Thread Rating:
  • 44 Vote(s) - 3.11 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mikroorganizma - Mikroskobik canlılar nelerdir?
#1
Oku-1 
   

Mikroskobik canlılar nelerdir? Yararlı mikroskobik canlılar - Zararlı mikroskobik canlılar

Mikroorganizma

"Mikrop" buraya yönlendirilmektedir. Diğer kullanımlar için Mikrop (  anlam ayrımı) sayfasına bakınız.
10,000 kez büyütülmüş bir Escherichia coli bakteri kümesi.

Bir mikroorganizma (  Yunanca mikrós; "küçük" ve ὀργανισμός, organismós; canlı "organizma"'dan gelmektedir.) veya mikrop (  genellikle çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük anlamında) mikroskobik bir organizmadır. Mikroorganizmaları inceleyen, Anton van Leeuwenhoek'un kendi tasarımı olan bir mikroskop kullanarak 1675'de mikroorganizmaları keşfetmesi ile başlayan bilim dalına mikrobiyoloji denir.

Mikroorganizmalar çok çeşitlidir. Bu tanımlama bakterileri, mantarları, arkeaları, protistleri, mikroskobik bitkileri (  Yeşil algler denen); ve plankton, planarya ve Amoeba gibi mikro hayvanları da içine almaktadır. Bazıları virüsleri mikroorganizmaların içine dahil etse de, bunlar canlı olmayan olarak da kabul edilmektedir.[1][2] Mikrorganizmaların büyük kısmı tek hücreli olsa da, bu hepsine genellenemez çünkü bazı çok hücreli organizmalar mikroskobik olurken bazı tek hücreli protistler ve bakteriler, Thiomargarita namibiensis gibi makroskobiktir (  çıplak gözle görülebilmektedir). Mikroorganizmalar, biyosfer'in akar su olan her yerinde, aynı zamanda okyanus tabanındaki sıcak su kaynaklarında, atmosferin üst tabakalarında ve yerkabuğunun iç kısımlarındaki kayaların derinliklerinde yaşamaktadır. Mikroorganizmalar, saprotrof olarak iş gördükleri için ekosistemlerin besin çemberinde çok önemlidirler. Bazı mikroorganizmalar azot tutabildikleri için, azot döngüsünün en değerli parçalarıdır ve son çalışmalar havadaki mikroorganizmaların yağış ve havanın oluşumunda etkili olabileceğini göstermektedir.[3]

Mikroplardan aynı zamanda biyoteknoloji ile hem geleneksel besin ve yiyecek hazırlama yöntemlerinde hem de genetik mühendisliğine dayalı modern teknolojilerde yararlanılmaktadır. Ancak patojenik mikroorganizmalar zararlıdır çünkü onlar milyonlarca insan, hayvan ve bitkinin ölümüne neden olacak şekilde diğer organizmalara girer onların içinde çoğalırlar.

Tarihçe

Tek hücreli mikroorganizmalar, yeryüzünde yaklaşık olarak 3-4 milyar yıl önce oluşmuş ilk canlı biçimleridir.[5][6][7] Daha sonraki evrim süreci yavaştı[8] ve yaklaşık olarak 3 milyar yıl boyunca Kambriyen öncesi devirde tüm canlılar mikroskobikti.[9] Yani, dünya tarihinin büyük bir kısmında tek canlı biçimi mikroorganizmalardı.[10] Trias döneminden beri mikroorganizmaların morfolojilerinin çok az değiştiğini gösterecek şekilde 220 milyon yıllık bir kehribarın içinde bakteri, algler ve mantarlar bulunmuştur.[11]

Birçok mikroorganizma, hızlıca yenilenebilir ve bakteriler gibi mikroplar da çok farklı türler arasında konjugasyon,Transformasyon ve Transdüksiyon ile serbestçe gen transferi yapabilir.[12]

Yüksek bir mutasyon oranı ve gen çeşitlemesinin birçok başka yoluyla bitiştirilmiş olan bu yatay gen transferi, mikroorganizmaların hızla, yeni ortamlarda yaşayabilmelerine ve ortam baskılarına karşı direnmelerine (  doğal seçilim yoluyla) evrim ile olanak sağlamaktadır. Bu hızlı evrim tıp açısından önemlidir, çünkü bu özellik mikroorganizmalarda antibiyotik direnci ve modern antibiyotiklere karşı direnç geliştiren patojenik bakteriler geliştirmektedir.[13]
Mikrobiyoloji Öncesi

