![]() |
Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 2. Bölüm - Printable Version +- Raşit Tunca Board (https://rasittunca.net) +-- Forum: DİNİ İSLAMİ BİLGİLER (https://rasittunca.net/forumdisplay.php?fid=8) +--- Forum: iSLAMi BiLGiLER (https://rasittunca.net/forumdisplay.php?fid=187) +---- Forum: Dini Hikayeler Evliya Kıssaları (https://rasittunca.net/forumdisplay.php?fid=198) +---- Thread: Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 2. Bölüm (/showthread.php?tid=980) |
Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 2. Bölüm - RasitTunca - 06-18-2018 Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “r.a.” menkıbeleri 2. Bölüm Otuzüçüncü Menâkıb: Büyüklerden birisi rivâyet eder. Kâ’be-i serîfi tavâf ederken bir a’mâ gördüm. Hem tavâf ediyor ve hem de, (Yâ Rab! Bilirim ki, günâhım afv olunmaz!) diyordu. Ben de ona, böyle bir yerde, böyle söz söylenir mi, dedim. O da dedi ki: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” sehîd olunmazdan evvel bir arkadasım ile, hazret-i Osmân sehîd oldukdan sonra, yüzüne bir tokat vuralım diye yemîn etdik. Sehâdet serbetini içdi. Ben ve arkadasım hazret-i Osmânın yanına vardık. Gördük, mubârek bası hâtununun yanında, örtülmüs durur. Arkadasım hâtununa dedi ki, aç yüzünü, Onun yüzüne tokat vurmaga ahd eyledik. Hâtunu dedi ki, Allahü teâlâ hazretlerinden korkmaz mısınız. Peygamber “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sohbetini anmaz mısınız. Hazret- i Peygamberin iki muhterem kerîmesini aldıgını fikr etmez misiniz. Ben hicâb edip, geri döndüm. Arkadasım orada kalıp, vardı, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” mubârek basını açıp, nûra gark olmus yatarken, mubârek gül yanagına, kuruyacak bir eliyle tokat vurdu. Hazret-i Osmânın hâtunu, elle- – 224 – riniz kurusun ve gözleriniz kör olsun dedigi gibi, o ânda, kapıdan dısarı çıkamadan gözlerimiz kör oldu. Ve ellerimiz kurudu. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” menâkıb-ı serîfine nihâyet yokdur. (Sevâhid-ün nübüvve)den terceme olunmusdur. Hazret-i Zeydden rivâyet olunur ki, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” katline kasd edenlerin temâmı az zemânda cünûna mübtelâ olup [aklını kaçırıp], helâk oldular. Abdüllah bin Mubârek “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu haberi isitdigi zemân (Delilik onlar için azdır) buyurmusdur. Otuzdördüncü Menâkıb: Bir gün bir kervân Mekke-i Mükerremeye ticârete giderken, Medîne-i Münevvereye ugradı. Allahü teâlânın hikmeti, kervân halkı hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” kabrinin yanında mola verdiler. Kervân halkı birbiri ile, bu gece hazret-i Osmânı ziyâret etmek için müsâvere etdiler. Ertesi günü Sultân-ı kâinât “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini de ziyâret edeceklerdi. Bütün kervân halkı, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” kabrini ziyâret için abdest aldı. Meger içlerinde bir râfizî varmıs. Lâkin onu bilmezlerdi. Buna da teklîf eylediler. Bin dürlü behâne bulup, ziyârete gitmedi. Çadırlardan kervân halkı gitdikden sonra, bir büyük arslan geldi. O râfizîyi basından kavradı. Yir iken, kervân halkı ziyâretinden döndüler. Çadırlarına gelip, gördüler ki, bir büyük arslan, arkadaslarının basını kemirir. Aslan bunları görünce, râfizînin murdâr lesini çadırdan dısarı çıkarıp, fasîh lisân ile, kervân halkına dedi ki, hazret-i Osmânı sevmiyenin sonu budur. Murdâr lesi daga dogru sürüye sürüye alıp gitdi. Otuzbesinci Menâkıb: Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Hazret-i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” katl edenler pismân olup, mescidde pismânlıklarını anlatırken, semâ [gök] yüzünden bir sahs zuhûr etdi. Elini uzatıp, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hücre-i serîfesinden bir mushaf çıkarıp, bu sözü söyledigini gördüm. (Muhammed aleyhisselâm, dîninde ayrılık çıkaran ve böylece fırkalara ayrılmaga sebeb olan kimselerden uzakdır. Böyle oldugunu bilmiyor musunuz.) – 225 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:15 Sehîd olduklarında sekseniki yasında idi. Bakî’de defn olunup, rahmet-i rahmâna kavusdu “radıyallahü teâlâ anh”. Allahü teâlâ hasra ve kıyâmete kadar ondan râzı olsun! Ma’lûm ola ki, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” fazîletlerinden bu zikr olunan, deryâdan katre ve günesden zerre mesâbesindedir. Dahâ genis ma’lûmât edinmek isteyen dahâ önce zikr olunan o iki kitâba mürâce’at etsin. “Sallallahü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în.” Otuzaltıncı Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sânları ve serefleri için nâzil olan âyet-i kerîmeler: 1– Islâm dîni yayılmaga baslayınca, her tarafdan arablar Medîne- i münevvereye gelmege basladılar. Mescid-i serîf dar oldugu için, gelenler yer bulamadıgından sahrâda çadır kurup, oturdular. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her kim bu bizim mescidimizi, bir zrâ’ dahî büyültürse, Cennet onun içindir.) Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, yâ Resûlallah! Benim malım ve mülküm sana fedâdır. Ben kemter kulun [kölen] genisleteyim, dedi. Sonra kırk zrâ’ genisletdi. Allahü teâlâ hazretleri, meâl-i serîfi; (Allahü teâlânın mescidlerini, ancak Allaha ve âhıret gününe inanan, nemâz kılan, zekât veren ve yalnız Allahü teâlâdan korkan kimseler ta’mîr eder. Bu vasfdaki kimselere Cennete götürecek amelleri yapmak lâzım olur) olan Tevbe sûresi onsekizinci âyet-i kerîmesini gönderdi. 2– Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, müslimânlara, birbirinizle ittifâk edip, mallarınızın bir mikdârını vâcib ve bir mikdârını tetavvu’ olarak Allah yolunda harc edin, buyurmusdu. Onlara, ittifâklarının netîcesinin bereketinin nasıl olacagını ve onun sevâbının haddi [mikdârı] ne kadar olacagını beyân buyurmus, meâl-i serîfi, (Müslimânlardan mallarını cihâd veyâ dahâ baska hayrlı isler gibi, Allahü teâlânın gösterdigi yolda sarf etmeleri, bir dâneyi tarlaya ekip, bundan yedi basak ve her bir basakdan yüz dâne almaga benzer. Allahü teâlâ diledigi kimselere bu kat kat artdırmagı veyâ dahâ fazlasını kulun malını dagıtmasındaki ihlâsı nisbetinde, sevâbını on, yetmis, yediyüz veyâ dahâ fazla katları kadar artdırır. Allahü teâlâ vasi’dir. Alîmdir. Allah yolunda mal sarf edenler, sarf etdiklerinde men’ ve – 226 – ezâ etmiyenler, Rablarının yanında büyük sevâblara kavusurlar. Onlar için, âhıretde korku ve dünyâ islerinde üzüntü yokdur.) olan, Bekara sûresi 261, 262.ci âyet-i kerîmeleri ile bildirmisdir. Minnet, ni’meti yâd etmekdir. Söylemek ve saymak yolu ile basa kakmak, o ni’metin sevâbını kesmege sebeb olur. Bunun azı odur ki, bir kimseye in’âm ve ihsân eder. Sonra onu o kimsenin istemedigi yerde yâd eder. Veyâ onun akebinde bir söz söyler ki, o kimseye hos gelmez. Veyâ nice kerre sana in’âm etdim, hiç sükrünü etmedin diye söyler. Bir kimseye hiçbir seyi vermemek, ona birsey verip de, sonra minnet etmekle rencîde etmekden iyidir. Zeyd bin Islâm der ki: Babam bana dedi ki, (bir kimseye bir sey verdigin zemân, böyle bilesin ki, ona senin selâmından bir nesne gönlüne gelir. Selâmı ondan geri tut. Tâ ki, o ni’met halâs kalsın.) Ebû Esâmenin yanına bir kadın geldi ve dedi ki, hakîkat üzere gazâ eden bir mertden bana haber ver ki, bir okum vardı, ona vereyim. Ebû Esâme dedi: Allahü teâlâ bulundugun cem’iyyetde seni mubârek etsin ki, onları; dahâ vermezden evvel rencîde etdin. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, kulları üzerine, iyilik edip, basa kakmayı, verdiği ni’meti verdigini söylemegi harâm etmisdir. Ni’meti yâd ederken basa kakmamalı, karsısındakine magrûr olmamalıdır. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri kullara ni’met verir ve onlara minnet eder. Allahü tebâreke ve teâlânın minneti yâd etdirmek ni’meti olur. Böylece o kimse, birsey verince magrûr olmamalıdır. Meâl-i serîfi, (Mallarını cihâd ve hayr islerinde Allah için harcayanlar...) olan Bekara sûresinin 262.ci âyet-i kerîmesi Osmân bin Affân, Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin sân-ı serîfleri için nâzil olmusdur. Abdürrahmân bin Avf, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-ı serîflerine, dört bin dirhem ile geldiler. Dedi ki, yâ Resûlallah! Yanımda sekiz bin dirhem var idi. Dört bin dirhemini ıyâlime nafaka için alıkoydum. Dört bin dirhemini getirdim. Allahü teâlâ hazretlerine karz-ı hasen [ödünç] verdim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Allahü tebâreke ve teâlâ verdigine ve hem de ıyâlin için alakoyduguna be- – 227 – reket versin. Fekat Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Tebûk gazâsında buyurdular ki, techîzatı olmıyan herkesin techîzatını almak benim üzerime olsun. Bin deve yükü ile gâzîlerin techîzâtına sarf etdi. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmeyi onların sânları için gönderdi. Abdürrahmân bin Sümre “radıyallahü teâlâ anh” der ki: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bin kırmızı altın getirdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kucagına dökdü. Dahâ önce de beyân olunmusdur. Hazret-i Habîb- i ekrem mubârek eli ile o altınları döndürüp, buyurdular ki, (Affân ogluna, bugünden sonra her ne ederse, ziyân etmez!) Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” der ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini gördüm. Mubârek ellerini kaldırmıs, Osmâna söyle düâ buyururdu: (Yâ Rabbî! Ben Osmândan râzıyım. Sen de râzı ol!) Böylece, sabâh oluncaya kadar düâ buyurdular. 3– Asagıdaki âyet-i kerîmenin inis sebebi sudur: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” gündüz oruc tutardı. Gece nemâz kılardı. Her gece iki rek’at nemâz kılardı. Bir rek’atinde Kur’ân-ı azîm-üs-sânın temâmını okurdu. Bir rek’atinde bin (Kul hüvallahü ehad) sûre-i serîfesini okurdu. Hak sübhânehü ve teâlâ bu âyet-i kerîmeyi irsâl buyurdu. (Bütün gece secde edip ve ayakda durup, devâmlı ibâdet ve itâ’at eden ile isyân eden bir olur mu. O âhıret azâbından korkar. Rabbinin rahmetini ümîd eder. Ey Resûlüm, de ki, hiç bilen ile bilmiyen bir olur mu. Nitekim devâmlı itâ’at eden ile isyân eden de bir degildir. Bildirdiklerimize ancak akl sâhibleri kıymet verir.) [Zümer sûresi dokuzuncu âyet-i kerîmesi meâli.] Bu âyet-i kerîme, Ammâr bin Yâser “radıyallahü teâlâ anh” sânı ve Huzeyfe tebni Mugîre el Mahzûmî sânı içindir. Müfessîrlerin çogunun kavlince; Osmân ibni Affân “radıyallahü teâlâ anh” sânı için nâzil olmusdur. 4– Bu âyet-i kerîmenin nâzil olmasına sebeb o idi ki, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hayrât etmekde, nemâzda ve orucda ve mal vermekde devâmlı idi. Allahü teâlâ hazretleri, onun yüksek sânı için, meâl-i serîfi, (Sübhesiz ki, kendilerine bizden se’âdet îcâb etmis olanlar, iste bunlar Cehennemden uzaklasdırılmıslardır. Cehennemden uzaklasdırılan O Cennetlikler, Cehenne- – 228 – min hısıltısını bile duymazlar. Bunlar canlarının istedigi seyler içinde ebedî olarak kalıcıdırlar. O en büyük korku (sûra üfürülüs ânı) bunları mahzûn etmiyecek, kendilerini melekler söyle karsılayacaklar: Iste bu size dünyâda va’d edilen mutlu gündür!) olan Enbiyâ sûresi 101, 102 ve 103.cü âyet-i kerîmelerini gönderdi. Bir rivâyetde gelmisdir. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bu âyet-i kerîmeyi okudular. Sonra buyurdular ki, ben onlardanım. Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Talha ve Zübeyr ve Sa’îd ve Abdürrahmân “radıyallahü anhüm” da onlardandır. Âlimlerin çogu, bu âyet-i kerîme, Osmân bin Affân hakkında nâzil olmusdur, dediler. 5– Diger âyet-i kerîmede Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurdu ki: (Sâlih mü’min olanlar, Allahü teâlânın harâm etmedigi seyleri yimelerinde zarar yokdur. Ancak harâmlardan sakınmaları, îmânlı olmaları ve amel-i sâlih islemeleri lâzımdır. Bundan sonra, kendilerine harâm olan seylerden sakınır, harâm olduklarına inanırlar. Ve dahâ sonra bütün günâhlardan devâmlı sûretle sakınır, güzel amelleri arasdırıp, onları yaparlarsa, muhsin olurlar. Allahü teâlâ, muhsinleri, ihsân edenleri sever.) [Mâide sûresi 93.cü âyet-i kerîme meâli.] Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurur ki: Bu âyet-i kerîme, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında gelmisdir. Otuzyedinci Menâkıb: Hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” üstünlükleri hakkında bildirilen hadîs-i serîfler ve haberler hakkındadır: 1– Isnâd ile Ebû Karfesadan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet olunmusdur. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” meclis-i serîflerinde bir cemâ’at oturmuslardı. Ben de onların içinde bir zemân oturdum. Sonra, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” meclis-i serîflerine dâhil oldular. Bir kösede oturdular. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yâ Osmân! Bana yakın ol.) Biraz yaklasdılar. Yine buyurdu ki: (Bana yakın ol!). O mertebe yakın oldu ki, Osmân “radıyallahü anh” hazretlerinin dizi, Habîbullah hazretlerinin mubârek dizine ulasdı. Osmânın yakasının bagı açık göründü. Mubârek eli ile yakasını bagladı. Ve yüzüne bakdı. Mubârek – 229 – gözleri yas ile doldu. Sonra buyurdu, (Yâ Osmân! Önünde büyük is olacagını bil! Sen kıyâmet gününde benim havzıma erisenlerin evveli olursun! Senin damarlarından kan revân olur. Rengi kan rengi olur. Kokusu misk kokusu olur. Ben ki, Resûlüm! [Sana] Sübhânallah! Sana bunu kim etdi, derim. Sen, falan ve falan etdi, dersin. Orada bir nidâ edici, Arsdan nidâ eder ki, biliniz ki, Osmân bin Affân, pâdisâh ve emîr, dehr [dünyâ] sürülmüs üzerine. Sonra, senin ile Allahü teâlâ ve tekaddes arasındaki perde kalkar. Sana Allahü teâlâ tecellî edip, buyurur! Yâ Osmân! Seni öldürenler hakkında ne düsünürsün. Sen dersin ki, yâ Rab! Eger Sen onları azarlar isen [cezâlandırır isen], ben de azarlarım. Eger Sen onları afv edersen, ben de afv ederim.) 2– Câbir “radıyallahü teâlâ anh” der ki, biz muhâcirlerden bir cemâ’at, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr- ı serîflerinde oturmus idik. Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alî ve Talha ve Zübeyr ve Abdürrahmân bin Avf ve Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anhüm” onların arasında idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Sizden herkes, kendi dost ve yârinin yanına varsın!) Onlar da öyle yapdılar. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Osmânın yanına vardı ve onu kenârına aldı. Yüzünü öpdü ve buyurdu ki: (Yâ Osmân! Sen benim dünyâda ve âhıretde dostumsun!) 3– Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Osmân bin Affâna “radıyallahü anh” buyurdular ki: (Ben Ümmü Gülsümü, Allahü teâlâ tarafından vahy gelerek sana verdim.) 4– Ebû Imâmet-el Bahilî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Ricâlin [bir kisinin] sefâ’ati ile benim ümmetimden Rebî’a ve Mudar kabîleleri mikdârı Cennete girer.) Rivâyet ederler ki, o mert hazret-i Osmân bin Affândır “radıyallahü teâlâ anh”. 5– Mugîre bin Sûbe’ rivâyeti ile gelmisdir. Mugîre tebni Sûbe “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: Müsrikler Huneyn gazâsı günü hezîmete ugradılar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve – 230 – sellem” bir adama buyurdugunu isitdim: (Ey Allahın düsmanı. Allahü tebâreke ve teâlâ sana bugz eder!) Mugîre der ki, yâ Resûlallah! Bu o kisidir ki, Kureyse bugz eder. Buyurdu ki, (Evet, Osmân bin Affâna bugz eder!) 6– Seddâd bin Evs “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” isitdim, buyurdu ki: (Ben eshâbım arasında oturmusdum ki, Cebrâîl aleyhisselâm benim önüme geldi. Beni sag kanadı üzerine aldı. Cennet- i Adna iletdi. Cennet-i Adnda gezerken, bir elma elime geldi. Ben o elmaya bakıp, te’accüb ederken, nâgah, o elma sak olup, iki bölük oldu. Arasından bir hûrî dısarı geldi. Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerine tesbîh etdi. Öyle tesbîh etdi ki, evvelden âhıre kimse öyle tesbîh etmemisdir. Ben dedim; Sen kimsin. Dedi, ben hûrî’aynım. Allahü tebâreke ve teâlâ beni arsın nûrundan halk etmisdir. Ben dedim, kimin içinsin. Dedi, imâm-ı mazlûm Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” içinim.) 7– Zehrî rivâyeti ile, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” bildiriyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir gece kalkıp, gidiyordu. Hazret-i Osmân da ileride gidiyordu. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki: Yâ Resûlallah! Bu kimdir ki, bu sâatde senin önünden gitdi. Buyurdular ki, (Osmân bin Affândır). Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, bu Ebû Amrdır, ya’nî Osmândır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular, (Evet yâ Cebrâîl. Siz Osmânı gökde de tanır mısınız!) Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki: Yâ Resûlallah! O Allahü tebâreke ve teâlâ hakkı için ki, seni halka hak Nebî gönderdi. Günesin yer yüzünü aydınlatdıgı gibi, Osmân gökleri aydınlatır. 8– Abdürrahmân bin Ebî Leylâ rivâyet eder. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” Kanbere buyurdu ki, var mescidde yüksek ses ile seslen. Hazret-i Osmânı seven kimse var mıdır. Kanber varıp nidâ etdikde, bir kisi kalkıp dedi ki, ben hazret-i Osmânı severim. Kanber dedi ki, gel, emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ anh” seni çagırır. O kisi kalkıp, emîr-ül mü’minîn Alînin huzûruna geldi. Emîr-ül mü’minîn buyurdu ki, Osmânı sever misin. Dedi ki, yâ Emîr-el mü’minîn, Allahü tebâreke ve – 231 – teâlâ hazretlerinin izzet ve azameti hakkı için, ben hazret-i Osmânı kendi cânımdan dahâ çok severim. Bir vakt Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna varmısdım. Dedim ki, yâ Resûlallah! Bana birsey ver ki, bir hanım almısım, hiçbir nesne yokdur ki, onun mehrini vereyim. Resûlullah hazretleri, bana bir vekiyye altın verdiler. Bir vekiyye kırk dirhem kıymetinde altın idi. Ebû Bekr de bir vekiyye verdi. Ömer de bir vekiyye verdi. Osman iki vekiyye verdi. Yâ Osmân, Resûlullah ve Ebû Bekr ve Ömer bir vekiyye verdiler. Sen niçin iki vekiyye verdin, dedim. Hazret-i Osmân dedi ki, bir vekiyye kendimden ötürü, bir vekiyye, Alî bin Ebû Tâlibden ötürü verdim ki, o vakt onun hâzır bir nesnesi yokdu ki, sana versin. Ondan sonra dedim ki, yâ Resûlallah! Bu malın bereketi olması için, bana düâ et. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Bu malın bereketi nasıl olmaz ki, bunu sana Peygamber ve Sıddîk ve iki sehîd verdi.) Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bunu isitdigi zemân çok sevindi ve buyurdu ki, (dogru söyledin) “radıyallahü teâlâ anh”. 9– Sa’d bin Ibrâhîm rivâyet eder. Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrlarında oturmusdu. Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhümâ” hazretleri geldiler. Server-i âlem onları gördü. Buyurdu ki: (Yâ Alî! Bu ikisi, ya’nî Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin büyükleridir [üstünleridir]. Onların babaları onlardan yüksekdir. Osmân bin Affân, Ibrâhîm Halîl-ür-rahmân aleyhisselâma benzer.) 10– Dogru haber ile gelmisdir. Muhârık bin Semâme, kız kardesi Ümmü Gülsüme söyledi ki, mü’minlerin anası Âisenin “radıyallahü teâlâ anhâ” huzûr-ı serîflerine var. Benden selâm söyle. Ümmü Gülsüm der ki, hazret-i Âise-i Sıddîkanın huzûruna vardım. Dedim ki: Senin ogullarından birisi sana selâm eder. Buyurdu ki: Allahü tebâreke ve teâlânın selâmı ve rahmeti onun üzerine olsun. Ben dedim: Cenâbınızdan ricâ ederim ki, hazret-i Osmân bin Affân hakkında, bir hadîs-i serîf nakl buyurunuz ki, onu sehîd etdikleri vakt, herkes bir söz söylediler. Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdu ki: Ben sehâdet ederim ki, bir soguk gecede, Osmân bin Affânı, bu ev içinde, – 232 – Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile gördüm. Cebrâîl aleyhissalâtü vesselâm vahy getirdi. Vahy gelince, Resûlullah üzerine bir agırlık inerdi. Nitekim, Hak Sübhânehü ve teâlâ haber verir. (Biz senin üzerine vahy ederiz. Ya’nî Kur’ân ki o, her ne kadar dil üzerinde hafîf ise de azametde agırdır.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek elini Osmânın arkasına vurup, buyurdu ki, (Bu makâm kime müyesser olur. Allahü teâlâ hazretleri bu makâmı Peygamberlerinden baska hiç kimseye vermemisdir. Ancak, o kimseye vermisdir ki, fazlaca ikrâm edendir. Her kim ki, Osmâna yaramazlık söyler ise, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin la’neti onun üzerine olsun.) 11– Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: Hazret-i Lût aleyhisselâmdan sonra, hanımı ile, Allahü teâlâ yolunda ilk hicret eden Osmân bin Affândır “radıyallahü teâlâ anh”. Allahü teâlâ bilir ki, Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, Mekkeden Medîneye, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûruna hicreti yalnız yapmıslardır. Hazret-i Osmân, ehli ve ıyâli ile berâber hicret etmisdir. 12– Yûsüf bin Abdüllah bin Selâm rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Ben; Allahü tebâreke ve teâlâ huzûrunda, Osmânın düsmânlarının hasmıyım) buyurmusdur. 13– Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir hadîs-i serîflerinde buyurmuslardır ki, (Biz Osmân bin Affânı, Allahü teâlâ katında halîl ve kerîm olan babamız Ibrâhîm aleyhisselâma benzetiyoruz.) 14– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Osmân benim ümmetimin en hayâlısı ve en çok ikrâm edenidir.) 15– Kelîb bin Velîd, Ibni Melbekeden rivâyet eder. Abdüllah ibni Ömerin “radıyallahü teâlâ anhümâ” huzûruna bir adam geldi ve sordu: Osmân ibni Affân “radıyallahü teâlâ anh” – 233 – Bedr gazâsına hâzır oldu mu? Abdüllah hazretleri buyurdu ki, hâyır olmadı. Bî’at-ı Rıdvâna hâzır oldu mu. Buyurdu ki: Hâyır olmadı. Iki asker birbirine mülâki oldukları günde, yüz döndürdü mü? [Uhud günü, dagılanlar arasında degil mi idi.] Buyurdu ki, evet! O kisi kalkdı gitdi. Dediler, bu kisi sizden ba’zı seyler sordu. Cevâbınızdan anladı ki, siz Osmânı zem etdiniz [kötülediniz]. Buyurdular ki, acele o adamı geri döndürün. Çagırdılar, geri döndü. Buyurdular ki, benden süâl etdigin sözleri anladın mı. O sahs dedi ki, evet. Senden süâl etdim. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Bedr gazâsına hâzır oldu mu. Sen dedin, yok. Süâl etdim ki, bî’at-ı rıdvâna hâzır oldu mu. Sen dedin, yok. Süâl etdim ki, Uhudda dagılanlar arasında mı idi. Sen dedin, evet. Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Bedr gazâsına hazret-i Osmân hâzır olmadı, ammâ, Allahü teâlânın ve Resûlünün hâcetinde [isinde] idi. Hazret-i Resûlullah Osmânın nasîbini o gazâda ayırdı. Ondan gayri hâzır olmıyanlara nasîb vermediler [hisse ayırmadılar]. Bî’at-ı Rıdvânda da, Osmân ona hâzır olmadı. Resûlullah hazretleri Osmânı, Mekke-i Mükerremeye elçi göndermis idi. Eshâb- ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bî’at etdiler. Resûlullah hazretleri kendi mubârek elinin birisini digerine tutup, buyurdu ki, bu Osmânın eli olsun. Resûl-i ekremin mubârek eli, Osmânın elinden üstündür. Allahü Sübhânehü ve teâlâ, kelâm-ı kadîminde haber vermisdir. (Uhud gazâsında iki asker karsılasdıgı zemân, arka çevirip dönenleri seytân igfâl etdi [yanıltdı]. Allahü teâlâ onları afv etdi. Allahü teâlâ günâhları afv edici ve cezâyı gecikdiricidir.) [Âl-i Imrân sûresi 155.ci âyet-i kerîmesi meâli.] Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anh” o sahsa buyurdu ki: Sakın ola ki, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında kötü düsünmiyesin. Buna gayret et! 16– Abdüllah bin Mubârek, Ebû Mus’abdan, o da Yezîd bin Ebî Lehebden rivâyet etmisdir. Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” ile kavga edenlerin cümlesi dîvâne [deli] oldular. Abdüllah bin Mubârek der ki, onların Cehennemde tadacakları azâb yanında delilikleri azdır. 17– Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: – 234 – Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ey Allahım! Muhakkak ki Osmân, rızânı taleb eder. Sen de fadl ve keremin ile Osmândan râzı ol!) 18– Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyeti ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular: (Ey Allahım! Osmâna, kıyâmet gününün siddetinden râhatlık ve kurtulus ver. Çünki, o bizi nice sıkıntılı günlerimizde râhata kavusdurdu.) 19– Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında rivâyet olunur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Eger kırk kızım olsa idi, cümlesini birbiri ardınca, hiçbiri kalmayıncaya kadar Osmâna verirdim.) 20– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak istedim ki, Eshâbımdan dört kimseyi âleme göndereyim ki, halka Kur’ân-ı azîm-üs-sânı ta’lîm etsinler. Bizden önce de Îsâ bin Meryem aleyhimüsselâm havârîlerini halka göndermisdi.) Osmân bin Affânı, Abdüllah bin Mes’ûdu ve Mu’âz bin Cebeli ve Ubeyy bin Kâ’bı “radıyallahü teâlâ anhüm” gönderdiler. 21– Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, buyurdular ki: (Ümmetimden büyük günâh isleyip, Cehenneme gitmesi îcâb eden yetmis bin kimseye Osmân sefâ’at eder. Allahü teâlâ onları Cennete gönderir.) Otuzsekizinci Menâkıb: Kıymetli kitâblarda haber verilmisdir. Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki: Birgün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kerîmeleri ve hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi olan Rukayyenin “radıyallahü anhâ” huzûrlarına vardım. Elinde bir tarak tutuyordu. Buyurdu ki, kıymetli babam Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri simdi yanımdan gitdi. Bu tarak ile mubârek saçını ve sakalını taradım. Bana buyurdular ki, (Yâ Rukayye! Ebû Abdüllah Osmân bin Affânı nasıl buldun!). Ben dedim ki: (Hayr ile gördüm. Iyilik ile gördüm!) Babam buyurdu ki: (Cümle Eshâbım arasında ah- – 235 – lâkı bana en çok benziyen odur. Osmâna hurmetde kusûr etme!) Otuzdokuzuncu Menâkıb: Zübeyr bin Harrâs rivâyet eyler. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”; kızı Hafsayı “radıyallahü anhâ” hazret-i Osmâna “radıyallahü anh” nikâhlamak istedi. Hazret- i Osmân özr beyân eyledi. Hazret-i Ömer üzüldü. Bu haber Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine erisdi. Hazret-i Ömere buyurdular ki: (Yâ Ömer! Kızını Osmândan dahâ iyisi alacak. Ve Osmân Hafsadan iyisini zevce edinecek. Sen kızını bana nikâh et! Ben de kızımı Osmâna nikâh edeyim!) [Hafsa “radıyallahü teâlâ anhâ” hicretin üçüncü senesinde, genç yasında, Bedr gazâsında bulunan Huneysden dul kalmıs idi.] Kırkıncı Menâkıb: Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Üç nesne vardır ki, her kim onlardan kurtulursa muhakkak kurtulur. Benim vefâtım, Deccâlın ve hak üzere olan halîfenin katli.) Ebû Hüreyre buyurdu ki, hak üzere olan halîfenin kim oldugunu Leyse ve Ibni Lehî’aya sordum. Bu halîfe Osmân bin Affândır “radıyallahü teâlâ anh”, dediler. Kırkbirinci Menâkıb: Ukbe bin Âmir el Cühenî “radıyallahü teâlâ anh” bildiriyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri birgün buyurdular ki: (Yâ Ebâ Bekr ve Ömer! Sizin ikiniz, dünyâda ve âhıretde kardeslersiniz. Simdi her ikiniz, birbirinize selâm veriniz ve müsâfeha ediniz.) Hazret- i Ebû Bekr, hazret-i Ömerin elini tutdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” tebessüm edip, buyurdu: (Yâ Ebâ Bekr! Sen Ömerin önünce olursun!) Ya’nî dahâ önce halîfe olursun. Sonra buyurdular. (Yâ Zübeyr ve Talha! Siz de geliniz. Sizin aranızda da kardeslik vereyim. Her ikiniz, dünyâda ve âhıretde kardeslersiniz. Simdi birbirinize selâm verip, müsâfeha ediniz.) Nasıl buyurdu ise öyle yapdılar. Sonra buyurdu. Ubeyy bin Kâ’b ve Abdüllah bin Mes’ûd da öyle yapdılar. Sonra Ebû Ubeyde bin Cerrâh ve Sâlimi, ki Sâlim Ebû Huzeyfenin kölesi idi, onlara da buyurdu. Onlar da öyle yapdılar. Sonra Üsâme tebni Zeyd ile Ebû Hind öyle yapdılar. Ebû Hind Haccâm ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sel- – 236 – lem” hazretlerinden hacâmat çekerdi. [Kanını alırdı.] Ve mubârek kanını içerdi. Hazret-i Resûlullaha ziyâde muhabbetden onların yanında kardeslik etdi. Onlar da öylece yapdılar. Sonra Abdürrahmân bin Avf yüzünü hazret-i Osmân bin Affân tarafına döndürüp dedi ki: (Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn!). Bize ne olmusdur ve ne islemisiz ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri benim ve senin tarafımıza iltifât etmedi. Allahü teâlâ hazretlerinin hısmından ve Resûlünün azarından; yine Allahü teâlâya sıgınırız, dedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri onlar tarafına bakıp, buyurdular ki: (Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin izzi ve celâli ve kudreti ve azameti hakkı için, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri sizin üzerinize hısmlı [gadablı] degildir. Ve Resûli de sizin üzerinize azarlı [sizi azarlamıs] degildir. Allahü teâlâ ve Resûlü ve melekleri yanında ikrâm görenlerdensiniz! Velâkin, ben sizi yâd etmek istedigim zemân, Hak Sübhânehü ve teâlâ bir melek göndermisdir. Beni men’ etdi ve dedi ki, onları sonra yâd et ki, onların ikisi de ganîdir [zengindir]. Ben de ondan dolayı sizi sonra yâd etdim. Bunun gibi, kıyâmet gününde hesâb ederler. Fakîrlerin hesâbını evvel yaparlar. Zenginlerin hesâbını sonra yaparlar. Ve sonra siz, dünyâda ve âhıretde kardeslersiniz. Siz de birbirinize selâm verip, müsâfeha ediniz.) Onlar da öyle yapdılar. Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Râzı oldunuz mu!). Onlar dediler ki: (Evet, râzı olduk. Allahü teâlâ hazretlerine sükr ederiz ki, bizi rüsvâ etmedi.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Sizin üzerinize dahâ ilâve edeyim mi!) Evet, dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu: (Siz ikiniz dünyâda ve âhıretde kardeslersiniz! Cennetde benim kardesim Ilyâs aleyhisselâmdır. Ilyâs aleyhisselâm, Allahü teâlâ hazretlerine bütün halkın en sevgilisi idi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri Cebrâîl aleyhisselâmı Ilyâs hazretlerine gönderdi ki, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri sana kardeslik verdi; bir kulun halâsıyle ki, onu zulm ile öldürürler. Ben ki, Resûlullah olarak Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerini sizi sâhid tutarım ki, size dünyâda ve âhıretde kardeslik verdim. Siz bugün cümlenin iyisisiniz.) – 237 – Kırkikinci Menâkıb: Dogru rivâyet ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordular. Cennetde berk [ısık, simsek] olur mu? Buyurdular ki, evet olur. Osmân bin Affân bir kasrdan bir kasra giderken yüzünün nûru ısık olur. Bundan dolayıdır ki, ona zinnûreyn derler. Ülemânın ba’zının kavliyle, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” uzun gecelerde tâ’at yapıp ve Kur’ân-ı azîm-üs-sân tilâvet etmekden geri kalmazdı [ya’nî tilâvet ederdi]. Mubârek pehlûsunu yere koymazdı. Mubârek gözü aglamakdan kuru olmazdı. Ahmed bin Attâr “rahimehullahü teâlâ” bu ma’nâda su si’ri söylemisdir: Yumuk durmakdan gözlerim kurudu, Sanki göz kapaklarım kısa imis gibi. Kapakları dikenle delik-desik olmus gibi, Gözlerimin uyuyacak hâli yok. Gece uzadıkça uzayınca derim ki, Ey gecem, gündüz dahâ çok uzakda! Kırküçüncü Menâkıb: Nu’mân bin Besîrden “radıyallahü teâlâ anh” dogru rivâyet ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Içinizde hayâ bakımından en sâdıkınız, Osmân bin Affândır.) Bu haber zâhir delîldir ki, hiç kimsenin hayâ ve hicâbı bu ümmetde