Fıkıh Ansiklopedisi N Harfi İle Başlayanlar
NAFAKA
İnfak edilen şey, azık, yiyecek, ev reisinin sağlamak zorunda olduğu yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri şeyler. "Nafaka" kökünden infâk; hayır yolunda mal sarfetmek demektir. Nafakanın çoğulu "nafakât"tır. Bir terim olarak yiyecek, giyecek ve meskenden kişiye yetecek miktarı ifade eder.
Nafaka genel olarak ikiye ayrılır: 1. Kişinin kendisine gerekli olan nafaka. Bu, başkasına vereceği nafakadan önde gelir. Çünkü Hz. Peygamber; "Önce kendi nefsine, sonra nafakası sana gerekli olan kimselere tasadduk et" buyurmuştur (Müslim, Zekât, 95, 97, 106; Ebû Dâvud, Zekât, 39, 40; Ahmed b. Hanbel, II, 94).
2. Kişinin başkalarına vermesi gereken nafaka. Bu çeşit nafakanın üç sebebi vardır. Evlilik, hısımlık ve mülkiyet bağı.
Islâm`da aile reisi olarak kadının ve çocukların geçimini sağlamak görevi erkeğe verilmiştir. Ayrıca, anne, baba, kardeşler ve diğer hısımlar bakıma muhtaç duruma düşünce, "geçimi sağlama yükümlülüğü" onları da kapsamına alır. Hattâ Islâm`da mâlik veya zilyed olunan hayvanların bile yedirilip içirilmesi görevi aile reisinindir (el-Kâsânî, Bedâyiu`s-Sanâyi, IV, 40). Hayvanın açlık veya susuzluk nedeniyle ölümüne sebep olmak sorumluluğu gerektirir. Nitekim Allah`ın Rasûlü bir kedinin ölümüne sebep olan bir kadın için şöyle buyurmuştur: "Açlıktan ölünceye kadar hapsettiği bir kedi için bir kadın azap olundu. Ona kendisi yedirmediği gibi, toprak haşaratın yiyebilmesi için serbest de bırakmadı" (Buhârî, Enbiyâ, 54; Şirb, 9; Müslim, Selâm, 151, 152; Birr, 133, 134; Küsûf, 9; Nesâî, Küsûf, 14, 20; Ahmed b. Hanbel, II, 159, 188, 286, 424).
Hayvana gücünün yetmeyeceği yükün taşıtılması haramdır. Köleye de böyle yük yükletilemez. Mâlik, hayvana infaktan kaçınırsa, çoğunluğa göre kazâen ve diyâneten buna zorlanır. Hanefilere göre ise buna kaza yoluyla zorlanamaz (el-Kâsânî, â.g.e., IV, 40; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II,168 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VII, 763, 764).
Insanlardan nafaka hakkı sahipleri sırasıyla şöyledir:
NÂFİLE
Bağış, hibe, ganimet malı, zorunlu olmaksızın yapılan iş. Farz veya vacib namazlar dışında kalan ve Resûlullah (s.a.s)`ın kıldığına dair rivayet bulunan namazlar demektir. Bunlar da sünnet olan nâfileler ve mendup olan nafileler olmak üzere ikiye ayrılır. Sünnet olan nâfile, Allah elçisinin yapmağa devam ettiği ve ancak nâdir olarak yapmadığı kuvvetli işlerdir. Kimi zaman bu işleri yapmamasının sebebi insanlara farz olmadığını göstermektir. Mendup olan nâfile ise, Hz. Peygamber`in bazan yapıp, bazan yapmadığı, kuvvetli olmayan sünnetlerdir. Menduba müstehap da denir.
Fıkıh usûlünde nâfile, sünnet, tatavvu, müstehap ve ihsan terimleri "mendup"la eş anlamda kullanılır. Nâfile ibadetleri aşağıdaki şekilde tasnif etmek mümkündür:
Müekked olan sünnetler:
Beş vakit namaza ve cuma namazına bağlı olarak kılınan namazların bir bölümü müekked sünnettir. Bir hadiste bu nitelikteki sünnetler şöyle belirlenmiştir: "Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekat namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir ev bina edecektir. Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekat, öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat" (Tirmizi; Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; Ibn Mâce, Ikâme, 100).
Namazlara bağlı olan müekked sünnetleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Sabah namazının farzından önce kılınan iki rekatlık sünnet: Bu namaz en kuvvetli bir sünnettir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizi atlar kovalasa da sabah namazının iki rekat sünnetini terketmeyin" (Ahmed b. Hanbel, II, 405). "Sabah namazının iki rekatısünneti dünyadan ve dünyada bulunan herşeyden daha hayırlıdır" (Müslim, MiŞâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190). Hz. Âişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber, sabah namazının iki rekatıgibi başka hiç bir nâfile namaza devam etmemiştir" (Buhâri, Teheccüd, 27; Müslim, MiŞâfirîn, 94; Ebû Dâvûd, Tatavvu`, 2; Ahmed b. Hanbel, VI, 43, 54, 170).
Başka bir sünnet kaza edilmezken, yukarıdaki hadisler sebebiyle, sabah namazını kılamayan kişi aynı gün zevalden önce onu kaza ederken sünnetini de birlikte kılar. Diğer yandan ikinci rekatta bile imama yetişebileceğini anlayan kimse önce sünneti kılar, daha sonra imama uyar.
2. Öğle veya cuma namazından önce kılınan dört rekat namaz. Hz. Âişe şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.s) öğleden önce dört, sabah namazından önce de iki rekat namaz kılmayı terketmezdi" (Nesâî, Kıyâmü`l-Leyl, 56).
3. Öğle namazından sonraki iki rekât namaz. Bu iki rekat, müekked sünnet olup, bunun dörde tamamlanması ise menduptur. Cuma namazından sonra tek selâmla kılınan dört rekat nâfile namaz da müekked sünnetlerdendir. Hadiste şöyle buyurulur:
"Hz. Peygamber cuma namazından önce dört, cuma namazından sonra dört rekat namaz kılar, rekatlar arasını selâm ile ayırmazdı" (Zeylaî, Nasbur-Râve, II, 206).
4. Akşam namazından sonra iki rekât. Bu da Allah elçisinin devam ettiği sünnetlerdendir.
5. Yatsı namazından sonra iki rekat. Bunun delili; Gün ve gecede on iki rekat nâfile namaza devam eden için Allah Teâlâ`nın cennette bir köşk bina edeceğini bildiren hadistir (Tirmizî, Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; Ibn Mâce, Ikâme, 100).
6. Terâvih namazı: Bu namaz erkek ve kadın için müekked sünnettir. Çünkü terâvih namazına hem Hz. Peygamber, hem de ondan sonra raşid halîfeler ve ashab-ı kirâm devam etmişlerdir. Terâvih namazını cemaatle kılmak sünnettir. Çünkü Resûlullah (s.a.s), Ramazanın üçüncü, beşinci, yedinci ve yirminci gecelerinde bu namazı mescitte cemaatle kılmıştır. Sonra müminlere farz olur endişesiyle mescide çıkıp kıldırmamıştır (Zeylaî, a.g.e., II, 152; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 50 vd.; ez-Zühayli, el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 43).
Terâvih namazı Ramazan ayına mahsus olup, yatsı namazından sonra ve vitirden önce kılınır. Bu namazın gece yarısından veya gecenin üçte birinden sonraya bırakılması müstehaptır. Terâvih namazı tek başına kılınabilir, fakat cemaatle kılınması daha faziletlıdır.
Hanefilere göre, terâvih namazının rekat sayısı yirmi olup bu sayı Hz. Ömer`in uygulamasına dayanır. Çünkü Hz. Ömer halîfeliğinin sonuna doğru bu namazı Mescid-i Nebevî`de Devlet başkanı olarak yirmi rekat kıldırmıştır. Bu miktara sahabeden karşı çıkan olmamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden sonra, benim sünnetimden ve raşid halîfelerimin yolundan ayrılmayın" (Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, Ilim, 16; Ibn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime, 16). Ebû Hanîfe`ye, Hz. Ömer`in yaptığı uygulama sorulunca şöyle demiştir:
"Teravih kuvvetli bir sünnettir. Hz. Ömer onu kendiliğinden çıkarmış değildir. O, bu konuda yeni bir şey de icad etmedi. O, bunu ancak kendi bildiği bir delile dayanarak yapmıştır. Resulullah (s.a.s)`den bir ahid olarak yapmıştır" (ez-Zühaylî, a.g.e., II, 44).
Bazı hadis bilginleri ise Allah el-çisinin Ramazanda terâvihi sekiz rekat olarak kıldığını tesbit etmişlerdir. Bunun delili, Buhârî`nin ve başkalarının Hz. Âişe`den naklettikleri şu hadistir:
"Hz. Peygamber ne Ramazanda ve ne de Ramazan dışında on bir rekattan fazla nâfile namaz kılmamıştır" (Buhârî, Teheccüd, 16; Terâvih, 1; Müslim, MiŞâfirîn, 125; Tirmizî, Mevâkît, 208). Yine Ibn Hibbân, Sahîh`inde Câbir (r.a)`den şu hadisi rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber kendilerine sekizrekat namaz kıldırdıktan sonra vitir namazını kıldırmıştır" (eş-Şevkânî, a.g.e., III, 53). Bu duruma göre, terâvih namazının sekizrekatının müekked sünnet olduğunda şüphe yoktur. Ibnül-Hümâm gibi bazı bilginler ise sekizrekattan fazlasının müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu durum yatsı namazının farzından sonra dört rekat nâfile namaz kılmaya benzer ki, bunun da ilk rekatımüekked sünnet, iki rekatıda müstehap olur (Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, I, 333, 334).
Gayrı Müekked Sünnetler:
Hz. Peygamber`in kesintisiz devam etmediği ve bazan terkettiği sünnetler olup bunlara mendup da denir. Bu namazlar şunlardır:
1. Ikindi namazından önce tek selamla kılınan dört rekat namaz. Resulullah (s.a.s) bu namaz hakkında şöyle buyurmuştur: "Ikindi namazından önce dört rekat namaz kılan kimseye Allah rahmet etsin" (Tirmizî, Salât, 301).
2. Yatsı: namazından önce kılınan dört rekat namaz. Hz. Âişe (r.anha)`den şöyle dediği nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber, yatsıdan önce dört rekat namaz kılardı" (Zeylaî, a.g.e., II, 145 vd.; eş-Şevkânî, a.g.e., III, 18).
3. Evvâbîn namazı: Evvâbîn, evvâb kelimesinin çoğulu olup, Allah Teâlâ`ya çokça yönelen kişi anlamına gelir. Iki ilâ altı rekata kadar kılınabilir. Bir, iki veya üç selâmla kılmak mümkündür. Hz. Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat namaz kılınan evvâbînden sayılacağını bildirmiş ve arkasından şu ayeti okumuştur: "Eğer siz iyi olursanız, şunu iyi bilin ki Allah kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri (evvâbîn) son derece bağışlayıcıdır" (el-Isrâ,17/25; Ibn Kesîr, Tefsîr; Istanbul 1985, V, 64, 65; eş-Şürünbülâlî, Merâkıl-Felâh, Istanbul 1984, s. 74).
Bunlar farz namazlara tabi olan nafile namazlardır.
Bağımsız Nâfile (Mendup) Namazlar:
Beş vakitteki farz namazların sünnetlerinden başka bir takım nâfile namazlar daha vardır ki bunlar, müstehap, mendup veya tatavvu` adı verilen nâfilelerdir:
1. Kuşluk namazı
En az iki rekat olup, sağlam görüşe göre, dört veya sekize kadar kılınabilir. Mendup bir namazdır. Vakti, güneşin bir mızrak boyu yükselmesi ile başlayıp, zeval vaktine yirmi dakika veya yarım saat kalıncaya kadar devam eder. Hz. Âişe`den şöyle dediği nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.s) kuşluk namazını ikiser ikiser, dört rekat olarak kılar, birinci selâmdan sonra dünya sözleri konuşmazdı" (es-San`ânî, Sübülü`s-Selâm, Kahire 1950, II, 16). Müslim`in rivayeti ise şöyledir: "Hz. Peygamber kuşluk namazını dört rekat olarak ve Allah`ın dilediği kadar ilâvede bulunarak kılardı".
2. Teheccüd namazı
Yatsı namazından sonra daha uyumadan veya kısa bir uykudan sonra kalkıp kılınacak nâfile namaza "gece namazı (salatül-leyl)" denir. Bir süre uyuduktan sonra, gecenin yarısından imsak vaktine kadar kalkılıp kılınırsa "teheccüd" adını alır. Teheccüd namazı iki rekattan sekizrekata kadardır. Her iki rekatta bir selam verilmesi daha faziletlidır.
Teheccüd namazı Hz. Peygamber`e farzdır. Kur`an-ı Kerim`de şöyle buyurulur: "Ey Muhammed! Gecenin bir bölümünde uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere, Kur`an`la gece namazı kıl. Rabbinin seni Makam-ı Mahmuda erdireceğini umabilirsin" (el-Isrâ,17/79). Bu namaz diğer müslümanlara sünnet veya müstehap derecesindedir.
Teheccüd namazına diğer müminleri de teşvik eden ayet (bk. el-Müzzemmil, 73/20; es-Secde, 32/16; el-Furkân, 25/63, 64; ez-Zâriyât, 51/17, 18; Âli Imrân, 3/16, 17) ve hadisler vardır. Abdullah b. Ömer (r.a)`nın kendisini rüyada cehennemde görmesi ve bir meleğin yaklaşarak "korkma" demesini Resulullah (s.a.s)`a anlatması üzerine, Allah elçisi şöyle buyurmuştur:" Abdullah ne iyi adamdır. Fakat kalkıp gece namazı kılmayı âdet edinseydi ne iyi olurdu ". Abdullah b. Ömer, bundan sonra gece uykusunu azaltmıştır. Buradan teheccüd namazına devam eden her ferdin iyi olarak anılmaya lâyık olduğu anlaşılır (ez-Zebîdî, Sahîh-ı Buhârî Muhtaşarı Tecrid-i Sarıh Tercemesi, Ankara 1982, IV, 29, 30, H. No: 576). Başka bir hadiste şöyle buyurulur:
"Gece namazına devam edin. Çünkü gece namazı kılmak sizden önceki salih kulların âdetidir. Rabbinize karşı bir taattır, kötülükleri örtücü ve günah işlemekten alıkoyucudur" (Tirmizî, Deavât, 101).
3. Abdest namazı
Abdestten veya gusül abdestinden sonra vakit elverişli ise, yaşlık kuruyacak kadar bir süre geçmeden iki rekat namaz kılınması menduptur. Hadiste şöyle buyurulmuştur:" Her kim abdest alır, abdesti güzel yapar, sonra kalkıp iki rekat namaz kılarsa ve bu iki rekata kalbiyle yönelirse, o kimseye cennet vacib olur" (Buhârî, Vüdû, 24; Müslim, Tahâre, 5, 6,17; Ebû Dâvûd, Tahare, 65).
4. Tahiyyetül-Mescid namazı Tahiyye, selâm vermek demektir. Tahiyyetül-Mescid de; mescide selâm vermek anlamına gelir. Mescide ilk giren kimsenin, Mescidin Rabbine selâm vermek ve O`nu yüceltmek amacıyla iki rekat namaz kılması menduptur. Bir günde, ta`lim, teallüm vb. sebeplerle bir kaç kere mescide girmek zorunda olan kimselerin bu namazı ilk girişte bir kere kılması yeterlidir.
Hadiste şöyle buyurulur: "Sizden her kim mescide girerse iki rekat namaz kılmadan oturmasın" (Buhârî, Salât, 60, Teheccüd, 35; Müslim, MiŞâfirîn, 69, 70; Tirmizî, Salât, 118).
Bir mescide girip meşguliyetinden veya vaktin darlığından ya da kerahetinden ötürü tahiyyetül-mescid yapamayacak kimse şu duayı okumayı yeterli ve müstehap görülmüştür:
Sübhânellah vel-Hamdûlillah ve la ilahe illallahü vellahu ekber"
Anlamı: "Allahı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hamd Allah`a mahsustur. Allah`tan başka hiç bir ilah yoktur. Allah herşeyden yücedir". Diğer yandan, bir mescidde her hangi bir namazı kılmak veya orada bir farzı kılmak için imama uymak niyetiyle girmek de tahiyyetül-mescid yerine geçer.
5. Istihare namazı
Istihâre; bir şeyin hayırlı olanını istemek demektir. Istihâre namazı, nasıl hareket edileceği bilinemeyen mübah işlerde manevi bir işarete nail olmak için kılınan iki rekatlık bir namazdır. Cabir b. Abdullah (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber bütün işlerde bize Kur`an`dan bir sûre öğretir gibi istihâreyi öğretir ve şöyle buyururdu: "Sizden biri bir iş yapmak istediği vakit, farz dışında iki rekat namaz kılsın ve istihâre duasını okusun" (bk. Buhârî, Teheccüd, 25; Deavât, 49; Tevhîd,10; Tirmizî, Vitr, 18; Ibn Mâce, Ikâme, I, 18; Ahmed b. Hanbel, III, 344).
Istihâre duasından sonra kıbleye yönelerek yatılır, (Dua için bk. "istihare" maddesi; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Ilmihali, Istanbul 1991, 350, 351).
6. Tesbih namazı
Dört rekatlı bir namaz olup her rekatta Fâtiha ve bir sûre okunur. Bir veya iki selâmla tamamlanır. Bu namazda üç yüz kere şu tesbih duası okunur: "Sübhanallahi vel-hamdü Lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vellahü ekber ve !â havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyıl-azîm "
Anlamı: "Allahı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hamd Allah`a mahsustur. Allah`dan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah herşeyden yücedir. Büyük ve yüce olan Allah`dan başka hiç bir güç ve kudret sahibi yoktur ".
Hz. Peygamber amcası Abbas (r.a)`a kendisini Allah`a yaklaştıracak bir ameli bildirmek için tesbih namazını talim buyurmuş ve eğer bu namazı kılarsa, günahları kum yığınları kadar çok olsa bile Allah`ın bunları mağfiret edeceğini bildirmiştir. Bu namazı her gün, bu olmazsa cuma günü, bu olmazsa ayda veya yılda bir kere, başka rivayette, ömründe bir defa kılmasını tavsiye etmiştir (Tirmizî, Vitr,19; Ibn Mâce, Ikame,190; Ebû Dâvûd, Tatavvu`, 14 ve "Namaz" maddesi).