17. yüzyılda keşfedilmeden çok yüzyıllar öncesinde mikroorganizmaların varolabilme olasılığı insanlar tarafından tartışılmıştı. Mikroorganizmalar hakkında ilk fikirler Romalı akademisyen Marcus Terentius Varro'nun MÖ 1. yüzyılda yayınlanan ve içinde, çiftliklerin bataklık yanında kurulmaması ikazı barındıran Tarım Üzerine adlı kitabında yer almaktadır  : 
“ …ve çünkü gözle görülemeyen, havada yüzen ve ağız ve burun yoluyla vücuda giren ve ciddi hastalıklara yol açan çok hızlı hareket eden tehlikeli yaratıklar vardır.[14] ”

Bu ifade, eski zamanlarda insanların, hastalıkların gözle görülemeyen canlılar tarafından bulaştırılabilme olasılığının farkında olduklarını göstermektedir.

İbn-i Sina, El-Kanun fi't-Tıb (  1020) isimli eserinde vücut salgılarının enfekte olmadan önce vücut dışından kirli organizmalar tarafından kirletildiğini ifade etmiştir.[15] Aynı zamanda tüberküloz ve diğer hastalıkların bulaşıcı olabileceğini savundu, bunların enfeksiyöz hastalık olduğunu söyledi ve yayılmalarını engellemek için karantina uygulattı.[16]

Büyük Veba Salgını14. yüzyıl'da Endülüs'e ulaşınca Ibn Khatima, bulaşıcı hastalıkların insan vücuduna giren küçük canlılar tarafından yayıldığını yazdı.[15] Daha sonra 1546'da, Girolamo Fracastoro salgın hastalıkların, enfeksiyonu doğrudan veya dolaylı temas veya bazen çok uzun mesafelerde temas olmaksızın ileten taşınabilir tohum benzeri yapılar ile meydana getirildiğini ileri sürdü.

Mikroorganizmaların varlığına dair tüm bu erken döneme ait iddialar doğal olarak tartışmaya açıktı ve veriye veya bilimsel araştırmaya dayanmıyordu. Mikroorganizmaların varlığı kanıtlanamamış, gözlemlenememiş ve 17.yüzyılın sonuna kadar doğru ve açık bir biçimde tanımlanamamıştı. Bunun nedeni şuydu tüm bu erken dönem iddialarını kanıtlamak için gerekeli olan mikrobiyoloji ve bakteriyoloji için en önemli aracından yoksundular  :  Mikroskop.
Mikroorganizmaların keşfinin tarihi
Antonie van Leeuwenhoek, ilk mikrobiyolog ve mikroskop kullanarak mikroorganizmaları gözlemleyen ilk kişi.

Anton van Leeuwenhoek kendi tasarımı olan bir mikroskop kullanarak -ki bu onu aynı zamanda ilk mikrobiyolog yapmıştır- gözlemleyen ilk kişidir. Bunu yaparak Leeuwenhoek biyolojiye en önemli katkılardan birini yapmış ve mikrobiyoloji ve bakteriyoloji sahalarını açmıştır. (  Bu arada, Robert Hooke canlı organizmaları gözlemlemek için mikroskobu ilk kullanan kişidir; 1665 tarihli Micrographia isimli kitabı bitki hücreleri tanımlamalarını içermektedir.)

Leeuwenhoek'un 1675'de mikroorganizmaları keşfinden önce, üzümlerin nasıl şarap olduğu, sütün nasıl peynir olduğu ve besinlerin neden çürüdüğü bir gizemdi. Leeuwenhoek, bu süreçler ve mikroorganizmalar arasındaki ilişkiyi tespit etmedi ancak mikroskobu kullanarak, çıplak gözle görülemeyecek yaşam biçimleri olduğunu kanıtladı.[17][18] Leeuwenhoek'un keşfi, Lazzaro Spallanzani ve Louis Pasteur'ün gözlemleri ile beraber uzun süredir egemen olan canlı olmayan maddelerin çürümesi sırasında yaşamın kendiliğinden oluştuğu inancını yıktı.

