Thread Rating:
  • 10 Vote(s) - 2.5 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Seyyid Ahmed El Arvâsî Kimdir
#1
Oku-1 


SEYYİD AHMED EL ARVÂSÎ KİMDİR


SEYYİD AHMED EL ARVÂSÎ KİMDİR

Köklü medeniyetlere sahip olan milletler; sıra dışı mütefekkirler, çok değerli âlimler, eşsiz sanatkârlar, emsalsiz edipler, müstesnâ gönül mîmarları ve çok kıymetli dâvâ adamları yetiştirirler… Gerçekten de; münevverlerini, mütefekkirlerini, sanatkârlarını, ilim erbâbını, ruh hamurkârlarını, ideâlistlerini ve dâvâ adamlarını yetiştiremeyen toplumların devamlı irtifâ kaybettiği tarihî bir hâkikâttir. Yine inkârı mümkün olmayan bir diğer gerçek ise, bir milletin büyük fikir adamları yetiştirebilmesi için o toplumun; âteşin bir îmana, köklü bir medeniyete, zengin bir kültüre, engin bir tarihî birikime, ulvî bir ülküye ve millî bir ideâle sahip olması gerektiğidir…
Türk Milleti; muhteşem İslâm Medeniyeti’ne, 5000 yıllık tarihi geçmişe ve muazzam bir kültüre sahip olmasına rağmen; ne yazık ki, uzun zamandan beri bir medeniyet seyyahı durumuna düş/ürül/erek temel değerlerinden uzaklaş/tırıl/mış, toplum olarak ârafta kalmış, münevver ve mütefekkir insanlar yetiştirme hususunda da önemli sıkıntılar çekmiştir / çekmektedir…

Türk Millet olarak bizler, son iki asırdır medeniyet değiştirme vetiresinin tabiî neticelerini yaşadık… Bizi “Biz” yapan millî-İslâmî ve insânî değerlerimizden uzaklaştık… Mefkûrelerimizi, âlemşümul hedeflerimizi ve büyük düşünme ideâllerimizi yitirdik… Din-dil ve târih şuurumuzu paslandırdık, ufkumuzu aydınlatacak olan gerçek fikir adamlarımızı yetiştirebilme bahtiyarlığından mahrum kaldık ve bugünkü fikir fukarâlığına duçâr olduk…

Artık günümüzde; ismiyle müsemmâ gerçek “fikir adamı” çıkartamamanın üzüntüsünü tâ kalbimizde duyarken, ‘Eskimeyen Eski Medeniyetimiz’in yetiştirdiği erbâb-ı kalemleri ebedî âleme bir bir yolcu ediyor ve yerlerine yenilerini ikâme edemediğimiz için, hem maddî, hem de mânevî açıdan çok ıstıraplı dönemler yaşıyoruz… Ne yazık ki; yeni Mehmet Âkifler, Peyâmî Safâ’lar, Nurettin Topçu’lar, Necip Fazıl’lar, Osman Turan’lar, Cemil Meriç’ler, Galip Erdem’ler, Erol Güngör’ler… yetiştiremiyoruz…

Türk-İslam Medeniyeti’nin ferah-fezâ ikliminden ilhâm alarak fikir susuzluğumuzu gideren bu müstesnâ mütefekkirler; sadece yaşadığı dönemi değil, sonraki birkaç asrı da aydınlatan, istikbâldeki pek çok nesli de irşâd eden/ edecek olan âbide şahsiyetlerdi… Bu mümtaz insanlar, “Herkes ölür, ama herkes hayatı gerçek mânâsıyla yaşamaz.” sözüne örnek teşkil eden ölümsüz fânilerdi… Onlar, düşünce dünyamızın sönmeyen yıldızları olarak vefâtından sonra da yaşayan, tahlilleri, tespitleri, teşhisleri ve çözüm yolları günümüzle birlikte gelecekteki meselelerimize de ışık tutan, her geçen gün kıymetleri daha iyi anlaşılan ve değerleri artarak devam eden “Mektep Adamlar”dı…