7. Hâcet namazı
Dünyevî ve uhrevî isteği olan kimse abdest alır, yatsı namazından sonra iki veya dört rekat, başka bir görüşe göre on iki rekat namaz kılar, sonra Allah Teâlâ`ya senâda ve Hz. Peygambere salatü selâmda bulunur, bundan sonra hâcet duasını okuyup, isteğinin gerçekleşmesini Yüce Allah`dan ister.
Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)`dan nakledildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Her kimin Allah`dan bir dileği olursa veya insanlardan bir isteği olursa, önce abdest alıp iki rekat namaz kılsın, sonra Allaha hamd ve senada bulunsun ve Hz. Peygambere salatü selâm getirsin. Sonra şu duayı okusun: "Lâ ilâhe illallahul-halîmül-kerîm. Sübhânellahi Rabbil-arşil-azîm. el-Hamdü lillâhi Rabbil-âlemin, nes`elüke mûcibâti rahmetike ve azâime mağfiretike vel-ganîmete min külli birrin ve`s-selâmete min külli ismin. Lâ teda`lî zenben illâ gafertehû ve lâ hemmen illâ mezahtehû ve lâ hâcete hiye leke rızan illâ kadaytehâ yâ erhamerrâhimîn ".
Anlamı: "Halîm ve kerîm olan Allah`dan başka ilâh yoktur. Yüce arşın Rabbi olan Allah`ı tesbih ederim. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah`a mahsustur. Allah`ım! Rahmetini gerektiren şeyleri, kesin affını, her iyıliği elde etmeyi, her günahtan uzak olmayı senden dilerim. Affetmediğin hiç bir günah, feraha çıkarmadığın hiç bir tasa, senin rızana uygun olan hiç bir ihtiyacı da karşılamadan bırakma. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım" (Tirmizî, Vitr,17; Ibn Mâce, 189; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 352, 353).
8. Yolculuk namazı
Bir müslümanın yola çıkacağı veya yoldan döndüğü zaman iki rekat namaz kılması menduptur. Hz. Peygamber yolculuktan gündüz kuşluk vakti döner, Mescid-i Nebevî`ye giderek iki rekat namaz kılar, orada bir süre otururdu" (bk. Buhârî, Salât, 59; Cihâd, 198).
9. İstiska (Yağmur İsteme) namazı
Şiddetli kuraklık hüküm süren zamanlarda yağmur duası yapılır. Çünkü Kur`an`da Nûh, Mûsâ ve Hûd peygamberlerin kavimlerine su verilmesi için yaptıkları dualardan söz edilir (bk. Nûh, 71/10-12;.el Bakara, 2/60).
Enes b. Malık (r.a)ten rivayete göre, Allah Rasûlü cuma hutbesi irad ederken, şiddetli kuraklığın hüküm sürdüğünü, ürünün ve hayvanların telef olduğunu söyleyen bir adamın isteği üzerine; Allahım bize su ver, Allah`ım bize su ver" diye dua etmiştir. Bunun üzerine gökte hiç bulut yokken, birden bulutlar belirmiş ve yağmur yağmaya başlamıştır. Bir hafta süren yağmurlar âfet halini almaya başlayınca, ertesi hafta aynı adamın yağmurun kesilmesini istemesi üzerine Allah`ın Resulü şöyle dua etmiştir: Allah`ım! Yağmuru üzerimize değil, çevremize, dağlara, tepelere, vadilere ve ağaçlı yerlere ver". Bu dua ile yağmur kesilmiştir (Buhârî, Istiskâ, 6; Müslim, Istiskâ, 8).
Ebû Hanîfe`ye göre istiska; dua ve istiğfardan ibarettir. Bu yüzden bu dua özel bir namaz kılmadan ve hutbe okumadan yerine getirilebilir. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre ise, yağmur duası namazının, ihtiyaç varsa, hazarda veya seferde kılınması menduptur. Yağmur gecikirse bu dua günler boyu tekrarlanır. Çünkü Allah Teâlâ duada ısrarlı olanları sever (bk. el-Kasânî, el-Bedâyi`, I, 282; Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 437; Ibn Abidîn, Reddül-Muhtar, I, 790 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Ilmihali, Istanbul 1991, s. 353 vd.).
10. Küsûf namazı Güneş tutulmasına "küsûf", ay tutulmasına "husûf" denir. Güneş tutulduğu zaman, bir beldede cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve kametsiz olarak en az iki rekat namaz kıldırır. Ebû Hanife`ye göre bu namaz gizli, Ebû Yusuf ve Imam Muhammed`e göre açıktan kıraatla kılınır.
Hz. Peygamber güneş tutulduğu zaman iki rekat namaz kıldırmış ve arkasından şöyle buyurmuştur: "Bu olaylar Allah`ın büyüklüğünü gösteren delillerdir. Allah Teâlâ bunlarla kullarını korkutmak istiyor. Bunları gördüğünüz zaman, en son kıldığınız farz namaz gibi namaz kılın " (Buhârî, Küsûf, 1,17; Ebû Dâvûd, Istiskâ, 4, 9, Sünnet, 9; Nesâî, Küsûf, 5, 12, 14, 16, 24).
11. Husüf namazı Ay tutulduğu zaman müslümanların evlerinde teker teker bir halde ve küsûf namazı gibi gizli veya açıktan iki ya da dört rekat namaz kılmaları menduptur. Ebû Hanîfe`ye göre, bu namazın camide cemaatle kılınması sünnette yoktur. Imam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel ile bazı hadis bilginlerine göre, cemaatle kılınır.
Ay tutulması gece olabileceği için cemaatin camide toplanıp toplu namaz kılmasında güçlük vardır (el-Kâsânî, a.g.e., I, 282; eş-Şürünbülâlî, Merâkı`f-Felâh, 92).
Nâfile veya mendup sayılan amellerin amacını eş-Şatıbî şöyle açıklar:
1. Hz. Peygamber`den sünnet olarak gelen her mendup, farz ve vacib ibadetlerin ikmali ve korunması için yardımcıdır. Çünkü nâfile ibadetler insanı farzları edaya hazırlar. Nâfile ibadetleri ihmal eden farzları da ihmale maruz kalır. Bazı mendupların kendi cinsinden farklı ibadet vardır. Beş vakit namazın sünnetleri, nâfile oruç, nâfile hac ve sadakalar gibi. Bazılarının da benzeri ibadet bulunmaz. Namaz için güzel elbise giyinmek, iftarı acele yapmak, sahuru geciktirmek gibi. Bunların da farz ibadeti desteklediği görülür. Sözgelimi, iftarı acele yapmak, sahuru geciktirmek orucu kolaylaştırır ve şahsın bu ibadeti sürekli olarak yapmasını sağlar. Allah katında, az da olsa, ibadetin sürekli olanı makbuldür.
2. Mendup tek tek değil, bütünüyle yapılması gereken bir sünnettir. Nitekim sünnet-i müekkedeleri Hz. Peygamber ara sıra terketmiştir. Bu yüzden insan bazı darlık zamanlarında terkedebilir. Kaza edilmemeleri de bunu gösterir. Ancak toptan terkedemez. Meselâ; ezanı sürekli olarak terketmek caiz değildir. Bir ülkenin insanları ezanı sürekli olarak bırakmışlarsa, onlara bunu zorla okutmak gerekir. Yine bir kimse tamamen cemaati terkedemez. Çünkü Hz. Peygamber; "Bir kimse üç günden fazla cemaati terk ederse kalbi mühürlenir" (Ibn Mâce, Mesâcid, 17) buyurmuştur. Evlenme de böyledir... Bazı hallerde fertler evlenmeyebilir, ancak toplum olarak bunu bırakamazlar, aksi takdirde toplum yok olur (eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, Ticariye baskısı, Kahire, t.y., I, 132, 133, 151; M. Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, t.y., 40 vd.).
NÂFİLE NAMAZDA BİRDEN ÇOK MAKSAT
Kuşluk namazı vaktinde abdest alan birisi, iki rekât "Abdest şükür namazı`na, aynı anda kuşluk namazı olarak niyyet etse, ikisini birden kılmış olur mu?
Fıkıh kitaplarındaki ifadelere göre, niyyet edilmiş olması halinde; bir nâfile namaz, birden çok nâfile namaz yerine geçebilir: Nûru`l îzâh serhinde; mescidi selâmlama namazı (tahiyyatü`l-mescid) oturmadan kılacağı bir farz namazla, hattâ Zeylanî ve Kasânînin dediğine göre herhangi bir namazla yerine getirilmiş olur. (58 Tahtavı 320; Molla Hüsrev, Dürer I/116 (Surunbil0lî hâsiyesi);Nemenkânî I/146) Tahtâvî Miskât şerhinden naklen; abdestin arkasından bir farz kılmış olsa, bununla "abdest sükrü namazı" da yerine getirilmiş olur, der. (59 Tahtavî 321; M. Zihni Efendi 404) Nafilenin yerine geçecek namazın farz olması da şart değildir. (60 Abdülhalım (Durer hâsiyesi) I/79; Konu hakkında daha geniş bilgi için bk. Âbidin N/18-19) Buna göre işrak vakti abdest alan birisi, abdestin arkasından kılacağı iki rekât namaza, aynı anda hem abdest şükrü için, hem işrak namazı için, hem de meselâ hacet namazı için niyet etse, hepsi yerine gelmiş olur. Imam es-Sindî hac için ihrama girildiğinde sünnet olan iki rekat namazın, o ana rastlayan bir farzla da karşılanmış olacağını söylerken Aliyyu`I-Kârî bu konuda tereddüdünü bildirir. Ona göre: Ihram namazı, istihare ve benzerî namazlar gibi müstakil bir sünnettir, binaenaleyh, bir başka namaz zimminda ödenmiş olmaz. "Tahiyyetü`1-mescid` ve "Abdest şükür" namazı ise başlı başına bir namaz olmadıklarından her hangi bir namaz onların yerine geçmiş olabilir.
Hasiye sahibi el-Mekkî ise; bu tereddüde yer olmadığını, "el-Bahru`r-râik" gibi mezhebini önemli kaynakların çoğunda, durumun Sindî`nin dediği gibi olduğunu, bir farzın dahi o sünnetten müstagnî kılınacağını söyler. (60a)
Ibn Nüceym de niyyet bahsini işlerken, iki nafileye birden niyet edilirse, ikisinin birden ödenmiş olacağını söyler. (60b )
NAKID
Akçe, madenî para, para olarak bulunan servet, peşin para, altın ve gümüş için kullanılan bir Islâm hukuku terimi. Çoğulu nukud gelir. Vezni ve ayarı düzgün, gerekli özellikleri taşıyan paraya da nakid denir. Bir mastar olarak, paranın züyûfunu hâlisinden, sahtesini hakikisinden ayırma anlamında da kullanılır. Bir islâm hukuku terimi olarak altın ve gümüşü ve bunların madrûb ve meskûkünü ifade eder. Diğer yandan Islâm hukukçuları altın ile gümüşten başka madenden basılıp kabul edilen fels ve kâğıt paralara, ancak kıyas ve benzetme yoluyla nakid tabirini kullanırlar.
İktisatçılar, alış-verişlerde mübâdele aracı olan her şeyi gerçek anlamda nakid saymışlardır. İslâm hukukçularına göre ise, satış bedelinin (semen) geçerli olması için, onun şer`an kullanımının caiz ve helâl olan eşyadan bulunması şarttır. Bu yüzden rakı, şarap gibi sarhoş edici şeylerin ve domuz etinin nakid yerinde mübâdele vâsıtası olarak kullanılması caiz değildir. Fakat ekonomi ilmi kendisini dinî bir kayıtla bağlı saymadığı takdirde eşyanın helal veya haramlığını dikkate almaz. Ancak islâm`la, çağdaş egemen ekonominin birleştiği nokta şudur: Piyasada satış bedeli ve mübâdele aracı olarak kullanılan, toplum tarafından ittifakla kabul ve itibar olunan her şey altın ve gümüş gibi mübâdele aracı sayılır. Çünkü Islâmî açıdan ölçü, tartı veya standard olup sayı ile alınıp satılan şeylerin (misliyât) satış bedeli (semen) yapılması mümkün ve câizdir. Bir ton buğday karşılığında on tane koyun satın almak gibi (el-Kâsânî, Bedâyiu`s-Sânayı`, V, 234; Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadir, V, 368; el-Fetâvâ`l-Hindiyye, IV,12,13; K. Miras, Sahih-i Buhari Tecridi Sarîh Tercemesi, Ankara 1978, V, 71, 72).
İslâm fıkhı kaynaklarında kullanılan nakdeyn (iki nakid) tabiri altın ve gümüş parayı ifade eder. Çünkü gerek Hz. Peygamber ve Râşid halîfeler ve gerekse büyük müctehidler dönemlerinde tedavülde bulunan para, altın ve gümüşten ibarettir. Islâm`dan önce kullanılan İran, Roma, Bizans ve Yemen sikkeleri Emevî hükümdarı Abdülmelik b. Mervan`ın H. 75 tarihindeki para basımına kadar piyasaya hâkim olmuştur. Hz. Ömer`den itibaren, Hz. Osman (Ö. 35/655), Muaviye (Ö. 60/679) ve Abdullah b. Zübeyr (Ö. 72/691) para basmışlarsa da bu paralar mevziî kalmış ve ülke çapında yayılmamıştır. Hz. Ömer, gümüş para birimi olan dirhemle, altın para birimi olan miskal (dinar) arasında standard bir oran tesis etmiştir. Hz. Peygamber devrinde ağırlık bakımından 10 dirhem (10 miskal), 10 dirhem (6 miskal), 10 dirhem (5 miskal) olmak üzere üç çeşit dirhem vardı. Hz. Ömer`in kurduğu para komisyonu, standardızasyon çalışması sonunda üç çeşit dirhemi toplayarak, çıkan ayı üçe böldü. Bu duruma göre, 10 dirhem (7 miskal) ağırlığı esas alındı. 1 Şer`î dirhem 2,8 gr.; 1 dinar (miskal) yaklaşık 4 gr. olunca,10 dirhem gümüş 28 gr.; 7 dinar altın da 28 gr. olur. Bu oran, daha sonraki devirlerde de genellikle korunmuştur (Ibnül-Hümâm, a.g.e., II, 522; el-Mâverdî, Ahkâmûs-Sultâniyye, Kahire 1298, s. 148; K. Miras, a.g.e., V, 40, 48, 49; Ö. Nasuhî Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, Istanbul 1967, 120, 121, 124; I. Artuk, "Sikke", I.A. X, 622; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 62, 68; çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Istanbul 1988, s. 24, 46).
NAKL-I KUBÛR(KABİRLERİ BAŞKA YERE NAKLETME MESELESİ)
Kabırleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep bulunmadıkça caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile yine bunun kabristan olarak korunması asıldır. Burasının satılarak veya üzerine binalar yapılarak, ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını çiğnemek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü İslâm`da, ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına alınmıştır.
Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka yere nakletmek caizdir.
Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah`a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir elbise ile gömülmesi veya bu yere başkasının sonra şûf`a yoluyla mâlik olması, zaruret hallerine örnek verilebilir. Bu takdirde, arazi veya elbise sahibinin isteği üzerine kabır açılır. Elbise alınınca kabır kapatılır, ya da cenaze bu mülkten başka yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise sahibi de isterse elbisenin kıymetini alabilir.
Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine başkası defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle, yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel olarak doldurulur ve kabır kapatılır.
Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir engel konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b. Abdullah`tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud savaşında şehit düşen babam, başka bir şehit olan Amr İbnü`l-Cümûh ile birlikte bir kabre gömülmüştü. Babamı bu şekilde başkası ile bir kabırde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre koyduğum gündeki gibi taze bir halde buldum; çıkardım ve başka bir kabre yalnız başına gömdüm ".
İslâm ülkesinde bulunan zimmîlerin (hristiyan ve yahudiler) kabırleri de, müslüman kabırleri gibi koruma altındadır. Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması, kabırlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç görülürse, düşmana ait kabırleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman kabristanlığı veya mescid yapmak gibi başka bir amaçla kullanmak mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddü`l-Muhtâr, İstanbul 1984, II 233-246; el-Fetevâ`l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 I, 165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 259-267).
Nakl-i kubûr: Kabirleri başka yere taşımak
İsa Sevgili
İsa Sevgili
Kurucu
Namaz Zamanı
B2B Toptan Satış Pazaryeri
Kral Yolu
kralyolu.com
Gusül (boy) abdesti nasıl alınır?
Gusül abdesti yada boy abdesti nasıl alınır? Ayrıntılarıyla gusül abdestini öğrenin
Namaz nasıl kılınır?
Namaz nasıl kılınır? Namaz kılmayı öğrenmek hiç bu kadar kolay olmamıştı.
Abdest nasıl alınır?
Abdest nasıl alınır? Namaz kılmak için kadınlar ve erkekler nasıl abdest alırlar?
İhlas Suresi
İhlas suresi, İhlas suresinin anlamı, tefsiri, yazılışı ve okunuşu videolu anlatım
İhlas Suresi
Hüvallahüllezi: Haşr Suresi 22, 23 ve 24 ayetlerin yazılışı, okunuşu ve anlamı
Çocuğunuz için namaz etkinlikleri
Çocuğunuzun namazı sevmesi için neler yapmalısınız? Örnek etkinlikler
Cenaze namazı nasıl kılınır? Cenaze namazı kılınışı
Cenaze namazı nasıl kılınır? Cenaze namazı kılınışı, Resimli ve Özet maddeler halinde anlatım
Kabirleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep bulunmadıkca caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile yine bunun kabristan olarak korunması asıldır. Burasının satılarak veya üzerine binalar yapılarak, ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını çiğnemek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Islâm`da, ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına alınmıştır.
Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka yere nakletmek caizdir.
Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah`a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir elbise ile gömülmesi veya bu yere başkasının sonra şûf`a yoluyla mâlik olması, zaruret hallerine örnek verilebilir. Bu takdirde, arazi veya elbise sahibinin isteği üzerine kabir açılır. Elbise alınınca kabir kapatılır, ya da cenaze bu mülkten başka yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise sahibi de isterse elbisenin kıymetini alabilir.
Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine başkası defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle, yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel olarak doldurulur ve kabır kapatılır.
Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir engel konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b. Abdullah`tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud savaşında şehit düşen babam, başka bir şehit olan Amr Ibnü`l-Cümûh ile birlikte bir kabre gömülmüştü. Babamı bu şekilde başkası ile bir kabırde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre koyduğum gündeki gibi taze bir halde buldum; çıkardım ve başka bir kabre yalnız başına gömdüm ".
İslâm ülkesinde bulunan zimmîlerin (hristiyan ve yahudiler) kabirleri de, müslüman kabirleri gibi koruma altındadır. Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması, kabırlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç görülürse, düşmana ait kabırleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman kabristanlığı veya mescid yapmak gibi başka bir amaçla kullanmak mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddü`l-Muhtâr, Istanbul 1984, II 233-246; el-Fetevâ`l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 I, 165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 259-267).
NAMAZ
Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah`a karşı tesbîh, ta`zîm ve şükrün ifadesidir.
Namaz, Kur`an`da doksandan fazla ayette zikredilir. Önceki şeriatlerde beş vakit namaz yoktu. Ancak vakitleri belirsiz genel anlamda namaz vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi`rac (Isrâ) gecesinde farz kılınmıştır. Enes b. Mâlik`ten rivâyete göre özet olarak şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)`e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır" (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5; Müslim, Iman, 263; Ahmed b. Hanbel, V,122,143). Her güzel amele on katıecir verileceği şu ayetle sabittir: "Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır" (el Enam, 6/160; ayrıca bk. en-Neml, 27/89; el-Kasas, 28/84). Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber`in ibadet tarzı Cenâb-ı Hakk`ın yaratıklarını düşünmek, Allah`ın yüceliğini tefekkür etmek şeklinde idi. Sabah ve akşam ikişer rekat hâlinde namaz kıldığı da nakledilir. Daha önceki ümmetlerin de namaz ibadeti vardır. Kur`an-ı Kerim`de Lokman aleyhisselâmın oğluna namazı emretmesi (Lokman, 31/17), Hz. Ibrahim`in Hicaz`ın güvenliği için dua ederken namazdan söz etmesi (Ibrâhim,14/37), Yüce Allâh`ın, Tur dağında ilk vahiy sırasında Hz. Mûsa`dan namaz kılmasını istemesi (Tahâ, 20/14) örnek verilebilir.
İslâmda namazın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ`ya dayanır.
Kur`an-ı Kerim`in birçok yerinde; namazı kılınız ve zekâtı veriniz" buyurulur. "Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin" (el-Bakara, 2/238). "Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır" (en-Nisa, 4/103).
"Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah`a tahsis ederek O`na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. Işte doğru din budur" (el-Beyyine, 98/5). "Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah`a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır" (el-Hacc, 22/78).
Sünnetten delil: Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu Hadislerden bazıları şunlardır: "Ibn Ömer (r.a)`den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Islâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah`tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed`in Allah`ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır" (Buhârî, Iman,1, 2; Müslim, Imân, 19-22).
Hz. Peygamber (s.a.s), Muaz b. Cebel (r.a)`i Yemen`e gönderirken ona şöyle buyurmuştur: "Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah`a kulluk etmeğe çağır. Allah`ı tanırlarsa, Allah`ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılarlarsa; Allahın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur" (Buhârî, Zekât, 41, 63, Meğâzî, 60, Tevhîd, 1; Nesâî, Zekât, 1; Dârimî, Zekât, I ).
Diğer yandan İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Namaz ergenlik çağına gelmiş, akıllı her müslümanın üzerine farzdır. Fakat yedi yaşına gelmiş olan çocuklar da namaz kılmakla emredilir. On yaşına geldikleri halde namaz kılmazlarsa el ile hafifçe dövülebilirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşına girince bundan dolayı dövün ve o yaşda yataklarını ayırın" (Ebû Dâvûd Salât, 26; Ahmed b. Hanbel, II, 180, 187).
Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnızca, vitir veya bayram namazları vacib hükmündedir. Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir: "Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir " Bedevî; "Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah`ın Resulu şöyle cevap vermiştir:
"Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır". Bunun üzerine bedevî: "Seni hak olarak gönderen Allah`a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: "Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur" (Buhârî, Imân, 34, Şehâdât, 26; Müslim, Imân, 8,10,15,17,18; Ebû Dâvûd, Salât, 1).
NAMAZ ÇEŞİTLERİ: NAMAZ DÖRT KISMA AYRILIR.
1. Farz-ı ayn olan namazlar. Beş vakit namaz ve cuma namazı gibi. Bunların her yükümlü için bizzat yerine getirilmesi gerekir.
2. Farz-ı kifâye olan namaz. Cenâze namazı gibi. Bu, topluluk tarafından yapılması istenilen bir emirdir. Topluluktan bir kısmı bunu yerine getirince, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Eğer bunu hiç kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur. Allah yolunda cihad, iyıliği emir kötülüğü yasak etme, müslümanlar arasında bir halife seçme de bu çeşit farzlardandır (Şâfiî, er-Risâle, Kahire 1960, s. 54, 55, 363, 364; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, Terc. AbdulKadir Şener, Ankara 1986, s. 37-39).
3. Vacib olan namazlar. Vitir namazı, bayram namazları gibi. Sübut yönünden kesin, fakat delâlet bakımından zannî olan delile dayalı emirler vâcib hükmündedir. Bu, Hanefilerin benimsediği bir prensiptir. Diğer mezheplerde farz ile vacib aynı anlamda kullanılır. Onlara göre bir şey farz değilse sünnettir. Vacibin işlenmesine sevap, terkine azap vardır. Ancak vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.
4. Nâfile namazlar. Farz ve vacipten fazla olarak kılınan namazlara nâfile denir. Cenâb-ı Hakk`ın rızasını kazanmak, amacıyla kendiliğinden kılındığı için bunlara "tatavvu"da denir. Sünnetler de nâfile içine girer. Her sünnet nâfiledir, fakat her nafile sünnet değildir. Peygamberimizin kıldığı nâfile namazlar sünnettir.
Namazların Rekâtları:
Namazların rekatlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Sabah namazının iki rek`at sünneti, iki rek`at da farzı vardır. Öğle namazının dört rek`at ilk sünneti, dört rek`at farzı, iki rek`at da son sünneti vardır. Ikindi namazının dört rek`at sünneti, dört rek`at da farz vardır. Akşam namazının üç rek`at farzı, iki rek`at da sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da vaktin sünneti adıyla başka bir sünnet vardır.
Vitir namazı üç rekattır. Bayram namazları ise ikişer rekattan ibarettir. Teravih namazı yirmi rekattır. Diğer nafile namazlar da en az ikişer rekat olur.
Namazın şartları:
Namazın geçerli olması için bazı şartların ve rükünlerin bulunması gereklidır. Şart, sözlükte alâmet demektir. Bir terim olarak şart; varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mâhiyetinden ayrı olan şeydir. Rükün ise, sözlükte; en kuvvetli taraf demektir. Bir terim olarak rükün; bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan ve o şeyin esas unsur ve parçalarını teşkil eden esaslardır. Şer`i hüküm olarak şart ve rükne farz vasfı verilir. Bunların her ikisi de farzdır. Bu yüzden bazı fakihler bu konuya "namazın farzları" başlığını koymuşlardır. Bir de namazın farz olmasının şartları vardır. Bunlar müslüman olmak, büluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir (Şürünbülâlî, Merakul-Felah, s. 28; eş-Şirazî, el-Muhezzeb, 1, 53; Ibn Kudâme, el-Muğni, I, 396-401; ez-Zühâylî, el-Fıkhuul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 563 vd)
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Hadesten temizlenme 2) Necasetten temizlenme, 3) Avret yerini örtmek, 4) Kıbleye yönelmek, 5) Vakit, 6) Niyet. Bunlara, "namazın şartları" denir.
Diğer altısı da namaza başladıktan sonra bulunması gereken farzlar olup şunlardır: 1) Iftitah tekbiri, 2) Kıyam, 3) Kıraat, 4) Rükû, 5) Sücûd, 6) Son oturuşta "et-Tehiyyâtü"yü okuyacak kadar bir süre oturmak. Bunlara da "namazın rükünleri" denir. Bunlardan başka ta`dîl-i erkân ve namazdan kendi isteği ile çıkmak gibi başka rükünler de vardır. İleride bunları açıklayacağız.
Burada, önce namazın şartları üzerinde duracağız:
1) Hadesten Temizlenme: Abdestsizlik, cünüplük, hayız veya lohusa hallerinde bulunmaya "hades hâli" denir. Abdestsizlik küçük hades, diğerleri büyük hadestir. Küçük veya büyük hadeslerden temizlenmek abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm etmekle olur. Allah`ü Teâlâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızın bir bölümünü meshedin. Topuklarla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin " (el-Maide, 5/6).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Abdest bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 308). Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiç bir namazı kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû`, 21; Ahmed Ibn Hanbel, II, 39).
Farz, vacib, sünnet veya nâfile tam namaz veya tilâvet yahut şükür secdesi gibi eksik namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Abdestsiz kılınacak bir namaz sahih olmaz.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulsa, namaz da bozulmuş olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi, namazda yellendiği zaman, namazdan ayrılıp abdest alsın ve namazını iade etsin " (Ebû Dâvûd, Tahâre, 81, Salât, 187; Tirmizî, Racıâ, 12).
Hadesten temizlenme, namazın diğer şartları gibi sıhhat şartlarındandır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu`s-Sanâyî`, I, 114 vd.; Ibnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179 vd.).
2) Necasetten Temizlenme: Namazdan önce bedende, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemek gerekir. Bu temizlik namazın geçerli olması için ön şarttır. Elbisede ve namaz kılınan yerde, ayak, el ve dizler ile sağlam görüşe göre alnın konulacağı yerde dört gramdan (1 miskal) fazla insan dışkısı gibi katıyahut avuç içinden daha geniş alana yayılan insan sidiği veya şarap gibi sıvı pisliğin bulunması namazın sıhhatine engel teşkil eder. Eti yenen hayvanların veya atların sidiği ve dışkısı ise bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir bölümünden az miktarı namaza engel olmaz, affedilmiş sayılır. Bundan fazlasınıise, temizlemeye güç yetince namazın sıhhatine engel olur.
Allah Teâlâ; "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) buyurmuştur. Ibn Sîrin, bu temizlemenin elbisedeki pisliğin su ile temizlemek olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber Fâtıma binti Ebî Hubeyş (r.anhâ)`nın özür kanının (istihâza) hükmünü sorması üzerine şu cevabı vermiştir: "Bu, kanama yapan bir damardır. Ay başı değildir. Âdet zamanın geldiğinde, namazı bırak. Âdetin kadar bir süre geçtikten sonra kanını yıka, guslet ve namaz kıl" (Buhârî, Vüdû`, 63; Hayz, 24; Müslim, Hayz, 62, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 107). Mescidin içinde küçük abdest bozan bedevî için Resulullah (s.a.s); "Bu bedevinin işediği yere kova ile su dökün " (Buhârı, Vüdû`, 58, Edeb, 35, 80; Müslim, Tahâre, 98-100) buyurmuştur. Yukarıdaki ayet elbiseyi temizlemenin, ilk hadis bedeni, ikinci hadis ise namaz kılınacak yeri temizlemenin farz olduğuna delâlet eder.
3) Avret Yerini Örtmek:
Avret sözlükte; eksiklik, kusur, düşmanın sızmasından korkulan zayıf mevzi, örtülmesi gereken yer ve kadın gibi anlamlara gelir. Şer`î bir terim olarak; bakılması haram olup, örtülmesi farı bulunan uzuvlara "avret yeri" denir. Hanefîlere göre, insanların huzurunda avret yerinin örtülmesi icma ile farzdır. Sağlam olan görüşe göre, tenhada örtmek de farzdır. Bir kimse karanlık bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu halde çıplak olarak namaz kılsa, bu namaz sahih olmaz (Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 375).
Yıkanma, tabiî ihtiyaç, taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında, tenha bir yerde de bulunulsa, namazda veya namaz dışında avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bunun delili Kitap ve Sünnettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin" (el-A`râf, 7/31). Ibn Abbas (r.a)`a göre; bundan kastedilen namazda giyilen temiz elbiselerdir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ büluğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre,132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, VI,151, 218, 259). Ey Esma! Kadın büluğ çağına ulaşınca, onun şu ve şu uzuvlarından başkasının görünmesi helâl ve caiz olmaz". Hz. Peygamber bu sözleri söylerken, elleri ile yüzünü işaret etmişti" (Ebû Dâvûd, Libâs, 31).
Erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları; göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamber`in şu hadisidir: "Erkeğin avret yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır", "Göbeğinden aşağısı diz kapaklarını geçinceye kadar olan kısımdır" (Ahmed b. Hanbel, II, 187). Başka bir delil de Darekutnî`den rivayet edilen, Diz kapağı avret yerlerindendir" (Zeylâi, Nasbur-Râye, I, 297) anlamındaki zayıf hadistir.
Hür kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayakları konusunda ise görüş ayrılığı vardır. Daha sağlam görülen görüşe göre, ayakları da avret değildir. Çünkü ayaklarla yolda yürüme zarûreti vardır. Özellikle bunları örtmek yoksullar için güçtür. Başka bir görüşe göre, bir kadının namazı, ayağının dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur, diğer bir görüşe göre ise, ayakları namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu görüş ayrılığından kurtulmak için ayakların örtülmesi daha uygun görülmüştür. Sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar, kendiliğinden görünen dışında, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr, 24/31). Bundan kastedilen ziynetlerin takıldığı yerlerdir. Kadının kendiliğinden görünen yerleri ise elleri ile yüzdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Radâ`, 18). Diğer yandan Allah elçisi, Esmâ (r.anhâ)`ya büluğ çağından sonra el ile yüz ve avuçlarına işaret ederek, bu yerlerin dışındaki kısımların örtülmesini bildirmiştir (Ebû Dâvud Libâs, 31). Hz. Âişe`den nakledilen; "Allah Teâlâ büluğ çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât,160) hadisi de, saçları örtünme kapsamına almaktadır.
Müstehcen avret yerleri olan ön ve arka uzuvlar ile hafif avret yeri sayılan, bu iki yer dışındaki uzuvlardan birinin tamamı veya en az dörtte biri açık bulunur ve bu durum kasıtsız olarak iki rükün eda edecek kadar devam ederse namaz bozulur. Çünkü bir şeyin dörtte biri tamamı hükmündedir.
Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin rengini belli edecek şekilde bulunan, dolayısıyla derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz sahih olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmemektedir. Eğer elbise kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa bu, zemmedilmiş olmakla birlikte namaz sahih olur. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e, I, 375 vd.; Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95 vd.; Ibn Kudame, el-Muğnî, I, 599; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111; Bilmen, B. Islâm Ilmihali,109).
4) Kıbleye Yönelmek: Namazı kıbleye doğru yönelerek kılmak şarttır. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüsteki Mescid-i Aksa idi. Medine döneminde inen şu ayet-i kerime ilk kıble, Mekke`deki Ka`be-i Muazzama`ya çevrildi: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde, yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" (el-Bakara" 2/144). Kâbe, Mekke`deki bilinen binadan ibaret değildir. Ancak bu binanın yerini ifade eder. Nitekim bu kutsal yerin göklere kadar üst tarafı ve toprağın derinliklerine kadar alt tarafı kıble yönüdür. Bu yüzden Kâbe-i Muazzamanın yanında veya içinde bulunanlar, bunun herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını kılabilirler. Cemaatle namazda imamın önüne geçmemek şartıyla, cemaat Kâbe`nin çevresinde halka olur ve hepsi imamla birlikte namaz kılarlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)`in Mekke fethedildiği gün, Kâbe`ye bir kere girip içinde namaz kıldığı nakledilir. Abdullah b. Ömer, Bilâl (r.a)`e, Allah elçisinin Kâbe`ye girdiği zaman namaz kılıp kılmadığını sormuş, Bilâl şu cevabı vermiştir: "Evet Kâbe`ye girince sol taraftaki iki direk arasında namaz kıldıktan sonra çıktı ve Kâbe`nin yönüne doğru iki rek`at namaz kıldı" (Buhârî, Salât, 30; Nesâî, Menâsik, 127; Dârimî, Menâsik, 43; Ahmed Ibn Hanbel, II, 75, III, 410, VI, 12, 13, 14).
Kâbe-i Muazzamadan uzakta bulunanların tam Kâbe`ye yönelerek namaz kılmaları farz değildir, Kâbe tarafına yönelmeleri farz olup, bu yeterlidir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 397 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67; eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 431 vd.). Hz. Peygamber (s.a.s); "Doğu ile batı orası kıbledir"` (Tirmizî, Salât; 139; Nesâî, Sıyâm, 43; Ibn Mâce, Ikâme, 56) buyurmuştur. Eğer kıblede Kâbe`nin kendisine isabet ettirmek farz olsaydı, bir mescidde uzun bir safın sadece Kâbe`nin hizasına rastlayan kısımdaki cemaatin namazlarının sahih olması, diğerlerinin ise sahih olmaması gerekirdi.
NAMAZ KILMAYAN KİMSE DİNEN MÜSLÜMAN SAYILIR MI?
Namaz, imandan sonra İslam`ın en mühim rüknüdür, terkine asla göz yumulmaz. Dinen kesinlikle sabit olmuş olan bir hükmü inkar etmek küfr olduğu gibi, namazın farziyetini inkar etmek de küfürdür. Binaenaleyh namaza inanmayan kimse müslüman değildir. Onunla evlenmek caiz olmadığı gibi kestiğini de yemek caiz değildir. Fakat namazın farziyetini inkar etmez, ancak tenbellikten dolayı namaz kılmazsa günahkar olsa bile müslüman sayılır. İslam hukukuna göre suçlu olduğundan cezaya müstahaktır. Hanefi mezhebine, tevbe edip namaza başlayıncaya kadar hapse mahkum edilir. Şafii mezhebinde ise, terkde ısrar eder ve tevbe etmezse idama mahkum olur.
Ömründe bir kez olsun camiye gelmeyen kişinin cenaze namazı kılınır mı? Eğer kılınmazsa, kıldırmış olanın kıldırmaktan dolayı sorumluluğu İslâm`a göre nedir? Kılanların da bir sorumluluğu var mıdır?