Lazzaro Spallanzani mikroorganizmaların sadece hava ile teması olan etsuyunda çoğaldığını keşfetti. Aynı zamanda etsuyunu kaynatmanın onu mikroplardan temizlediğini de ve mikropları öldürdüğünü de keşfetti. Louis Pasteur, Spallanzani'nin bulgularını kaynatılmış et sularının havayla temasını sağlayarak geliştirdi; bir kısım etsuyunun havayla temasını sağlayan borularda dışarıdan küçük parçaların gelmesini engelleyecek bir filtre vardı ve bir kısım etsuyunun havayla temasını sağlayan borularda ise dışarıdan gelecek parçacıkların temasına engel olacak filtre yoktu. Etsuyunu önceden kaynatarak Pasteur deneyinin başında etsuyu içinde hiç mikroorganizma kalmadığını ortaya koymuştu. Pasteur'ün deneyinde filtre takılı olan etsularında herhangi bir canlı üremedi. Bu şu anlama geliyordu; içinde mikroorganizma üreyen et sularına bu canlılar dışarıdan mesela toz üzerindeki sporlardan geliyordu. Böylece Pasteur kendiliğinden oluş teorisini yıktı ve mikrop teorisini ortaya koydu.

1876'da Robert Koch mikropların hastalık yapabileceğini ortaya koydu. Bunu şarbon hastalığına yakalanmış sığırların kanında çok miktarda Bacillus anthracisi tespit etmesiyle bulguladı. Koch aynı zamanda hastalık bulaşmış hayvandan aldığı küçük bir miktar kanı sağlıklı hayvana vererek şarbonun sağlıklı hayvanın hastalanmasını sağladığını gösterdi. Aynı zamanda bir besiyerinde bakteri üretebileceğini, bunu sağlıklı bir hayvana verebileceğini ve onun hastalanmasını sağlayabileceğini kanıtladı. Deneylerine dayanarak, bir mikrop ve hastalık arasında mantıksal bir bağ kuran, bugün Koch postülatları olarak bildiğimiz ilişki sürecini geliştirdi[19] Bu postülalar her vaka için geçerli olmasa da bilimsel gelişmenin tarihinde önemli bir yer tutmaktadır ve bugün hala kullanılabilmektedir.[20]
Sınıflandırma ve yapı

Mikroorganizmalar gezegenimiz üzerindeki yaşamın taksonomisine ait herhangi bir yerde bulunabilir. Çoğu protistleri, bazı mantarları, aynı zamanda bazı mikro hayvanları ve bitkileri da içine alan belli sayıda ökaryotlar mikroskobik iken, bakteri ve arkeaların çoğunluğu mikroskobiktir. Virüsler, mikrobiyolojinin çalışma alanında olmasına rağmen, genellikle cansız sayılır ve dolayısıyla mikroorganizma olarak kabul edilmez.
Prokaryotlar

Prokaryotlar ya da Prokaryota; bakteriler, mavi-yeşil algler, riketsiyalar, aktinomisetler, ve mikoplazmaların gruplarının dahil olduğu; gerçek çekirdek zarları ve membrana bağlı organelleri olmayan, fosfolipid barındıran hücre duvarı ve tek helezonlu DNA molekülü hücre içinde serbest halde bulunan mikroorganizmaları kapsayan canlılar üstalemdir. Halk arasında mikrop diye adlandırılan mikroorganizmalar, hücresel yapılı olanlar ve hücresel yapıda olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Hücresel yapıda olanlar bakteriler, mantarlar, protistlerdir. Hücresel yapıda olmayanlar ise virüsler, viroidler, prionlardır. Canlılar; bilimsel sınıflandırması içinde çok çeşitli grupları içerdiği için, genel geçer özellikler belirtmek zordur.
Bakteriler

Bakteriler tek hücreli mikroorganizma grubudur. Tipik olarak birkaç mikrometre uzunluğunda olan bakterilerin çeşitli şekilleri vardır; kimi küresel, kimi spiral şekilli, kimi çubuksu olabilir. Yeryüzündeki her ortamda bakteriler mevcuttur. Toprakta, deniz suyunda, okyanusun derinliklerinde, yer kabuğunda, deride, hayvanların bağırsaklarında, asitli sıcak su kaynaklarında, radyoaktif atıklarda[21] büyüyebilen tipleri vardır. Tipik olarak bir gram toprakta bulunan bakteri hücrelerinin sayısı 40 milyon, bir mililitre tatlı suda ise bir milyondur; toplu olarak dünyada beş nonilyon (  5×1030) bakteri bulunmaktadır,[22] bunlar dünyadan biyokütlenin çoğunu oluşturur.[23] Bakteriler gıdaların geri dönüşümü için hayati bir öneme sahiptirler ve gıda döngülerindeki çoğu önemli adım, atmosferden azot fiksasyonu gibi, bakterilere bağlıdır. Ancak bu bakterilerin çoğu henüz tanımlanmamıştır ve bakteri şubelerinin sadece yaklaşık yarısı laboratuvarda kültürlenebilen türlere sahiptir.[24] Bakterilerin araştırıldığı bilim bakteriyolojidir; bu, mikrobiyolojinin bir dalıdır.
Arkea

Arkeler, Arkea (  Yunanca αρχαία, "eskiler" 'den türetme; tekil olarak Arkaeum, Arkaean, veya Arkaeon), veya Arkebakteriler, canlı organizmaların bir ana bölümüdür.

