OSMANLI’DA HAFIZLIK
#1
Dini-1 
OSMANLI’DA HAFIZLIK

"Hafızlık nasıl yapılır?” sorusuna onlarca farklı cevap verilebilir. Her hafızın kendine has bir ezber yapma usulü vardır. Kimisi ezberlemeden önce defalarca yüzünden okur kimisi baştan başlar sayfayı ezberlemeye, kimisi sondan. Biri yarım sayfayı kolayca ezberleyiverirken diğerinin onlarca kez okuması gerekir kısacık bir ayeti. Ama hepsinin hafızlık serüveninin ortak bir tezahürü vardır: Gözyaşlarıyla ıslanan Kur’an-ı Kerimleri. Elinize bir hafıza ait Kur’an-ı Kerim geçti mi bilmem. Ama geçerse bir kez olsun koklayın. O kokuda çokça zorluk, ezber sancısı, heves, gayret ve ruh vardır. Hafızlar Kur’an-ı Kerimleri ile ünsiyet kurar.
Hafızlık yıllarımda bir seferinde Yusuf suresi ağırlıklı olan dersimi beş gün boyunca geçememiştim. Her gün aynı sayfaları defalarca okuyor, hazır ediyor fakat ne zaman hocamın önüne çıksam bir türlü ezber veremiyordum. En sonunda gözyaşları içerisinde hocama sitem ettim. Bir haftadır aynı cüzdeydim ki bu bir hafız için dünyanın en hüzünlü şeyiydi. Sitemimin ardından hocamın söylediği sözü asla unutmadım: “Eee Müzeyyen, Hz. Yusuf’un onca çetin imtihanının anlatıldığı bu sayfaları sen bir çırpıda geçeceğini mi sandın, iyisi mi sen bir de bu sayfaların anlamını oku, dersini de yarın bir daha ver.” O gün sayfaların anlamını okuyarak dersimi yeniden çalışmış, çocuk aklımla benim için hikâye gibi olan olayların hikmetine vâkıf olamasam da ertesi gün ezberimi vermiş ve sonunda bu dersi geçmiştim.
Hafızlık benim için baştan sona mücadele ve hüzündür. Ne olduğunu farkına varmadan yüklendiğim bir sorumluluk, bana verilen bir ziynet. Bu ziyneti korumak ve ömür bittiğinde müzeyyen olarak ayrılma çabası. Oldum olası hafız hikâyelerini merak ederim. Tanıdığım bütün hafızlara kendi süreçlerini sorarım. Unutamadıkları anılarını, en zorlandıkları cüzleri, başlamaya karar verişlerini, törenlerini. Hepsi de biricik ve öyle tatlı ki.
Hafız hikâyelerine duyduğum bu ilgi beni seneler içinde bir hafız hikâyesi toplayıcılığına götürdü. Bugün burada bu hikâyeleri anlatamasam da sizi eski zamanlara doğru bir yolculuğa çıkararak Osmanlı’da hafızlığın nasıl yapıldığından bahsedebilirim. Ama bundan önce hafızlık kurumunun ortaya çıkışından ve sistematik bir hâl alma sürecinden kısaca bahsedelim. Kur’an-ı Kerim 23 yılda tedricen indirilmiş ve nüzul eden her ayet Efendimiz (s.a.s.) tarafından ezberlenmiş, ezberletilmiş ve yazıya geçirilmiştir. Bu noktada bir parantez açmak istiyorum zira hafızlık yapmak isteyen bireylerin aklına gelen ilk soru, genelde ne kadar sürede biteceği oluyor. Bu konuda duyduğunuz kaygı sizi hafızlık yapmaktan geri tutuyorsa Efendimizin (s.a.s.) hafızlığının 23 yıl sürdüğünü düşünerek kendinizi teşvik edebilirsiniz. Gerekiyorsa hafızlığınız 23 yıl sürsün. Önemli olan, o yolda olmak.
İlk hafız-ı Kur’an olan Efendimiz (s.a.s.) arz ve sema yöntemiyle Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiştir. Cebrail’in (a.s.) Efendimize (s.a.s.) ayetleri vahyi sırasında Efendimizin dinlemesine “sema”; dinlediği ayetleri Cebrail’e (a.s.) okumasına “arz” denir. Bu yöntem, ikisi arasında her yıl ramazan ayında tekrarlanmış ve bu sayede ayetler korunmuştur. Efendimiz zamanında hafızlık, yazılı bir kaynaktan okuyup ezberleme tekniğinden de ziyade daha çok şifahi bir usulle, doğrudan Efendimizin ağzından ayetleri dinleyip yine ona tekrar etme yoluyla gerçekleşmiştir. Ardından Efendimiz aralarında Kur’an’ı iyi bilen sahabileri hoca olarak tayin etmiş, başka memleketlere de tebliğ göreviyle göndermiştir.
Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemin Arapları, şifahi kültüre hâkim ve ezber kabiliyetleri gelişmiş olduğundan inen her ayeti kolaylıkla ezberlerine almışlardır. Efendimizin vefatının ardındansa Kur’an-ı Kerim hıfzına olan ilgi giderek çoğalmıştır. Ashab-ı kiram, hem Allah kelamını kalplerinde ve zihinlerinde taşıma arzusundan hem de sorularını danışacakları rehberlerini yitirdiklerinden hükmü bilip ona göre amel etme maksadıyla hafız olma gayreti içine girmişlerdir.
Selçuklu Dönemi’nde “dârülhuffâz” isimli, hafızlık için hususi ilim verilen kurumlar açılmıştır. Şehirlere hafızlar tayin ederek, bolca öğrenci yetiştirmeleri amaçlanmıştır. Sarayda ya da yolculukta her zaman sultanın yanında bulunması gereken “hassa hafızı” adında bir birim bu dönemde oluşturulmuş, bunlar sultana yârenlik ve yoldaşlık etmiştir.
Osmanlı Dönemi’ne geldiğimizde her işte olduğu gibi bu işe de bir usul ve incelikle yaklaşıldığını görüyoruz. Bilhassa küçük çocuklara Kur’an okumayı öğreten sıbyan mektepleri hafızlık eğitimi alacak olsun olmasın tüm çocukların ilk eğitim yuvalarıdır. Burada yetişen, ardından da hafız olmak isteyen çocuklar diğerlerinin içinden sıyrılır ve dârülkurrâda eğitimine devam ederdi. Yıldırım Bayezid’in Mısır’dan getirdiği Muhammed el-Cezeri, Bursa Ulu Cami’de açılan ilk dârülkurrâda verdiği kıraat dersleriyle hafızlığın Osmanlı’da gelişimine büyük katkı sağlamıştı. Başlarda Mısırlı kıraat âlimlerinin yöntemi uygulansa da Osmanlı daha sonra günümüzde hâlen kullanılan hafızlık yöntemini oluşturmuş ve kullanmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Sultan Bayezid döneminde yetişen yüzlerce hafızın özel bir törenle atlar üzerinde hep bir ağızdan Fetih suresini okuyarak Alay Köşkü önünde geçit yaptığını yazmıştır.
Osmanlı’da hafızlığa verilen değer yalnızca Anadolu’yla sınırlı kalmamıştır. Osmanlı Devleti toprakları içinde bulunan Balkanlar’da da hafız yetiştirmeye önem verilmiş, burada da medreseler ve dârülkurrâlar çokça ilgi görmüştür. Üsküp, Saraybosna, Bosna Hersek, Mostar, Makedonya gibi Balkan illerinden çok fazla hafız çıkmıştır. Osmanlı Dönemi’nde bu kadar çok hafız yetişmesinde ve hafızlığa sistemli bir alan açılmasında şüphesiz padişahların da hafız olmasının önemli bir katkısı vardır. Fatih Sultan Mehmet’in 9 yaşında hafız olması buna güzel bir örnektir.
Peki, Osmanlı’da hafızlık nasıl yapılır? Hafızlık eğitimi veren dârülkurrâlar kendine has disiplinli bir usule sahipti. Bir çocuk okumayı öğrendiği vakit babası ve hocasının istişaresiyle hafızlığa başlatılırdı. Yarım sayfadan başlayarak ezberletilmek üzere ilk dersi verilir, çocuğun ezber kabiliyeti ilerledikçe bu miktar artırılır ve bir seneden üç dört seneye kadar hafızlığını tamamlanması beklenirdi. Hafızlığını tamamlayan öğrencilere “hafızlık töreni” yapılırdı. Bu tören hakkında elimize ulaşan bilgiler Osmanlı’nın bir İslam