Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mektubati Şeyh Ahmed El-Haznevi 4.Bölüm
#1
Oku-1 
Mektubati Şeyh Ahmed El-Haznevi 31-32-33-34-35-36-37-38-39-40. Mektuplar

Otuzbirici Mektub
Hasankeyf’li Molla İbrahim’e birisi zevcesine, «git ben seni boşadım» demesi, talakın sarihi olup, talakı düştüğü ve bu şekilde konuşan kimse iki veya üç def’a söylediğinin bilmediğine dair yemin ederse, yakın olan (şübhesiz) iki ile amel ederek şekk ile amel etmeyeceği hakkındadır.


ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kainatta hiç bir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ve selam, Allah’ın yaratıklarının en hayırlısı efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün al ve sahabesinin üzerine olsun!
Şöyle bir soru vaki oldu: Birisi, kendi karısına «Git ben seni boşadım» dedi ve bunu iki veya üç def’a söyleyip söylemediğini bilmediğine, bundan ma’ksadı talak olup lakin talâkın adedini niyet etmediğine dair yemin etti. Sonra, olayı diğer bir mecliste iki ve daha çok def’a başkalarına anlatıp bu son anlatışında maksadı talakın yeniden inşası değil, belki evvelki macerasından haber vermek olduğunda da yemin etmiştir.
Bu duruma göre: Acaba adamın talakı düştü mü düşmedi mi Söylediği bu sözleri, talakın sarihi mi, yoksa kinayesi mi Kendisinin hangi şıkkı niyet etmesinde yemini kabul olunur mu olunmaz mı
EL-CEVAB:Tuhfet El-Muhtac, Fetava El-Kübra, Tergib El-Müştak ve diğer mu’temed kitabların ibarelerin’e göre: Adamın, «Git ben seni boşadım.» mealindeki sözü, talakın ( ) sarih kısmından olup, iki def’a söylediği muhakkak olduğu için talâk sayısını niyet etmemiş ise de, muhakkak olan iki def’a söylediğine kanâat edip üç def’a söylemesi şekk olduğundan nazarı itibare alnımayıp iki talakı vaki olur. Adamın maksadı, talakın inşası olmayıp da belki eski hadisesinden bahis etmek ise, yüz mecliste yüz def’a dahi söylemişse, talakından hiç bir şey vaki olmaz ve kendisi bu hususta yeminiyle doğrulanır, kadının iddeti ( ) tamamlanmadan, tekrar rücü eder (kadınına kabul eder), iddeti tamam olup adam o rücu etmemişse, nikahını tekrar kıyacaktır.
İşte bu mes’elenin fetvâsı budur. Doğrusunu, Allah daha iyi bilir. Molla İbrahim’e selâm ve dua ederiz. Bu mes’elenin bu fetvâsı için sen vekilsin. Adam senin fikrine muvafakat ederse, ona bu fetvayı ver ve nasıl ric’at edeceğini kendisine öğret. Muvafakat etmediği takdirde ona verme! Bütün köy halkına selam ederiz.

Otuzikinci Mektub
Halifesi, faziletli, alim güzel ahlak sahibi, en büyük üstadın (El-Şeyh Abdurrahman) (Kuddise sirruhu) torunu olan Molla Muhammned Ma’şuk’a Sorduğu sualleri ve müşkilatları, ibadet esnasında salik, manevi yükselme duymazsa, hiç bir mahzuru olmadığının, hatta üstadın kendisine eylediği emrinin imtisale önem vermesi lazım olduğunun, manevi yükselme hissi, bazen salikin daha yüksek manevi makamlara ilerlemesinin tehirine ve kendisine bir gevşeklik hâsıl olmasına sebeb olacağının vird çekilirken yalnız başlangıcında rabıta olmasının, rabıtanın vaktı ve tarifinin, virdler terkedilince veya noksan yapılınca kaza edilmediğinin, peygamberlerin, velilerin türbeleri ziyaret edilmesi keyfiyetinin ve salik, değişik olarak kabz (neş’esizlik), bast (ferah), manevi noksanlık ve ziyadelik haletlerden boş kalmadığının ve bu hallerini mürşidine arz etmesi gerektiğinin ve bu konu ile ilgili mes’elenin beyam hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Bütün hamdlen, alemin Rabbine mahsustur. salat ve selam, Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün al ve ashabının üzerine olsun!
Bundan sonra, bu mektub, büyük kapı rakımından ( ) hidayet ağacının meyvesi, kalbinin sevgilisi, en büyük üstadın torununadır. Bu ta¬raf için hasret ve üzüntünüzden haber veren sevgili mektübunuz kendisine (bana) ulaştı, ferahına sebeb oldu. Allah’a hamd ve şükr etti. Çünkü tasavvuf ve tarikat hülasasının esası, muhabbet üzeredir. Hatta muhabbetsiz mümkün değildir.
Mektübda bazı müşkiller ve mes’eleler derc olunmuştur. Manevi yükselme ve zevkten hiç bir şey his etmediğinizi yazıyorsunu. Bu durumun hiç bir zararı yoktur. Zira en önemli şey, salik için verilen emrin imtisalidir. Salikin temennisi manevi ilerleme olmayıp bu olmalıdır. Şayet kamil bir emir imtisalini yaparsa, haberi olmazsa bile, şübhesiz, manevi yükselme makamının nihayet, kendisine hasıl olmuş olur. Hatta salik kendisine bir terakki (yükselme) hasıl olduğunu anlasa, dolayısıyla tehlikededir. Alaüddin El-Attar, Hace Muhammed El-Rüci ve diğer zatlar (Kuddise sirruhüm) buyurmuşlar ki: «Mürid, mürşidi tarafından kendisine emredilen şeylere çalışması lazımdır. Çünkü dünya taat etme, çahşına yeri olup mükafat alma yeri değildir. Öyle ise, bizden dünyada çalışmamız isteniyor. Sevab, ahiret gününde çoktur.» Devamlı olarak Allah’ın yolunu taleb etmekle maksad hasil olur. (Farsça) şiir:

«Her gün yerden toprak koparsan ,sonu toprakta temiz suya ulaşırsın. »
Şeyh Halid, (Kuddise sirruh) Gavs-i azamdan (Radıyallahü anh) rivayet eder ki, bazen rabıtanın zuhuru, müridin manevi ilerlemesinin tehirine sebeb olur. Şeyhimiz Hazret (Allah, bizi ve sizi, onun sırlarıyla kutlasın) buyurdular ki : «Bazı kamil, ekabir zatlar, tabilerinin hiç bir haberi olmadan onları manevi mertebenin sonuna ulaştırırlar. Çünkü salik, kendinde manevi ilerlemesini anlaması, daha yüce makamlara ulaşmasından geri kalmasına, taleb hususunda kendisine gevşeklik peyda. olacağı korkusu vardır. Halbuki bu tarikatta en önemli maksad, şiddetli talebdir.» Hafız El-Şirazi, şu şiirinde;