Yabancı literatürde bu gruptaki canlılar Archaea veya Archaebacteria, grubun tek bir üyesi ise tekil olarak Archaeum, Archaean, veya Archaeon olarak adlandırılır

Arkeler, Ökaryotlar ve Bakteriler, üç-saha sisteminin (  İngilizce three domain system) temel gruplarıdır. Bakteriler gibi arkaeler de çekirdeği olmayan tek hücreli canlılardır, yani prokaryotlardır (  prokaryotlar altı-alemli sınıflandırmada Monera olarak adlandırılırlar). İlk tanımlanan arkaeler aşırı ortamlarda bulunmuş olmalarına rağmen sonradan hemen her habitatta raslanmışlardır.

Bu üst krallığa ait tek bir organizma "arkeli" (  Arkea'ye ait anlamında; İngilizce archaean) olarak adlandırılır, bu sözcük sıfat olarak da kullanılır.
Ökaryotlar

Ökaryotlar (  Latince  :  Eukaryota), hücrelerinin yapısından dolayı beraber gruplandırılmış bir canlılar grubudur. Bilimsel sınıflandırmada Ökaryotlar, Bakteriler ve Arkeler, tüm canlıları kapsayan üç ana gruptur.

Ökaryotların tanımlayıcı özelliği genetik malzemelerinin zarla çevrili bir (  veya birkaç) çekirdek içinde yer almasıdır. Bu nedenle kelime, Eski Yunanca eu, gerçek ve karyon, çekirdek sözcüklerinden türetilmiştir. Sıfat hali ökaryotiktir. Bakteri ve arkeler çekirdeksiz olduklarından beraberce prokaryot olarak adlandırılırlar (  Eski Yunanca pro-, evvel ve karyon çekirdek sözcüklerinden). Çekirdeğin yanı sıra, ökaryotların mitokondri veya kloroplast gibi zarla çevrili çeşitli organelleri vardır, bu tür hücre içi karmaşık yapılar da prokaryotlarda bulunmaz.

Ökaryotların ortak bir atası olduğu için bir üst alem (  domain) olarak tanımlanmışlardır. Üst alem sisteminde ökaryotların, prokaryotlara kıyasla, arkelerle daha çok ortak özellikleri vardır ve bu yüzden arkelerle beraber Neomura kladı içinde gruplandırılırlar.
Protistler

Protistler (  Protista, bazen Protoctista), ayrışık (  heterojen) bir canlı grubudur ve hayvan, bitki ya da mantar olarak değerlendirilemeyen ökaryot canlılardan oluşur. Protistler bilimsel sınıflandırma açısından âlem olarak değerlendirilse de tek soylu (  monophyletic) değil, kısmi soylu (  paraphyletic) bir gruptur. Protistler içinde değerlendirilen canlıların da görece basit yapılı (  tek hücreli ya da ileri düzeyde özelleşmiş dokuları olmayan çok hücreli) olmak dışında ortak özellikleri pek yoktur.

Beslenmeleri fotosentez, absorbsiyon ya da fagositoz ile, çoğalmaları ise eşeyli ya da eşeysiz üreme ile gerçekleşen protistlerin hareketsiz olanları olabildiği gibi, kamçı, siller ya da yalancı ayaklarla hareket ederleri de bulunur. Yaklaşık olarak 60.000 yaşayan, 60.000 kadar da soyu tükenmiş fosil türü bilinmektedir.

Protistalar canlılar dünyasının ökaryot hücreli en ilkel organizma grubudur. Çoğunlukla tek hücre halinde yaşamakla birlikte koloni halinde yaşayanları da vardır. Protistalar kamçılılar, silliler, kökayaklılar, sporlular, cıvık mantarlar ve algler olmak üzere gruplara ayrılırlar.
Mikro Hayvanlar
Mantar

Mantarlar (  Fungi), çok hücreli[25] ve tek hücreli[25] olabilen ökaryotik[26] canlıları kapsayan bir canlılar alemi ve şapkalı mantarların tümüne halk arasında verilen genel addır.