Osmân bin Affânın “radıyallahü teâlâ anh” hayâ ve hicâbından dahâ çok ve üstün degildir. Hazret-i Âdem aleyhisselâmın zemânından bu zemâna gelene kadar, güzel ahlâkdan herkesde zuhûra gelmisdir. O güzel ahlâkdan hayâ, o ahlâkların esreflerindendir. Bu sözün ma’nâsı odur ki, hayrdan ve serden her nesne ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri halk etmisdir, onu çift halk etmisdir. Kur’ân-ı kerîm onunla nâtıkdır. (Her seyden çift yaratdık...) buyurulmakdadır. [Zâriyât sûresi 49.cu âyet-i kerîmesi meâli.] Açlıgı yaratdı. Toklugu onun çifti kıldı. Sıhhati yaratdı. Hastalıgı ona çift kıldı. Fakîrligi yaratdı. Zengin olmagı ona çift kıldı. Kimseye muhtâc olmamak ile, baskalarına yük olmagı çift kıldı. Gönlü [kalbi] yaratdı. Rûhu ona çift kıldı. Nefesi yaratdı. Râyihâyı ona çift kıldı. Dîni yaratdı. Kemâli ona çift kıldı. (Bugün dîninizi temâm etdim!) [Mâide – 238 – sûresi 3.cü âyet-i kerîme meâli]. Dünyâyı yaratdı. Zevâli [yok olmagı] ona çift kıldı. (Dünyâ malından yanınızda olanlar fânîdir. Allahın indinde, Cennetdeki sevâb, oradakilerle bâkîdir!) [Nahl sûresi 96.ci âyet-i kerîme meâli.] Topragı yaratdı. Sükûnu [ızdırâbsızlıgı] onun çifti eyledi. Atesi yaratdı. Hareketi onun çifti eyledi. Yer altını yaratdı. Darlıgı ve karanlıgı onun çifti eyledi. Yeri yaratdı. Açılmagı, yayılmagı onun çifti eyledi. (Allahü teâlâ sizin için arzı dösek yapmısdır. [Yeri genis eyledi ki, üzerinde genis yollar açasınız.]) [Nûh sûresi 19.cu âyet-i kerîme meâli.] Gökü yaratdı. Yüksekligi [mertebeyi] onun çifti eyledi. (Yedi kat gökleri çok kuvvetli saglam kıldık. Zemânla bozulmaz.) [Nebe’ sûresi 12.ci âyet-i kerîme meâli.] Cenneti yaratdı. Maddî ve ma’nevî sıkıntıları ona çift kıldı. Nitekim Seyyid-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Cennet, istenmiyen, sıkıntı veren seyler ile örtülüdür. Cehennem de, sehvetler, arzûlanan seyler ile örtülüdür.) Îmânı yaratdı. Hayâyı onun çifti eyledi. Çesidli haberlerde gelmisdir. Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Hayâ ve îmân bir arada bulunur.) Ya’nî hayâ ve îmânı birbirinin çifti eyledi. Lâkin hayâyı gözde yaratdı. Ne kadar ki, hayâ gözdedir. Îmân da gönüldedir. Allahü teâlâ korusun, hayâ gözden zâil olunca [gidince], îmân da gönül [kalb] de za’îf olur. Bu ikisi de kat’î delîl ile sâbitdir. Sek ve sübhe yokdur. Osmân Zinnûreyn hazretlerinin zemânında, yeryüzünde ondan fazîletli ve azîz, yüksek hâlli kimse yok idi. Osmân “radıyallahü anh” hazretlerinin yüksek hâlleri ve hayâsı ve sehâveti ve sâir menâkıbları sayısızdır. Hayâ, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin sıfatlarındandır. Mahlûklara da bu sıfat gelmisdir. Halka gelen o hayâ sıfatı birkaç çesiddir. Birinci çesidi hayâ-i hacâletdir. Ya’nî utanmak seklindeki hayâdır. Âdem alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm hazretlerinin hayâsı gibi. Bugday dânesi yidi. Üzerinde elbise [Cennet elbisesi] kalmadı. Hacil oldu [utandı], yüzünü döndürdü. Allahü teâlâ hazretleri. (Bizden kaçıyor musun!), buyurdu. Hâyır, yâ Rabbî! Elbiselerim çıkarıldıgı için utanıyorum. O utanmadan dolayı yüzümü döndüm. – 239 – Ikinci nev’i, hayâ-i azametdir. Isrâfîl aleyhisselâmın hayâsı gibi. Haberde gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Isrâfîl her gün yetmis kerre yüzünü kendi kanadı ile örter ve der ki, yâ ilâhel âlemîn! Ne yapabilirim ki, herkes gibi sana lâyık bir secde ve bir rükû’ etmege kâdir degilim.) Üçüncü nev’i, heybet hayâsıdır. Melekler ve Nebîler hayâsı gibi ki, (Yâ Rabbî! Seni tesbîh ve tenzîh ederiz. Sana hakkı ile ibâdet edemedik), derler. Dördüncü nev’i hayâ, hürmet ve hizmetdir. Mûsâ bin Imrân alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm hayâsı gibi. Mûsâ aleyhisselâm buyurdu ki: (Yâ Rabbel âlemîn. Bana Cennet gerekdir. Senden isterim. Senin dîdârın gerek. Onu da senden isterim. Lâkin her vakt ki, bana tuz, ekmek ve koyun için lâzım olan hakîr seyler gerekince, bunları ben senden nasıl isterim.) Allahü teâlâ hazretleri, (Yâ Mûsâ! Maksad budur. Ya’nî onları istemekdir. Kul, her vaktde bir sebeble, bir ihtiyâc ile huzûra gelsin. Münâcât etsin. O behâne ile [o sebeble] kullugunu yerine getirsin. Vefâsını tâze tutsun.) Bu kıssa uzundur. Bu makâmda bundan ziyâde mümkin degildir. Ammâ o hayâ ki, Allahü teâlâ hazretlerinin ni’met ve sıfatıdır. Günâhları örter ve afv eder. Kullarının günâhlarını görür, örter, afv eder. Birçok haberde gelmisdir. Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Bir mü’min ve günâhkâr kul kabrden kalkar, Sırat heyecânı ve Cehennem korkusu ile mahsere gelirken, iki yol basına erisir. Korkarak ve aglı(Zeker), sükûnet ve karâr ile, yolun birisine girer. Kimse ondan bir söz süâl etmez. Dosdogru Cennet kapısına erisir. Sag ayagını kapıdan içeri koyup, sol ayagını yerinden kaldırmazdan evvel, Allahü teâlâ ve tekaddes, bilâ-vâsıta [vâsıtasız] o kulun sag eline bir nâme verir. Kulum, sen al bu nâmeyi oku ve o nâme içindekileri ögren. Ondan sonra, hükm senin hükmündür. Cennet-i ebediyyeye gir ve ondaki senin himmetin ve murâdındır. Orada ebedî olarak kal, buyurur. O kul da nâmeye bakar görür ki, (ey benim kulum, her ne yapdın ise, gördüm ve bildim. Lâkin – 240 – yapdıgın islerini, tekrâr sana göstermege hayâ etdim,) yazılmıs, görür.) Bu haberin benzeri Ebû Süleymân-ı Dârânî rivâyeti ile baska bir vaktde gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ ve azze ve celle buyurmusdur. Gökden indirilen kitâbların ba’zısında, benim kulum, her ne kadar ki, sen günâhkârsın ve günâhından korkarsın ve hayâ edicisin. Izzim ve celâlim hakkı için ayblarını ve günâhlarını Âdemoglunun gözünden ve gönlünden gizli ederim. Ve gözünün hâinliklerini, bedeninin gizli günâhlarını meleklerin anlayısından saklarım. Ben yanılmalarını ve günâhlarını levh-i mahfûzda, kirâmen kâtibinden gizli tutarım. Ve kıyâmetde seni muhâsebe makâmına getirir ve hesâbını kolay eylerim!) Her kimse ki, günâhkâr olur. Günâhları sebebi ile utanır ve korkar. Onun hesâbı çetin olmaz. Hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” her günâhdan kaçınır, her iyiligi yapar, hilm, vefâ ve hayâ sâhibi idi, utanır idi. Osmân bin Affân hazretlerine hesâb olmaz. Osmânın dostlarına da hesâb az olur. Birçok haberde gelmisdir: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Allahü teâlâ kıyâmet gününde yüzyirmidörtbinden ziyâde nebîyi “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” ümmetleri ile muhâsebe yerinde durdurur. Herkesi mesgûl oldugu sey mikdârı [ameline göre] çok müddet veyâ az müddet o yerde durdurur. Osmân bin Affân hazretlerini ve onu sevenleri hesâbsız mahserden geçirir.) Herkesi makâmı ne olursa olsun, sıdk [dogruyu söyleyecek] makâma getirir. Allahü teâlâ Resûllere ve Nebîlere çok fazîletler, menâkıbler vermisdir. O haslet ve fazîlet ve fahr-i sehâdet ki [sehîd olmak ki], Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri Zekeriyyâ ve Yahyâ “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine vermisdir. [Hazret-i Osmâna da vermisdir.] Ikinci haslet, fadl-ı zühd ve fahr-i hicretdir ki, Allahü teâlâ Îsâ bin Meryeme “ala nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” vermisdir. Üçüncü haslet, mukâleme fazîleti ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri onu Mûsâ kelîme “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” vermisdir. Dördüncü haslet, hüsn-i cemâl fazîleti ki, Rabbil âlemîn onu Yûsüfe “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” vermisdir. Besinci haslet, cömertlik [sehâ- – 241 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:16 vet] fazîletidir. Allahü teâlâ onu Ibrâhîm halîl “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine vermisdir. Altıncı haslet, yaslılık, pîrlik [ihtiyârlık] üstünlügü ki, Allahü teâlâ onu Nûh “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine vermisdir. Yedinci haslet, hayâ ve hicâb fazîletidir ki, Allahü tebâreke ve teâlâ onu Âdem safiyyullaha ve Muhammed Mustafâ “aleyhi efdalüssalât ve ekmelüttehıyyât” hazretlerine vermisdir. Allahü teâlâ bu fazîletlerin temâmını ve bu menâkıbın mahsûlünü Osmân bin Affân hazretlerine vermisdir. Onun hayâsı fazîletlerine isâretdir. Simdi diger hasletlerinin fedâilinden de birer harf isit. Allahü teâlâ pîrlik [ihtiyârlık] hil’atini [elbisesini] Nûh aleyhisselâm hazretlerine vermisdir. Nûh aleyhisselâm o sebebdendir ki, Resûllerinin pîri olmusdur. Bunun gibi, Allahü teâlâ azze ve celle pîrlik hil’atini [elbisesini] Osmâna verdi. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri de o sebeble kendi zemânında ümmetin pîri oldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ömr-i serîfleri altmısüç idi. Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü anhümâ” da ömr-ü serîfleri altmısüç oldu. Lâkin Osmân-ı Zinnûreyn hazretlerinin ömrü onlara muvâfık olmadı. Sekseniki yasında vefât etdi. Onun ömrünün uzun olmasını, ömrünün sonunda, kahr ve zulm ve cevr görmesini Allahü teâlâ âlimdir, bilir. Yahyâ bin Zekeriyyâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhimessalâtü vesselâm” gibi; mubârek basını keserler. Allahü tebâreke ve teâlâ, Osmân “radıyallahü anh” hazretlerinin ömrünü uzun irâde etmis ki, o sebeble cân teslîm etdigi vaktde râhat olsun. Ma’lûmdur ki, ham meyve tâze agaçdan zor ayrılır. Bunun gibi genç olan kisinin rûhu da bedeninden zor çıkar. Kemâl bulmus [olgunlasmıs] meyve agacından tez [kolay] ayrılır. Pîr [yaslı] olan kimsenin de rûhu bedeninden kolay çıkar [ayrılır]. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, Fütüvvet ve sehâveti Peygamberlerin önderi olması için, Ibrâhîm “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine verdi. Bunu Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine de verdi ki, böylece zemân-ı serîfinde Evliyânın önderi olsun! (Isâret): Râhib Mugîrenin Tâifde bir bagı vardı. Kâfirler, – 242 – her hafta basında o bagda bir meyvenin turfandası yetisir, diye ögündüler. Mü’minler de, Medîne-i münevverede, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” serâyı var. Bir yıl ki üçyüzaltmıs gündür. Hergün o serâyda, garîblere ve miskînlere bir yeni da’vet ve açıkdan [âsikâre] müsâfir kabûl olunur, diye ögündüler. Sâir onu nasıl övmüsdür. Si’r: Bu fânî dünyâda ümîd edilen ne varsa, Onun kapısında kavusulur! Çünki, Allahü teâlâ böyle yaratmısdır, Cennetde azâb bulunmadıgı gibi, onda cimriligin zerresi bile çok garîb düser. Cihânda vefâ olarak ne varsa, Onun adâletli kapısında temâm olur. Onun cömertlik anberi sarka ve miski Sâma ulasdı, Ona iftihâr elbisesi giydirilip, tekrâr selâm verildi. Nasıl ki Ibrâhîm aleyhisselâmın putlara tapması mümkin degilse, Onun için de cimrilik mümkin degildir. Kırkdördüncü Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: Cebrâîl aleyhisselâm bana söyledi. Allahü Sübhânehü ve teâlâ, Yûsüf-i Sıddîk aleyhisselâm hazretlerine vermis oldugu güzelligin benzerini Osmân bin Affâna da vermisdir. Her kim Yûsüf aleyhisselâmın cemâlini görmek isterse, Osmânın cemâlini görsün. Fekat, her kim Yûsüf aleyhisselâmın cemâlini gördü, fitneye düsdü. Her kim Osmânın cemâlini gördü, hürmet eder oldular. Bir haberde de gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur: Ben nice kerre istedim ki, Osmânın yüzünü kemâli üzere göreyim, kâdir olmadım. Bir gün Cebrâîl aleyhisselâma dedim, Yâ Cebrâîl! Ben ne kadar istedim, Osmânın cemâlini temâmen göreyim. Cebrâîl aleyhisselâm dedi. Ben de kâdir olamadım ki, Osmânın cemâlini göreyim. Yâ Resûlallah! O kadar hurmet ve büyüklük ve hasmeti, biz meleklerin kalbinde zuhûra gelmisdir ki, gözlerimiz Osmânın cemâlini müsâhede etmekden alıkoymusdur. Yâ Resûlallah! Her gece yarısı ki, Osmân evinden mescide gelir. Göklerin ve yedi yerin meleklerine, Osmânın hasmet ve hayâsından hacâlet gelir [utanırlar, mahcûb olurlar]. – 243 – Kırkbesinci Menâkıb: Câbir ve Enes “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet etmislerdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Ben mi’râc gecesi dünyâ gökünde bir mihrâb gördüm. Dört mil uzunlugu, bir mil eni ve mercân dânesinden idi. O mihrâbın içinde Osmânın hüsn ve cemâlinin sûretini gördüm. Ikinci gökün üzerinde bir mihrâb gördüm. Kırk mil uzunlugu ve on mil eni ve bir dâne inciden idi. Onun da içinde Osmânın hüsn ve cemâlinin sûretini gördüm. Üçüncü gökün üzerinde bir mihrâb gördüm. Dörtyüz mil uzunlugu ve yüz mil eni ve bir firûzeden idi. O mihrâbın içinde Osmânın güzel sûretini gördüm. Dördüncü gök üzerinde bir mihrâb gördüm. Ikibin mil uzunlugu ve bin mil eni ve bir yâkut dânesinden idi. O mihrâbın içinde Osmânın güzel yüzünü gördüm. Besinci gök üzerinde bir mihrâb gördüm. Üç bin mil uzunlugu, ikibin mil eni, bir dâne kırmızı yâkutdan idi. O mihrâbın içinde Osmânın genç cemâlini gördüm. Altıncı gök üzerinde bir mihrâb gördüm. Dört bin mil uzunlugu ve bin mil eni ve bir dâne zebercedden idi. O mihrâbın içinde Osmânın hüsn-ü sûretini gördüm. Fevc fevc, tâife tâife, gürûh gürûh, her ân ve her sâat mukarreblerden ve rûhânîlerden ve kerûbîlerden [melekler] gelirler ve o mihrâbın berâberinde durup, Osmânın hüsn-i sûret ve cemâline karsı Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine senâ ederler. Ben dedim ki, yâ Cebrâîl! Mihrâbların sadrında [içinde] olan Osmânın bu sûret, hüsn ve cemâli ne zemândan beri zûhura gelmisdir. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm dedi: O Allahü teâlâ hakkı için ki, Âdem safîyullah “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” halk olunmazdan dörtyüz bin sene önce, Osmânın bu sûret ve cemâli bu yedi gök üzerinde mihrâblarda zuhûr etmisdir. Amel-i sâlihînin bereketinden ve hayrâtından zuhûra gelmisdir.) Bu sâlih amellerin birincisi odur ki, Osmân “radıyallahü anh” dâimâ oruc tutardı. Ikincisi, gece yatmaz. Bütün gece nemâz kılardı. Üçüncüsü, elbisesi olmıyanlara elbise alarak giyindirir. Dördüncüsü, açların karnını doyurur. Besincisi, Sûre-i ihlâsı çok okur. Altıncısı, hazret-i Osmân gönlünde müslimânlara bir zerre gıl ve gıs, kin, hased, sû-i zân tutmaz. Yedincisi, her – 244 – acz, her belâ, her musîbet Osmânın önüne gelir. O hâlde hısmını yutup, sabr eder ve kimseye sikâyet etmezdi. Kırkaltıncı Menâkıb: Ebû Osmân Hayrî “rahmetullahi aleyh” (Letâif) kitâbında yazmısdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Mi’râc gecesi beni göke götürdüler. Dünyâ göküne vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, gece nemâzı ile. Ikinci göke vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Kur’ân-ı azîm-üs-sân okumak ile. Üçüncü göke erisdim. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erdin. Dedi, sûre-i Ihlâs okumak ile. Dördüncü göke vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Âl-i Resûle [Resûlün akrabâsına] nasîhat etmekle. Besinci göke erisdim. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Mescidde i’tikâf etmekle. Altıncı göke vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden hayâ etmek ile. Yedinci göke erisdim. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Musîbetler ve mihnetler çekmekle.) Kırkyedinci Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Zinnûreyn denilmesinden bir mikdâr anlatılmısdı. Lâkin, dahâ da ziyâde [çok] beyan edelim. Ma’lûmdur ki, Allahü teâlâ hazretleri Mûsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm” hazretlerine iki nûr vermisdi. Biri Tevrât nûru. Biri Yed-i Beydâ nûru. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine de iki nûr vermisdi. O sebeble Zinnûreyn derler. Bir kavl de sudur ki, iki nûr, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin iki kerîmelerini, biri Rukayye ve biri Ümmü Gülsümdür “radıyallahü teâlâ anhünne”; almısdır. Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin ögünmesi Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bir kerîmesiyle idi. Osmân “radıyallahü anh” hazretlerinin ögünmesi ondan ziyâde olur. O iki nûr iki hicretdir ki, Osmân bin Affâna nasîb olmusdur. Bir kavl de odur ki, o iki nûr iki gazâdır. Biri Bedr gazâsı, biri Hudeybiye gazâsıdır. Ammâ Bedr gazâsında Resûlullah – 245 – “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Osmân bin Affân hazretlerine buyurdular ki, (Yâ Osmân! Ben sendenim, sen bendensin!) Hem kendi nûrunu tutasın ve hem benim nûrumu tutasın. Hudeybiye gazâsında Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, iste bu iki elimin biri benim elimdir. Ve biri Osmânın elidir. Dogru Bî’at-ı Rıdvân etdim. O vaktde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin iki mubârek eli birbirine ulasdı. Bir elinden günes gibi bir nûr ve bir elinden ay gibi bir nûr parladı. Buyurdular ki, (Bu iki nûr Osmânın nûrudur. Osmân benim ile ebedî olarak Cennetde refîkdir.) Bir kavl de odur ki, iki nûrun biri, gündüz oruclu olmanın, biri gece nemâz kılmanın nûrudur. Bir kavlde odur ki, o iki nûrun biri îmân nûru ve biri Kur’ân nûrudur. Bir kavl de odur ki, iki nûrun biri zâhirinin nûru ve biri bâtınının nûrudur. Herkesin ittifâkıyla Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hem seyh-i ehl-i îmân idi ve hem seyh-i Kur’ân idi. Su sebebden Seyh-i ehl-i îmân idi ki, yetîmler babası idi. Dertliler yardımcısı idi. Ihtiyâr kadınların yardımcısı idi. A’mâlara yardım ederdi. Medîne-i münevvere beldesinde bir aç veyâ bir çıplak var ise, o aç kimseyi doyurmayınca kendi yimez, o çıplak kimseyi giyindirmeyince, kendi giyinmezdi. Seyh-i Kur’ân idi. Ya’nî Kur’ân-ı azîmüssânı kendi haddı ile dört mushaf-ı serîf yazdı. Âlemin dört tarafına gönderdi. Yirmi küsür sene aksam nemâzını kıldıkdan sonra, dört rek’at nemâz kıldı. Her rek’atde sûre-i Fâtihâdan sonra kırk kerre Kulhüvallahü ehad sûresini okurdu. Ondan sonra ihlâs ile dörtbin tesbîh, tehlîl ve düâ okurdu. Bunları yerine getirdikden sonra, bütün Kur’ân-ı azîmi ki, yüzondört sûre, altıbinaltıyüzaltmısaltı âyetdir, bir kavle göre; tertîb ve tertil ile her gece vitr nemâzında okurdu. Bu mertebelerden sonra, bir de sehâdet mertebesine kavusdu. Haberde gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki, (Ben mi’râc gecesi dedim ki, yâ Rabbî! Osmân bin Affân senin hesâbın için hayâ eder. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurdu: Yâ Muhammed! Ben cümle mahlûku hesâba çeksem de Osmâna hesâb etmem, ben Osmândan hesâbı ref’ etmisim [kaldırdım].) Isâret: Her kim bes nesneyi yapar; ondan bes nesneyi men’ – 246 – etmezler. Her kim hayâ eder. Ondan hayâ ederler. Her kim rahm eder [rahmet eder], ona rahmet ederler. Her kim malını Cennete bedel verir. Cenneti ona bedel verirler. Her kim afv eder. Onu afv ederler. Her kim Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerini tanıdı. Ya’nî bilip korkdu. Isleri temâm olur. Allahü teâlâ hazretlerini bulup, vâsıl olur. Bu bes nesneyi Osmân bin Affân “radıyallahü anh” yapardı. Nükte: Büyüklük dünyâda dört sey ile olur. Âhıretde de dört sey ile olur. Dünyâda hüsn ve cemâl ile olur. Sehâvet ve mal ile olur. Asîret ve Âl [yakınlar] ile olur. Âhıretde iyi sünnet ve iyi ibâdet ile, iyi huy ile ve iyi sîret ile olur. Emîr-ül mü’minîn Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinde, bu sekizi de mevcûd idi. Mal ve cemâl sâhibi idi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yakın akrabâsından idi. Emîr-ül mü’minîn idi. Sünneti iyi bilirdi ki, Kur’ân-ı azîm-üs-sânı toplayıp, dört tarafa gönderdi. Kıyâmete kadar tilâvet edenlerin sevâbına ortak oldu. Ahlâkının güzel olmasından dolayı, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” muhterem kerîmeleri Ümmü Gülsümü “radıyallahü teâlâ anhâ”, hazret-i Osmâna “radıyallahü teâlâ anh” tezvîc buyurduklarında söyledikleri dahâ önce beyân olunmusdur. Ibâdeti ve iyiligi de dahâ önce bildirildi. Sîreti, iyiligi odur ki, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” kalkdı, Osmân bin Affân hazretlerinin huzûruna gitmek için çıkdı. Giderken yolda bir kadın gördü. Tekrâr ona bakdı. Sonra huzûrlarına vardı. Osmân “radıyallahü anh” buyurdular ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Gözlerinizde zinâ eseri görürüm!) Ebû Hüreyre dedi, yâ Emîr-el mü’minîn! Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sonra vahy inmis midir? Buyurdular, vahy inmedi. Velâkin, mü’minin firâseti dogrudur. Nitekim, Seyyid-il âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Mü’minin firâsetinden kaçınınız. Çünki, mü’min, Allahü teâlânın nûru ile bakar.) (Isâret): Islâmın bekâsı dört nesne iledir. Kırâet ile, tahâret ile ve ibâdet ile ve mücâhede ile. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, bu dördünü de hazret-i Osmâna “radıyallahü teâlâ anh” müyesser eyledi. Bu dört dâimâ onun için olur: Kur’ân-ı azîmi kırâ’et için cem’ etdi. Rûme kuyusunu, mü’minlerin su içmesi – 247 – için satın aldı. Mescid-i serîfi ibâdet için genisletdi. Tebûk gazâsında askeri mücâhede için techîz etdi. Kırksekizinci Menâkıb: Haberde gelmisdir. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bir gün, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, kendi evlerine hiç yiyecek [ta’âm] göndermedigini isitmisdi. Evdekilerin rengi açlıkdan degismisdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mescid-i serîfe tesrîf buyurmus ve nemâz kılıyorlar idi. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” bu hâli haber aldı. Hazret-i Selmâna ıtab eyledi ki, niçin acele haber vermedin. O sâat bir semîz koyun, bir mikdâr bal ve bir dank un getirdip, Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin hücre-i serîfine [evine] gönderdi. Yâ Âise, yâ ümmül mü’minîn! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bunu, hanımları [evleri] arasında taksim edecegini biliyorum! Sen söyle ki taksim etmesin. Ben her eve bu kadar gönderdim. Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki, ben emr etdim. Koyunu bogazladılar. Ekmegi pisirdim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, devletle ve se’âdetle mescid-i serîfden geldiler. Bu unu, ekmegi ve balı gördüler. Bunlar nereden geldi diye sordular. Hâdiseyi söyledim. Istedi ki, diger evlere [hânelerine] de taksim etsin. Hazret-i Osmânın söyledigini haber verdim. Mubârek ellerini kaldırıp, buyurdu ki: (Yâ Rabbî! Osmânın gelmis ve gelecek gizli ve âsikâr günâhlarını afv et!) Kırkdokuzuncu Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden süâl etdiler. Yâ Emîr-el mü’minîn! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri hakkı için söyle ki, bu makâma ne ile ulasdın. Cevâb verdi ki, Kitâbullahı sag tarafıma koydum. Sünnet- i Resûlullahı sol tarafıma koydum. Bilirdim ki, Allahü teâlâ hazretleri benim sırlarımı bilir. Haberde gelmisdir. Hazret-i Alî kerremallahü vecheh ve radıyallahü anh”, Fâtimâ-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhâ” üzerine bir baska hanım dahâ almak istedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine kerîh gelip, hazret-i Alîye üzüldüler. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” sefâ’at etdi. Afv etmedi. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” sefâ’at – 248 – etdi. Afv etmedi. Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” sefâ’at etdi. Afv buyurdular. Sonra sordular ki, yâ Fahr-i âlem ve yâ seyyid-i veledi benî âdem! Neden Ebû Bekr ve Ömerin sefâ’atini kabûl etmediniz de Osmânın sefâ’atini kabûl edip, afv etdiniz. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Bir kimsenin sefâ’atini kabûl etdim ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine hitâb edip dese ki, yâ Rab! Bu yer ile gökü yer degisdir, yer degisdirir. Veyâ dese ki, yâ Rab! Ümmet-i Muhammedin cümle âsîlerine rahmet eyle! Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri sefâ’atini kabûl edip, cümlesini afv eder.) Ellinci Menâkıb: Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Âise-i Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ” hücresinde [evinde] otururdu. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” dört deve yükü bugdayı Fahr-i kâinâta hediyye etdiler. Hizmetcileri geri gelip dediler ki, yâ efendi, bugdayı Habîb-i Rabbil âlemîn, muhâcirîne verdiler. Hazret-i Osmân dört deve yükü dahâ bugdayı gönderdi. Onu da Resûl-i ekrem hazretleri Ensâra dagıtdılar. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dört deve yükü bugdayı dahâ gönderdi. Fahr-i kâinât onu da ıyâli arasında taksîm edip, evlerine gönderdiler. Getiren hizmetcilere sordular ki, seyyidinize kaç deve yükü bugday getirmislerdi. Hizmetciler dediler, oniki yük. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. (Temâmını bize gönderdi. Kendi için bir mikdâr alıkoymadı.) Mubârek ellerini kaldırıp, buyurdu: (Yâ Rab! Ben Osmânın ihsânından âciz oldum. Her kim bana ihsân etdi, Ben ona mükâfatını verdim. Ammâ Osmânın mükâfâtından âcizim yâ Rab. Sen Osmâna karsılıgını ver.) Derhâl Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Buyurdu, (Yâ Muhammed! Cebbâr-i âlem sana selâm eder. Buyurdu ki, Osmâna benden selâm söyle. Söyle ki, biz ondan râzı olduk. Onu Cennetde Muhammede refîk etdik. Arasat hesâbını ondan ref’ etdik. Eger sen ona mükâfatdan âciz isen, biz ona mükâfatdan âciz degiliz.) Ellibirinci Menâkıb: Bir gün hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” yedi tabagı altın ile doldurup, yedi hizmetcinin eline verdi. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” – 249 – hazretlerine hediyye gönderdi. Hizmetciler, tabakları huzûruna koydular. Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdular ki, geri gidin, efendinize selâm götürün. Hizmetciler [köleler] dediler ki: Yâ Resûlallah, efendimiz bizi de tabaklar ile size hibe etmisdir. Resûlullah hazretleri buyurdular ki, (Yâ Rabbî! Osmânı sana havâle etdim.) Hemen Cebrâîl aleyhisselâm geldi ki, (Allahü teâlâ sana selâm eder ve buyurur ki, Osmâna benden selâm erisdir ve de ki, Huld ve Na’îm Cennetini bu hediyyesine karsılık olarak ona bagısladım.) Elliikinci Menâkıb: Aliyyül-Mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerine dügün yapmak istedi. Dünyâlıkdan hiçbir nesnesi yok idi ki, harc etsin. Kendi zırhını pazara gönderdi. Satıp, dügününe harc edecekdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” pazarda gezerken, hazret-i Alînin zırhını tanıdı. Dellâlı çagırıp dedi ki, bu zırha, sâhibi ne behâ [fiyât] ister. Dellâl dedi, dörtyüz dirhem ister. Osmân “radıyallahü anh” buyurdu ki, gel akçasını al. Se’âdethânesine vardı. Zırhı dellâldan alıp, behâsını verdi. Bir dörtyüz dirhem de sayıp, zırhı da üzerine koyup, hazret-i Alîye gönderdi. Buyurdu ki, bu zırh senden gayriye lâyık degildir. Bu akçayı da dügüne harc et. Bizim özrümüzü de kabûl et. Elliüçüncü Menâkıb: Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” Sâmdan yüz deve yükü bugday getiren kervânı geldi. Medîne- i münevverede kaht [kıtlık] var idi. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” isitdiler ki, hazret-i Osmânın kervânı gelmis, satlık bugdayı varmıs. Varıp müsterî oldular. Bir menn’ine yedi dirhem verdiler. Hazret-i Osmân satmam, dedi. Niçin dediler. Sizden dahâ fazla fiyât ile alıcı var. Her kim dahâ fazla verirse ona veririm, dedi. Sahâbe-i kirâm magmûm [gamlı] ve mahzûn dönüp, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin huzûruna varıp, söylediler. Dediler, yâ Sıddîk, yâ halîfe-i resûl-i muhtâr; bilmezsin ki, Osmân bu gün bize neyledi. Biz bugdayını almaga vardık. Her menn’ine yedi dirhem verdik. Vermedi. Bize, sizden dahâ fazla fiyât ile müsterî var. Ona verecegim diye de cevâb verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin eshâbına böyle cevâb vermesi lâyık mıdır. Eshâbdan ve Muhâcir ve Ensârdan olarak – 250 – kim vardır ki, böyle ihtiyâc mahallinde malını satmayıp, ziyâde [çok] para ister. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular, sizin Osmân ile münâkasanız olmamısdır. Onun hakkında kötü düsünmeyiniz ki, o Cennet-i Me’vâda Resûlullahın refîkidir. Resûlullahın dâmâdıdır. Siz Osmânın sözünü düsünmemissinizdir. Sonra Sahâbe-i güzîne buyurdular ki, benim ile geliniz. Se’âdet ile kalkıp, hazret-i Osmânın yanına geldiler. Hazret-i Osmâna buyurdular ki: Yâ Osmân! Eshâb sizden sikâyet edip, sizin bir sözünüze üzülmüsler. Hazret-i Osmân dedi ki; yâ halîfe-i Resûlillah, söylediklerim hakkında ne söylerler. Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki: Sen demissin ki, sizden dahâ fazla fiyât ile almak istiyen var. Hazret-i Osmân dedi ki: Evet yâ halîfe-i Resûlillah! O fazlaya alan, onun birini yediyüze alır. Bunlar biri yediye alır. Biz bu bugdayı ona verdik ki, biri yediyüze alır. O yüz deve yükü bugdayı Medîne fukarâsına tasadduk edip ve develeri de kurban etdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” bunu görüp, sâd oldu. Kalkıp, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin alnından öpdü. Buyurdu ki: Ben bilmisdim ki, Eshâb senin sözünü anlamamıslardır ve murâdının ne oldugunu bilmemislerdir. O gece emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rü’yâda gördü. Hulleler giymis, mubârek basına sarıgını sarmıs; mubârek elinde bir demet menekse ile, nâzik civânlar gibi gülerek bagdan geliyordu. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, (Yâ Resûlallah! Nereden tesrîf edersiniz.) Buyurdular: (Osmân bin Affânın ziyâfetinden geliyorum. Iyi sadaka verdi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri dörtyüz yük misk ve anber hazret-i Osmâna verdi.) Ellidördüncü Menâkıb: Haberde gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Osmân bin Affânın sehîd oldugu vaktde, kıyâmet gününe kadar her kim müslimânların erkeginden ve kadınından, Osmânın sehâdetini okuyunca; yâhud dinleyince, yâhud fikr edince [düsününce], onun sebebi ile mahzûn ve magmûm [gamlı] olup, gözünden yas gelirse, o kimsenin kulagı, ölüm zemânında Lâ büsrâ [müjde yok] nidâsını isitmez. Onun gözü kabrde ve kıyâmetde karanlık ve körlük görmez. Onun gönlü dünyâda ve âhıretde – 251 – ayrılık derdi ile dertlenmez.) [Ya’nî müjde var nidâsını isitir. Kabr ve karanlıkda görür. Gönlü açık olur.] Ellibesinci Menâkıb: Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü vecheh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordu: (Yâ Resûlallah! Kıyâmet günü evvelâ kimin hesâbını görürler.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Evvelâ hesâbı görülen benim. Sonra Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra sen yâ Alî!). Hazret-i Alî dedi ki, (Osmânın hesâbı nasıl olur?) Buyurdular ki, (Benim bir vakt Osmâna bir hâcetim düsdü [ihtiyâcım oldu]. O hâceti Osmândan gizli taleb etdim [Gizlice yapmasını istedim]. Osmân o hâcetimi [istegimi] gizlice yerine getirdi. Ben Hak sübhânehü ve teâlâdan ricâ etdim [istedim], Osmânın hesâbı gizli olsun.) (Düâ): Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dâimâ bu düâyı okurdu: (Allahım! Dînimi, islâmımı, emânetimi ve îmânımı, fercimi [hayâmı] muhâfaza eyle!) Osmân; üçüncü meh-i hilâfet, mazlûm-ü sehîd-ü zü se’âdet. Dâmâd-ı Nebî, kemâl pîse, ferhunde likâ, seh-i firâset. Ol himmet edip, becân ol dem, techîz olundu, ceys-i usret. Bu dîn-i mübîne, her cihetle, hizmetle buldu, fevz-u rif’at. Eylerdi hayâ, Melâik, ondan, tashîh olundu, bu rivâyet. Nûreyni sahâbet etdi; oldu, mahsûs ona, bu büyük devlet. Sevmek gerek, ol bihin kadrî, Islâma budur, büyük alâmet. Ayrılma! O sem’i râh-ı dinden, lâzımsa sana eger hidâyet. Etsin o sehin Hudây-ı mennân, rûhuna hezâr ravh-u ihsân. |