmış, yüreklerine su serpmiş, heyecan ve öfkelerini huzur ve tatmin duygusuna çevirmiştir. Bu ruh fırtınasını temsil eden Hz. Ömer, Peygamber efendimizin ve Hz. Ebû Bekir’in açıklamaları üzerine sakinleşmiş, heyecanla söylenmiş sözlerinden dolayı da pişman olmuş, telâfi için ibadetler yapmış, sadakalar dağıtmıştır. “Gönüllerde olanı” iman, ihlâs ve bağlılık olarak yorumlayanlara göre de Allah, ashabın heyecan sebebiyle edep sınırlarını zorlayan davranışlarını gönüllerindeki iman ve sevgi sayesinde bağışlamış, heyecanlarını teskin etmiştir.Sûrenin başında geçen fetih Hudeybiye sulhu idi, 18. âyette zikredilen yakın fetih, ileride gerçekleşecek, Medine yakınlarında yahudilerin yerleşim merkezlerinden biri olan Hayber’in fethidir, 19. âyette sözü edilen ganimet de Hayber’de elde edilecek savaş ganimetidir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 75-76
Fetih Suresi 20-21. Ayet Tefsiri
Bu âyetlerin ilkinde “şunlar” diye işaret edilen ganimetler, Hayber’den elde edilecek olanlardır. Hayber’den alacakları ganimetler de “çok” olmakla beraber bundan sonra yapacakları savaşlardan elde edecekleri ganimetler daha çoktur. Allah, Hudeybiye’deki imtihanın ve mahrumiyetin karşılığı ve ödülü olarak Hayber’i ve ganimetlerini hemen vermiştir, diğerlerini ise kendileri henüz bilmeseler ve elde edecek güce sahip bulunmasalar da Allah bilmekte ve onlar için muhafaza etmektedir; zamanı geldikçe de lutfedecektir. Ayrıca ganimet savaşın bir ödülü ise bu ödül maddî olan ve dünyada elde edilenlerden ibaret de değildir, Allah’ın mücahid kulları için, gaziler ve şehidler için âhirette hazırladığı, beklettiği nice ödüller, bitip tükenmeyen ganimetler vardır.20. âyetteki “İnsanların ellerini üzerinizden çekmiştir” ifadesi tek taraflı, 24. âyette ise “sizinkini onlardan, onlarınkini sizden” şeklinde çift taraflı olarak zikredilmiştir. Tarihte gerçekleşen olaylara bakarak tefsirciler burada geçen korumayı, müslümanlar Mekke’ye hareket ettikten sonra kuzey komşuları olan Hayber yahudileri ile bazı müşrik Arap kabilelerinin fırsattan istifade ederek Medine’ye hücum etmelerinin Allah tarafından engellenmesi olarak yorumlamışlardır. 24. âyetteki engelleme ise Hudeybiye’de olmuş, hem müşriklerin birkaç kere teşebbüs ettikleri baskın hem de müslümanların savaşa karar vermeleri engellenmiş, iki tarafın da birbirine zarar vermelerine imkân tanınmamıştır. Bu fetih müjdeleri, gerçekleşen fetihler, elde edilen ganimetler, düşmanın zararlı olacak teşebbüslerinin engellenmesi, müminlerin sabır ve gayretleri yanında ve bundan da ziyade Allah’ın lutfudur. Bu lutfun hikmet ve gerekçesi ise müminlerin imanlarını yaşanan kanıtlarla güçlendirmek ve doğru yolda sebat edip ilerlemelerini sağlamaktır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 76-77
Fetih Suresi 22-23. Ayet Tefsiri
Allah müminlere yardım etmeyi murat ettiği için, meselâ onlar Hudeybiye seferinde iken yahudiler veya müşrikler Medine’ye hücum etselerdi bile Allah’ın izin ve yardımı ile yenilecek, geri dönüp kaçacaklardı. Çünkü Allah, peygamberlerini insan topluluklarına gönderirken onlara dini tebliğ etme ve bir çekirdek ümmet oluşturma fırsatı da vermektedir; O’nun sünneti, âdeti, kanunu budur ve değişmezdir. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77
Fetih Suresi 24-26. Ayet Tefsiri