Fıkıh kitaplarımızda bir ölüye cenaze namazı kılınabilmesinin şartları sayılırken birinci olarak müslüman olması zikredilir. (Tahtavî, 479; M.Zihni, Nimet-i İslâm, 532) Bize göre "amel imandan bir cüz olmadığından." yani ibadet ve hayır adına hiç birşey yapmayan birisi dahi Allah`a ve Rasulüne eksiksiz inanmakla müslüman olacağından, ölünce namazı kılınır ve müslümanca defnedilir. Yeter ki, müslüman olduğu bilinsin. Bu da üç yolla olur: Müslüman olduğu ya kendisinden duyulmuş olur, ya ebeveyninden biri müslüman olmuş olur, ya da bir müslüman ülkesinde (halkının kahir ekseriyeti müslüman bir ülkede) bulunmuş olur. Bunların hiçbirisi bilinmese ve mükellef yaşa gelmiş bir gence İslam`ın ne olduğu sorulduğuna birşey söyleyemese ve bu durumda ölüverse, namazı kılınmaz (agk.; Namazı kılınmayanlar konusunda geniş bilgi için bk. Ibrahim el-Halebî, Haleb-i Kebir; 590 vd.; Kâsânî. Bedâyi, I/313). Çünkü ölünün üzerine namaz kılmak, onun için Allah`tan mağfiret ve şefaat dilemek demektir. Halbuki, Allah "yetmiş defa mağfiret dilense dahi onları bağışlamayacağını" (Tevbe (9) 80) söylemektedir. Ayrıca "Onlardan ölen kimsenin üzerine sakın namaz kılma" (Tevbe (9) 80) demektedir. Bu yüzden Ibn Abidîn, Karafi`den naklen, kâfir olarak öldügü bilinen birisi için "mağfiret" duasında bulunmanın küfür olduğunu söyler. Çünkü Allah "bağışlamayacağım" derken, onun hâlâ bağışlama dilemesi, sanki Allah`a "sen iyi yapmıyorsun, gel bu fikrinden vazgeç" demek, dolayısı ile ona eksiklik isnad etmek(Ibn Abidin, Dürrü`l-Muhtâr, I/522-23; Kafire dua ve kafirin duası konularında ayrıca bk. Fetâvây-i Hindiye, V/319, 348; Fetâvâyi Bezzâziye, VI/355, 360) demektir.
Ayrıca ırk üstünlüğüne dayalı kavgalarda ölenin namazı da yıkansa dahi kılınmaz. Ebu Yusuf'a göre, birisinin malını çalarken ya da aşırırken ölenin ve kendini öldürenin (intihar edenin) namazı da kılınmaz. Diğer imamlar, intihar, dayanılmaz bir ağrıdan (ya da müslümanlar aleyhine sır vermemek için) ise namazı kılınır derler. Çünkü bu mü`mindir, olsa olsa günahkâr olmuş olur. (Sır vermemek için intihar eden belki ecir de alır). Ebeveyninden birini kasten öldürenin, meşru idareye isyan halinde öldürülen bâgînin (teröristin), bu suçu işlemekte olduğu halde yol kesicinin, müslümanları pusu kurup öldürenin de namazları kılınmaz. (Tahtâvi, 497-98; M. Zihnî, 541-42; Fetâvây-i Hindiye, I/163)
NAMAZ VAKİTLERI:
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan "namaz vakitleri"ni bilmeyi gerektirir. Bu vakitler Kitap ve Sünnetle belirlenmiştir:
1) Sabah Namazının Vakti:
Ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. Ikinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadet başlamış olur. Bu yüzden buna "fecr-i sadık" denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden "fecr-i kâzib" adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olmaz. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Birincisi yemeyi içmeyi haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helal kılan fecirdir. Ikincisi ise, sabah namazını kılmak caiz olmayan, fakat yemek içmek helal olan fecr-i kâzibtir" (es-San`ânî, Sübülüs-Selâm, 2. baskı, t.y., I,115). "Sabah namazının vakti ikinci fecrin doğmasından, güneşin doğuşuna kadardır" (Buhârî, Mevâkît, 27; Ebû Dâvûd Salât, 2; Ibn Mâce, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît,15; Ahmed Ibn Hanbel, II, 210, 213, 223).
2) Öğle Namazının Vakti: Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel`in görüşüdür. Ebû Hanîfe`ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.
Hac farızasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk fakihlerin delili şu hadistir: Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber`e namaz vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır (Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Mevâkît,1; Nesâî, Mevâkît, 6, 10,15; Ibn Hanbel, I, 383, III, 330; Mâlik, Muvatta`, Salât, 9).
Ebû Hanîfe`nin delili ise, Hz. Peygamber`in şu hadisidir: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" (Buhârî, Mevâkît, 9, 10, Ezân, 18). Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) müstehap sayılmıştır (el-Mevsilî, el-Ihtiyâr, I, 38, 39; Zühaylî, a.g.e., I, 508).
Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.
3) Ikindi Namazının Vakti: Ikindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Ikindi vakti; çoğunluk müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe`ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" (Malık, Muvatta`, Vükût, 5; Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Mâce, Salât, 2; Ibn Hanbel, II, 236, 254).
Çoğunluk müctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah`ı çok az anar" (Mâlik, Muvatta`, Kurân, 46).
Islâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur`an-ı Kerim`de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Hz. Âişe (r.anhâ)`nin naklettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s); "Namazlara devam edin, orta namaza da devam edin" (el-Bakara, 2/238) ayetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu (Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Hanbel, V, 8; Ibn Kesîr, Muhtaşaru Tefsirî Ibn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218). Ikindi namazına "orta namaz" denmesi iki adet geceye ait, iki adet de gündüze ait namazın arasında bulunması yüzündendir.
4) Akşam Namazının Vakti: Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe`ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, Imam Muhammed ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe`den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer`in; "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" (es-San`ânî, Sûbûtüs-Selâm, I, 106) sözüdür. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yusuf ve Imam Muhammed`in görüşüdür.
5) Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Ikinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer (r.a)`den rivayet edilen şu hadistir: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur" (es-Sanânî, a.g.e., I,114). Başka bir delil, Ebû Katade hadisidir: "Uyku halinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayandadır" (Müslim, Mesâcid, 311).
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.
Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.
Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir. Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. Ikinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir (namaz vakitleri için bk. Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 151-160; Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 321-342; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 59-62; eş-Şîrâzî, el-Mûhezzeb, I, 51-54; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 370-395; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 506 vd.).
NAMAZ VE MÜZİK
Alt katta müzik çalınırken yukarıda namaz kılınır mı?
Aşağıda ya da yukarıda müzik gibi bir gürültünün olması, namazın sahih olmasına engel değildir. Ancak bu, dikkatı dağıttığı ölçüde, namazın sevabını azaltır. Çünkü Allah (c.c,); "Namazı, .beni anmak için kıl" (57 Ta-hâ (20) 14) buyurur. Rasûlüllah Efendimiz de (s.a.v.); düşünerek kılınamayacağından ötürü uykulu iken namaz kılınmamasını emretmiştir. Yani namaz bir bakıma Allah`la (c.c.) irtibata geçme ve O`nunla konuşma demektir. Bu irtibatı koparân, ya da zayıflatan herşeyden sakınarak ve O`nu görüyor gibi ibadet etmek gerekir.
NAMAZDA AÇIKTAN OKUMAK
Yeni yetişen kızların namazı ve namaz surelerini öğrenmelerini sağlamak için kadınların namaz kılarken sûre başlarını biraz sesli okumaları halinde, her iki tarafın namazlarına zarar gelmiş olur mu?
Imamdan başkasının namaz kılarken gizli okuması vâciptir. Ancak. tek başına kılan erkekler de, açıktan okunan farzlarda, isterlerse fâtiha ve zam-mı sûreyi açıktan okuyabilirler. Kadınlar her hâlükârda içinden okumalıdırlar. Açıktan okumanın en az sınırı okuduğunu en yakınındaki bir iki kişinin duymasıdır. Fakat konuşanı ikaz etmek veya kelimeyi iyi çıkarmak, ya da uykusunu kaçırmak gibi bir özürden dolayı, bazı kelimeleri açıktan okumak namaza zarar vermez denmiştir. Çünkü Rasûlüllah Efendimiz`in gizli okuyuşunun da bazen duyulacak kadar olduğu olmuştur. Buna göre yanında namaz kılana bazı yerleri duyuracak kadar sesli okumak namaza engel değildir; ancak öğretmeyi namaz dışında yapmak daha iyidir. (Bk. Tahtavî, 204-205)
NAMAZDAN SONRAKİ ZİKİR VE DUA NASIL YAPILMALIDIR. YANİ YÜKSEK SESLE Mİ YOKSA GİZLİCE Mİ YAPILIR?
Yapılan zikir ve duanın sessizce yapılması sünnettir. Çünkü seadet asrında ve Hulefa-yı Raşidin zamanında zikir ve dua sesli olarak yapılmazdı. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice, öğrendikten sonra gizlice yapılmalıdır.
Bu zamanda zikir ve dua yapmasını bilmeyen yeni kimseler cemaata katıldıkları için zikir ve duanın müezzin tarafından seslice yapılması daha uygundur.
NAMAZDA İKEN OKUYUŞUN DUYULMASI
Namazlarda gizli okumamız gereken yerde sesimizi başkası duyarsa, ya da namazda iken tebessüm edersek namazımız bozulur mu? Namazda okumamız gereken duaları terkedersek namazımız ne olur?
Imam olan kimsenin Sabah, Akşam ve Yatsı namazlarının farzlarının ilk iki rekatlarında Fatiha ve Zamm-ı Sûreyi açıktan okuması, Cuma ve Bayram dışında, diğer bütün namazlarda imamın da, cemaatin de, tek başına kılanın da gizli okuması vaciptir. Vaciplerin terkedilmesiyle namaz bâtıl olmaz. Terketme unutarak olmuşsa "sehiv secdesi" ile tel`afi edilir. Kasten olmuşsa kötü bir iş yapılmış ve günaha girilmiş olur. Ama namaz yine tamamdır. Namaz kılanın, yanındaki bir-iki kişinin duyacağı kadar fısıldaması açık değil gizlidir. Açık okumak -Ibn Abidîn`e göre- meselâ birinci saftakilerin hepsine duyurmakla olur.(Mehmet Zahni Efendi, 250) Ya da fısıldama gizli okuma, ses çıkararak okuma da açık okumadır, denebilir. Namazda sessizce tebessüm etme; dudaklar oynamasa da namazı bozmaz. Titreme olur ve kendi işitecek kadar da olsa gülme bulunursa namazı bozulur. Sesli (kahkaha) ile gülerse hem namazı, hem de abdesti bozulur. Dualardan maksat Fatiha ve Zamm-ı Sure ise terkedilmeleri halinde sehiv secdesi yapılır ve namaz tamam olur. Çünkü bunları okumak vaciptir. Sübhaneke, tesbihler ve "salli" ve "barikler" ve ara rekâtlardaki tahiyyat ise, sünnet olduklarından, terkedilmeleriyle sehiv secdesi gerekmez.
NAMAZDA KADININ AYRICALIĞI
Namazda kadının ayakları bitişik mi yoksa açık mı tutul malıdır?
Bazı fıkıh ve ilmihal kitaplarında kadınların namazın bazı noktalarında erkeklerden ayrıldıkları yazılıdır. Ancak bunlar farz, vâcip, ya da sünnet derecesinde ayrılıklar değildirler. Yani kapatılacak avret ve saf düzeni dışında, kadınların namazı da erkeklerin namazı gibidir, denebilir. Meselâ, kadınlar tekbirde ellerini kulaklarına kadar değil, omuzlarına kadar kaldırırlar. Bu konuda bir hadîs-i şerif de vardır. (43 Nemenkânî, I/251) Ancak Rasûlüllah Efendimizin bizzat kendilerinin de tekbirde ellerini omuzlarına kadar kaldırdıkları vâkidir. (44 Aynî, V/10; Ibn Hacer, Fethû`I-Bûrî NJ2l B vd. ) Kadınlar kıyamda ellerini göğüslerinin üzerine koyarlar. Rükûda doksan derece, dümdüz eğilmeyip, dizlerini kırar ve biraz meyilli dururlar. Secdede kollarını açmayıp uyluklarına yapıştırırlar... vs. Ancak bunların hepsi, bu şekli tesettüre daha uygun olacağı için söylenmiştir. Meselâ rükûda yarıyı geçinceye kadar (kırkbeş dereceden fazla) eğilmedikçe rükûun kadın için de sahih olmayacağı söylenmiştir. Çünkü cemaatle namazda tam eğilmenin yarısının üzerinde imama yetişen, o rek`ata yetişmemiş sayılır. Bu, kadın için de böyle olacağına göre, kadının da rükûda en az yarıyı (kırkbeş dereceyi) geçecek şekilde eğilmesi gerekir. Zaten kadınlar için dizlerini tutmadan ellerini dizlerinin üzerine koyarlar denmektedir. Eli, avuç içi dizleri tam ortalayacak kadar indirmekle, rukû sahih olacak kadar eğilinmiş olur. Ancak bir çok kadın bunu yapmamakta ve belki de rükû`larının sıhhatine zarar vermektedirler. Kadının ayaklarının durumunda da, oturuş biçimi dışında erkeğinkilerden ayrı bir durumâ şahit olunmuş değildir. Erkeğin ayak topuklarını rükûda iken birleştireceğine dair bir görüş vardır.(45 Nemenkânî I/186-87) Ihtimal ki, tesettüre daha uygun olacağı için kadınların namaz boyunca ayaklarını birleştirecekleri söylenmiştir. Ama erkekler hakkındaki bu görüşün bir yanlış anlama sonucu beyan edildiği söylenmiştir. Rükû`da herkesin kendi topuklarını birbirine değil, yanındakinin topuklarına birleştirdigi rivayeti vardır. Bunu yanlış anlayanlar topukların rükû da birleştirileceğini söylemişler (46 age. I/186 )ve ihtimal ki, bunun kadınlar için sürekli yapılmasının uygun olacağı kanaatine varmışlardır. Halbuki, bu erkekler için olmayınca kadınlar için de olmayacaktır.
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı bozan şeyler:
l. Unutarak da olsa konuşmak,
2.Peygamberimizden nakledilmeyen ve insanların sözlerine benzeyen duâlarla duâ etmek,
3.Ah! Oh! Üf! gibi ünlemler kullanmak ,
4.Cennet ve Cehennemi düşünmek gibi şeyler dışında, mesela bir yerinin acımasından ağlamak,
5.Özürsüz yere boğazını temizlemek,
6.Aksiran kimseye karşılık olarak "Yerhamükellah" ya da benzeri bir şey demek
7.Şaşırtıcı bir habere "Sübhanellah" gibi bir ünlemle karşılık vermek;
8.Birisinin ölüm haberine "istirca"da bulunmak, yani "innâ lillahi ve innâ ileyhi râciun" demek
9.Sevinçli bir habere "elhamdülillah" demek ,
10.Allah`tan başka ilah var mıdır? Sorusuna "Lâilâhe illallah" demek ,
11.Canını sıkan bir söze "lâhavle velâ kuvvete..." demek, (Bu altı maddedeki cümleleri, namazda olduğunu duyurmak için söylerse namazı bozulmaz),
12.Imamından başkasının yanlışını düzeltmek,
13.Selâm vermek, selâm almak,
14.Mushafı yüzünden okumak, (yazıya bakıp ta anlamını kavramak bozmaz),
15.Yemek, içmek (ağzında kalan nohuttan küçük şeyi yutmak bozmaz),
16.Pis yere secde etmek,
17.Dışarıdaki kimseyi namazda olup olmadığı konusunda şüpheye düşürecek ölçüde hareket ve davranışta bulunmak (Amel-i kesîr),
18.Bir namazda iken diğerine başlamak.
Namazla Ilgili Diğer Bazı Konular
Nafile namazlarda kıyamı, yani "Fâtiha"dan sonra okunan sureyi uzatmak, rekatleri çogaltmaktan iyidir.
Nafile kılan, namazını bitirmeden bozsa, onu kaza etmesi vacip olur.
Oturduğu yerde nafile namaz kılmak caizdir, mekruh değildir.
Dört namazı özrü olmaksızın oturarak kılmak câiz değildir:
1. Farzı,
2. Vacibi,
3. Adağı,
4. Sabah namazının sünnetini.
Sabah namazı vaktinde kılınamazsa, o günün öglesine kadar sünnetiyle beraber kılınır.
Geçmiş namazların farz ve vaciplerini kaza etmek gerekir.
Namazda yanılma secdesini gerektiren birden çok yanılmaya, bir secde yeterlidir.
Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyen, oturarak kılar, ona da güç yetiremeyen, yüzü kıbleye gelmek üzere başı ile ima ederek kılar. Onu da yapamayan namazlarını sonraya bırakır, gözü ve kaşı ile ima etmez.
Kur`ân-ı Kerim`de ondört yerde geçen secde âyetlerinden birini okuyan ya da dinleyen, namazın bir tek secdesi gibi bir secde yapar.
Sefer müddeti yolculuğa çıkanlar, dört rekâtli farz namazlarını iki rekât olarak kılarlar. Üç rekât olanlar ise yine üç rekât olarak kılınır.
NAMAZI HIZLI KILMAK
Namazda hızlı okumak namazı bozar mı?
Önce genellikle "işlerin ortasının daha hayırlı olduğunu" (54 Suyûtî, el-Câimi`us-sağîr (bk. Feyzu`I-Kadîr IV/385) bilmek gerekir. Namazda aslolan, düşünerek, huşû ile kılmaktır. Söylediklerini düşünmeye zaman kalmayacak kadar hızlı kılmak, namazı namaz olmaktan çıkarır. Allah; "Namazı beni hatırlamak için kıl" (55 Tâ-hâ (20) 14) buyurur. Cemaatle kılındığı takdirde imamın uzatması ile, cemaati bıktırabilir. Bu durumda orta yolu izlemek gerekir. Kişi yalnız başına kılıyorsa, bitkin hale gelmeyecek kadar uzatabilir. Bu durumda orta yol da, kişinin kendini usandırmayacak kadar uzatmasıdır. Öyle ise duruma göre davranmak gerekir.