Halk arasında küf, pas, rastık, maya, mildiyö, şapkalı mantar, kav mantarı, puf mantarı gibi çeşitli isimlerle anılan bütün mantarlar, mantarlar (  Fungi) alemi içerisinde incelenirler. Latince Fungi mantarlar, Fungus ise mantar anlamındadır.

Dünyanın her yerinde bulunurlar. Fazla nemli yerlerde daha çokturlar. Yeryüzünde 1,5 milyon kadar mantar türü olduğu düşünülmekte ise de günümüzde sadece 69.000[27] kadar türü tanımlanmıştır. Çoğu insan, mantarların bitki olduğunu düşünmektedir, ancak mantarlar bitki değildir. Çünkü, mantarlar kendi besinlerini üretemezler.
Bitkiler

Bitkiler (  Plantae), fotosentez yapan, ökaryotik, ağaçlar, çiçekler, otlar, eğreltiotları, yosunlar ve benzeri organizmaları içinde bulunduran çok büyük bir canlılar alemidir.

Bitkiler, topluluk halinde yaşarlar. Bitkilerin bir bölgede oluşturdukları örtüye bitki örtüsü denir. Flora, bir bölgede yetişen bütün bitki türlerinin hepsine denir. Herhangi bir bölgenin yaşam koşullarında gelişen, benzer ekolojik yapı içeren bitki topluluğuna vejetasyon denir. Bunlar 4 sınıftır  :  Ormanlar (  her zaman yeşil tropikal yağmur, subtropikal, orta kuşak, sert yapraklı, iğne yapraklı, kışın yaprak dökenler, muson ormanları, tropikal kuru, mangrov, galeri, bataklık), Çalılar (  maki, garig, psödomaki), otlar (  savan, step, çöl), tundra. Bitkilerin yetişmesini etkileyen birçok faktör vardır. Bunlar; ekvatora uzaklık, denizden yükseklik(  rakım), arazi eğimi, ışık, sıcaklık, nem, yıllık yağış miktarı, toprak içeriği, canlı faktörler(  insan, hayvan, diğer bitkiler, mikroorganizmalar)'dir Bitkiler, fotosentezle ekolojik dengeyi sağlamada temel rol oynadıklarından, canlılar dünyasında çok önemli yere sahiptirler.

Bitkiler aleminin 350.000'e yakın türü mevcuttur. 2004 itibarıyla 287.655 bitki türü tanımlanmıştır. Bunlardan 258.650'si çiçekli bitkilerden, 15,000'i de yosunlardan olarak tanımlanmıştır. Bitkiler genelde ototrof (  özbeslek) organizmalardır ve enerjilerini güneş ışığından alırlar. Birçok bitki kloroplastları sayesinde fotosentez ile organik bileşiklerini üretir. Bitki hücreleri genellikle kareye benzer şekildedir. (  Bknz. Hücre)
Habitat ve Ekoloji

Habitat, bir organizmanın yaşadığı ve geliştiği yer. Bu yer, fiziksel bir bölge, yeryüzünün özel bir parçası, hava, toprak ya da su olabilir. Habitat, bir okyanus ya da bir çayırlık kadar büyük olabileceği gibi, çürümüş bir ağaç kütüğünün altı ya da bir böceğin bağırsağı kadar küçük de olabilir. Bununla beraber, her zaman tanımlanabilen ve fiziksel olarak sınırlı bir bölgedir. Birden fazla hayvan ya da bitki özel bir habitatta yaşayabilir.

Ekoloji, canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen bilimdir. Ekosistem ise canlı ve cansız çevrenin tamamıdır. Ekosistemi de abiotik faktörler (  toprak, su, hava, iklim gibi cansız faktörler) ve biyotik (  üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar) faktörler olmak üzere iki faktör oluşturur.
Ekstremofil