Hudeybiye Mekke’ye 17 kilometredir, –günümüzde de Mekke’de oturanların umre için mîkat yeri olan– Ten‘îm ise 8 kilometredir. Mekke şehir sınırının yakınlarında, Ten‘îm ve Hudeybiye’de, yani Mekke’nin neredeyse içinde veya –bir başka açıklamaya göre Hudeybiye aşağıda, vadide olduğu için– Mekke’nin aşağısında birkaç defa düşmanın özel harekat ve baskın güçleri yakalanmış, fakat barışı olumsuz etkilememesi için serbest bırakılmışlardır. O zamanlar müşrik olan Hâlid b. Velîd komutasında 200 kişilik bir güç, Usfân önünde bulunan Gamîm isimli bir tepeyi siper alarak mevzilenmiş ve müslümanlar namazda iken ansızın hücum etmeyi planlamışlardı. Müslümanlar öğle namazına niyetlendiler, sonra vazgeçip ikindiye bıraktılar. Hz. Peygamber ikindi namazını salâtü’l-havf (tehlike halinde namaz) usulü ile kıldırdığı ve böylece yüzleri düşman tarafına dönük bulunduğu için Hâlid, “Bu adam korunmaktadır” diyerek kararını gerçekleştiremedi (Mustafa Fayda, “Hâlid b. Velîd” , DİA, XV, 289-292).Müşrikler, Kâbe’yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun onlara hizmet vermek şeklinde yerleşmiş bulunan geleneklerine aykırı olmasına rağmen, Câhiliye psikolojisinin, büyüklük kompleksinin, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri kin ve düşmanlık duygusunun etkisinde kalarak Medine’den gelen müminlerin Mescid-i Haram’ı ziyaretlerini engellediler; yanlarında getirdikleri yetmiş kadar kurbanlık devenin kesim yerine ulaştırılıp kurban edilmesine de mâni oldular. Peygamber efendimiz bulundukları yerde kurbanlarını kesip ihramdan çıkabileceklerini söyledi ise de, müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve tereddüt geçirerek bunu yapmadılar ve onu üzdüler. Eşi Ümmü Seleme’nin tavsiyesine uyarak Hz. Peygamber kurbanını kesince işin ciddiyetini anlayan sahâbe bu defa acele ve heyecanla emri yerine getirmeye koyuldular (Müsned, IV, 323-326; Kurtubî, XVI, 270). Sahâbenin ahlâkı, edebi, Hz. Peygamber’den aldıkları eğitimi, Allah ve resulünün emirlerine tereddütsüz ve ertelemesiz teslim olmayı kaçınılmaz kılıyordu ve genellikle de böyle yaparlardı. Hudeybiye’de olup biten gerilime iki şey sebep olmuştu: a) Peygamber efendimizin gördüğü rüyaya dayanarak –o yıl gerçekleşeceği açıklanmadığı halde– ziyaretin hemen gerçekleşeceğine inanmaları, rüyayı eksik yorumlamaları, b) Mekke’yi ve Kâbe’yi özlemiş oldukları ve ona çok yaklaştıkları halde haksız olarak engellenmeleri karşısında öfke ve heyecanlarını kontrol edememeleri. Ama Allah’ın mânevî yardımı, Hz. Peygamber’in de kararlı tutumu sayesinde bu heyecan fırtınası yatıştı, sahâbe asıl çizgilerinin gerektirdiği davranışa döndüler ve her şey yoluna girdi.Peygamberimizin ve ashabının kestikleri kurbanlar nâfile kurbanlar idi; çünkü tek başına umre ibadetinde kurban gerekli (vâcip) değildir. Hudeybiye’nin Harem bölgesi mi, serbestlik (Hill) bölgesi mi olduğu tartışılmıştır; Hanefîler’e göre bir bölümü Harem bölgesine dahildir. Hac ve umre kurbanı Harem bölgesinin her yerinde kesilebilir. Ancak hac kurbanının Mina’da, umre kurbanının ise Merve’de kesilmesi müstehaptır. Günümüzde Merve’de kurban kesme imkânı ortadan kalkmıştır. Hudeybiye’de engellenen müminlerin, Mekke’de ya kendilerini henüz tanımadıkları veya bulundukları yerleri bilmedikleri müslümanlar vardı. Eğer savaşa karar verip Mekke’ye hücum etselerdi, kurunun yanında yaş da yanacak, bilmeden birçok müslümanın kanına girilecekti. Allah buna razı değildi, Mekke’nin daha uygun şartlarda ve kutsallığına yaraşır şekilde kan dökülmeden