NAFAKA
İnfak edilen şey, azık, yiyecek, ev reisinin sağlamak zorunda olduğu yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri şeyler. "Nafaka" kökünden infâk; hayır yolunda mal sarfetmek demektir. Nafakanın çoğulu "nafakât"tır. Bir terim olarak yiyecek, giyecek ve meskenden kişiye yetecek miktarı ifade eder.
Nafaka genel olarak ikiye ayrılır: 1. Kişinin kendisine gerekli olan nafaka. Bu, başkasına vereceği nafakadan önde gelir. Çünkü Hz. Peygamber; "Önce kendi nefsine, sonra nafakası sana gerekli olan kimselere tasadduk et" buyurmuştur (Müslim, Zekât, 95, 97, 106; Ebû Dâvud, Zekât, 39, 40; Ahmed b. Hanbel, II, 94).
2. Kişinin başkalarına vermesi gereken nafaka. Bu çeşit nafakanın üç sebebi vardır. Evlilik, hısımlık ve mülkiyet bağı.
Islâm`da aile reisi olarak kadının ve çocukların geçimini sağlamak görevi erkeğe verilmiştir. Ayrıca, anne, baba, kardeşler ve diğer hısımlar bakıma muhtaç duruma düşünce, "geçimi sağlama yükümlülüğü" onları da kapsamına alır. Hattâ Islâm`da mâlik veya zilyed olunan hayvanların bile yedirilip içirilmesi görevi aile reisinindir (el-Kâsânî, Bedâyiu`s-Sanâyi, IV, 40). Hayvanın açlık veya susuzluk nedeniyle ölümüne sebep olmak sorumluluğu gerektirir. Nitekim Allah`ın Rasûlü bir kedinin ölümüne sebep olan bir kadın için şöyle buyurmuştur: "Açlıktan ölünceye kadar hapsettiği bir kedi için bir kadın azap olundu. Ona kendisi yedirmediği gibi, toprak haşaratın yiyebilmesi için serbest de bırakmadı" (Buhârî, Enbiyâ, 54; Şirb, 9; Müslim, Selâm, 151, 152; Birr, 133, 134; Küsûf, 9; Nesâî, Küsûf, 14, 20; Ahmed b. Hanbel, II, 159, 188, 286, 424).
Hayvana gücünün yetmeyeceği yükün taşıtılması haramdır. Köleye de böyle yük yükletilemez. Mâlik, hayvana infaktan kaçınırsa, çoğunluğa göre kazâen ve diyâneten buna zorlanır. Hanefilere göre ise buna kaza yoluyla zorlanamaz (el-Kâsânî, â.g.e., IV, 40; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II,168 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VII, 763, 764).
Insanlardan nafaka hakkı sahipleri sırasıyla şöyledir:
NÂFİLE
Bağış, hibe, ganimet malı, zorunlu olmaksızın yapılan iş. Farz veya vacib namazlar dışında kalan ve Resûlullah (s.a.s)`ın kıldığına dair rivayet bulunan namazlar demektir. Bunlar da sünnet olan nâfileler ve mendup olan nafileler olmak üzere ikiye ayrılır. Sünnet olan nâfile, Allah elçisinin yapmağa devam ettiği ve ancak nâdir olarak yapmadığı kuvvetli işlerdir. Kimi zaman bu işleri yapmamasının sebebi insanlara farz olmadığını göstermektir. Mendup olan nâfile ise, Hz. Peygamber`in bazan yapıp, bazan yapmadığı, kuvvetli olmayan sünnetlerdir. Menduba müstehap da denir.
Fıkıh usûlünde nâfile, sünnet, tatavvu, müstehap ve ihsan terimleri "mendup"la eş anlamda kullanılır. Nâfile ibadetleri aşağıdaki şekilde tasnif etmek mümkündür:
Müekked olan sünnetler:
Beş vakit namaza ve cuma namazına bağlı olarak kılınan namazların bir bölümü müekked sünnettir. Bir hadiste bu nitelikteki sünnetler şöyle belirlenmiştir: "Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekat namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir ev bina edecektir. Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekat, öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat" (Tirmizi; Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; Ibn Mâce, Ikâme, 100).
Namazlara bağlı olan müekked sünnetleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Sabah namazının farzından önce kılınan iki rekatlık sünnet: Bu namaz en kuvvetli bir sünnettir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizi atlar kovalasa da sabah namazının iki rekat sünnetini terketmeyin" (Ahmed b. Hanbel, II, 405). "Sabah namazının iki rekatısünneti dünyadan ve dünyada bulunan herşeyden daha hayırlıdır" (Müslim, MiŞâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190). Hz. Âişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber, sabah namazının iki rekatıgibi başka hiç bir nâfile namaza devam etmemiştir" (Buhâri, Teheccüd, 27; Müslim, MiŞâfirîn, 94; Ebû Dâvûd, Tatavvu`, 2; Ahmed b. Hanbel, VI, 43, 54, 170).
Başka bir sünnet kaza edilmezken, yukarıdaki hadisler sebebiyle, sabah namazını kılamayan kişi aynı gün zevalden önce onu kaza ederken sünnetini de birlikte kılar. Diğer yandan ikinci rekatta bile imama yetişebileceğini anlayan kimse önce sünneti kılar, daha sonra imama uyar.
2. Öğle veya cuma namazından önce kılınan dört rekat namaz. Hz. Âişe şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.s) öğleden önce dört, sabah namazından önce de iki rekat namaz kılmayı terketmezdi" (Nesâî, Kıyâmü`l-Leyl, 56).
3. Öğle namazından sonraki iki rekât namaz. Bu iki rekat, müekked sünnet olup, bunun dörde tamamlanması ise menduptur. Cuma namazından sonra tek selâmla kılınan dört rekat nâfile namaz da müekked sünnetlerdendir. Hadiste şöyle buyurulur:
"Hz. Peygamber cuma namazından önce dört, cuma namazından sonra dört rekat namaz kılar, rekatlar arasını selâm ile ayırmazdı" (Zeylaî, Nasbur-Râve, II, 206).
4. Akşam namazından sonra iki rekât. Bu da Allah elçisinin devam ettiği sünnetlerdendir.
5. Yatsı namazından sonra iki rekat. Bunun delili; Gün ve gecede on iki rekat nâfile namaza devam eden için Allah Teâlâ`nın cennette bir köşk bina edeceğini bildiren hadistir (Tirmizî, Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; Ibn Mâce, Ikâme, 100).
6. Terâvih namazı: Bu namaz erkek ve kadın için müekked sünnettir. Çünkü terâvih namazına hem Hz. Peygamber, hem de ondan sonra raşid halîfeler ve ashab-ı kirâm devam etmişlerdir. Terâvih namazını cemaatle kılmak sünnettir. Çünkü Resûlullah (s.a.s), Ramazanın üçüncü, beşinci, yedinci ve yirminci gecelerinde bu namazı mescitte cemaatle kılmıştır. Sonra müminlere farz olur endişesiyle mescide çıkıp kıldırmamıştır (Zeylaî, a.g.e., II, 152; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 50 vd.; ez-Zühayli, el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 43).
Terâvih namazı Ramazan ayına mahsus olup, yatsı namazından sonra ve vitirden önce kılınır. Bu namazın gece yarısından veya gecenin üçte birinden sonraya bırakılması müstehaptır. Terâvih namazı tek başına kılınabilir, fakat cemaatle kılınması daha faziletlıdır.
Hanefilere göre, terâvih namazının rekat sayısı yirmi olup bu sayı Hz. Ömer`in uygulamasına dayanır. Çünkü Hz. Ömer halîfeliğinin sonuna doğru bu namazı Mescid-i Nebevî`de Devlet başkanı olarak yirmi rekat kıldırmıştır. Bu miktara sahabeden karşı çıkan olmamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Benden sonra, benim sünnetimden ve raşid halîfelerimin yolundan ayrılmayın" (Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, Ilim, 16; Ibn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime, 16). Ebû Hanîfe`ye, Hz. Ömer`in yaptığı uygulama sorulunca şöyle demiştir:
"Teravih kuvvetli bir sünnettir. Hz. Ömer onu kendiliğinden çıkarmış değildir. O, bu konuda yeni bir şey de icad etmedi. O, bunu ancak kendi bildiği bir delile dayanarak yapmıştır. Resulullah (s.a.s)`den bir ahid olarak yapmıştır" (ez-Zühaylî, a.g.e., II, 44).
Bazı hadis bilginleri ise Allah el-çisinin Ramazanda terâvihi sekiz rekat olarak kıldığını tesbit etmişlerdir. Bunun delili, Buhârî`nin ve başkalarının Hz. Âişe`den naklettikleri şu hadistir:
"Hz. Peygamber ne Ramazanda ve ne de Ramazan dışında on bir rekattan fazla nâfile namaz kılmamıştır" (Buhârî, Teheccüd, 16; Terâvih, 1; Müslim, MiŞâfirîn, 125; Tirmizî, Mevâkît, 208). Yine Ibn Hibbân, Sahîh`inde Câbir (r.a)`den şu hadisi rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber kendilerine sekizrekat namaz kıldırdıktan sonra vitir namazını kıldırmıştır" (eş-Şevkânî, a.g.e., III, 53). Bu duruma göre, terâvih namazının sekizrekatının müekked sünnet olduğunda şüphe yoktur. Ibnül-Hümâm gibi bazı bilginler ise sekizrekattan fazlasının müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu durum yatsı namazının farzından sonra dört rekat nâfile namaz kılmaya benzer ki, bunun da ilk rekatımüekked sünnet, iki rekatıda müstehap olur (Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, I, 333, 334).
Gayrı Müekked Sünnetler:
Hz. Peygamber`in kesintisiz devam etmediği ve bazan terkettiği sünnetler olup bunlara mendup da denir. Bu namazlar şunlardır:
1. Ikindi namazından önce tek selamla kılınan dört rekat namaz. Resulullah (s.a.s) bu namaz hakkında şöyle buyurmuştur: "Ikindi namazından önce dört rekat namaz kılan kimseye Allah rahmet etsin" (Tirmizî, Salât, 301).
2. Yatsı: namazından önce kılınan dört rekat namaz. Hz. Âişe (r.anha)`den şöyle dediği nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber, yatsıdan önce dört rekat namaz kılardı" (Zeylaî, a.g.e., II, 145 vd.; eş-Şevkânî, a.g.e., III, 18).
3. Evvâbîn namazı: Evvâbîn, evvâb kelimesinin çoğulu olup, Allah Teâlâ`ya çokça yönelen kişi anlamına gelir. Iki ilâ altı rekata kadar kılınabilir. Bir, iki veya üç selâmla kılmak mümkündür. Hz. Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat namaz kılınan evvâbînden sayılacağını bildirmiş ve arkasından şu ayeti okumuştur: "Eğer siz iyi olursanız, şunu iyi bilin ki Allah kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri (evvâbîn) son derece bağışlayıcıdır" (el-Isrâ,17/25; Ibn Kesîr, Tefsîr; Istanbul 1985, V, 64, 65; eş-Şürünbülâlî, Merâkıl-Felâh, Istanbul 1984, s. 74).
Bunlar farz namazlara tabi olan nafile namazlardır.
Bağımsız Nâfile (Mendup) Namazlar:
Beş vakitteki farz namazların sünnetlerinden başka bir takım nâfile namazlar daha vardır ki bunlar, müstehap, mendup veya tatavvu` adı verilen nâfilelerdir:
1. Kuşluk namazı
En az iki rekat olup, sağlam görüşe göre, dört veya sekize kadar kılınabilir. Mendup bir namazdır. Vakti, güneşin bir mızrak boyu yükselmesi ile başlayıp, zeval vaktine yirmi dakika veya yarım saat kalıncaya kadar devam eder. Hz. Âişe`den şöyle dediği nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.s) kuşluk namazını ikiser ikiser, dört rekat olarak kılar, birinci selâmdan sonra dünya sözleri konuşmazdı" (es-San`ânî, Sübülü`s-Selâm, Kahire 1950, II, 16). Müslim`in rivayeti ise şöyledir: "Hz. Peygamber kuşluk namazını dört rekat olarak ve Allah`ın dilediği kadar ilâvede bulunarak kılardı".
2. Teheccüd namazı
Yatsı namazından sonra daha uyumadan veya kısa bir uykudan sonra kalkıp kılınacak nâfile namaza "gece namazı (salatül-leyl)" denir. Bir süre uyuduktan sonra, gecenin yarısından imsak vaktine kadar kalkılıp kılınırsa "teheccüd" adını alır. Teheccüd namazı iki rekattan sekizrekata kadardır. Her iki rekatta bir selam verilmesi daha faziletlidır.
Teheccüd namazı Hz. Peygamber`e farzdır. Kur`an-ı Kerim`de şöyle buyurulur: "Ey Muhammed! Gecenin bir bölümünde uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere, Kur`an`la gece namazı kıl. Rabbinin seni Makam-ı Mahmuda erdireceğini umabilirsin" (el-Isrâ,17/79). Bu namaz diğer müslümanlara sünnet veya müstehap derecesindedir.
Teheccüd namazına diğer müminleri de teşvik eden ayet (bk. el-Müzzemmil, 73/20; es-Secde, 32/16; el-Furkân, 25/63, 64; ez-Zâriyât, 51/17, 18; Âli Imrân, 3/16, 17) ve hadisler vardır. Abdullah b. Ömer (r.a)`nın kendisini rüyada cehennemde görmesi ve bir meleğin yaklaşarak "korkma" demesini Resulullah (s.a.s)`a anlatması üzerine, Allah elçisi şöyle buyurmuştur:" Abdullah ne iyi adamdır. Fakat kalkıp gece namazı kılmayı âdet edinseydi ne iyi olurdu ". Abdullah b. Ömer, bundan sonra gece uykusunu azaltmıştır. Buradan teheccüd namazına devam eden her ferdin iyi olarak anılmaya lâyık olduğu anlaşılır (ez-Zebîdî, Sahîh-ı Buhârî Muhtaşarı Tecrid-i Sarıh Tercemesi, Ankara 1982, IV, 29, 30, H. No: 576). Başka bir hadiste şöyle buyurulur:
"Gece namazına devam edin. Çünkü gece namazı kılmak sizden önceki salih kulların âdetidir. Rabbinize karşı bir taattır, kötülükleri örtücü ve günah işlemekten alıkoyucudur" (Tirmizî, Deavât, 101).
3. Abdest namazı
Abdestten veya gusül abdestinden sonra vakit elverişli ise, yaşlık kuruyacak kadar bir süre geçmeden iki rekat namaz kılınması menduptur. Hadiste şöyle buyurulmuştur:" Her kim abdest alır, abdesti güzel yapar, sonra kalkıp iki rekat namaz kılarsa ve bu iki rekata kalbiyle yönelirse, o kimseye cennet vacib olur" (Buhârî, Vüdû, 24; Müslim, Tahâre, 5, 6,17; Ebû Dâvûd, Tahare, 65).
4. Tahiyyetül-Mescid namazı Tahiyye, selâm vermek demektir. Tahiyyetül-Mescid de; mescide selâm vermek anlamına gelir. Mescide ilk giren kimsenin, Mescidin Rabbine selâm vermek ve O`nu yüceltmek amacıyla iki rekat namaz kılması menduptur. Bir günde, ta`lim, teallüm vb. sebeplerle bir kaç kere mescide girmek zorunda olan kimselerin bu namazı ilk girişte bir kere kılması yeterlidir.
Hadiste şöyle buyurulur: "Sizden her kim mescide girerse iki rekat namaz kılmadan oturmasın" (Buhârî, Salât, 60, Teheccüd, 35; Müslim, MiŞâfirîn, 69, 70; Tirmizî, Salât, 118).
Bir mescide girip meşguliyetinden veya vaktin darlığından ya da kerahetinden ötürü tahiyyetül-mescid yapamayacak kimse şu duayı okumayı yeterli ve müstehap görülmüştür:
Sübhânellah vel-Hamdûlillah ve la ilahe illallahü vellahu ekber"
Anlamı: "Allahı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hamd Allah`a mahsustur. Allah`tan başka hiç bir ilah yoktur. Allah herşeyden yücedir". Diğer yandan, bir mescidde her hangi bir namazı kılmak veya orada bir farzı kılmak için imama uymak niyetiyle girmek de tahiyyetül-mescid yerine geçer.
5. Istihare namazı
Istihâre; bir şeyin hayırlı olanını istemek demektir. Istihâre namazı, nasıl hareket edileceği bilinemeyen mübah işlerde manevi bir işarete nail olmak için kılınan iki rekatlık bir namazdır. Cabir b. Abdullah (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber bütün işlerde bize Kur`an`dan bir sûre öğretir gibi istihâreyi öğretir ve şöyle buyururdu: "Sizden biri bir iş yapmak istediği vakit, farz dışında iki rekat namaz kılsın ve istihâre duasını okusun" (bk. Buhârî, Teheccüd, 25; Deavât, 49; Tevhîd,10; Tirmizî, Vitr, 18; Ibn Mâce, Ikâme, I, 18; Ahmed b. Hanbel, III, 344).
Istihâre duasından sonra kıbleye yönelerek yatılır, (Dua için bk. "istihare" maddesi; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Ilmihali, Istanbul 1991, 350, 351).
6. Tesbih namazı
Dört rekatlı bir namaz olup her rekatta Fâtiha ve bir sûre okunur. Bir veya iki selâmla tamamlanır. Bu namazda üç yüz kere şu tesbih duası okunur: "Sübhanallahi vel-hamdü Lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vellahü ekber ve !â havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyıl-azîm "
Anlamı: "Allahı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hamd Allah`a mahsustur. Allah`dan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah herşeyden yücedir. Büyük ve yüce olan Allah`dan başka hiç bir güç ve kudret sahibi yoktur ".
Hz. Peygamber amcası Abbas (r.a)`a kendisini Allah`a yaklaştıracak bir ameli bildirmek için tesbih namazını talim buyurmuş ve eğer bu namazı kılarsa, günahları kum yığınları kadar çok olsa bile Allah`ın bunları mağfiret edeceğini bildirmiştir. Bu namazı her gün, bu olmazsa cuma günü, bu olmazsa ayda veya yılda bir kere, başka rivayette, ömründe bir defa kılmasını tavsiye etmiştir (Tirmizî, Vitr,19; Ibn Mâce, Ikame,190; Ebû Dâvûd, Tatavvu`, 14 ve "Namaz" maddesi).