Ekstremofiller çoğunlukla tek hücreli olup ekstrem koşullarda yaşama gereksinim duyan ve bu koşullarda optimum olarak gelişen organizmalara denir. Ekstremofiller karasal mezofilik organizmaların büyümeleri ve üremeleri için gerekli optimal koşullardan çok farklı olan ekstrem çevrelerde gelişirler.Çoğu ekstremofiller(  ekstrem koşulları seven) mikroorganizmalardır.Archaea domaini ekstremofillerin geniş dağılımlı olduğu bir domain olarak bilinmesine karşın, ekstremofiller hem bakterilerin hem de archaeaların içinde sayısız ve farklı genetik hatlarda yer almaktadır.Archaea ve ekstremofil terimleri ara sıra kendi içerisinde yer değiştirmesine karşın, pek çok mezofilik archaeaların ve pek çok ekstremofilik bakterilerin olduğu bilinmektedir. Yine, tüm ekstremofiller tek hücreli değildir.Çok hücrelilere örnek olarak ekstremofilik metazoalardan Pompeii kurdu ,psikrofilik(  soğukta yaşamı seven) Grylloblattodea(  böcek), artartik kabuklular(  crustacea)ve Tardigrade(  mikroskobik canlı) verilebilir.

Mikrop terimi, bilim dünyasına ilk defa 1878'de Fransız cerrahı Charles Sédillot tarafından getirilmiştir. Sédillot, mikropların kendilerine has apayrı bir dünyası olduğunu savunmuştur. Mikrobiyoloji ilim dalı beş ana kısma ayrılmıştır  :  Viroloji, bakteriyoloji, protozooloji, algoloji ve mikoloji. Bunlara ilaveten moleküler ve hücresel biyoloji, biyokimya, fizyoloji, ekoloji, botanik ve zoolojiyle de yakından ilgilidir.


MİKROSKOBİK CANLILARI TANIYALIM

Yeryüzünde sayısız miktarda canlı bulunur bu canlıların bazıları çok büyükken bazıları okadar küçüktür ki gözümüzle görmemiz imkansızdır. Bu tür canlıları mercek yada mikroskop yardımıyla görebiliriz. Bu nedenle bu canlılara mikroskobik canlılar denir. Mikroskobik canlılar her yerde bulunur.Havada, suda, toprakta, besinlerde ve canlıların vücudunda yaşayabilir. Mikroskobik canlıların bazıları yararlı bazıları ise zararlıdır.
Mikroskobik canlılar nelerdir? Kaç çeşit mikroskobik canlı türü vardır?

Doğada gözle göremediğimiz canlılar vardır.

Gözle görülemeyen ancak mikroskopla görülebilen canlılara mikroskobik canlılar denir.

Yakın çevremizde okyanuslarda, ırmaklarda, toprakta, vücudumuzda hemen hemen her yerde mikroskobik canlılar vardır.

Mikroskobik canlılar uygun sıcaklık ve besin bulunan her ortamda ürerler. Yararlı mikroskobik canlılar olduğu gibi zararlı olanlarda vardır.

Mikroskobik canlı türleri


Yararlı mikroskobik canlılar

Zararlı mikroskobik canlılar

Yararlı mikroskobik canlılar

Mikroskobik canlıların yararlılarıda vardır. Yediğimiz yoğurt veya peynir gibi yiyecekler onların sayesinde gerçekleşir. Bu canlılardan bazıları sütten yoğurt ve peynir yapılmasını sağlarlar. Üzümden sirke yapılmasını sağlayan da yine bu canlılardır. Ayrıca toprakta bitki ve hayvan artıklarını küçük parçalara ayırarak toprağın beslenmesini sağlarlar. Bu sayede dünyamız bir çöp yığını olmaktan kurtulur.

Üzüm suyunun sirkeye dönüşmesini, sütten yoğurt oluşmasını sağlayan mikroskobik canlılardır.

Doğada biriken bitki ve hayvan atıklarını mikroskobik canlılar ayrıştırır (  çok küçük parçalara ayırır). Böylece bu atıkların toprağa karışmasını sağlar. Bu sayede hem artıklardan kurtuluruz hem de toprak daha verimli hale gelir.

Kalın bağırsakta yaşayan bazı mikroskobik canlılar K vitamini sentezleyerek vücudumuza yarar sağlar.

Yaşamımızda Önemli Yer Tutan Bu tür mikroskobik canlılar,

• Üzüm suyundan sirke yapılması,

• Sütten peynir elde edilmesi,

• Sütün yoğurda dönüşmesi,

• Bitki ve hayvan atıklarının çürüyerek toprağa karışması olaylarında rol oynar.

Yoğurt Nasıl Oluşur?

Bir miktar ılık sütü birkaç kaşık yoğurt ile karıştırıp sıcak bir ortamda bekletirsek sütün tümü yoğurda dönüşür.

Yoğurdun içindeki mikroskobik canlılar sütü besin olarak kullanır ve sıcak ortamda hızla çoğalırlar. Böylece sütü yoğurda çevirirler.