fethedilmesini takdir buyurmuştu, nitekim iki yıl sonra fetih böyle gerçekleşti.Mekke’de müşriklerin içinde yaşayan müminler de bulunduğu için savaşın Allah tarafından engellenmiş olması fıkıhçıları, gerektiğinde düşmanı yenmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak için böyle bir durumda savaşa girmenin câiz olup olmadığı konusunu tartışmaya yöneltmiştir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî’ye göre başka çare bulunmaması halinde büyük zararı küçük zarar karşılığında önlemek için taarruz yapılır, bu arada müslümanlar da isabet alabilir. Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise haram olan bir şeyi araç yaparak mubah olan bir sonuca ulaşmak câiz değildir. Meselâ müslüman esirlerin ölmesi pahasına bir kaleye hücum etmektense bundan vazgeçmek gerekir. Kurtubî iki grubun ittifak etmeleri gereken bir durumu şöyle dile getirmektedir: Ortada bütün müslümanları veya o bölgedeki müslümanların tamamını ilgilendiren küllî (genel) ve kesin bir zorunluluk varsa az sayıda müslümanın ölmesi ihtimali göze alınarak tehlike defedilmelidir; buna kimsenin itirazı olamaz. Müslüman esirleri siper yaparak müslümanların kalelerine veya mevzilerine doğru ilerleyen düşmana atış yapılma zarureti konumuza bir örnektir (Ebû Bekir İbnü’lArabî, IV, 1708; Kurtubî, XVI, 274). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77-79
Fetih Suresi 27. Ayet Tefsiri
Rivayet tefsirlerinin ve siyer kitaplarının ortaklaşa verdikleri bilgiye göre Hz. Peygamber Hudeybiye’ye gelmeden önce veya burada iken rüyasında Mekke’ye girdiklerini ve burada tıraş olduklarını görmüş, bunu da ashabına anlatmıştı. Rüyayı işitenler hemen bu seferde Mekke’ye gireceklerini ve umre yapıp tıraş olacaklarını zannettiler, rüyayı böyle yorumladılar. Olaylar farklı gelişip barış ve antlaşma yaparak geri dönme kararı verilince münafıklar rüya olayını kullanarak kafaları karıştırmak üzere harekete geçtiler, bazı müminlerin de kafalarında tereddütler oluştu. Hz. Peygamber’e gelip durumu sordular; o da “Ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim” dedi. Hz. Ebû Bekir de aynı şeyi söyledi. Heyecan yatıştıktan sonra gelen bu âyet bir yandan Hz. Peygamber’i tasdik etmekte, diğer yandan da yakında gerçekleşecek bir fethin müjdesini vermektedir. Bu fetih için Hayber fethi diyenler çoğunlukta olmakla beraber, Hudeybiye veya Mekke’nin fethi şeklinde açıklayanlar da olmuştur (Müsned, IV, 328-331; İbn Kesîr, VI, 337 vd.; Kurtubî, XVI, 276 vd.). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 80
Fetih Suresi 28. Ayet Tefsiri
Daha önce Tevbe sûresinde (9/33) açıklanan bu âyet, Mâide sûresinde geçen (5/48), Kur’an’ın “müheymin” niteliği ile de yakından ilgilidir. Hepsi aynı kaynaktan gelen ilâhî dinlerin sonuncusu olan İslâm’ın kitabı Kur’an müheymindir; yani önceki kitaplarla ilgili olarak neyin gerçek, neyin gerçek dışı olduğuna şahitlik eden, onları koruyan, gözeten, denetleyen ve düzelten bir kitaptır. Kur’ân-ı Kerîm bizzat yüce Allah’ın korumasında olup tahrifat ve bozulmadan korunduğu gibi (bk. Hicr 15/9) diğer kitapların iman ve amel edilmesi gereken bölümlerini de yok olmaktan korumaktadır. Kur’an onların öğretileri kaybolmasın, boşa gitmesin diye onları korur, Allah kelâmı olduklarına dair şahitlik eder, insanların yapmış olduğu katmalardan, te’vil ve tahrifattan onları arındırır; onları tasdik ve teyit eder. Bu konuda kendisine başvurulacak bir kaynaktır. Kitap olarak Kur’an, din olarak da İslâm diğer kitapların ve dinlerin ilâhî ve yürürlükte olan kısmını olmayanından ayırma ölçütü olunca tabii olarak mevcut dinlerin üstünde bir yere de sahip bulunmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 81-82