«Matlubun hasıl oluncaya kadar talebden el çekmem. Ya ruh sevgiliye ulaşacak ya da ruh bedenden çıkacaktır.» Yine kendisi (Kuddise sirruh) diğer bir şiirinde:
«Ol acı şey gibi olan şarap ki sofu onu Ümm El-Habais (kötülerin anası) diye okudu. Lakin bize taze ve bakire kızları öpmekten daha zevkli ve tatlıdır.» demiştir.
Hazret (Kuddise sirruh), «Hafızın bu şiirinde geçen «bakire kızları öpmek» tabiri Allah’a yaklaşmaktan, içki ise, Allah yolunu taleb edilmekten kinayedir.» diye buyurdu. Ah bin kerre ah... Virdlerdeki rabıt’a ise, talimatta size denildiği üzere, yalnız virdlerin evvelinde yapılması tarikatin adabındandır. Zamanı altı fatiha okunduktan sonradır. Rabıta: istimdath rabıta demektir. Yani, Mürid, virdlerle meşgul olduğunda mürşidi, kendisine manevi huzurun hasıl olmasına yardım eder diye düşünür. Başka vakitlerde Kur’an okunup zikredilirken vuknfi ( ) adedinin (sayısına dikkat etmekle kalben zikr edilmesi) telakinin hiç bir zararı yoktur. Fakat okunurken tam bir kalb huzuru ve gafletsiz olmak şartıyla bir manün veya ihtiyacın belirmesinden dolayı, terk edilen vird, kaza edilmez. Terk edildiği için pişmanlık ve hasret etmekten başka bedeli de yoktur.
Süri rabıtanın yapılması esnasında mürşidden sual ve rica yoktur. «Seher vakti ibadete kalkmak bana adet olmuyor,» demenizin cevabı, o, ancak insan evvela kendini zorlayıp sonra alışkanlıkla adet olur. Cünkü Allah, kendisine başarı verdiği kimseden başka, gece ibadetine kalkma¬sı halka çok güçtür. Gazali (İhya) kitabının birinci cüz’ünün sonunda, gece ibadetine kalkmayı kolaylaştıran bir çok sebeb ve şartlar olduğunu zikr eder. Oraya müracaat et!
Hayattaki mürşid ve alimlerin sohbetlerinden ve evliyanın (Kuddise sirruhüm) türbelerinnı ziyaretlerinden, hatta Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) türbelerinin. ziyaretlerinde istifade edilmesinin yolu, şudur ki, mürid, mürşidlerin sohbetleri zamanında, türbeleri nezdinde, rabıtaya önem verip mürşidinin rabıtasını yapmaktan gafil olmaması, ziyaret ve sohbetlerinden aldığı manevi fayda, ancak mürşidinden ve onun vasıtasıyla olduğuna inanması gerekir. İşte bunun için, o türbe sahibleri maneviyatların terakkisine vasıta edilir.
Üstad-ı azamdan, (Allah sırlarını kutlasın) rivayet edilir ki, Medi¬nei Münevvere’de, (Allah, orada bulunan sakininin Resulüllah’ın) üzerine salat ü selam eylesin!) Ravda-i Mutahhara’da hile mürşidinin rabıtasını yapmaya önem vermiştir.
«Bana iki aydan beri, ne sıkıntı ne de kabzlık (neşesizlik) haleti olmadıkları halde sonradan hasıl oldular.» demeniz hususunda düşünme Ona önem verme! Çünkü o geçici bir haldir, zail olması gerekir. Zaten kabz, bast, noksanlık, maneviyatta noksanlik, ziyadelik, gaflet, manevi kalb huzuru, düşünce dağınıklığı ile toplanması gibi haller salikten ayrılmayan hallerdir. Fakat bunları mürşidine arz etmesi lazımdır.
Sonra, şerefli pederinizin, ayaklarından öper, duasını dilerim. Bütün üstad zadelerin el ve gözlerinden öper, onlardan ve senden dua dilerim Genel olarak ev halkından, özel olarak da mürşidim ve emeller kabes mesabesinde olan Hazretin (Kuddise sirruh) kızının ayakkabılarını öptükten sonra, dualarını rica ederim.
İmam-ı Nevevi’nin (Radıyallahü anli) türbesinin ortasında bitmiş olan ağaçtan pederinize ve size teberrük olarak bir miktar gönderdim Ücreti, bu fakire dua edip, hatırdan unutulmamasıdır.
Ma’ruf ile Taha’um anneleri, her ikisi ve arkadaşlarıyla selamette olup, haklarında edeb’den yoksun olan bu fakirden razı olduklarını, kasdettikleri yere ulaştıklarını müjdele. Ganimet ve selametle dönmelerini aziz ve yüce Allah’tan rica ediyoruz. Amin! Durumlarının tafsilatı yazmakla mümkün olmayıp ancak ınektubu getiren adam bilir.
Sual ve cevabların çokluğundan dolayı mektüb uzadı. Fakat dostlara yapılan geniş ve uzun izahlar, ede’b ve fesahatı haleklar etmediği aşikar bir gerçektir. Her iki temiz türbelere giderek, bu fakirin bedelen onları ziyaret edip ruhlarından kendisine ve çocuklarına, istimdat etmek bu fakirin emelidir. Yapacağınız bu işin ecrini, Allahü teala size en hayırlı ecir olarak versin! Kalb latifesi üzerine çekilecek virdlerin en azı beşbindir. Fazlasının vakti gelinceye kadar ondan fazlasını terket! öğle namazından sonra, mümkün olmazsa da, bir saat kadar, gözunu kapatmakla süri rabıtayı yap!
Allah, efendimiz Muhammed’in (SallalIahü aleyhi ve sellem) bütün al ve ashabının, ensari ve muhacir olan sahabesinin de üzerleriue salat eylesin!

Otuzüçüncü Mektub
Yine Üstad-ı a’zamın (El-Şeyh Abdurrahman) (Kuddise sirruh) torunu ve onun (Şeyh Ahmed’iu) halifesi olan Muhammed Maşük’a sorduğu sorularına ve müşkillerine dair verdiği cevabları, akşam ve yatsı namazları arasında, hayali ve süri rabıtanın ya yapılması için emri, hatmede rabıtanın beyanı, hatmede okunan fatihadan sonra, yapılması lazım olan şey, ister yürüyerek, ister oturularak mürid, etrafa bakmadan başı aşağı olup ayaklarına bakması ve bundan maksad ne olduğunu, görduğü rüyaların tefsiri, virdlerle meşgul olmaktau en önemli ınaksad, mürşidin emrine imtisal olduğu, ümidsiz derecesine ulaşılmayacak şartıyla nefsini kusurlu bilinmesine dair emri ve bu konu ile ilgili ınes’eleler hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Hamd o Allah’a olsun ki, uzaklaşıp ayrıldıktan sonra, dostlan birbirlerine kavuşturmaka ni’metlendirir. Salat ü selam, şefaat ehli olan Peygamberlerin, (Aleyhimüsselam) hususi olarak Peygamberimizin, (Sallallahü aleyhi ve sellem) yüce al ve sahabesinin üzerine olsun!
Bundan sonra, bu mektub, yüce kapı eşiğinizden garib ve uzak o, eşiğin lütfuna ve halkının duasına muhtaç olan kimseden, kendisiyle kıvanç eylediğini Üstad-ı a’zamın (Kuddise sirruh ve Radıyallahü anh) torununa Beyit:

«Düuyada hiç bir kimse, hafız gibi bir köleyi kendine köle edinmedi. Zira dünyada hiç bir kimse, senin gibi kendine sana benzer bir kimseyi padişah edinmedi.»
Mezkür garib kimse, tozu, nefis, şeytan ile nefsani arzüların sokmalarına karşı panzehir gibi olan o yüce kapıyı öper, yüzünü, 0 kapı eşi¬ğindeki kimselerin ayakkabılarının altındaki, hatta o kapının köpeklerinin ayaklarının altındaki tozu ile mesh edip o kapıda bulunanlarm hepsinden hususen ev halkından dua diler.
Sonra, şu arz edilir ki: Nefis incilere benzer konularla dolu, ondan, sevgi kokusu duyulan mektübunuz, mezkür garibe ulaştı, dolayısiyle son derece sevindi. Mektüb bazı sorulara, vakiat (* ) ve hallere şamildir. onda, bu garib, sırtına gücü olmayan bir çok yükler yüklediniz. Bir çok merhalelerle ondan uzak olan şeyleri kendinden taleb ettiniz. Bu konular hakkında, yüce Allah’tan tevfik diler. (Hazret) Allah, bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlasın! istimdad ederek derim ki: Şeyh-i Ekber (El-Şeyh Fethullah), yazdığı risalesinde, rabıtanın bir çok kısımları olduğunu beyan eder. Minah El-Halidiye adlı kitabda Allah, sahibinin sırlarını kutlasın kısımlar yazılıdır. Yazı ile yazılmaları çok uzar öyle ise, her iki kitaba müracaat et! Sen râbıtanın kısımlarından akşam ve yatsı namazları arasında, hayâli ile suri kısımlarda devam eyle! Vedalaştığımız gün size râbıtadan bahs etmediğimin sebebi, size zikrin telkini ile yetinmek ve âşıkların sultanına (Hazrete) karşı, terbiye ica’bı içindi. Farsça şiir

«Hangi bir gece, sevgilinin zülfü, menekşe yüzlü, parlak sevgilimden haber verecek Sen, bu az kıymetli siyah âşıkı görüyorsun ki ne kâdar onun derdini dimağından tutarım.» Şür: «Güneş nezdinde ben nur çeşmesiyim...» ( ) Arapça şiir:

«Gece karanliğında ay ışığı belirince, sühâ ( **) yıldızına gizlenmekten başka çaresi yoktur.» Nitekim size dediğimiz üzere bir böyle erkeklerin alanından değiliz. Belki bizim gibilerin râbıtaları, öldürücü bir zeli:
olduğundan korkuyoruz. Ancak, râbıtalan yapılacak ebu olan zatlar tarafından bu işe memur olduğumuz için, onlardan size bir imdad gelip bir fayda hasıl olacağını ve himmetleri dolayısiyle size zarar gelmiyeceğini umarız.
Râbıtanın nasıl faydası yoktur ki, Nakşibendiye tarikatının medârıdır. İmâm-ı Rabbâni (Kuddise sirruh), râbıta, Allah’a yapılan ibadet için manevi huzura kavuşturan vesilelerin cümlesinden olup, düşünceden fuzuli hatıralarının gidericisidir. Matlü’ba vesile ve vasıtalar için matlüb olan şeylerin hükümleri vardır, diye mektübatının kenarında bahs etmiştir.
Emellerin kâbesi olan (Hazret), Allah, ondan râzı olsun! Vukâ adedi ile tesmiye edilen zikr-i kalbiyi yapmamdan sonra, hayal-i râbıta yapmama emir buyurdu. Benden, «Senin râbıtanın durumu nasıldır diye sorunca, bana, manevi huzurun te’mini bakımından zikirden daha yararlı olduğunu anluyorum, dedim. Kendisi (Kuddise sirruh), «Gerçekten Nakşibendi tarikatının esası rabıtadır. Fakat biz kaide ve usülünü bozmuşuz.» diye buyurdu.

Hatmedeki râbıtanın hakikati ise, fâtiha okunmadan evvel mürid, kalbinden mürşidini hayâline getirip ondan istimda’d etmektir. Yani mürid fatiha okuduğu vakit, bütün düşüncesini Allah’ın manevi huzurunda toplamasına yardım etmesi için mürşidinden istimdad eder. Fâtihayı okuduktan sonra, sâdâtın ruhları, Allah’ın nıuhabbeti, ma’rifeti, dünyanın terk edilmesi duygusu gibi hediyelerle geldiklerini, hediyelerin dağıtıcısı, mürşidi olduğunu bilerek ondan kendine bir hediye ister.

Salik kendi ayağına devamlı bakması konusu ise, oturması ve yürümesi hallerine de şâmildir. Bundan maksad, mürid devamlı olarak ayak¬larınuı önüne bakmayı kendine adet edinmesidir. Bu konunun tafsili, Reşâhât kitaibında AbdüIhâlık El-Gucdüvan menkıbeleri bahsindedir.

Bu fakirin, Üstad-ı azamın evladına ve üstadının (mürşidinin) (Kuddise sirruh) oğluna iltifat etmediğine dair gördüğün rüyanın tabiri şudur: Maneviyattan müflis ve eli boş olan bu fakir köle, efendilerine nasıl ve ne gibi bir şey ikrâm etmekle iltifat edebilir Hem, bu rüya, bu fakir yirmi senelik bir müddet zarfında onların huzurlarında bulunmadığı ve uyanıklık halinde olduğu gibi, belki onlara karşı rüyada da edebden haric bir harekette bulunduğuna delalet ettiği ınuhtemeldir.