Besinleri Uzun Süre Saklamak İçin Hangi Yöntemler Kullanılır?

Besinleri mikroskobik canlıların zararlı etkilerinden korumak ve uzun süre saklamak için insanlar eskiden beri birçok yöntem uygulamaktadır.

Kurutma  :  Sebze ve meyvelerin içerdiği su buharlaştırılır. Susuz ortamlarda mikroskobik canlılar yaşayamadığı için bu yiyecekler uzun süre saklanır.

Tuzlama  :  Yiyecekler bol tuz dökülerek tuzlanır. Böylece yiyeceklerin bozulması önlenir.

Konserve  :  Yiyecekler yüksek sıcaklıklarda konserve hâline getirilir. Bu yolla yiyecekler teneke ve cam kavanozlarda aylarca saklanabilir.

Dondurma  :  Çok soğuk ortamlar mikroskobik canlılar için uygun bir yaşama ortamı değildir. Buzdolabı ve derin dondurucuların kullanılmaya başlanmasından sonra sebze ve meyveler dondurularak bozulmadan uzun süre saklanmaktadır.

Pastörize etme  :  Süt çok yüksek sıcaklıklarda ısıtılarak içindeki mikroskobik canlılar öldürülür. Bu yolla paketlenen sütler uzun süre dayanır ve daha sağlıklı olur


Zararlı mikroskobik canlılar


Vücudumuza girdiğinde bizde hastalık yapan mikroplar (  virüs ve bakteriler) zararlı mikroskobik canlılardır. Tifo, kolera, verem ve tetanos bu hastalıklardandır. Mikroplar vücudumuza solunum yollarıyla veya ağız yoluyla girerek vücudumuzun savunmsaını zayıflatırlar. Bazıları ölümcül hastalıklara neden olabilir. Zararlı bakterilerden korunmak için aşı olunmalı, dengeli beslenmeli, ve elimizi yemekten önce ve sonra mutlaka yıkamalıyız. Sınıf içerisinde koşmak ve toz oluşmasını sağlamak, hasta olan birisi ile aynı havayı teneffüs etmek. Bizimde hastalanmamıza neden olur.

Uzun süre açıkta bekletilen yiyeceklerimiz bozulur, sebze ve meyveler çürür, et kokar, süt ve yoğurt ekşir. Bütün bunlara mikroskobik canlılar sebep olur.

Özellikli sıcak ve nemli ortamlarda yiyeceklerimiz kısa sürede bozulur. Bu nedenle gıdalarımızı uygun sıcaklıklarda korumalıyız.

Bozulduğu fark edilmeyen gıdalar tüketildiğinde önemli hastalıklara ve zehirlenmelere neden olur.

Bazı mikroskobik canlılar sağlığımızı bozarak bizleri hasta eder.

Mikroskobik canlıların oluşturduğu hastalıklara karşı aşı ile ya da antibiyotik kullanarak korunabiliriz. Bu hastalıkla genellikle bulaşıcıdır.

Örneğin verem, tifo, difteri, zatürree, grip vb. mikroskobik canlıların sebep olduğu hastalıklardır.

Bu hastalıklar içtiğimiz suyla havayla veya besinler aracılığıyla bulaşır. Bu hastalıklardan korunmak için kişisel temizliğimize, meyve ve sebzelerimizin taze ve temiz olmasına dikkat etmeliyiz.

Dişlerimizin çürümesine bazı mikroskobik canlılar sebep olur. Bu nedenle dişlerimizi günde en az iki kez fırçalamalıyız.

Fransız bilim insanı Louis Pasteur mikroskobik canlılarla ilgili yaptığı çalışmalar sonucunda Şarbon ve kuduz aşısını bulmuştur.

Mikroskobik canlıların faydaları

Toprakta yaşayan bazı bakteriler hayvan  ve bitki  artıklarının çürümesini sağlar.

Sütten yoğurt peynir veya yağ  yapılmasını hamurun mayalanmasını üzümden sirke yapılmasını turşunun mayalanmasını sağlarlar.

Bağırsaklarımızdaki B ve K vitamininin oluşmasında rol oynarlar.

Mikroskobik canlıların zararları

Hastalıklara yol  açarlar.

Besinlerin küflenip çürümesine sebep olurlar.

Gözle görülmezler.

Nerelerde Yaşarlar?


Mikroskobik canlılar hava, su ve toprak gibi doğal ortamlarda,insan ve hayvan vücutlarında, besinlerde yani uygun sıcaklık ve besin olan her ortamda yaşarlar.