Fetih Suresi 29. Ayet Tefsiri
Cümleyi âyetin başından başlatarak “Muhammed Allah’ın elçisidir” şeklinde bir çeviri yapmak da mümkündür. Ancak bir önceki âyetle bağlantı kurarak, “Elçisini doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen…” cümlesinde vazifesine vurgu yapılan ve “Kim bu elçi?” sorusunu akla getiren ifadeye cevap olarak anlamak da mümkündür ve tercümede bu ikincisi tercih edilmiştir (bk. İbn Âşûr, XXVI, 202).Hudeybiye biatı sebebiyle önemli bir kısmından Allah’ın razı olduğu bildirilen ashabın burada tamamı ile ilgili övücü bir açıklama daha yapılmaktadır. Hz. Peygamber’i malları ve canlarıyla destekleyen, seven, hayatlarının merkezine alan sahâbe (mümin olarak onu gören ve yeterli bir süre yanında bulunan, eğitiminin etkisinde kalan insanlar) gönüllerini de Allah rızasına tahsis etmişlerdir; nefretleri ve sevgileri şahsî çıkar ve arzularına değil, O’nun rızasına göre değişmektedir. Onlar, İslâm’a ve peygambere düşman olanlara karşı gerektiğinde sert ve acımasız olurken kendi aralarında kardeşler gibi yaşamakta, birbirlerine sevgi ve şefkat göstermektedirler. Gayri müslimlere karşı tavır ve davranışla ilgili diğer âyetler (meselâ Mümtehine 60/8) göz önüne alındığında, Hz. Peygamber devrindeki Arap müşriklerine karşı acımasız davranmanın bütün gayri müslimleri kapsamadığı, müminlere inançları yüzünden baskı yapmayan, onları yurt ve yuvalarından çıkarmayanlara, İslâm’ın genel amaçları ve yüksek ahlâk ilkeleri çerçevesinde davranılacağı anlaşılmaktadır, uygulama da genellikle böyle olmuştur.Sîmâ Türkçe’ye de geçmiş bir kelimedir, sözlük mânası “alâmet, nişan, yüz özelliği, fizyonomi”dir. Burada geçen sima üç şekilde yorumlanmıştır: a) Secdeden meydana gelen maddî iz, alındaki siyahlık, b) Yine secde sebebiyle oluşan mânevî iz, yüzdeki nur, c) Kıyamette namaz kılanların, secde edenlerin tanınmasını sağlayan yüz işareti. Bize göre bu yorumların biri diğerine zıt düşmemekte, birbirini tamamlamaktadır; sahâbe gibi çokça namaz kılan ve secde edenlerde bu üç işaretin birden oluşması ve bulunması mümkündür. 29. âyet meâlinin buraya (yani “Tevrat’ta onlar için yapılan benzetme budur” cümlesine) kadar olan kısmı, sahâbenin Tevrat’ta bulunan tanımıdır. Bizim “İncil’deki misalleri ise…” diye ayırdığımız kısmı da buraya bağlayarak, “Şu onların hem Tevrat’taki hem İncil’deki temsilleridir…” şeklinde çevirenler ve daha sonra gelen tohum misalini her iki kitapta geçen tek misal olarak verenler de olmuştur (bk. Esed, III, 1052).İbn Âşûr eldeki Tevrat üzerinde yaptığı araştırma sonunda, yukarıdaki tasvire yakın bulduğu şu pasajı nakletmiştir: “Rab Sînâ’dan geldi ve onlara Seir’den doğdu, Paran dağından parladı ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi, … gerçek sıptları sever …” (Tesniye, 33/1-3). Paran (Fârân) dağı Mekke tarafındadır, “bütün sıptları sever” cümlesi de konumuz olan âyetteki “birbirlerine karşı merhametli” ifadesine yakındır (XXVI, 207).