Rüyada, onların huzurunda, devşeğin üzerinde oturduğumu görmeniz, emirlerine imtisal ettiğime delâlet eder. Nitekim, «emri imtisal etmek, edebi terk etmekten daha iyidir.» denilen söz meşhurdur.
Rüyada bu fakirin şiirler okunması, iki dizim üzerine oturuşundan anlaşıldığına göre, fakir onlara ve o yüce kapı eşiğine olan sevgisine ve onlardan ayrıldığı için kalbinin yakınmasına delâlet eder. Allah’a aşık olanların sultanının (hazret), camide yanımızda oturması, sizin için çalışmamıza yardım ettiğine ve yaptığınıza râzı olduğuna delâlet eder. Rü¬yada, onu kasdederek içinde. Bu hayatta iken acaba biz niçin başka bir mürşidi taleb ediyoruz demeniz, kendisi (Kuddise sirruh) hayat ve memâtında da hele sizin için, manevi tasarrufu olup sizde sâdâtların boyanma, onlara tebaiyet etme ve vilâyet makamına ilerleme kabiliyeti olduğuna delalet eder. Öyle ise, yaptığın amellere önem vermeyip mezkür kabiliyetin kuvvetten füliyetic geçmesi için çalışman lâzımdır. Gördüğün bu son rüyada, Kutb-i A’zaın (El-Şeyh Abdurrahman) ile şerefli vele¬dinin (Hazret) (Kuddüse sirruh) ve (Radıyallahü anh) himmetlerine ve okyanus denizi gibi nisbetleriınin aleme yayılacağına dair bir işaret var¬dır.
Bâzan manevi huzur ve bâzan gaflet haletlerinde virdlerle meşgul olduğunda bir fayda zâhir olmamasının hiç bir zararı yoktur. Çünkü tarikatta en önemli şey, emrin imtisalidir. Alâüddin El-Attar, Hâce Muhammed El-Rüci (Kuddise sirruhümâ) ve başkaları da, «müride emrinimtisali lâzımdır.» diye buyurmuşlardır. Zira dünya hakkında, «dünya çalışma yeridir, sevab yeri değildir.» denilmiştir. Öyle ise, onda çalışmak matlübdur. Ahiret de, çalışmanın karşıhğı olan, sevab yeridir.
Nefsin gayet kusurlu ve bütün hallerde onu fenalıkla iltiham etmemiz, Gavs-i a’zamın (Radıyallahü anh)emr eylediğine göre, bu görüşünüz iyi ve daimi bir haliniz olsun! Lakin ümidsiz olmamak ve noksanlıkları, nefse isnad edip Allah’ın faziletine, sadatın himmetine isnad edilmemesi şartıyla... Farsça şür: «Her noksanlık ve kusur ki vardır. Bizim düzensiz ve yakışıksız olan kematimizdendir (boyumuzdandır). Yoksa senin hediyen kimsenin boyundan kısa değildir.»
Kutbul-Arifin (El-Şeyh Abdurrahman’ın) (Kuddise sirruh) mektübatının bize yazılması, nezdimizde ne büyük bir hediyedir. Allah, size en iyi sevab verip, sizi kendine yakın olanlardan eylesin! Ve onu sevenlerin makamına ulaştırsın! Mektübatı, emin bir kimse ile, göndermeniz rica olunur. Buna karşılık size gece gündüz dua etmek ve o yüce kapı eşiğinin nimetine karşı da sabah akşam sizi unutmamak hakkındır.
Çocuklar ve kardeşler, ev halkımız ve tabiler ellerinizden. öpüp, dua eder, sizden dua dilerler. Buradaki bütün alim ve talebeler de keza Allah’a hamdolsun hepimiz selamette olup size duacıyız. Mektübun yazısı uzamasıyla beraber maksadının beyanı az oluşundan taaccüb edilir. Allah, efendimiz Muhammed’in (Sallalahü aleyhi. ve sellem) bütün âl ve ashabmm üzerine salat ü selam eylesin!

Otuzdörtüncü Mektub
Suriye cumhurbaşbakanı muhterem Şükrü Kuvvetli Bey’e, din ve dünya yönünden kendisine ve müslümanlara faydalı olan bâzı nasihatlar, halkın ahlâkça salah ve bozulmaları, devlet başkanının salâh ve bozulmasına terettüb ettiğinden; başkasının onlara nazaran kalbin bedene karşı ilgisi gibi olduğu, durumu, Allah’a karşı korku ile ümid arasında olmasının lâyıklığı ve her iki cihetin beyanı, aziz ve yüce Allah’a şükr etmesi üzerine vâcib olduğu ve o şükrün beyanı, şükür nimetin artmasına sebeb olacağı, Allah’ın ihsanına göre şükrün vacib olduğu, başkanı, adâlete ,dine, ilme, dini okullara, âlim ve mürşidlere hürmet etmeğe dair teşviki, Suriye’nin El-Cezire’sinde halkın hırsızlık, öldürme, içki içmek gibi kötü alışkanlıklarının beyanı ve bu menhiyatı yasak etmesi ve Kamışlı için bir müftü tayin etmesi ile diğer bâzı hususlar hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Bütün hamdler, kapısında bütün azizler, zilletle korkak bulunan ve saltanatına, bütün reisler boyun eğip mütevazi bütün vezirler kendisine itât edip, emirlerirü dinleyen, sultan ve milleti kendisine rüku ve secde eden, hepsini ölümle yok edip sonra kıyamet günü onları toplayan, Allah’a mahsustur. Salat ü selam, halkı doğru ve dürüst dine davet eden Resulüne, (Sallallahü aleyhi ve sellem) dostuna, halkı doğru yola hidayet eden alinin ve ashabının üzerine olsun!
Bundan sonra, bu mektüb, Rabbinin kölesi, Nakşibendi taritkatına mensub Ahmed’den, azametli, hammiyet ve namuslu, övülen, ahlâk sahibi, ulu kişi Suriye reisi cumhurunadır. Allah, onu ve bizleri doğru yol uzerinde bulundursun; kendisini ve ev halkını ahiret ile kötü dünya afetlerinden korusun! Sena ve en çok selamları layık olan hürmetleri arz ettikten, ahvalinizi sual edip gece, gündüzlerin devamıyla selametinize ve ba.şarınıza dua hediye ettikten, sonra cenabınıza şunu arz ederiz ki, şahsi maksadlar için değil, sırf mıntıkamıza teşrifinizin sevinci dolayısıyla köyümüz olan Hızna’dan Kamışlıya geldik. Zira evimizden çıkmak âde¬timiz değildir. Hele şehire ve hükümet kapılarına aslL.. Nitekim bu durumumuzu bütün El-Cezire ve mahalli hükümet de bilir. Kamışlıya gelirken, tenha bir yerde sizinle, makamınıza münasip, halkın din ve dünyalarma faydalı bir kaç kelime konuşmaâk istedik. Ancak maalesef boş vaktiniz olmadığı ve halkın izdihamından, görüşmemize müsaade etmediğin için mümkün olmadı. Işte, size ‘karşı olan sevgi ve halka olan şef¬kat ve merhamet maksadıyla söylemek istediklerim sözleri sizlere yazıyla gönderdim. Kelimesi kelirnesine okuyup münderecatı ile amel ederek kabul mahalline vâki olunması rica olunur. Çünkü kabulde ehilsiniz.
Ey kardeş! Bil ki reis, milletin yanında bedendeki kalb gibidir. Kalb, sağlam ise, beden dahi sağlam olur. Bozuksa, beden de bozuk olduğu gibi, başkanın salah milletin salahına, bozuk ve çürüklüğü, bozuk ve çürük olmalarına sebebdir. Peygamber (Aleyhisselam)