Canlı vücutları sıcaklık ve besin açısından mikroskobik canlılar için yaşamaya elverişli yerlerdir.

Besinler de mikroskobik canlıların üremesi için uygun ortamlardır. Dışarıda bırakılan yiyeceklerde çoğalan mikroskobik canlılar besinlerin bozulmasına neden olur. Bu besinlerin kokuları ve görünümleri de bozuktur.

Deniz, göl ve okyanuslarda yaşayan bazı mikroskobik canlılar suyu oksijen bakımından zenginleştirir. Ayrıca buralarda yaşayan diğer canlılar için önemli bir besin kaynağı olur.

Hastalıklara Neden Olan Mikroskobik Canlılar

Mikroskobik canlılar çoğunlukla bulaşıcı hastalıklara neden olurlar.

Verem, tifo, kolera, tetanoz hastalıkları ile boğazda bademciklerin şişmesi ile oluşan hastalık bu canlıların etkisiyle olur.

Mikroskobik Canlılar Yararlı mı Zararlı mı?

Bence mikroskobik canlılar ve mantarlar önemli bir konudur. Fen dersini sevenler bu konuya da ilgi duyar. Ben 5. sınıfta fen dersini sevdiğim için bu konuyu seviyor, fakat zorlanıyordum. Mikroskobik canlılar bence zor bir konu, fakat öğrenmek için araştırırsanız değil. Bazı kişileri anlıyorum, “çok zor, çok sıkıcı” diyorlar. İlk başlarda öyle geliyor, ama konunun ortasına daldıkça eğleniyor sununuz. Bu yazıyı okuduktan sonra araştırabilirsiniz. Ben bir göz atmanızı tavsiye ederim. Çünkü araştırdıkça  o konu sizi saracak ve daha çok isteyeceksiniz.

Araştırdığınızda göreceksiniz ki, adı üstünde çıplak gözle değil, mikroskop ile görülebilen organizmalara “Mikroskobik Canlılar” denir. Gözle göremediğimiz birçok canlıyı ancak özel olarak geliştirilmiş mikroskoplar ile görebiliriz.  Mikroskobik canlıları gözümüzle göremeyiz, fakat onlar bizim tahmin ettiğimizden daha çok hayatımızdadır. Toprak, hava ve su gibi ortamlarda yaşarlar. Her gün temas ettiğimiz yerlerde de görülen mikroorganizmalar yararlı ya da zararlı olabilir. Tek hücreli olanlarının yanında, çok hücreli olanları da vardır. *Halk arasında mikrop diye adlandırılan mikroorganizmalar, hücresel yapılı olanlar ve hücresel yapıda olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılırlar.* Hücresel yapıda olanlar  :  bakteriler, mantarlar ve protistler, hücresel yapıda olmayan mikroskobik canlılar ise; virüsler, viroidler ve prionlardır. Her yerde, oldukça fazla görülebilen bu canlı türlerinin yararlı olanları olduğu kadar, zararlı olanları da vardır. Mikroskobik canlılar; toprakta, havada, suda, insan vücudunda, hayvanlarda, bitkilerde ve toprak altında yaşarlar.

Yararlı olan mikroskobik canlılara örnek olarak; üzüm suyunun sirkeye dönüşmesini, sütün yoğurda, peynire veya yağa dönüşmesini, hamurun veya turşunun mayalanmasını sağlayan probiyotikleri söyleyebiliriz. Ayrıca doğaya atılan maddeleri (  bitki ve hayvan artıkları) bu gruptaki canlılar küçük parçalara ayırarak çürümelerini sağlarlar. Dolayısıyla toprağa karışmalarını ve toprağın beslenmesini sağlarlar. Vücudumuzda yaşayan bazı mikroskobik canlıların da yararlı olduğunu biliyor muydunuz? Mesela kalın bağırsakta yaşayan bu canlılar K ve B vitamini sentezleyerek vücudumuza yarar sağlar.

Ancak zararlı olan mikroskobik canlılar (  virüs, bazı bakteriler) ise dişlerimizin çürümesine ve bazen de hastalanmamıza neden olurlar. Hatta tifo, kolera, verem ve tetanos gibi ağır hastalıkların nedenidir. Yemeklerin bozulmasına, besinlerin küflenip, çürümesine sebep olurlar.

   

   

   

   


Kaynaklar  : 

Fenödevi
yumurtaliekmek
bestepebloggers





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)