İncil’deki örneğe, yine bugün elde bulunan İnciller’in içinde en uygun düşen parça ise şudur: “Ve Îsâ onlara mesellerle çok şeyler söyleyerek dedi. İşte, ekinci tohum ekmeğe çıktı ve ekerken bazıları yol kenarına düştü … ve başkaları iyi toprak üzerine düştü, bazısı yüz, bazısı altmış, bazısı otuz kat semere verdiler. Kulakları olan işitsin” (Matta, 13/3). Bu örnekte Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Bu birkaç kişinin imanı ile başlayan İslâmlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaç olan müslümanlar giderek güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya, eğriyi doğrudan, hakkı bâtıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır; bu gelişme, inkârla şartlanmış olanların da kin ve nefretlerini arttırmıştır.Kur’an’ın, dolayısıyla İslâm’ın asıl amacı insanlara doğru yolu göstermek, dünyada bütün insanlık için örnek olacak bir topluluk yetiştirmek, onlar sayesinde erdem topluluğunun dünya görüşünü ve hayat düzenini insanlığa sunmak ve hür iradeleriyle ona tâbi olmalarını, onların izlediği yolu izlemelerini teşvik etmektir. Savaşlar ve fetihler amaç olmayıp adalet, hürriyet ve faziletin hâkim olduğu bir dünya düzeni oluşturmanın araçlarıdır. Fetih sûresi belirtilen amaca vurgu yaparak son bulmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 82-83
Fetih Suresi Hakkında
Hudeybiye Antlaşması’nın hemen ardından, Hz. Peygamber ve ashabı Medine’ye dönerken yolda nâzil olmuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1, 5; “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 12; Tirmizî, “Tefsîr”, 48/1, 2). Âyet sayısı yirmi dokuz olup fâsıla*sı elif (ا) harfidir. İsmini ilk âyette geçen “feth” kelimesinden alır. Burada “fethan mübînen” (apaçık bir fetih, büyük fetih) terkibinde yer alan kelime sûre içinde “fethan karîben” (yakın fetih) şekliyle iki yerde daha geçmekte (âyet 18, 27) ve bunun Mekke’nin fethedileceğine dair bir işaret olduğu kabul edilmektedir. Feth masdar olarak “açmak, hüküm vermek, yardım etmek” mânalarına geldiği gibi isim olarak “zafer, yardım” anlamına da gelir.
Gördüğü bir rüya üzerine hicretin 6. yılı Zilkade ayında (Mart – Nisan 628) yaklaşık 1500 sahâbî ile birlikte umre için Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkan Hz. Peygamber, Mekkeli müşriklerin ne pahasına olursa olsun bu ziyarete engel olacaklarının anlaşılması, hatta müslümanların umre ibadetinden başka bir amaçlarının bulunmadığını bildirmek üzere elçi olarak gönderilen Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde yanlış bir haberin gelmesi üzerine kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına dair ashaptan biat aldı (bk. BEYǿATÜRRIDVAN). Daha sonra devam eden müzakereler neticesinde Hz. Peygamber’le Mekkeliler arasında Hudeybiye Antlaşması imzalandı. Müslümanların siyasî varlığını kabul eden ve on yıl gibi uzun bir zaman savaş yapılmayacağı için İslâmiyet’i yaymaya imkân sağlayan bu antlaşma, önemini kavrayamayan bazı müslümanlarca mağlûbiyet gibi telakki edilmiştir (Bk. HUDEYBİYE ANTLAŞMASI). İşte bu olayların ardından müslümanların Medine’ye dönüşü sırasında Feth sûresi nâzil oldu.