«Dikkat ediniz ki, bedende bir et parçası vardır. 0 salâhda olursa, hidayetle müuevver olursa, bütüu vticüd salah olur. Eğer o bozuk olursa, bütün vucüd da bozulur. Dikkat et! o et parçası kalbdir.» ( *)
diye buyurdu.
Öyle ise, vazifeniz için, bir cihetten. sevinmen, diğer bir cihetten korkman lâyıktır. Sevinç ciheti, Allah seni bu millete hükümdar eylediği nimetin sevincidir. Hatta size bu ni’meti veren Allah’m muhabhetine, bu ni’metten daha fazla sevinmeniz lâzmıdır. Çünkü, ancak aziz ve yüce Allah muhabbete lâyıktır. Bu ni’metin devam etmesi ve nâil olmaması için yüce Allah’a şükretmeniz vâcibdir. Allahü teâla:
«And olsun, eğer şükrederseniz, elbette size ni’metimi arttırırım. ( *)buyurmuştur.
Ni’mete karşı şükretıneyen kimse ,o nimetin zevâline kasd etmiş olur. Şükreden kimse, onu kösteği ile bağlar. Zira şükr, mevcud ni’metimi kaydı (kösteği), mevcud olmayan şey’in avlamasıdır. Allah’ım! Ni’metinin zevalinden sana sığmyoruın. Şüıkretmek, Allah tarafından emin olunan bütün şeylerin yapılmasından, nehiy olunan bütün şeylerden sakınılmasından, yaratılan bütün organların yaratildikları taat ve ibadetâ te kullanılmasından, bu ni’met, yüce Allah’tan olduğu biliımıesinden ibarettir. Bir kimse, böyle yapmakla beraber yine hakkıyla şükr etmemiş olur.
Şükrün vücübu, verilen ni’metin miktarına göre olduğu da bilnmektedir. insana, ne kadar nimet çok gelse, şükrün vücübu, ondan daha ziyadeleşir ve daha çoğalır. Binaenaleyh, muhtelif maddi sınıflara göre fakirlere nisbeten zenginlerin üzerine, şükrün vücübu kat kattır.
Vazifenizin korkulu ciheti ise, bu milletin diuı ve dünya işlerinden sorumlu olduğundan sırtınıza gelen bu ağır vazifenin yüküdür. Bu ağı görev yükünü hakkıyla yapıp yapmıyacağuu düşünmemelisin ve bunu iki kanad ile yapabilirsin ki: Halk arasında adâleti icra etmek, ikincisi, Allah sübhânehü teâlanın emirlerine imtisal edip nehy eyledigi şeylerden kaçınmak suretiyle parlak islam şeriatına ınütabeat etmektir. Işte bu sorumluluk korkusundan Ömer bin Abdülaziz, hilâfeti zamanında, ne gece, ne gündüz yatmayıp, imameti zamanında cünüblükten yıkanmamıştı (Cinsi münasebette bulunmamıştır.)
İskender El-Zülkarneyn’e senin ne bir hazinen, ne de askeri kuvvetin olmadığı halde, dünyanın doğu ve batısına nasıl malik oldun Diye sorulduğunda, adalet ve güzel şöhretle nail oldum, dedi.
Adaletsiz bir sultan ibadet eden bazı sofulardan sorar: Taatları en efdali nedir Senin için günün ortasında yatmaktır ki, halk senin uykundan istifade ederek zulmünden rahat olsunlar.
Haccac bin Yüsüf zamanında, duası müstecab (kabul olunan) dervişin biri, Bağdad’a gelir, Haccac onu meclisine çağırıp ona, benim için hayır dua yapmanızı rica ederim, deyince derviş, Allah’ım! 0nun canını al, diye dua eder. Haccac bu ne biçim bir duadır der. Bu sana ve bütün müslümanlara iyi bir duadır, diye cevab verir. Hadis-i sahihte:
«Sizinle hesap görülmeden önce, nefsiuizle hesap görün!» diye rivâyet edilmiştir. «Kul dâuna kul, Rab da daima Rab’dır.» denilmiştir.
Ey reis kardeş! Dünya ve vatan korunmasma öneminiz olacağı kadardan daha ziyade din ve âhiret işine de önem vermeniz vâcibdir. Okul ve eğitime önem, vereceğuüz gibi, dini ilim ve medreselere daha çok önem vermeniz lâzımdır. Dünya büyüklerine hürmetiniz olduğu gibi, din alimlerine ve mürşidiere karşı hürmetiniz daha ziyade olması lâyıktır.
El-Cezire ahalisinin durmu ise, vaki olduğu şiddetli zulüm, hırsızlık, halkın mallarını çalan hırsızlar çoğalıp halkın mallarını çalmaları, bütün gece halk can ve mallarını korumak için, nöbet bekledikleri halde, haksız olarak halkı öldürdüklerinden dolayı din ve dünyalan yönünden hiç bir huzur yoktur. Bu hırsızlık ve öldürme hadiseleri El-Cezire mıntıkanızda, sayılamayacak kadar olup kahve ve çarşılarda pervasizce aşikar olarak içki içilmesi, halkın zararına, mallarının zararına, malları¬nın telef olmalarına hatta fakir düşmelerine sebeb olan, kumar oyunu vardır.
Kamışlı mescidinin maaşlı imâmı olmadiğm’dan, bir çok namaz vakitlerinde imâm yoktur. Şimdilik muva’kkat bir imâmı olup maaşsız olarak halk tarafından idâre edilmektedir. Fetva verecek şeriat ahkâkını icra etmek için bir müftüye çok ihtiyaç olduğu halde, müftü yoktur.
Müslim, Ebü Hüreyre’den. (Radıyallahü anh) şöyle bir hadis rivâyet eder:

«Muhakkak ki ,islâmiyet garib olarak başladı (yahud zuhür etti) ve başladığı yine gariblikle dönecektir. İşte, bahtiyarlık o garibler içindir.
(Ne mutlu o gariblere).» ( ) El-Cezire’den hattâ bütün Suriye ülkesinden bu kötü şeylerin inen edilmesi azametinizden rica olınıur. Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) hadisinde: «Hepiniz çoban (muhafızsınız) ve hepiniz de, idarenizde bulunanların hukukundan mes’ulsünüz.» diye rivâyet edilmiştir.
El-Cezire mıntıkasında olup âlim, belde ahâlisinin katında şerefli ve kabiliyetli bir müftünün tayin edilmesi ve cami imâmına maaş veril¬mesi rica olunur. Allah, sizlere en iyi sevablar versin! İmâmlığı, müftülük ve tedris görevlerini şahsımıza veya evlamıza taleb ettiğimiz zan edilmesin! Çünkü vazifelere girmek âdetimiz değildir. Allah’a hamdolsun! Bize yetecek kadar azığımız vardır. Hatta bizde dini bir medrese olup, otuz ile kırk arasında talebeler okur, meccânen Allah için yiyecek, içeceklerini kendimizden te’min ediyoruz. Bu davam, ancak din, halk ve müslüman âlimlerin menfâatları içindir. Kezâ, fakirlere, öksüz çocuklara, miskinlere ai’t bir tekkemiz, ilim talebelerine ve müridlere de bir zâ¬viye mevcüddur. Hepsinin yemekleri de bu fakire aittir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde:

«Ama rabbinin sana verdiği ni’metini (insanlara) söyle, anlat!> ( *) buyurdu.
Baş vekil Lütfullah kardeşe, senâ ve selâmlar hediye eder, dünya ve ahirette başarısı için, dua ederiz. Allah, onu ve halkını âfetlerden koü yıl başında devletlilerinize bir iş için bir mektüb gönderdik. Fakat huzürunuzdan bir cevab alamadık. Geçen sene maksadımza ulaşıp istiklâlinizi kutlamak amacıyle size bir tel çektiğimle kıvanç duydum.
Sonra şu arz edilir ki, Bu gibi kelimelerin o cenâba yazılması gerçi fakirin haddi değilse de lâkin, Peygamberin (Sallâllahü aleyhi ve sellem), «din nasihattır» buyurduğu hadis-i şerifini düstür ederek, bu fakire ondan bir çok merhale ile ondan uzak olan kelimeleri söylemeye cesaret verdi. Kusurlu ise de (Arapça şiir) «Şerefli insanlarca afv etmek makbüldür. Bütün ayıblar afvın eteğiyle örtülür.» Bu mektübun münderecatı olan kelimelerin hakkı, altın suyu ile yazılıp akıllarda muhafaza edilerek, sabah, akşam vird edilip okunulmalı idi. Satırları uzadı. Fakat sizin gibilerin ma’lumu olduğu üzere, dost ve ahbâblara uzun uzun konuşma ve yazışmak, terbiye ve fesâhatı zedelemez.