7. Hâcet namazı
Dünyevî ve uhrevî isteği olan kimse abdest alır, yatsı namazından sonra iki veya dört rekat, başka bir görüşe göre on iki rekat namaz kılar, sonra Allah Teâlâ`ya senâda ve Hz. Peygambere salatü selâmda bulunur, bundan sonra hâcet duasını okuyup, isteğinin gerçekleşmesini Yüce Allah`dan ister.
Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)`dan nakledildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Her kimin Allah`dan bir dileği olursa veya insanlardan bir isteği olursa, önce abdest alıp iki rekat namaz kılsın, sonra Allaha hamd ve senada bulunsun ve Hz. Peygambere salatü selâm getirsin. Sonra şu duayı okusun: "Lâ ilâhe illallahul-halîmül-kerîm. Sübhânellahi Rabbil-arşil-azîm. el-Hamdü lillâhi Rabbil-âlemin, nes`elüke mûcibâti rahmetike ve azâime mağfiretike vel-ganîmete min külli birrin ve`s-selâmete min külli ismin. Lâ teda`lî zenben illâ gafertehû ve lâ hemmen illâ mezahtehû ve lâ hâcete hiye leke rızan illâ kadaytehâ yâ erhamerrâhimîn ".
Anlamı: "Halîm ve kerîm olan Allah`dan başka ilâh yoktur. Yüce arşın Rabbi olan Allah`ı tesbih ederim. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah`a mahsustur. Allah`ım! Rahmetini gerektiren şeyleri, kesin affını, her iyıliği elde etmeyi, her günahtan uzak olmayı senden dilerim. Affetmediğin hiç bir günah, feraha çıkarmadığın hiç bir tasa, senin rızana uygun olan hiç bir ihtiyacı da karşılamadan bırakma. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım" (Tirmizî, Vitr,17; Ibn Mâce, 189; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 352, 353).
8. Yolculuk namazı
Bir müslümanın yola çıkacağı veya yoldan döndüğü zaman iki rekat namaz kılması menduptur. Hz. Peygamber yolculuktan gündüz kuşluk vakti döner, Mescid-i Nebevî`ye giderek iki rekat namaz kılar, orada bir süre otururdu" (bk. Buhârî, Salât, 59; Cihâd, 198).
9. İstiska (Yağmur İsteme) namazı
Şiddetli kuraklık hüküm süren zamanlarda yağmur duası yapılır. Çünkü Kur`an`da Nûh, Mûsâ ve Hûd peygamberlerin kavimlerine su verilmesi için yaptıkları dualardan söz edilir (bk. Nûh, 71/10-12;.el Bakara, 2/60).
Enes b. Malık (r.a)ten rivayete göre, Allah Rasûlü cuma hutbesi irad ederken, şiddetli kuraklığın hüküm sürdüğünü, ürünün ve hayvanların telef olduğunu söyleyen bir adamın isteği üzerine; Allahım bize su ver, Allah`ım bize su ver" diye dua etmiştir. Bunun üzerine gökte hiç bulut yokken, birden bulutlar belirmiş ve yağmur yağmaya başlamıştır. Bir hafta süren yağmurlar âfet halini almaya başlayınca, ertesi hafta aynı adamın yağmurun kesilmesini istemesi üzerine Allah`ın Resulü şöyle dua etmiştir: Allah`ım! Yağmuru üzerimize değil, çevremize, dağlara, tepelere, vadilere ve ağaçlı yerlere ver". Bu dua ile yağmur kesilmiştir (Buhârî, Istiskâ, 6; Müslim, Istiskâ, 8).
Ebû Hanîfe`ye göre istiska; dua ve istiğfardan ibarettir. Bu yüzden bu dua özel bir namaz kılmadan ve hutbe okumadan yerine getirilebilir. Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed`e göre ise, yağmur duası namazının, ihtiyaç varsa, hazarda veya seferde kılınması menduptur. Yağmur gecikirse bu dua günler boyu tekrarlanır. Çünkü Allah Teâlâ duada ısrarlı olanları sever (bk. el-Kasânî, el-Bedâyi`, I, 282; Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 437; Ibn Abidîn, Reddül-Muhtar, I, 790 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Ilmihali, Istanbul 1991, s. 353 vd.).
10. Küsûf namazı Güneş tutulmasına "küsûf", ay tutulmasına "husûf" denir. Güneş tutulduğu zaman, bir beldede cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve kametsiz olarak en az iki rekat namaz kıldırır. Ebû Hanife`ye göre bu namaz gizli, Ebû Yusuf ve Imam Muhammed`e göre açıktan kıraatla kılınır.
Hz. Peygamber güneş tutulduğu zaman iki rekat namaz kıldırmış ve arkasından şöyle buyurmuştur: "Bu olaylar Allah`ın büyüklüğünü gösteren delillerdir. Allah Teâlâ bunlarla kullarını korkutmak istiyor. Bunları gördüğünüz zaman, en son kıldığınız farz namaz gibi namaz kılın " (Buhârî, Küsûf, 1,17; Ebû Dâvûd, Istiskâ, 4, 9, Sünnet, 9; Nesâî, Küsûf, 5, 12, 14, 16, 24).
11. Husüf namazı Ay tutulduğu zaman müslümanların evlerinde teker teker bir halde ve küsûf namazı gibi gizli veya açıktan iki ya da dört rekat namaz kılmaları menduptur. Ebû Hanîfe`ye göre, bu namazın camide cemaatle kılınması sünnette yoktur. Imam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel ile bazı hadis bilginlerine göre, cemaatle kılınır.
Ay tutulması gece olabileceği için cemaatin camide toplanıp toplu namaz kılmasında güçlük vardır (el-Kâsânî, a.g.e., I, 282; eş-Şürünbülâlî, Merâkı`f-Felâh, 92).
Nâfile veya mendup sayılan amellerin amacını eş-Şatıbî şöyle açıklar:
1. Hz. Peygamber`den sünnet olarak gelen her mendup, farz ve vacib ibadetlerin ikmali ve korunması için yardımcıdır. Çünkü nâfile ibadetler insanı farzları edaya hazırlar. Nâfile ibadetleri ihmal eden farzları da ihmale maruz kalır. Bazı mendupların kendi cinsinden farklı ibadet vardır. Beş vakit namazın sünnetleri, nâfile oruç, nâfile hac ve sadakalar gibi. Bazılarının da benzeri ibadet bulunmaz. Namaz için güzel elbise giyinmek, iftarı acele yapmak, sahuru geciktirmek gibi. Bunların da farz ibadeti desteklediği görülür. Sözgelimi, iftarı acele yapmak, sahuru geciktirmek orucu kolaylaştırır ve şahsın bu ibadeti sürekli olarak yapmasını sağlar. Allah katında, az da olsa, ibadetin sürekli olanı makbuldür.
2. Mendup tek tek değil, bütünüyle yapılması gereken bir sünnettir. Nitekim sünnet-i müekkedeleri Hz. Peygamber ara sıra terketmiştir. Bu yüzden insan bazı darlık zamanlarında terkedebilir. Kaza edilmemeleri de bunu gösterir. Ancak toptan terkedemez. Meselâ; ezanı sürekli olarak terketmek caiz değildir. Bir ülkenin insanları ezanı sürekli olarak bırakmışlarsa, onlara bunu zorla okutmak gerekir. Yine bir kimse tamamen cemaati terkedemez. Çünkü Hz. Peygamber; "Bir kimse üç günden fazla cemaati terk ederse kalbi mühürlenir" (Ibn Mâce, Mesâcid, 17) buyurmuştur. Evlenme de böyledir... Bazı hallerde fertler evlenmeyebilir, ancak toplum olarak bunu bırakamazlar, aksi takdirde toplum yok olur (eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, Ticariye baskısı, Kahire, t.y., I, 132, 133, 151; M. Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, t.y., 40 vd.).
NÂFİLE NAMAZDA BİRDEN ÇOK MAKSAT
Kuşluk namazı vaktinde abdest alan birisi, iki rekât "Abdest şükür namazı`na, aynı anda kuşluk namazı olarak niyyet etse, ikisini birden kılmış olur mu?
Fıkıh kitaplarındaki ifadelere göre, niyyet edilmiş olması halinde; bir nâfile namaz, birden çok nâfile namaz yerine geçebilir: Nûru`l îzâh serhinde; mescidi selâmlama namazı (tahiyyatü`l-mescid) oturmadan kılacağı bir farz namazla, hattâ Zeylanî ve Kasânînin dediğine göre herhangi bir namazla yerine getirilmiş olur. (58 Tahtavı 320; Molla Hüsrev, Dürer I/116 (Surunbil0lî hâsiyesi);Nemenkânî I/146) Tahtâvî Miskât şerhinden naklen; abdestin arkasından bir farz kılmış olsa, bununla "abdest sükrü namazı" da yerine getirilmiş olur, der. (59 Tahtavî 321; M. Zihni Efendi 404) Nafilenin yerine geçecek namazın farz olması da şart değildir. (60 Abdülhalım (Durer hâsiyesi) I/79; Konu hakkında daha geniş bilgi için bk. Âbidin N/18-19) Buna göre işrak vakti abdest alan birisi, abdestin arkasından kılacağı iki rekât namaza, aynı anda hem abdest şükrü için, hem işrak namazı için, hem de meselâ hacet namazı için niyet etse, hepsi yerine gelmiş olur. Imam es-Sindî hac için ihrama girildiğinde sünnet olan iki rekat namazın, o ana rastlayan bir farzla da karşılanmış olacağını söylerken Aliyyu`I-Kârî bu konuda tereddüdünü bildirir. Ona göre: Ihram namazı, istihare ve benzerî namazlar gibi müstakil bir sünnettir, binaenaleyh, bir başka namaz zimminda ödenmiş olmaz. "Tahiyyetü`1-mescid` ve "Abdest şükür" namazı ise başlı başına bir namaz olmadıklarından her hangi bir namaz onların yerine geçmiş olabilir.
Hasiye sahibi el-Mekkî ise; bu tereddüde yer olmadığını, "el-Bahru`r-râik" gibi mezhebini önemli kaynakların çoğunda, durumun Sindî`nin dediği gibi olduğunu, bir farzın dahi o sünnetten müstagnî kılınacağını söyler. (60a)
Ibn Nüceym de niyyet bahsini işlerken, iki nafileye birden niyet edilirse, ikisinin birden ödenmiş olacağını söyler. (60b )
NAKID
Akçe, madenî para, para olarak bulunan servet, peşin para, altın ve gümüş için kullanılan bir Islâm hukuku terimi. Çoğulu nukud gelir. Vezni ve ayarı düzgün, gerekli özellikleri taşıyan paraya da nakid denir. Bir mastar olarak, paranın züyûfunu hâlisinden, sahtesini hakikisinden ayırma anlamında da kullanılır. Bir islâm hukuku terimi olarak altın ve gümüşü ve bunların madrûb ve meskûkünü ifade eder. Diğer yandan Islâm hukukçuları altın ile gümüşten başka madenden basılıp kabul edilen fels ve kâğıt paralara, ancak kıyas ve benzetme yoluyla nakid tabirini kullanırlar.
İktisatçılar, alış-verişlerde mübâdele aracı olan her şeyi gerçek anlamda nakid saymışlardır. İslâm hukukçularına göre ise, satış bedelinin (semen) geçerli olması için, onun şer`an kullanımının caiz ve helâl olan eşyadan bulunması şarttır. Bu yüzden rakı, şarap gibi sarhoş edici şeylerin ve domuz etinin nakid yerinde mübâdele vâsıtası olarak kullanılması caiz değildir. Fakat ekonomi ilmi kendisini dinî bir kayıtla bağlı saymadığı takdirde eşyanın helal veya haramlığını dikkate almaz. Ancak islâm`la, çağdaş egemen ekonominin birleştiği nokta şudur: Piyasada satış bedeli ve mübâdele aracı olarak kullanılan, toplum tarafından ittifakla kabul ve itibar olunan her şey altın ve gümüş gibi mübâdele aracı sayılır. Çünkü Islâmî açıdan ölçü, tartı veya standard olup sayı ile alınıp satılan şeylerin (misliyât) satış bedeli (semen) yapılması mümkün ve câizdir. Bir ton buğday karşılığında on tane koyun satın almak gibi (el-Kâsânî, Bedâyiu`s-Sânayı`, V, 234; Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadir, V, 368; el-Fetâvâ`l-Hindiyye, IV,12,13; K. Miras, Sahih-i Buhari Tecridi Sarîh Tercemesi, Ankara 1978, V, 71, 72).
İslâm fıkhı kaynaklarında kullanılan nakdeyn (iki nakid) tabiri altın ve gümüş parayı ifade eder. Çünkü gerek Hz. Peygamber ve Râşid halîfeler ve gerekse büyük müctehidler dönemlerinde tedavülde bulunan para, altın ve gümüşten ibarettir. Islâm`dan önce kullanılan İran, Roma, Bizans ve Yemen sikkeleri Emevî hükümdarı Abdülmelik b. Mervan`ın H. 75 tarihindeki para basımına kadar piyasaya hâkim olmuştur. Hz. Ömer`den itibaren, Hz. Osman (Ö. 35/655), Muaviye (Ö. 60/679) ve Abdullah b. Zübeyr (Ö. 72/691) para basmışlarsa da bu paralar mevziî kalmış ve ülke çapında yayılmamıştır. Hz. Ömer, gümüş para birimi olan dirhemle, altın para birimi olan miskal (dinar) arasında standard bir oran tesis etmiştir. Hz. Peygamber devrinde ağırlık bakımından 10 dirhem (10 miskal), 10 dirhem (6 miskal), 10 dirhem (5 miskal) olmak üzere üç çeşit dirhem vardı. Hz. Ömer`in kurduğu para komisyonu, standardızasyon çalışması sonunda üç çeşit dirhemi toplayarak, çıkan ayı üçe böldü. Bu duruma göre, 10 dirhem (7 miskal) ağırlığı esas alındı. 1 Şer`î dirhem 2,8 gr.; 1 dinar (miskal) yaklaşık 4 gr. olunca,10 dirhem gümüş 28 gr.; 7 dinar altın da 28 gr. olur. Bu oran, daha sonraki devirlerde de genellikle korunmuştur (Ibnül-Hümâm, a.g.e., II, 522; el-Mâverdî, Ahkâmûs-Sultâniyye, Kahire 1298, s. 148; K. Miras, a.g.e., V, 40, 48, 49; Ö. Nasuhî Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, Istanbul 1967, 120, 121, 124; I. Artuk, "Sikke", I.A. X, 622; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 62, 68; çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, Istanbul 1988, s. 24, 46).
NAKL-I KUBÛR(KABİRLERİ BAŞKA YERE NAKLETME MESELESİ)
Kabırleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep bulunmadıkça caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile yine bunun kabristan olarak korunması asıldır. Burasının satılarak veya üzerine binalar yapılarak, ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını çiğnemek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü İslâm`da, ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına alınmıştır.
Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka yere nakletmek caizdir.
Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah`a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir elbise ile gömülmesi veya bu yere başkasının sonra şûf`a yoluyla mâlik olması, zaruret hallerine örnek verilebilir. Bu takdirde, arazi veya elbise sahibinin isteği üzerine kabır açılır. Elbise alınınca kabır kapatılır, ya da cenaze bu mülkten başka yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise sahibi de isterse elbisenin kıymetini alabilir.
Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine başkası defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle, yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel olarak doldurulur ve kabır kapatılır.
Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir engel konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b. Abdullah`tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud savaşında şehit düşen babam, başka bir şehit olan Amr İbnü`l-Cümûh ile birlikte bir kabre gömülmüştü. Babamı bu şekilde başkası ile bir kabırde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre koyduğum gündeki gibi taze bir halde buldum; çıkardım ve başka bir kabre yalnız başına gömdüm ".
İslâm ülkesinde bulunan zimmîlerin (hristiyan ve yahudiler) kabırleri de, müslüman kabırleri gibi koruma altındadır. Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması, kabırlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç görülürse, düşmana ait kabırleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman kabristanlığı veya mescid yapmak gibi başka bir amaçla kullanmak mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddü`l-Muhtâr, İstanbul 1984, II 233-246; el-Fetevâ`l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 I, 165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 259-267).
Nakl-i kubûr: Kabirleri başka yere taşımak
İsa Sevgili
İsa Sevgili
Kurucu
Namaz Zamanı
B2B Toptan Satış Pazaryeri
Kral Yolu
kralyolu.com
Gusül (boy) abdesti nasıl alınır?
Gusül abdesti yada boy abdesti nasıl alınır? Ayrıntılarıyla gusül abdestini öğrenin
Namaz nasıl kılınır?
Namaz nasıl kılınır? Namaz kılmayı öğrenmek hiç bu kadar kolay olmamıştı.
Abdest nasıl alınır?
Abdest nasıl alınır? Namaz kılmak için kadınlar ve erkekler nasıl abdest alırlar?
İhlas Suresi
İhlas suresi, İhlas suresinin anlamı, tefsiri, yazılışı ve okunuşu videolu anlatım
İhlas Suresi
Hüvallahüllezi: Haşr Suresi 22, 23 ve 24 ayetlerin yazılışı, okunuşu ve anlamı
Çocuğunuz için namaz etkinlikleri
Çocuğunuzun namazı sevmesi için neler yapmalısınız? Örnek etkinlikler
Cenaze namazı nasıl kılınır? Cenaze namazı kılınışı
Cenaze namazı nasıl kılınır? Cenaze namazı kılınışı, Resimli ve Özet maddeler halinde anlatım
Kabirleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep bulunmadıkca caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile yine bunun kabristan olarak korunması asıldır. Burasının satılarak veya üzerine binalar yapılarak, ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını çiğnemek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Islâm`da, ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına alınmıştır.
Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka yere nakletmek caizdir.
Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah`a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir elbise ile gömülmesi veya bu yere başkasının sonra şûf`a yoluyla mâlik olması, zaruret hallerine örnek verilebilir. Bu takdirde, arazi veya elbise sahibinin isteği üzerine kabir açılır. Elbise alınınca kabir kapatılır, ya da cenaze bu mülkten başka yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise sahibi de isterse elbisenin kıymetini alabilir.
Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine başkası defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle, yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel olarak doldurulur ve kabır kapatılır.
Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir engel konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b. Abdullah`tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud savaşında şehit düşen babam, başka bir şehit olan Amr Ibnü`l-Cümûh ile birlikte bir kabre gömülmüştü. Babamı bu şekilde başkası ile bir kabırde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre koyduğum gündeki gibi taze bir halde buldum; çıkardım ve başka bir kabre yalnız başına gömdüm ".
İslâm ülkesinde bulunan zimmîlerin (hristiyan ve yahudiler) kabirleri de, müslüman kabirleri gibi koruma altındadır. Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması, kabırlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç görülürse, düşmana ait kabırleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman kabristanlığı veya mescid yapmak gibi başka bir amaçla kullanmak mümkün ve caizdir (İbn Âbidin, Reddü`l-Muhtâr, Istanbul 1984, II 233-246; el-Fetevâ`l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 I, 165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 259-267).
NAMAZ
Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah`a karşı tesbîh, ta`zîm ve şükrün ifadesidir.
Namaz, Kur`an`da doksandan fazla ayette zikredilir. Önceki şeriatlerde beş vakit namaz yoktu. Ancak vakitleri belirsiz genel anlamda namaz vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi`rac (Isrâ) gecesinde farz kılınmıştır. Enes b. Mâlik`ten rivâyete göre özet olarak şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)`e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır" (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5; Müslim, Iman, 263; Ahmed b. Hanbel, V,122,143). Her güzel amele on katıecir verileceği şu ayetle sabittir: "Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır" (el Enam, 6/160; ayrıca bk. en-Neml, 27/89; el-Kasas, 28/84). Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber`in ibadet tarzı Cenâb-ı Hakk`ın yaratıklarını düşünmek, Allah`ın yüceliğini tefekkür etmek şeklinde idi. Sabah ve akşam ikişer rekat hâlinde namaz kıldığı da nakledilir. Daha önceki ümmetlerin de namaz ibadeti vardır. Kur`an-ı Kerim`de Lokman aleyhisselâmın oğluna namazı emretmesi (Lokman, 31/17), Hz. Ibrahim`in Hicaz`ın güvenliği için dua ederken namazdan söz etmesi (Ibrâhim,14/37), Yüce Allâh`ın, Tur dağında ilk vahiy sırasında Hz. Mûsa`dan namaz kılmasını istemesi (Tahâ, 20/14) örnek verilebilir.
İslâmda namazın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ`ya dayanır.
Kur`an-ı Kerim`in birçok yerinde; namazı kılınız ve zekâtı veriniz" buyurulur. "Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin" (el-Bakara, 2/238). "Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır" (en-Nisa, 4/103).
"Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah`a tahsis ederek O`na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. Işte doğru din budur" (el-Beyyine, 98/5). "Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah`a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır" (el-Hacc, 22/78).
Sünnetten delil: Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu Hadislerden bazıları şunlardır: "Ibn Ömer (r.a)`den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Islâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah`tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed`in Allah`ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır" (Buhârî, Iman,1, 2; Müslim, Imân, 19-22).
Hz. Peygamber (s.a.s), Muaz b. Cebel (r.a)`i Yemen`e gönderirken ona şöyle buyurmuştur: "Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah`a kulluk etmeğe çağır. Allah`ı tanırlarsa, Allah`ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılarlarsa; Allahın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur" (Buhârî, Zekât, 41, 63, Meğâzî, 60, Tevhîd, 1; Nesâî, Zekât, 1; Dârimî, Zekât, I ).
Diğer yandan İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Namaz ergenlik çağına gelmiş, akıllı her müslümanın üzerine farzdır. Fakat yedi yaşına gelmiş olan çocuklar da namaz kılmakla emredilir. On yaşına geldikleri halde namaz kılmazlarsa el ile hafifçe dövülebilirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşına girince bundan dolayı dövün ve o yaşda yataklarını ayırın" (Ebû Dâvûd Salât, 26; Ahmed b. Hanbel, II, 180, 187).
Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnızca, vitir veya bayram namazları vacib hükmündedir. Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir: "Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir " Bedevî; "Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah`ın Resulu şöyle cevap vermiştir:
"Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır". Bunun üzerine bedevî: "Seni hak olarak gönderen Allah`a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: "Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur" (Buhârî, Imân, 34, Şehâdât, 26; Müslim, Imân, 8,10,15,17,18; Ebû Dâvûd, Salât, 1).
NAMAZ ÇEŞİTLERİ: NAMAZ DÖRT KISMA AYRILIR.
1. Farz-ı ayn olan namazlar. Beş vakit namaz ve cuma namazı gibi. Bunların her yükümlü için bizzat yerine getirilmesi gerekir.
2. Farz-ı kifâye olan namaz. Cenâze namazı gibi. Bu, topluluk tarafından yapılması istenilen bir emirdir. Topluluktan bir kısmı bunu yerine getirince, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Eğer bunu hiç kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur. Allah yolunda cihad, iyıliği emir kötülüğü yasak etme, müslümanlar arasında bir halife seçme de bu çeşit farzlardandır (Şâfiî, er-Risâle, Kahire 1960, s. 54, 55, 363, 364; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, Terc. AbdulKadir Şener, Ankara 1986, s. 37-39).
3. Vacib olan namazlar. Vitir namazı, bayram namazları gibi. Sübut yönünden kesin, fakat delâlet bakımından zannî olan delile dayalı emirler vâcib hükmündedir. Bu, Hanefilerin benimsediği bir prensiptir. Diğer mezheplerde farz ile vacib aynı anlamda kullanılır. Onlara göre bir şey farz değilse sünnettir. Vacibin işlenmesine sevap, terkine azap vardır. Ancak vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.
4. Nâfile namazlar. Farz ve vacipten fazla olarak kılınan namazlara nâfile denir. Cenâb-ı Hakk`ın rızasını kazanmak, amacıyla kendiliğinden kılındığı için bunlara "tatavvu"da denir. Sünnetler de nâfile içine girer. Her sünnet nâfiledir, fakat her nafile sünnet değildir. Peygamberimizin kıldığı nâfile namazlar sünnettir.
Namazların Rekâtları:
Namazların rekatlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Sabah namazının iki rek`at sünneti, iki rek`at da farzı vardır. Öğle namazının dört rek`at ilk sünneti, dört rek`at farzı, iki rek`at da son sünneti vardır. Ikindi namazının dört rek`at sünneti, dört rek`at da farz vardır. Akşam namazının üç rek`at farzı, iki rek`at da sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da vaktin sünneti adıyla başka bir sünnet vardır.
Vitir namazı üç rekattır. Bayram namazları ise ikişer rekattan ibarettir. Teravih namazı yirmi rekattır. Diğer nafile namazlar da en az ikişer rekat olur.
Namazın şartları:
Namazın geçerli olması için bazı şartların ve rükünlerin bulunması gereklidır. Şart, sözlükte alâmet demektir. Bir terim olarak şart; varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mâhiyetinden ayrı olan şeydir. Rükün ise, sözlükte; en kuvvetli taraf demektir. Bir terim olarak rükün; bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan ve o şeyin esas unsur ve parçalarını teşkil eden esaslardır. Şer`i hüküm olarak şart ve rükne farz vasfı verilir. Bunların her ikisi de farzdır. Bu yüzden bazı fakihler bu konuya "namazın farzları" başlığını koymuşlardır. Bir de namazın farz olmasının şartları vardır. Bunlar müslüman olmak, büluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir (Şürünbülâlî, Merakul-Felah, s. 28; eş-Şirazî, el-Muhezzeb, 1, 53; Ibn Kudâme, el-Muğni, I, 396-401; ez-Zühâylî, el-Fıkhuul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 563 vd)
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Hadesten temizlenme 2) Necasetten temizlenme, 3) Avret yerini örtmek, 4) Kıbleye yönelmek, 5) Vakit, 6) Niyet. Bunlara, "namazın şartları" denir.
Diğer altısı da namaza başladıktan sonra bulunması gereken farzlar olup şunlardır: 1) Iftitah tekbiri, 2) Kıyam, 3) Kıraat, 4) Rükû, 5) Sücûd, 6) Son oturuşta "et-Tehiyyâtü"yü okuyacak kadar bir süre oturmak. Bunlara da "namazın rükünleri" denir. Bunlardan başka ta`dîl-i erkân ve namazdan kendi isteği ile çıkmak gibi başka rükünler de vardır. İleride bunları açıklayacağız.
Burada, önce namazın şartları üzerinde duracağız:
1) Hadesten Temizlenme: Abdestsizlik, cünüplük, hayız veya lohusa hallerinde bulunmaya "hades hâli" denir. Abdestsizlik küçük hades, diğerleri büyük hadestir. Küçük veya büyük hadeslerden temizlenmek abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm etmekle olur. Allah`ü Teâlâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızın bir bölümünü meshedin. Topuklarla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin " (el-Maide, 5/6).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Abdest bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 308). Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiç bir namazı kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû`, 21; Ahmed Ibn Hanbel, II, 39).
Farz, vacib, sünnet veya nâfile tam namaz veya tilâvet yahut şükür secdesi gibi eksik namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Abdestsiz kılınacak bir namaz sahih olmaz.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulsa, namaz da bozulmuş olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi, namazda yellendiği zaman, namazdan ayrılıp abdest alsın ve namazını iade etsin " (Ebû Dâvûd, Tahâre, 81, Salât, 187; Tirmizî, Racıâ, 12).
Hadesten temizlenme, namazın diğer şartları gibi sıhhat şartlarındandır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu`s-Sanâyî`, I, 114 vd.; Ibnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179 vd.).
2) Necasetten Temizlenme: Namazdan önce bedende, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemek gerekir. Bu temizlik namazın geçerli olması için ön şarttır. Elbisede ve namaz kılınan yerde, ayak, el ve dizler ile sağlam görüşe göre alnın konulacağı yerde dört gramdan (1 miskal) fazla insan dışkısı gibi katıyahut avuç içinden daha geniş alana yayılan insan sidiği veya şarap gibi sıvı pisliğin bulunması namazın sıhhatine engel teşkil eder. Eti yenen hayvanların veya atların sidiği ve dışkısı ise bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir bölümünden az miktarı namaza engel olmaz, affedilmiş sayılır. Bundan fazlasınıise, temizlemeye güç yetince namazın sıhhatine engel olur.
Allah Teâlâ; "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) buyurmuştur. Ibn Sîrin, bu temizlemenin elbisedeki pisliğin su ile temizlemek olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber Fâtıma binti Ebî Hubeyş (r.anhâ)`nın özür kanının (istihâza) hükmünü sorması üzerine şu cevabı vermiştir: "Bu, kanama yapan bir damardır. Ay başı değildir. Âdet zamanın geldiğinde, namazı bırak. Âdetin kadar bir süre geçtikten sonra kanını yıka, guslet ve namaz kıl" (Buhârî, Vüdû`, 63; Hayz, 24; Müslim, Hayz, 62, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 107). Mescidin içinde küçük abdest bozan bedevî için Resulullah (s.a.s); "Bu bedevinin işediği yere kova ile su dökün " (Buhârı, Vüdû`, 58, Edeb, 35, 80; Müslim, Tahâre, 98-100) buyurmuştur. Yukarıdaki ayet elbiseyi temizlemenin, ilk hadis bedeni, ikinci hadis ise namaz kılınacak yeri temizlemenin farz olduğuna delâlet eder.
3) Avret Yerini Örtmek:
Avret sözlükte; eksiklik, kusur, düşmanın sızmasından korkulan zayıf mevzi, örtülmesi gereken yer ve kadın gibi anlamlara gelir. Şer`î bir terim olarak; bakılması haram olup, örtülmesi farı bulunan uzuvlara "avret yeri" denir. Hanefîlere göre, insanların huzurunda avret yerinin örtülmesi icma ile farzdır. Sağlam olan görüşe göre, tenhada örtmek de farzdır. Bir kimse karanlık bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu halde çıplak olarak namaz kılsa, bu namaz sahih olmaz (Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 375).
Yıkanma, tabiî ihtiyaç, taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında, tenha bir yerde de bulunulsa, namazda veya namaz dışında avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bunun delili Kitap ve Sünnettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin" (el-A`râf, 7/31). Ibn Abbas (r.a)`a göre; bundan kastedilen namazda giyilen temiz elbiselerdir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ büluğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre,132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, VI,151, 218, 259). Ey Esma! Kadın büluğ çağına ulaşınca, onun şu ve şu uzuvlarından başkasının görünmesi helâl ve caiz olmaz". Hz. Peygamber bu sözleri söylerken, elleri ile yüzünü işaret etmişti" (Ebû Dâvûd, Libâs, 31).
Erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları; göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamber`in şu hadisidir: "Erkeğin avret yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır", "Göbeğinden aşağısı diz kapaklarını geçinceye kadar olan kısımdır" (Ahmed b. Hanbel, II, 187). Başka bir delil de Darekutnî`den rivayet edilen, Diz kapağı avret yerlerindendir" (Zeylâi, Nasbur-Râye, I, 297) anlamındaki zayıf hadistir.
Hür kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayakları konusunda ise görüş ayrılığı vardır. Daha sağlam görülen görüşe göre, ayakları da avret değildir. Çünkü ayaklarla yolda yürüme zarûreti vardır. Özellikle bunları örtmek yoksullar için güçtür. Başka bir görüşe göre, bir kadının namazı, ayağının dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur, diğer bir görüşe göre ise, ayakları namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu görüş ayrılığından kurtulmak için ayakların örtülmesi daha uygun görülmüştür. Sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar, kendiliğinden görünen dışında, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr, 24/31). Bundan kastedilen ziynetlerin takıldığı yerlerdir. Kadının kendiliğinden görünen yerleri ise elleri ile yüzdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Radâ`, 18). Diğer yandan Allah elçisi, Esmâ (r.anhâ)`ya büluğ çağından sonra el ile yüz ve avuçlarına işaret ederek, bu yerlerin dışındaki kısımların örtülmesini bildirmiştir (Ebû Dâvud Libâs, 31). Hz. Âişe`den nakledilen; "Allah Teâlâ büluğ çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât,160) hadisi de, saçları örtünme kapsamına almaktadır.
Müstehcen avret yerleri olan ön ve arka uzuvlar ile hafif avret yeri sayılan, bu iki yer dışındaki uzuvlardan birinin tamamı veya en az dörtte biri açık bulunur ve bu durum kasıtsız olarak iki rükün eda edecek kadar devam ederse namaz bozulur. Çünkü bir şeyin dörtte biri tamamı hükmündedir.
Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin rengini belli edecek şekilde bulunan, dolayısıyla derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz sahih olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmemektedir. Eğer elbise kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa bu, zemmedilmiş olmakla birlikte namaz sahih olur. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e, I, 375 vd.; Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95 vd.; Ibn Kudame, el-Muğnî, I, 599; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111; Bilmen, B. Islâm Ilmihali,109).
4) Kıbleye Yönelmek: Namazı kıbleye doğru yönelerek kılmak şarttır. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüsteki Mescid-i Aksa idi. Medine döneminde inen şu ayet-i kerime ilk kıble, Mekke`deki Ka`be-i Muazzama`ya çevrildi: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde, yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" (el-Bakara" 2/144). Kâbe, Mekke`deki bilinen binadan ibaret değildir. Ancak bu binanın yerini ifade eder. Nitekim bu kutsal yerin göklere kadar üst tarafı ve toprağın derinliklerine kadar alt tarafı kıble yönüdür. Bu yüzden Kâbe-i Muazzamanın yanında veya içinde bulunanlar, bunun herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını kılabilirler. Cemaatle namazda imamın önüne geçmemek şartıyla, cemaat Kâbe`nin çevresinde halka olur ve hepsi imamla birlikte namaz kılarlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)`in Mekke fethedildiği gün, Kâbe`ye bir kere girip içinde namaz kıldığı nakledilir. Abdullah b. Ömer, Bilâl (r.a)`e, Allah elçisinin Kâbe`ye girdiği zaman namaz kılıp kılmadığını sormuş, Bilâl şu cevabı vermiştir: "Evet Kâbe`ye girince sol taraftaki iki direk arasında namaz kıldıktan sonra çıktı ve Kâbe`nin yönüne doğru iki rek`at namaz kıldı" (Buhârî, Salât, 30; Nesâî, Menâsik, 127; Dârimî, Menâsik, 43; Ahmed Ibn Hanbel, II, 75, III, 410, VI, 12, 13, 14).
Kâbe-i Muazzamadan uzakta bulunanların tam Kâbe`ye yönelerek namaz kılmaları farz değildir, Kâbe tarafına yönelmeleri farz olup, bu yeterlidir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 397 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67; eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 431 vd.). Hz. Peygamber (s.a.s); "Doğu ile batı orası kıbledir"` (Tirmizî, Salât; 139; Nesâî, Sıyâm, 43; Ibn Mâce, Ikâme, 56) buyurmuştur. Eğer kıblede Kâbe`nin kendisine isabet ettirmek farz olsaydı, bir mescidde uzun bir safın sadece Kâbe`nin hizasına rastlayan kısımdaki cemaatin namazlarının sahih olması, diğerlerinin ise sahih olmaması gerekirdi.
NAMAZ KILMAYAN KİMSE DİNEN MÜSLÜMAN SAYILIR MI?
Namaz, imandan sonra İslam`ın en mühim rüknüdür, terkine asla göz yumulmaz. Dinen kesinlikle sabit olmuş olan bir hükmü inkar etmek küfr olduğu gibi, namazın farziyetini inkar etmek de küfürdür. Binaenaleyh namaza inanmayan kimse müslüman değildir. Onunla evlenmek caiz olmadığı gibi kestiğini de yemek caiz değildir. Fakat namazın farziyetini inkar etmez, ancak tenbellikten dolayı namaz kılmazsa günahkar olsa bile müslüman sayılır. İslam hukukuna göre suçlu olduğundan cezaya müstahaktır. Hanefi mezhebine, tevbe edip namaza başlayıncaya kadar hapse mahkum edilir. Şafii mezhebinde ise, terkde ısrar eder ve tevbe etmezse idama mahkum olur.
Ömründe bir kez olsun camiye gelmeyen kişinin cenaze namazı kılınır mı? Eğer kılınmazsa, kıldırmış olanın kıldırmaktan dolayı sorumluluğu İslâm`a göre nedir? Kılanların da bir sorumluluğu var mıdır?