Feth sûresi, İslâmiyet’in bir devlet müessesesine ve askerî güce sahip bulunduğu Medine döneminin ikinci yarısında nâzil olmuştur. 6. (628) yıla kadar müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında Bedir, Uhud, Hendek gibi önemli savaşlar olmuş, Medine çevresindeki yahudilerin ihaneti ortaya çıkmış, müslüman toplum içindeki münafıkların varlığı bilinmiş, İslâmiyet bedevîler dahil Arabistan yarımadasının hemen hemen bütün sakinlerine sesini duyurmuştu. Bununla birlikte son ilâhî dinin bu yarımadadaki stratejik durumu nezaketini hâlâ koruyordu. Onun, hâkimiyetini tam anlamıyla kurabilmesi için yarımadanın dinî, iktisadî ve kültürel merkezi sayılan Mekke’nin fethedilmesi gerekiyordu. Feth sûresi bütünüyle, gerçekleşmesi yaklaşan bu zaferi müjdelemekte, bunun ilk denemesi sayılan ve siyasî açıdan önemli avantajlar sağlayan umre yolculuğu ile Hudeybiye Antlaşması’nın müslümanlar, münafıklar, bedevî Araplar ve müşrikler açısından doğurduğu sonuçları dile getirmektedir.
Feth sûresi, Hz. Peygamber’e Allah tarafından açık bir fethin ihsan edildiğini bildiren âyetle başlar. Müfessirlerin çoğunluğu bu âyetteki “feth-i mübîn”i Hudeybiye Antlaşması ile tefsir ederken bazıları Hz. Peygamber’e verilen nübüvvet ve İslâmiyet, Asr-ı saadetteki bütün fetihler, gerçekleşecek olan Hayber veya Mekke’nin fethi gibi önemli gördükleri hususlarla da tefsir etmişlerdir. Bunu takip eden âyette feth-i mübînin, Resûl-i Ekrem’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının bağışlanması sonucunu doğuracağı ifade edilmektedir ki müfessir Taberî, Nasr sûresiyle bağlantı kurarak dikkat çekici bir yorum getirir ve bunun Allah’a şükür ve tesbih mânasına geldiğini zikreder (CamiǾu’l-beyân, XXVI, 42-43). Sûrede daha sonra Hudeybiye Antlaşması veya İslâmiyet’in genel konumu münasebetiyle müslümanların kalbine güven verildiği ve bu sayede imanlarının güçlendiği haber verilir. Müminler cennetle müjdelenirken münafıklarla müşriklerin kötü bir âkıbete uğratılacağı, Allah’ın göklerde ve yerde güçlü orduları bulunduğu bildirilir. Hz. Peygamber’in, Allah’ın insanlar üzerindeki bir şahidi, müjdecisi ve uyarıcısı olarak gönderildiği, ona inanmanın ve ona biat etmenin Allah’a biat etme mânasına geldiği vurgulanır (âyet 2-10).
Daha sonra, Resûl-i Ekrem’in etrafında kenetlenen müslümanların bu örnek davranışına karşılık, kalplerine imanın tam olarak yerleşmemesi sebebiyle umre seyahatine ve dolayısıyla Hudeybiye seferine katılmayan Medine civarındaki bedevî Araplar’ın ikiyüzlülüğünü dile getiren sûre, onların Hudeybiye’den zaferle dönen Hz. Peygamber’den özür dilediklerini, fakat bunda samimi olmadıklarını, çünkü bu sefere çıkan müslümanların sağ salim geri dönemeyecekleri zannına kapıldıklarını ve bu kötü niyet ve tutumlarının sonucunda helâke müstahak olduklarını ifade eder. Bu art niyete sahip bulunan bedevîlerin ganimet elde edeceklerini umdukları takdirde müslümanlarla beraber savaşa gitmek isteyeceklerini, ancak bunların önceden ciddi ve çetin bir savaşa davet edilip gerçekten inanıp inanmadıklarının anlaşılması gerektiğini anlatır. Sûrenin bu bölümü sıhhî mazeretlerin savaş için de geçerli olduğunu bildiren âyetle sona erer (âyet 11-17).
Bunun ardından Feth sûresi, Hudeybiye’de Hz. Peygamber’e biat eden müminlerden Allah’ın râzı olduğunu haber veren bölümle devam eder. Burada, Hudeybiye’de elde edilen başarıdan sonra, isim zikredilmese de Hayber’in fethi gibi daha birçok zaferin kazanılacağı ve pek çok ganimetin elde edileceği müjdelenir, Allah’ın azîz, hakîm ve her şeye kādir olduğu ifade edilir. İki taraf arasında barış yapılmayıp da savaş çıksaydı kâfirlerin arkalarına dönüp kaçacakları, bu durumun da Allah’ın öteden beri süregelen ve hiç değişmeyen sünneti olduğu dile getirilir. Umre ibadetini yerine getirmelerine ve kurbanlarını kesmelerine engel olan Mekkeliler’le savaşmaya ant içtikleri halde müslümanlara savaş izni verilmemesinin sebebi, Mekke’de İslâmiyet’i benimsediklerini henüz açığa vurmamış bulunan müminlerin mevcudiyeti olarak gösterilir. Mekkeliler Câhiliye öfke ve taassubu ile hareket ederken müslümanların takvâya ve güvene lâyık ve ehil oldukları açıklanır (âyet 19-26).