İşte Seyyid Ahmed Arvâsî Hoca da; bu müstesnâ mütefekkirlerden, âbide şahsiyetlerden, mümtaz insanlardan, ölümsüz fânilerden, Mektep Adamlardan birisiydi…

Seyyid Ahmed Arvâsî, hayatını “..Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..” (Hûd, 11/112) İlâhî îkazına göre şekillendiren, Kur’ân-ı Azimüşşân’ı her konuda rehber olarak gören, hiçbir zaman Şanlı Peygamberimiz(s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerinden ayrılmayan, ömrünü inancına ve milletine adayan, Efendimiz’de en kâmil mânâsıyla tebârüz eden bir çok güzellikleri ve özellikleri bünyesinde toplayan bir îman burcuydu…
Seyyid Ahmed Arvâsî, İslâm parantezindeki Türk Milliyetçiliği’nin husûsî adını “İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü” diye tavsif eden, fikriyatımızı bu doğrultuda tebellür ettiren, “izm”lerin ya da şahısların putlaştırılmasına şiddetle karşı çıkan, yanlış ölçülere sahip olmamızı önleyerek zihinlere vurulmak istenen prangaları söken ve ufkumuzu aydınlatan gerçek bir münevver, îmanlı bir mefkûre adamıydı…

Rahmetli Arvâsî Hoca; mükemmel şahsiyeti, şahsiyetinden kaynaklanan ölçülü tavrı, tevazuu, yüksek ideâli, düşünce dünyası, ilmi, asâleti, ahlâkı ve inancıyla düşünce hayatımızda derin izler bırakan büyük bir âlimdi…

Seyyid Ahmed Arvâsî, çölleşen tefekkür dünyamıza hayat veren, çoraklaşmış gönüllerimizi suya kavuşturan bir fikir vâhasıydı… O; “Türk-İslam Ülküsü” adlı 3 ciltlik kitabıyla Ülkücü Hareket’in anayasasını yazan, tarihe, beşeriyetin hâfızasına ve Türk milliyetçilerinin gönlüne silinmez harflerle yazılan büyük bir mütefekkirdi… O, Ülkücü Hareketin fikri temellerini İslâmî ölçülere göre şekillendiren ve yönlendiren çok önemli fikir adamlarından birisiydi…

Yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan, inandığını söyleyen, söylediğinin arkasında duran bir münevver olan Seyyid Ahmed Arvâsî, örnek bir Alp-Erendi… 56 yıllık kısa ömrüne çok büyük hizmetler sığdıran gerçek bir âlim, sâlih bir mü’min, müstesnâ bir insandı… O; sıradan bir kişi değildi, ender yetişen bir dehâ idi… O, bütün hayatını İslâm Dîni’ne ve bu hak dîne 1000 yıllık hizmetiyle şereflenen Türk Milleti’ne adamış, mükemmel bir eğitimci, farklı bir yazar, ufku geniş bir erbâb-ı kalemdi…

Seyyid Ahmed Arvâsî; bilge bir dervişti, yokluğu çok fazla hissedilen bir gönül adamıydı… O, İslâm Âlemi’nin geçirdiği buhran ve bunalımların, düştüğü zelil durumların sebeplerini ve çarelerini gösteren, bu uğurda bir ömür harcayan gerçek bir mücahitti… O, “Sahâbe-i Kiram’dan sonra İslâm’a en büyük hizmeti Türk Milleti yapmıştır.” diyen, “Yıldızlı göklerde dolaşan Hilâl’in mahzun olmasına” gönlü aslâ razı olmayan, “İslâm’ın basiretini ve Türk’ün haysiyetini” temsil eden tam bir karakter âbidesiydi…