Allah, Peygamberlere, onların, en üstünü ve Resüllerin sonuncusu olan Muhammed Bin Abdullah’a, (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün ve sahâbelerine salat ü selam eylesin!


Otuzbeşinci Mektub
Mektublarda bahsi geçen, Hazret’in (Kuddise sirruh) halifesi Şeyh Mahmud El-Kara köylü dostlar birbirleriyle yaptıkları buluşmanın faydasma, yapacağı nafile haccın âdabına riâyet etmesine dair tavsiyesi ve kendisinden dua taleb etmesi ve daha başka mes’eleler hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Bütün hamdler Allah’a olsun! Ki, yaptığı işlerinden sorumlu olamaz. Salat ü selâm, âleme rahmet için Peygamber olarak gönderilen efendimiz Muhamıned’in, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) din temellerinin takviyecisi olan âl ve ashâbının üzerine olsun!
Bundan sonra, bu mektub, nefsinin helâkine çalışan köleden sadakat ve vefa sahibi Allah’a yönelip başkasını terk eden, temiz nefesli El-Şeyh Mahmud’adır. Dünya ve ahirette fitnelerden selâmette bulunsun!
Bu mektubu göndermeden iki gün evvel, ailenizle birlikte Hareıneyn Şerifeyn’i (Mekke ve Medine’yi) ziyaret edeceğinizi Molla Cüneyâl’den işittik. Allah, sizi muvaffak edip haccınızı kabul ederek neş’elendirsin.
Gidip gelinceye kadar sizi âfetlerden korusun! Kamışlıya geldiğinde bize haber vermediniz iki, ziyâretinize geleoektir. Çünkü, Kamışh yakındır. Bu fakire de gelmediniz. Halbuki bu her zamanki âdetin değildir. Bu durum, benim kötü şansım ve kusurumdan başka bir şey zann etmiyorum. Birbirimizi ziyaret edip helallaşmak, birbirimize dua etmek, ehil olmasam da birbirimize bir şeyler tavsiyede bulunmak üzere mülâkatmızın bir çok faydaları olduğu aşikardır. Ellerinizden öper, duanızı rica ederim. Ev halkmızın da dualarını diler, çocukların gözlerinden öperim. Molla Reşid’e selam eder, ondan ve bütün arkadaşlarınızdan dualarını rica ederim. Muhammed Ma’sum, Alâüddin, Izzeddin ile bu tarâftakiler ellerinden öper, duanızı rica ederler.
Yapacağınz bu haccın âdâbına çok riayet etmenizi tavsiye ederim. Ma’lümunuz olduğu üzere, nafile hacc âdâbının az bir şey’in değişmesiyle hükmü değişir. Hatta, İmâm-ı Rabbâni (Kuıddise sirruh): «Böyle bir hacc ibâdetinin âdâbına riayet edilmeden yapılması, fazla bir şeyle meşgul olmaktır.» buyurmuştur. Ricadan sonra ricam bu miskini dua kabul mahalli olan oradaki onbeş mübarek makâm ziyareti esnasında duadan unutmamanızı selamımı mahlükatın efdâline (onun aline salât ü selâm olsun.) iletiniz!


Otuzaltıncı Mektub
Birisi, karısma, «Falanın kızı felânete, ananıdır, bacımdır. Onu üç taş ile boşadım.» meâliude söz söyleyip de kız kardeşimdir dediği sözünden ne talâkı ne de zıhârı, üç taş tâbirinden de talakı kasd etmediyse, talâkı düşüp düşmediği; düştüğü takdirde ric’i midir, bâhane midir Niyetinde yeminiyle musaddak olup olmadığı (doğrulanacak mı) mes’elenin fetvâsı hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Nasihatı din yapan, Allah’a hamdolsun! Salât ü selâmı «Din, Allah
ve ResüIü, islâm ümmeti ,mü’minlerin hepsi için nasihattan ibârettir.» diye, bütün alemin Efendisine, (Sallallahü aleyhi ve selleın) hakiki iman ile muzaffer olmuş âüne, islam dinine sıkıca sarılan tâbilerine olsun! Sonra, şunu derim ki (Biyandur) Muhtar-ı Hısso, gelip karısıyla yaptığı münakaşa ve şiddetli öfke halinde, «Genco kızı Latife anamdır kız kardeşimdir. Üç taşla hoşadun.» dediği sözlerinin fetvâsını istedi, Lâkin, «anamdır, bacımdır» dediği sözünden ne talâkı, ne de zıhârı niyet et¬mediği ve dediği «Üç taş» sözünden de talâk sayısını kasdetediği, talakım vaki olmaması için, üç taştan bahsettim diyerek yemin etti.
İşte, adamın bu durumuna göre, talâkı vaki olup olmadığı, vâki ol¬duğu taikdirde bu talâkı rici mi, yoksa bâine midir Talâka niyet etmediğine dair iddiasında yeıniniyie musaddak mıdır (doğrulanır mı ) diye bu mes’ele hakkında şöyle fetvâ verdik: «Anamdır, bacımdır» dediği sözü dolayısıyla talâkından hiç bir şey düşmez. Çünkü bu sözleri, talakın kinâyesidir, kinâye kısmında talaka niyet edilmeden te’sir etmez. (Boşadım.) dediği sözünden, rücü edebilir. Bir talâkı düşüp kendisi bunun hakkında içtiği yemini ile musaddaktır (doğrulanır). Öyle ise, kadının iddeti bitrneden ben rücü ettim, diyerek zevcesini kâbul etmesi caizdir.
Kadının iddeti bitmişse, nikâhını yeniden tecdid eder, tazeler. Nitekim bu havas âlimlerden başka âlimlerce de ma’lumdur.
Peygamberin, (Aleyhisselâm) sahih olan,«Her kim ki, bir ilmi ketm edip, söylemezse, Allah onu kıyâmet gününde ateşten yapılmış bir gemle gemlendirir.» ( ) Hadis-i Şerifin tehdididen korkarak fetvâsını yazıp kendisine verdik. Allah, doğrusunu da¬ha iyi bilendir.


Otuzyedinci Mektub
Molla Reşid oğlu Molla Mehmed, evlenip çocuk sahibi olduğu
için, kendisine maddi yardım yapılması için ,tabilerine teşvik etmesi hakkındadır.ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM Ham’d ve salavattan dua ve senaların mahsub ve dostlara tebliğinden sonra, bu mektubu getiren, çoktanberi, yüce kapı eşiğinin (Nurşin dergâhının) hizmetçilerinden olup, aile ve vatanmı terk ederek bu fakire gelmiştir. Şimdi ise, evlenip çoluk çocuk sahibi oldu, ev halkı ve aile yönünden olan zaruri ihtiyaç, kendisini başkasına muhtaç etmeye sevk etmektedir. Öyle ise, imkan dahilinde ona iltifat ve mali yardımda bulunulması gerekir. Çünkü muhaçtır ve kendisine bir çok cihetten yapılacak mâli yardıma müstahaktır. Allah, Muhammed’in, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âünin ve ashabınm üzerine salât ü selam eylesin.