Sûrenin son bölümü. Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’a gireceklerine dair gördüğü rüyanın eninde sonunda gerçekleşeceğini haber veren ve dolayısıyla onun hak peygamber olduğunu teyit eden âyetle başlar. Sûrenin son iki âyeti, evrensel bir dinle gönderilen Resûl-i Ekrem’in tebliğ ettiği İslâmiyet’in bütün dinlere üstünlük sağlayacağını ilân eder. Çünkü Muhammed Allah’ın elçisidir. Başta ashap olmak üzere onun yanında yer alan müslümanlar hak dinin bu üstünlüğünü korumak için gerekli olan maddî ve manevî kuvvet ve kemale sahiptirler. Şüphe yok ki bütün insanlar ebedî hayata intikal edecek, içlerinden iman edip yararlı işler görenler mutluluğa kavuşacaktır (âyet 27-29).
Feth sûresinin faziletine gelince, Hz. Peygamber’in, “Bu gece bana öyle bir sûre indirildi ki benim için o dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha kıymetlidir” dediği ve ardından sûrenin 1. âyetini okuduğu rivayet edilmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1; “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 12; Müslim, “Cihad”, 97).
İslâm dininin evrenselliğini ve üstünlüğünü simgeleyen Feth sûresinin İslâm kültür tarihinde önemli bir yeri vardır. Gazâya giden müslüman askerlerin, buradaki zafer vaadinin kendileri için de gerçekleşmesini umarak sefer sırasında ve savaş boyunca sûreyi çokça okudukları bilinmektedir. Diğer taraftan kılıç, kalkan, balta gibi savaş aletleri üzerinde ilk âyetinin, bazı hükümdar ve kumandanların giydiği zırhlar üzerinde de bütün sûrenin yazılı olduğu görülmekte, Çanakkale ve İstiklâl Savaşı yıllarında evlerde ve camilerde sürekli olarak Feth sûresi okunduğu nakledilmektedir. Sûre bazı müstakil eserlere de konu olmuştur. Emîr Sultan (ö. 833/1429 [?]), Emîr Pâdişah, Abdüllatîf b. Mecdüddin el-Muhibbî, Sadreddinzâde eş-Şirvânî ve Bosnevî, Tefsîru sûreti’l-Fetĥ adıyla müstakil eser yazan müellifler arasında yer alır (meselâ bk. Koca Râgıb Paşa Ktp., nr. 155; Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2096/8, Fâtih, nr. 276, Lâleli, nr. 170, Esad Efendi, nr. 108/2, Şehid Ali Paşa, nr. 274/6). Selîm b. Müs‘ad el-Ahmedî, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi Külliyyetü’ş-şerîa’da Siyâsetü’r-Resûl fi’l-ĥarb ve’l-müħâdene kemâ taśavverahâ sûretü’l-Fetĥ (1398/1978) adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ftĥ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ftĥ” md.; Kāmus Tercümesi, I, 935; Müsned, I, 391, 464; III, 468; IV, 326; Buhârî, “Cizye”, 18, “Tefsîr”, 48/1, 5, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 12, “Meġāzî”, 35; Müslim, “Cihâd”, 97; Tirmizî, “Tefsîr”, 48/1, 2; Taberî, CamiǾu’l-beyân (Bulak), XXVI, 42-45; Salebî, Esbâbü’n-nüzûl, Kahire 1388/1967, s. 255; Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl, Kahire 1986, s. 178; Keşfü’ž-žunûn, I, 450; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, V, 43-45; Îżâĥu’l-meknûn, I, 307; Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûre ve maķāśıdüâ fil-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1980, II, 67-72; Zuhûr Ahmed Azhar, “el-Fetĥ”, UDMİ, XV, 156-157.
Emin Işık