Fıkıh kitaplarımızda bir ölüye cenaze namazı kılınabilmesinin şartları sayılırken birinci olarak müslüman olması zikredilir. (Tahtavî, 479; M.Zihni, Nimet-i İslâm, 532) Bize göre "amel imandan bir cüz olmadığından." yani ibadet ve hayır adına hiç birşey yapmayan birisi dahi Allah`a ve Rasulüne eksiksiz inanmakla müslüman olacağından, ölünce namazı kılınır ve müslümanca defnedilir. Yeter ki, müslüman olduğu bilinsin. Bu da üç yolla olur: Müslüman olduğu ya kendisinden duyulmuş olur, ya ebeveyninden biri müslüman olmuş olur, ya da bir müslüman ülkesinde (halkının kahir ekseriyeti müslüman bir ülkede) bulunmuş olur. Bunların hiçbirisi bilinmese ve mükellef yaşa gelmiş bir gence İslam`ın ne olduğu sorulduğuna birşey söyleyemese ve bu durumda ölüverse, namazı kılınmaz (agk.; Namazı kılınmayanlar konusunda geniş bilgi için bk. Ibrahim el-Halebî, Haleb-i Kebir; 590 vd.; Kâsânî. Bedâyi, I/313). Çünkü ölünün üzerine namaz kılmak, onun için Allah`tan mağfiret ve şefaat dilemek demektir. Halbuki, Allah "yetmiş defa mağfiret dilense dahi onları bağışlamayacağını" (Tevbe (9) 80) söylemektedir. Ayrıca "Onlardan ölen kimsenin üzerine sakın namaz kılma" (Tevbe (9) 80) demektedir. Bu yüzden Ibn Abidîn, Karafi`den naklen, kâfir olarak öldügü bilinen birisi için "mağfiret" duasında bulunmanın küfür olduğunu söyler. Çünkü Allah "bağışlamayacağım" derken, onun hâlâ bağışlama dilemesi, sanki Allah`a "sen iyi yapmıyorsun, gel bu fikrinden vazgeç" demek, dolayısı ile ona eksiklik isnad etmek(Ibn Abidin, Dürrü`l-Muhtâr, I/522-23; Kafire dua ve kafirin duası konularında ayrıca bk. Fetâvây-i Hindiye, V/319, 348; Fetâvâyi Bezzâziye, VI/355, 360) demektir.
Ayrıca ırk üstünlüğüne dayalı kavgalarda ölenin namazı da yıkansa dahi kılınmaz. Ebu Yusuf'a göre, birisinin malını çalarken ya da aşırırken ölenin ve kendini öldürenin (intihar edenin) namazı da kılınmaz. Diğer imamlar, intihar, dayanılmaz bir ağrıdan (ya da müslümanlar aleyhine sır vermemek için) ise namazı kılınır derler. Çünkü bu mü`mindir, olsa olsa günahkâr olmuş olur. (Sır vermemek için intihar eden belki ecir de alır). Ebeveyninden birini kasten öldürenin, meşru idareye isyan halinde öldürülen bâgînin (teröristin), bu suçu işlemekte olduğu halde yol kesicinin, müslümanları pusu kurup öldürenin de namazları kılınmaz. (Tahtâvi, 497-98; M. Zihnî, 541-42; Fetâvây-i Hindiye, I/163)
NAMAZ VAKİTLERI:
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan "namaz vakitleri"ni bilmeyi gerektirir. Bu vakitler Kitap ve Sünnetle belirlenmiştir:
1) Sabah Namazının Vakti:
Ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. Ikinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadet başlamış olur. Bu yüzden buna "fecr-i sadık" denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden "fecr-i kâzib" adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olmaz. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Birincisi yemeyi içmeyi haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helal kılan fecirdir. Ikincisi ise, sabah namazını kılmak caiz olmayan, fakat yemek içmek helal olan fecr-i kâzibtir" (es-San`ânî, Sübülüs-Selâm, 2. baskı, t.y., I,115). "Sabah namazının vakti ikinci fecrin doğmasından, güneşin doğuşuna kadardır" (Buhârî, Mevâkît, 27; Ebû Dâvûd Salât, 2; Ibn Mâce, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît,15; Ahmed Ibn Hanbel, II, 210, 213, 223).
2) Öğle Namazının Vakti: Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel`in görüşüdür. Ebû Hanîfe`ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.
Hac farızasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk fakihlerin delili şu hadistir: Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber`e namaz vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır (Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Mevâkît,1; Nesâî, Mevâkît, 6, 10,15; Ibn Hanbel, I, 383, III, 330; Mâlik, Muvatta`, Salât, 9).
Ebû Hanîfe`nin delili ise, Hz. Peygamber`in şu hadisidir: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" (Buhârî, Mevâkît, 9, 10, Ezân, 18). Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) müstehap sayılmıştır (el-Mevsilî, el-Ihtiyâr, I, 38, 39; Zühaylî, a.g.e., I, 508).
Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.
3) Ikindi Namazının Vakti: Ikindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Ikindi vakti; çoğunluk müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe`ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" (Malık, Muvatta`, Vükût, 5; Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Mâce, Salât, 2; Ibn Hanbel, II, 236, 254).
Çoğunluk müctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah`ı çok az anar" (Mâlik, Muvatta`, Kurân, 46).
Islâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur`an-ı Kerim`de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Hz. Âişe (r.anhâ)`nin naklettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s); "Namazlara devam edin, orta namaza da devam edin" (el-Bakara, 2/238) ayetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu (Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Hanbel, V, 8; Ibn Kesîr, Muhtaşaru Tefsirî Ibn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218). Ikindi namazına "orta namaz" denmesi iki adet geceye ait, iki adet de gündüze ait namazın arasında bulunması yüzündendir.
4) Akşam Namazının Vakti: Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe`ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, Imam Muhammed ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe`den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer`in; "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" (es-San`ânî, Sûbûtüs-Selâm, I, 106) sözüdür. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yusuf ve Imam Muhammed`in görüşüdür.
5) Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Ikinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer (r.a)`den rivayet edilen şu hadistir: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur" (es-Sanânî, a.g.e., I,114). Başka bir delil, Ebû Katade hadisidir: "Uyku halinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayandadır" (Müslim, Mesâcid, 311).
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.
Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.
Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir. Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. Ikinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir (namaz vakitleri için bk. Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 151-160; Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 321-342; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 59-62; eş-Şîrâzî, el-Mûhezzeb, I, 51-54; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 370-395; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 506 vd.).
NAMAZ VE MÜZİK
Alt katta müzik çalınırken yukarıda namaz kılınır mı?
Aşağıda ya da yukarıda müzik gibi bir gürültünün olması, namazın sahih olmasına engel değildir. Ancak bu, dikkatı dağıttığı ölçüde, namazın sevabını azaltır. Çünkü Allah (c.c,); "Namazı, .beni anmak için kıl" (57 Ta-hâ (20) 14) buyurur. Rasûlüllah Efendimiz de (s.a.v.); düşünerek kılınamayacağından ötürü uykulu iken namaz kılınmamasını emretmiştir. Yani namaz bir bakıma Allah`la (c.c.) irtibata geçme ve O`nunla konuşma demektir. Bu irtibatı koparân, ya da zayıflatan herşeyden sakınarak ve O`nu görüyor gibi ibadet etmek gerekir.
NAMAZDA AÇIKTAN OKUMAK
Yeni yetişen kızların namazı ve namaz surelerini öğrenmelerini sağlamak için kadınların namaz kılarken sûre başlarını biraz sesli okumaları halinde, her iki tarafın namazlarına zarar gelmiş olur mu?
Imamdan başkasının namaz kılarken gizli okuması vâciptir. Ancak. tek başına kılan erkekler de, açıktan okunan farzlarda, isterlerse fâtiha ve zam-mı sûreyi açıktan okuyabilirler. Kadınlar her hâlükârda içinden okumalıdırlar. Açıktan okumanın en az sınırı okuduğunu en yakınındaki bir iki kişinin duymasıdır. Fakat konuşanı ikaz etmek veya kelimeyi iyi çıkarmak, ya da uykusunu kaçırmak gibi bir özürden dolayı, bazı kelimeleri açıktan okumak namaza zarar vermez denmiştir. Çünkü Rasûlüllah Efendimiz`in gizli okuyuşunun da bazen duyulacak kadar olduğu olmuştur. Buna göre yanında namaz kılana bazı yerleri duyuracak kadar sesli okumak namaza engel değildir; ancak öğretmeyi namaz dışında yapmak daha iyidir. (Bk. Tahtavî, 204-205)
NAMAZDAN SONRAKİ ZİKİR VE DUA NASIL YAPILMALIDIR. YANİ YÜKSEK SESLE Mİ YOKSA GİZLİCE Mİ YAPILIR?
Yapılan zikir ve duanın sessizce yapılması sünnettir. Çünkü seadet asrında ve Hulefa-yı Raşidin zamanında zikir ve dua sesli olarak yapılmazdı. Ancak cemaat cahil olursa öğreninceye kadar seslice, öğrendikten sonra gizlice yapılmalıdır.
Bu zamanda zikir ve dua yapmasını bilmeyen yeni kimseler cemaata katıldıkları için zikir ve duanın müezzin tarafından seslice yapılması daha uygundur.
NAMAZDA İKEN OKUYUŞUN DUYULMASI
Namazlarda gizli okumamız gereken yerde sesimizi başkası duyarsa, ya da namazda iken tebessüm edersek namazımız bozulur mu? Namazda okumamız gereken duaları terkedersek namazımız ne olur?
Imam olan kimsenin Sabah, Akşam ve Yatsı namazlarının farzlarının ilk iki rekatlarında Fatiha ve Zamm-ı Sûreyi açıktan okuması, Cuma ve Bayram dışında, diğer bütün namazlarda imamın da, cemaatin de, tek başına kılanın da gizli okuması vaciptir. Vaciplerin terkedilmesiyle namaz bâtıl olmaz. Terketme unutarak olmuşsa "sehiv secdesi" ile tel`afi edilir. Kasten olmuşsa kötü bir iş yapılmış ve günaha girilmiş olur. Ama namaz yine tamamdır. Namaz kılanın, yanındaki bir-iki kişinin duyacağı kadar fısıldaması açık değil gizlidir. Açık okumak -Ibn Abidîn`e göre- meselâ birinci saftakilerin hepsine duyurmakla olur.(Mehmet Zahni Efendi, 250) Ya da fısıldama gizli okuma, ses çıkararak okuma da açık okumadır, denebilir. Namazda sessizce tebessüm etme; dudaklar oynamasa da namazı bozmaz. Titreme olur ve kendi işitecek kadar da olsa gülme bulunursa namazı bozulur. Sesli (kahkaha) ile gülerse hem namazı, hem de abdesti bozulur. Dualardan maksat Fatiha ve Zamm-ı Sure ise terkedilmeleri halinde sehiv secdesi yapılır ve namaz tamam olur. Çünkü bunları okumak vaciptir. Sübhaneke, tesbihler ve "salli" ve "barikler" ve ara rekâtlardaki tahiyyat ise, sünnet olduklarından, terkedilmeleriyle sehiv secdesi gerekmez.
NAMAZDA KADININ AYRICALIĞI
Namazda kadının ayakları bitişik mi yoksa açık mı tutul malıdır?
Bazı fıkıh ve ilmihal kitaplarında kadınların namazın bazı noktalarında erkeklerden ayrıldıkları yazılıdır. Ancak bunlar farz, vâcip, ya da sünnet derecesinde ayrılıklar değildirler. Yani kapatılacak avret ve saf düzeni dışında, kadınların namazı da erkeklerin namazı gibidir, denebilir. Meselâ, kadınlar tekbirde ellerini kulaklarına kadar değil, omuzlarına kadar kaldırırlar. Bu konuda bir hadîs-i şerif de vardır. (43 Nemenkânî, I/251) Ancak Rasûlüllah Efendimizin bizzat kendilerinin de tekbirde ellerini omuzlarına kadar kaldırdıkları vâkidir. (44 Aynî, V/10; Ibn Hacer, Fethû`I-Bûrî NJ2l B vd. ) Kadınlar kıyamda ellerini göğüslerinin üzerine koyarlar. Rükûda doksan derece, dümdüz eğilmeyip, dizlerini kırar ve biraz meyilli dururlar. Secdede kollarını açmayıp uyluklarına yapıştırırlar... vs. Ancak bunların hepsi, bu şekli tesettüre daha uygun olacağı için söylenmiştir. Meselâ rükûda yarıyı geçinceye kadar (kırkbeş dereceden fazla) eğilmedikçe rükûun kadın için de sahih olmayacağı söylenmiştir. Çünkü cemaatle namazda tam eğilmenin yarısının üzerinde imama yetişen, o rek`ata yetişmemiş sayılır. Bu, kadın için de böyle olacağına göre, kadının da rükûda en az yarıyı (kırkbeş dereceyi) geçecek şekilde eğilmesi gerekir. Zaten kadınlar için dizlerini tutmadan ellerini dizlerinin üzerine koyarlar denmektedir. Eli, avuç içi dizleri tam ortalayacak kadar indirmekle, rukû sahih olacak kadar eğilinmiş olur. Ancak bir çok kadın bunu yapmamakta ve belki de rükû`larının sıhhatine zarar vermektedirler. Kadının ayaklarının durumunda da, oturuş biçimi dışında erkeğinkilerden ayrı bir durumâ şahit olunmuş değildir. Erkeğin ayak topuklarını rükûda iken birleştireceğine dair bir görüş vardır.(45 Nemenkânî I/186-87) Ihtimal ki, tesettüre daha uygun olacağı için kadınların namaz boyunca ayaklarını birleştirecekleri söylenmiştir. Ama erkekler hakkındaki bu görüşün bir yanlış anlama sonucu beyan edildiği söylenmiştir. Rükû`da herkesin kendi topuklarını birbirine değil, yanındakinin topuklarına birleştirdigi rivayeti vardır. Bunu yanlış anlayanlar topukların rükû da birleştirileceğini söylemişler (46 age. I/186 )ve ihtimal ki, bunun kadınlar için sürekli yapılmasının uygun olacağı kanaatine varmışlardır. Halbuki, bu erkekler için olmayınca kadınlar için de olmayacaktır.
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı bozan şeyler:
l. Unutarak da olsa konuşmak,
2.Peygamberimizden nakledilmeyen ve insanların sözlerine benzeyen duâlarla duâ etmek,
3.Ah! Oh! Üf! gibi ünlemler kullanmak ,
4.Cennet ve Cehennemi düşünmek gibi şeyler dışında, mesela bir yerinin acımasından ağlamak,
5.Özürsüz yere boğazını temizlemek,
6.Aksiran kimseye karşılık olarak "Yerhamükellah" ya da benzeri bir şey demek
7.Şaşırtıcı bir habere "Sübhanellah" gibi bir ünlemle karşılık vermek;
8.Birisinin ölüm haberine "istirca"da bulunmak, yani "innâ lillahi ve innâ ileyhi râciun" demek
9.Sevinçli bir habere "elhamdülillah" demek ,
10.Allah`tan başka ilah var mıdır? Sorusuna "Lâilâhe illallah" demek ,
11.Canını sıkan bir söze "lâhavle velâ kuvvete..." demek, (Bu altı maddedeki cümleleri, namazda olduğunu duyurmak için söylerse namazı bozulmaz),
12.Imamından başkasının yanlışını düzeltmek,
13.Selâm vermek, selâm almak,
14.Mushafı yüzünden okumak, (yazıya bakıp ta anlamını kavramak bozmaz),
15.Yemek, içmek (ağzında kalan nohuttan küçük şeyi yutmak bozmaz),
16.Pis yere secde etmek,
17.Dışarıdaki kimseyi namazda olup olmadığı konusunda şüpheye düşürecek ölçüde hareket ve davranışta bulunmak (Amel-i kesîr),
18.Bir namazda iken diğerine başlamak.
Namazla Ilgili Diğer Bazı Konular
Nafile namazlarda kıyamı, yani "Fâtiha"dan sonra okunan sureyi uzatmak, rekatleri çogaltmaktan iyidir.
Nafile kılan, namazını bitirmeden bozsa, onu kaza etmesi vacip olur.
Oturduğu yerde nafile namaz kılmak caizdir, mekruh değildir.
Dört namazı özrü olmaksızın oturarak kılmak câiz değildir:
1. Farzı,
2. Vacibi,
3. Adağı,
4. Sabah namazının sünnetini.
Sabah namazı vaktinde kılınamazsa, o günün öglesine kadar sünnetiyle beraber kılınır.
Geçmiş namazların farz ve vaciplerini kaza etmek gerekir.
Namazda yanılma secdesini gerektiren birden çok yanılmaya, bir secde yeterlidir.
Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyen, oturarak kılar, ona da güç yetiremeyen, yüzü kıbleye gelmek üzere başı ile ima ederek kılar. Onu da yapamayan namazlarını sonraya bırakır, gözü ve kaşı ile ima etmez.
Kur`ân-ı Kerim`de ondört yerde geçen secde âyetlerinden birini okuyan ya da dinleyen, namazın bir tek secdesi gibi bir secde yapar.
Sefer müddeti yolculuğa çıkanlar, dört rekâtli farz namazlarını iki rekât olarak kılarlar. Üç rekât olanlar ise yine üç rekât olarak kılınır.
NAMAZI HIZLI KILMAK
Namazda hızlı okumak namazı bozar mı?
Önce genellikle "işlerin ortasının daha hayırlı olduğunu" (54 Suyûtî, el-Câimi`us-sağîr (bk. Feyzu`I-Kadîr IV/385) bilmek gerekir. Namazda aslolan, düşünerek, huşû ile kılmaktır. Söylediklerini düşünmeye zaman kalmayacak kadar hızlı kılmak, namazı namaz olmaktan çıkarır. Allah; "Namazı beni hatırlamak için kıl" (55 Tâ-hâ (20) 14) buyurur. Cemaatle kılındığı takdirde imamın uzatması ile, cemaati bıktırabilir. Bu durumda orta yolu izlemek gerekir. Kişi yalnız başına kılıyorsa, bitkin hale gelmeyecek kadar uzatabilir. Bu durumda orta yol da, kişinin kendini usandırmayacak kadar uzatmasıdır. Öyle ise duruma göre davranmak gerekir.
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