Arvâsî Hoca; asırlardır İslâm sancağını taşımayı kendisine vazife bilen, İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nü gâye edinen Türk Milleti’nin yetiştirdiği gönül ordusunun nurânî halkalarından birisiydi…

Seyyid Ahmed Arvâsî; Mekke’de doğan, Medine’de devlet hâline gelen, risâlet ve nübüvvetin nûruyla insanlığı îman çağına eriştirerek, cehâletin girdabında debelenen beşeriyeti medeniyetin en üst seviyesine çıkaran Yüce İslâm Dîni’yle; Türkistan’da tarih sahnesine çıkan, “Mekke’nin tevhid nûruyla” yıkanan, mefkûresini cihad ruhuyla taçlandıran ve Anadolu’da “Ufukların Efendisi” bir cihan devleti kuran Aziz Türk Milleti’nin İlâhî kader çizgisindeki kesişme noktalarından feyz ve ilhâm alan bir ilim, fikir, düşünce, îman ve aksiyon adamıydı…

Seyyid Ahmed Arvâsî, Allahü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de “..Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü kiri giderip, sizi tertemiz yapmak istiyor..” (Ahzâb, 33/33) şeklinde belirttiği Muhammedî ahlâk ve sâlih îmanla bezenmiş “Nur Nesli”nden, yâni Ehl-i Beyt’tendir… Şeceresine göre Seyyid Ahmed Arvâsî; 42. baba ile Oniki İmam’dan Seyyid İmam Ali Rıza’ya, 47. babadan ise Hazreti Hüseyin’e ulaşmaktadır…

Seyyid Ahmed Arvâsî, 15 Şubat 1932 Pazartesi günü Doğubeyazıt ilçesinde doğar. Aslen Van’ın Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. 1952 yılında Öğretmen Okulu’nu bitirir ve Konya’nın Doğanbeyli Kasabasına ilkokul öğretmeni olarak tâyin edilir. Üç yıllık ilkokul öğretmenliğinden sonra askerliğini yedek subay olarak yapar ve 1958 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’nden mezun olur. Arvâsî Hoca, Van Alparslan Öğretmen Okulu, Savaştepe Öğretmen Okulu, Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü, Bursa Eğitim Enstitüsü ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde pedagoji öğretmenliği yapar. 1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden sürgün edildiği Kırşehir ve Ümraniye’de çalışma imkânı bulamayınca, 1979 yılında emekli olmak zorunda kalır. Seyyid Ahmed Arvâsî, bir yandan öğretmenlik ve eğitimcilik görevini sürdürürken, diğer yandan da milliyetçi-mukaddesatçı dernek ve kuruluşlarla irtibatını hiç kesmeden devâm ettirir. Ülkemizde yayınlanan millî ve İslâmî dergilerde yazılar yazar.

Seyyid Ahmed Arvâsî, 1976 yılının eylül ayından itibâren haftalık “Devlet” gazetesinde ve 15 günde bir yayınlanan “Ülkücü Kadro”da dînî ve îtîkâdî konularda yazılar kaleme alır. “Genç Arkadaş”, “Hasret” ve “Nizâm-ı Âlem” dergilerinde yazmış olduğu yazılar Türkiye genelinde büyük yankı uyandırır. Ülkücü gençliğin millî-İslâmî şuurla yetişmesi için pek çok konferans ve seminer verir.1 Mart 1978 tarihinden îtibâren Hergün Gazetesi’nde günlük olarak makâleler yazmaya başlar. 12 Eylül 1980’de tutuklanır.12 Eylül Cuntasının cezaevlerine doldurduğu binlerce ülkücüden biri olarak Mamak zindanlarında çile çeker. İnançlarından ve fikirlerinden aslâ tâviz vermez. Berâber tutuklandığı partili arkadaşlarına: “Ülkücülük sâdece bir inanç, bir kimlik değil, her türlü baskılara, zulümlere karşı sönmeyen, söndürülemeyecek olan bir meşâledir.” diyerek moral ve sabır telkin eder. 17 Aralık 1981 günü “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”nda vakur bir savunma yapar. 1983’te dönemin ülkücü yayın organları olan “Yeni Düşünce”, “Hamle”, “Doğuş”, “Millî Eğitim ve Kültür” gibi dergi ve gazetelerde görüşlerini dile getirir. 16 Eylül 1985 tarihinden itibâren vefâtına kadar (31 Aralık 1988) Türkiye Gazetesi’ndeki “Hasbihâl” adlı köşesinde hiç aksatmadan günlük yazılarına devam eder.