Kaynak

suresi com tr

RAŞiT TUNCA

BAŞAĞAÇLI RAŞiT TUNCA
Raşit Tunca

FORUMUMUZDA
Dini Bilgiler...
Kültürel Bilgiler...
PNG&JPG&GiF Resimler...
Biyografiler...
Tasavvufi Vaaz Sohbetler...
Peygamberler Tarihi...
Siyeri Nebi
PSP&PSD Grafik

BOARD KISAYOLLARI

ALLAH

Allah



BAYRAK

TC.Bayrak



WEB-TUNCA


Radyo Karoglan

Foruma Misafir Olarak Gir


Forumda Neler Var


Karoglan-Raşit Tunca - Dini - islami - Dini Resim - FIKIH - Kuran - Sünnet - Tasavvuf - BAYRAK - Milli - Eğlence - PNG - JPEG - GIF - WebButtons - Vaaz - Sohbet - Siyeri Nebi - Evliyalar - Güzel Sözler - Atatürk - Karoglan Hoca - Dini Bilgi - Radyo index - Sanal Dergi




GALATASARAY

G A L A T A S A R A Y


FENERBAHÇE


F E N E R B A H C E


BEŞiKTAŞ

B E Ş i K T A Ş


TRABZONSPOR

T R A B Z O N S P O R


MiLLi TAKIM

M i L L i T A K I M


ETKiNLiKLERiMiZ


“Peygamberimiz Buyurdular ki Birbirinize Temiz ağız ile Dua edin. Bizde Sayfamızı ziyaret edenlerin ve bu bölümü ziyaret edenlerin kendilerinin Ruhaniyetine, geçmişlerinin Ruhuna Yasin Okuyup hediye ediyoruz Tıkla, ya sende oku yada okunmuş Yasinlerden Nasibini Al”
(Raşit Tunca)



MEVLANA'DAN

“ Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkca, Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkca, Hak intikamını, Kulunun Eliyle Alır da, Bilmiyenler Kul Yaptı Sanır."
(Hz. Mevlana)