Otuzsekizinci Mektub
Tilhasan köyünde bulunan Şeyh Osman oğlu Şeyh Ömer ve akrabasına camileri inşa etmek fazileti, uışaları için, onları teşvik etmesi ve emin bir kimse, kendisine zekâtı kabz (kabul) ettikten sonra, camiye harcamuası câiz olduğu hakkındadır.ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM
Hamd, Alemin Rabbi olan Allah’a olsun! Salat ü selâm, Allah’ın Resülünün, âl ve ashâbının üzerine olsun! Bundan sonra, âlimlere ve bu mektüba bakan kimselere malüm olsun ki; mescitlerin faziletleri sayıl¬maz. Camileri yapmak sevabı, sayılmayacak kadar vardır. Nitekim Müslim, Peygamber (Sallâllahü aleyhi ve sellem) efendimizden rivâyet eder:

«Her kim Allahü teâlânın rızâsını kasdederek bir mescid bina etse, Allahü teâlâ da ona cemıette bir ev (köşk) bina eder.» Bir cemaat müşte’rek olarak bir cami bina ederlerse, Allahü teâlâ onlara bir cemaatin bir köleyi azad ettikleri gibi değil, her birisine ayrı ayrı birer bina yaptırır. Yine Müslim, şöyle bir hadis-i şerif rivayet eder:
«Ademoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. (Defteri dürülür.)
Ancak üç şey devam eder:
a)Sadaka-i câriye (cami yapımı gibi).
b)Menfaati olan ilim.
c)Sâlih bir evlât.» Yine, «Gerçekten mescitler, gök halkına ışık verirler.» diye rivâyet edilmiştir.
İnsan, camileri kendi halis malından imar etmesi layıktır. Zekatından masraf edip yaptırması câiz değildir. Fâkat zekâtı almaya müstahak olup kendine güvenen bir fakir, zekatı kendine kabul ederek caminin ve¬kili gibi olup aldığı zekatı mesci’din binasına, hasır ve İbriğine masraf yapar ve bu büyük sevâb hem ze’kâtı verene hem bu vekile hasıl olur. Çünkü Allah’ın hazinesi bitmez tükenmez.
Bir camiyi bina eden ,ona bir ışık veya bir hasır koyan kimse, 0 eşyalar içinde bulunduğu müddetçe, melekler, Allah’tan ona mağfiret dilerler. Allah, salih am’el eden, namaz kılıp, zikir edip, Kur’an okuyan kimselerin sevabı kadar camiyi yapan kimseye (amel defterine) yazar.
Yine Peygamberden (Sallallahü alâyhi ve sellem) rivayet edildi ki:
«Allah, kıyâmet gününde dünyadaki mescidleni arab ve acem döllerinden doğan develere benzer bir şekilde haşreder. Müezzinler, yularından çekerek götürürler. İmamlar da onları sürenler. Böylece göz kamaştırıcı şimşek gibi kıyâmet arsalarmdan geçerler. Kıyâmet gününün ahalisi: Bunlar mukarrebün (Allah’a yakın olan) meleklerden mi yoksa nebilen ve resüllerden midirler diye sorarlar. Hayır, belki bunlar Muham¬ med’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinden olup camilerde cemâatla namazlarını kılmayı kaçırmazlardı.» diye çağrılır.

Yine camiler hakkında, «Camnün süpürülmesi kıyâmet günü elâ gözlü hürilerin milin (sadakı)dır.» diye rivâyet edildi.

Allahü teâla da Kur’ân-ı Kerimde

«İyiliğe ve kötülükten sakınmaya yardımlaşınız, günaha taşkınlığa değil.» ( ) Ben fakir de, bu hususta derim ki, mescidin binasına sebeb olan kimsenin seva’bı, Kabe’ye gidip hacc ve umre yapmış gibidir. Kendisine amel defterine mescitteki her bir taş ve kerpiç mukabilinde yüz sevab yazılır, dolayısıyle yüz derece yükselir. Yüz günahı afv edilip, kıyâmet günü Cenab-ı Hakk nezdinde şefaat edilir.

Seyyid Ömer, ;Seyyid Yusnf, Seyyid Abdi ile ,bütün (Telhasan) ahalisine selâm ederiz. Kıyamete kadar, sizin için sadaka-i cariye (cami yapımı) olan bu işin yapılmasını nasib etmez. Dünyadaki bütün hayır işlerden daha üstündür.
Allah, efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) âl ve ashabının üzerine salât ve selâm eylesin!

Otuzdokuzuncu Mektub
Medineli Şeyh Muhammed Sadaka’ya. Kendisinden dua taleb etmesi ve ona karşı olan sevgisini belirtmesi hakkındadır.ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM.Hamd, alemlerin Rabbine olsun! Efendimiz Muhammed’in (Sallâllahü aleyhi ve sellem) diğer enbiyâ ve Resullerin bütün âl ve sahâbelerinin üzerine salat ü selâm ederim!

Bu fakir köle, efendisinin, sağ elini öpmesiyle teberrük edip, kendisin’den dua taleb eder, fakire en mühim olan şeylerden zatının afiyetini sorar, dost ve arkadaşların, hepsinin bilhassa Molla Ismail, Molla A.Halim ile bütün talebesinden, dua rica eder. Gözbebeği Abdülaziz’in gözlerinden öperek kendisine dua eder. Hepsine selâm ve sevgilerini sunar.
Mektubunuz bize ulaştı. Onu başımız gözümüz üzerine koydulâr. Gerçekten ondan şefkat ve muhâbbet kokusunu duyduk. Efendim! Mektub gönderrnekle gayet sevinirim. Zira, temiz nefes ve husn-i teveccühleriniz dolayısiyle Allah’ın halis kulu olarak nefsani arâzuların köleliğinden kurtulacağını umarım.
Hacı Emin, Molla Necmettin, Muhammed Mahsum, Muhamned Said, Alaüddin, İzzeddin el ve ayaklarınızdan öperler. Anneleri ve halkımız, bütün âlimler, talebeler ve tâibiler de keza.... cidden okumasına ehil olmasam da, özel olarak bana, genel olarak bütün halka, okunmasını emir buyurduğumuz duayı gece, gündüz okumâktayım. Bu fakiri kardeşi Molla Mustafa’yı duanızdan unutmamanız tekrarla rica olunur.
Allah’ın salat ü selamı, efendimiz Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) al ve sahabesinin üzerine olsun!