Müslüman Türk Milleti’nin büyük mütefekkiri, Ülkücü Hareket’in manifestosu olan “Türk-İslâm Ülküsü” adlı muhteşem eserin müellifi olan Seyyid Ahmet Arvâsî’nin Mamak zindanlarında rahatsızlanan kalbi; onun Alemlerin Rabbî’yle vuslatına vesile olur. 31 Aralık 1988 tarihinde İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuşur. Vefâtının duyulması üzerine, yurdun dört bir yanından talebeleri, dava arkadaşları ve ömrünü hizmetine adadığı Ülkücü Hareket’in mensupları İstanbul’a akın eder. Rahmetli Seyyid Ahmed Arvâsî, 1 Ocak 1989 günü öğleyin Fatih Camii’nde on binlerce kişiden müteşekkil cemaatın kıldığı cenaze namazdan sonra Edirnekapı Mezarlığında toprağa verilir…

56 yıllık ömrüne ciltler dolusu eserler sığdıran ve “Bir Mektep Adam” olan Seyyid Ahmed Arvâsî, bütün yazılarında Türk Milleti’nin dolayısıyla da Türk milliyetçilerinin dâvâsının “Allah ve Resûlü’nün dâvâsı” olduğunu tebârüz ettirmiştir. Arvâsî Hoca, hayatı boyunca Şanlı Peygamberimiz(s.a.v.)’in; “İlmi yazı ile bağlayınız” hadisini kendisine rehber edinerek düşüncelerini kitaplaştırmıştır.

Seyyid Ahmed Arvâsî, “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” isimli 18 sayfadan oluşan ilk kitapçığını 1965 yılında yayınlamıştır. Bu eser, Türk-İslâm Ülküsü’nün özeti mahiyetinde 44 maddelik bir beyannâmedir. Arvâsî Hoca, bu kitapçıkta: “Milliyetçilik bir milletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal ve politik yönden güçlendirmesi, başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meşrû bir hak ve şuurdur.” demektedir.

Seyyid Ahmed Arvâsî’nin tanınmasına ve geniş kitleler tarafından okunmasına vesile olan eseri, 1968 yılında yayınladığı “Kendini Arayan İnsan” kitabıdır. “Kendini bilen Rabb’ini bilir.” hikmetine mebnî olan bu eserinde Arvâsî Hoca; madde ve mânâ terkibinden ibâret olan ve maddeye hiç benzemeyen insanı, materyalist bir mantıkla tanımanın mümkün olmadığını ifâde etmektedir. Arvâsî Hocamızın 1970 yılında yayınlanan “İnsan ve İnsan Ötesi” isimli eseri, “Kendini Arayan İnsan” adlı kitabının bir devamı niteliğindedir. İnsana ve insanın değerlerine psikolojik bir yaklaşım ve yeni bir bakış açısı getiren bu eser; “zübde-i âlem” olan insanın metafizik pencereden ilmî bir yorumudur…