ve gönül imparatorluğu olduğunu kanıtlayan en anlamlı kanıtlardır diyebiliriz. Hafızlığını tamamlayan çocuğun babası, hocasına baştan aşağı kıyafet diktirir, eğer hâli vakti yerindeyse giysileri başka hediyelerle de desteklerdi. Eğer durumu yoksa bir ayakkabı yahut çorap dahi olsa temin eder, hocasına hediye ederdi. İmkânı olan aileler ikramlar hazırlar, kendi hocası olmak üzere diğer hocalar ve âlimler bu sofraya davet edilirdi. Birlikte dualar, salavatlar ve Kur’an tilavetleri eşliğinde yenilir, içilirdi. Bu ikram sırasında hafızlığını tamamlayan öğrenci yeni ve temiz giysiler giyilmiş hâlde yüksekçe bir yerde oturur ve mutlulukla bu tertibi seyrederdi.
Hafızlığını bitiren öğrenci, kursundan ayrılırken de bir merasim olurdu. Tek tek sınıfları gezer, mektebindeki bütün hocalarının elini öper, helallik ve dua ister, falanca gün yapılacak olan hafızlık törenine onları davet ederdi. Bu veda alayı aslında diğer çocuklar için en büyük teşvik kaynağıydı. Sarığından ayakkabısına kadar özenle hazırlanmış hâlde sınıflarına veda etmeye gelen bu hafız yolun sonunu göstererek onları ümitlendirirdi. Talebeler taze bir heves ve kuvvetle Kur’an-ı Kerimlerine tekrar sarılır, bir sonraki alayın kendilerininki olması için gayrete gelirlerdi.
Hafızlık töreni hafızın mahallesindeki bir camide yapılırdı. Hafızın babası ve akrabalarından birkaç erkek camiye giderek büyük kazanlar ve bardakları hazır ederlerdi. O gün hafız caminin içinde hocasına son dersini verirken babası da camiye ibadete gelenlere, çevre esnafa, konu komşuya, hocalara şerbet dağıtırdı. Caminin içine buhurdanlıklar yerleştirilir, güzel kokular yayılması sağlanırdı. Bazı rivayetlerde hafızın o gün sabah namazının ardından Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar hocasına ezber verdiğini görüyoruz. Bu sebepten günümüzde de “günlük hatim” dediğimiz bu âdet hâlen devam etmekte ve buna önem verilmektedir. Hafız, 30. cüzü de okuyup bitirdikten sonra arkadaşlarından güzel sesli biri kısa bir aşr-ı şerif okur, öğrenci ve hocalara da şerbetler dağıtılır, dualar edilirdi. Bu ihtimam ve özen orada olan herkesin kalbine hafızlık tutkusunu eker, böylece hafızlık aşkının yeniden yeşermesi sağlanırdı.
İlim, sanat ve din devleti olan Osmanlı, her işi tabiatına ve mahiyetine uygun olarak meydana getirmiştir. Yetiştirdiği âlim ve arif kişilerle de hafızlık makamının hakkını verecek erdemli ve basiretli kişileri hedeflemiştir. Biz de günümüzde aynı hedefe ulaşmaya niyet etmeliyiz. Yüce Allah, hafız olmak isteyen herkese hafızlığı hayırlı ve kolay yoldan nasip etsin ve bu yolda çaba göstermiş tüm hafızlara da hafız kalmak ve hafız ölmek nimetini tattırsın.
Tarihte
bu ay neler oldu?
İbn Rüşd vefat etti. (11 Aralık 1198)
İmam Gazali vefat etti. (19 Aralık 1111)
Radyum elementi keşfedildi. (21 Aralık 1898)
Kanun-i Esasi kabul edildi. (23 Aralık 1876)
Sarıkamış Harekâtı başladı. (22 Aralık 1914)
Mehmet Akif Ersoy vefat etti. (27 Aralık 1936)

Kaynak
Türk Diyanet Dergisi


Müzeyyen AKKUŞ





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Cevapla


Bu Konudaki Yorumlar
OSMANLI’DA HAFIZLIK - Yazar: RasitTunca - 02-15-2024, 07:13 PM

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 2 Ziyaretçi