Kırkıncı Mektub
Bazı inatçı, itirazcı kimselerin, bir şeyhin müridi, başka bir mürşidin tarikatına dahil olmasının caiz olmadığı iddialarına cevabı ve mürid evvelki mürşidini inkar etmemek şartıyle başka bir mürsidin tarikatına dahil olmasının câiz olduğuna dair, akli nakli ve kıyasi deliller hakkındadır. ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM Hiç bir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam Allah’ın yaratıklarının en iyisi olan Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) Al ve sahabesinin üzerine olsun! Bil ki, bir şeyhin müridi diğer bir şeyhin tarikatına dahil olması akıl, nâkil ve kıyas yolu ile câizdir. Nakli delil: Reşahat, Mektübat, Nefahat El-Beheet, El-Seniyye ve daha başka Nakşibendiye tarikatına mensub kitablarda, bu konu açıkça belirtilmiştir. Reşahat’ta şöyle yazılmış. Ki, Hace Ubeydullah El-Ahrar (Kuddise sirruh) buyurdular ki, «Mürid kendi mürşidinden daha kamil bir mürşidi bulunca, kamil olan ilk şeyhinin hayatında, kendisinden ayrılıp daha kamil olan başka bir şeyhe hizmetle bağlanması caizdir.»
İmamı-ı Rabbani (Kaddesallahü sirreh), «Talib olan kimse (mürid), kendi irşadını (manevi ilerlemesini) mürşidinin katında bulmayıp da, diğer bir mürşidin nezdinde olacağını anladığı takdirde, evvelki şeyhini inkar etmeden ikinci şeyhe, hizmet edip tarikatına girmesi caizdir.» demiştir. Kendisi bu fetvayı, Nakşi’bendi tarikatının piri Hace Behaüddin El-Nakşibendi’den (Kuddise sirruh) rivâyet etmekle te’yid etmiş ve tarikat piri dahi bu fetvâyı, Buharâ âlimlerinden almıştır. Burada Reşahât kitabının ibaresi sona erdi.
Bunu inkar edenler, tarikat şeyhleri ,mürid için, ilk şeyhin hayatında bile kendisine müteaddit mürsidler edinmesinin câiz kıldıklarını bilmemişlerdir. Hatta tâlib (mürid), mânevi ilerlemesini, hidayetini ilk mürşidinden başka bir rnürşidin nezdinde olduğunu bilse, ona gidip, kendisinden ahd alarak, kendine ikinci rnürsid edinmesi câizdir. Burada, Behcet El-Seniyye adlı kitabın tarikat âdâbı bahsindeki ibâresi sona erdi.
Habibüllah Mirza Cancanan (Kud’disâ sirruh), dedi ki, «Sünnet-i Mustafaviyeyi terk eden kimse, ,dinde kendisine tabi olunmaya yaramaz.» Kendisinden (Radıyallahü anh), maneviyat tarikâtta noksan olan bazı şeyhlerin ülkeler mürşidlere taksim olunmuş olup, onlardan herhangi birisi kendisine düşen ülke hakkından başka halkı, irşad etmesi caiz değildir.
diye iddiaları ve bu nedenle davar ve sığırlardan daha ziyade yolunu kaybetmiş olan avam tabakasının şaşırttıkları olaylar sorulunca, cevabında: Bu dedikleri sırf yalan olup, kat’i olarak asılsızdır, dedi ve batıl olduğuna dair şeyhül-islam Ahmed El-Narnıki El-Câmi’nin (Kuddise sirruh) zamanında Çeşitiyye tarikatına mensub müteşeyyihlerle, geçen hikâyesiyle delil getirmiştir. Burada nefehkın ibâresi sona erdi.
Tahur (Kuddise sirruh), demiş ki zamanın hâkimleriyle (Başkanlarıyla) ilgim olmasaydı, dünyada hiç bir şeyh için tek bir mürid bile bı¬rakmıyacaktım. Hepsini irşad ederek kendime mürid edinecektim. Bu rivâyet, Münah El-Halidiyye fi El-Tarikat El-Nakşiben’diyye kitabından nakl edilmiştir.
Kardeşim! ilk ve son âlimlerin güvenilir kitablarına bakın ki, bir mürid, şeyhinden başka bir şeyhin nezdine gidip, tarikatına dahil olmasının câiz olduğunu kesinlikle kabul etmişlerdir. Düşünceniz, inat ve tahmini olmayıp insaf ve ibret gözüyle bakmakla olsun.
Bir mürid, mürşidinden ayrılıp da diğer bir şeyhin tarikatına girmesinin câiz olduğu hakkındaki kıyasi delil ise: Dinimizin mecları olan dört mezhebe kıyas edilir. Ki, bir Şafi mezhehinin saliki büsbütün mezhebini terk ederek Hanefi mezhebini taklit edip, girmesi câizdir, buna itiraz edilmez.
Akli delil ise, hiç şübhe yok ki Allahü teala mahlüklatından bir insana illa, özel bir kuluna tabi olmasını teklif etmedi ki, kul ona tabi olmadığı takdirde, o insan kâfir veya fâsık olacağına dair hükm eylediği vaki değildir. Belki bu hüküm ancak Peygamberlere ve resüllere (Aleyhimüsselam) tâbi olmayanlar hâkkındadır.
İmam-ı Şa’râni El-Envâru’l-Kudsiyye eserinde demiş ki; olgun bir mürşidin hali şudur ki: «Civarında bir mürşid belirip de müridleri kendisine tabi olup onunla yaptıkları ahdi bozduklarına sevinmektir. Çünk zâhir olan öbür mürşid, onu irşâdının eziyetinden kurtarıp, yalnız baş başa rabbine ibadet etmek için kendisine boş vakit sağlamıştır. Eğer buna üzülürse, kendisi riyaseti, halkın nezdinde şöhreti sever demektir. Bu mes’ele için, Mevlana Halid’in (Kuddise sirruh) mektubatına bak. Ki müellif (Rahmetulllahi aleyh) kendine yedi mürşid edinmiştir: Üçü terbiye ve sülük için, diğerleri teberrük için olduğunu anlayacâksın. Mürşidin teaddüdü, çokluğu haram veya caiz olmaması hakikati olsaydı, bu faziletli zat bir çok zatlardan izin almazdı.
Bu hususta, Gavs-i azam (Kuddise sirruh) hakkında işittiğin yak sana kafi bir izahtır. Şeyh Nureddin (Kuddise sirruh) gibi. Büyük alimlerin çoğu kendilerine müteaddid mürşidler edinmiş, kimse onların bu olayını inkar etmemiştir. Kamil bir mürşidin durumu böyle iken, bu kezab ile asrındaki noksan bazı müteşeyyihlerin durumları nice olur
El-Fetava kitabında gördüğün ibare ise, ya zahirine göre değil veya bilmeyip anlamadığımız bir manası vardır. Bunu en iyi bilen Allah tır. Cünki bir mesele hakkında, (Ahmed) bin El-Hacer ile diğer bir çok âlimlerin arasında ihtilaf olunca, kavli ile amel edilmeyin diğer alimlerin kavli ile amel edilir. Fakat ihtilaftan, İbn El-Hacer’in Tuhfet El-Muhtaç kitabındaki yazdığı bir mesele hakkında ise, onun kavli ile amel edilip, başkalarının dedikleri kavilleriyle amel edilmez. Bilhassa, İmam Rabbani, Şa’rani ile Reşahat, - Nefehât kitablarınm sahibleri gibi büyük zatların tasavvuf hakkında yazdıkları fetvalar, İbni Hacer’in fıkıhtaki kavli gibi muteberdir.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)