Seyyid Ahmed Arvâsî’nin branşı olan pedagojide ve öğretmenlik mesleğinde söz sahibi olduğunu gösteren kitabı, 1976 yılında yazdığı ve o yıllarda bu konudaki tek eser olan “Eğitim Sosyolojisi”dir.
Rahmetli Hocamızın, en önemli eseri “Ülkücülüğü” bir reaksiyon olmaktan çıkarıp, bir fikrî aksiyon hareketi haline getiren, âlemşümul bir mesaj olarak cihâna ilân eden “Türk-İslâm Ülküsü”dür… “Türk-İslâm Ülküsü”, Seyyid Ahmed Arvâsî’nin 1Mart 1978 yılında Hergün Gazetesi’nde yazmaya başladığı yazılarının üç cilt halinde kitaplaştırılmasıdır. Bu eser, rahmetli Galip Erdem’in ifâdesiyle “Benzeri ve örneği olmayan” bir yazı tarzı olup, bir plan dâhilinde günlük yazı şeklinde tefrika edilen muhteşem bir kitaptır.” Tamamı 10 bölüm ve 559 makaleden oluşan “Türk-İslâm Ülküsü” adlı bu eser; bugün zihnimizi bulandıran ve kavram kargaşasına yol açan bütün meseleleri yıllar önce mufassal bir anlatım, objektif bir tespit ve detaylı bir tahlille ele almıştır…

Teşhisi konulan problemlerin çözüm yollarını da; ilmî bir değerlendirme, sağlam bir mantık, farklı bir bakış açısı, nitelikli bir yorum, inançlı bir zâviye, enteresan bir üslup ve hayata uygulanabilir projelerle izâh etmiş ve akılcı teklifler ortaya koymuştur. Arvâsî Hoca, bu muhteşem eserinde çok önemli fıkıh dersleri vermiş, konuları klasik fıkıh kitaplarındaki gibi madde madde sıralayarak anlatmamış, herkesin kolayca anlayacağı, fakat çok şümullü bir biçimde en girift meseleleri yorumlamış, hayatın her safhasında bilinip, tatbik edilmesi gereken İslâmî hükümleri insanların gönlüne ve beynine nakşetmiştir. Arvâsî Hoca, “aksiyoner olmadan dâvâ adamı olunamayacağını” bizlere öğretmiştir… Türk Milliyetçiliğini izah ederken; “Ülkücülük; ülkemiz ve yeryüzünde Allah’ın nizâmını hâkim kılmak için kendine metot olarak Allah ve Resûlünü ölçü alan bir îmân hareketinin adıdır.” diye açıklamıştır…

Seyyid Ahmed Arvâsî’nin 1982 yılında yayınladığı “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”isimli eseri müstâkil bir kitap olmakla beraber, Türk-İslâm Ülküsü’nün bütünlüğü içinde düşünülmesi gereken bir eserdir. “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”, iki bölümden müteşekkil olup, birinci bölümde İmâm-ı Gazâli’nin “Mahluk, Hâlık’ın anahtarıdır” düşüncesinden yola çıkılarak “diyalektik” anlatılmış; ikinci bölümde ise “estetik” mevzuuna yer verilmiştir. Bu eserde Arvâsî Hoca; insanı ve insan ruhunu ele almış, İslâmî motiflerle süslediği orijinal tahliller vücuda getirmiştir. İnsan ruhundaki arayışların ifâdesi olan sanatı, Necip Fâzıl’ın

“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Mârifet bu, gerisi yalnız çelik, çomakmış”

dediği gibi “Allah’ı aramak ve O’na ulaşmak için bir vasıta” olarak görmüş ve bu bakış açısıyla îzah etmiştir.

Seyyid Ahmed Arvâsî’nin 1982 yılında yayınlan “İlm-i Hâl” isimli eseri; başta insan olmak üzere, bütün mevcûdâta, bütün mahlûkâta ve kâinata yeni bir bakış açısı getiren, îtikat ve akâid bilgilerini klasik usulün farklı bir anlatımı diyebileceğimiz bir üslûpla ele alan müstesnâ bir ilmihâl kitabıdır.

Arvâsî Hocanın, 1986 yılında yazdığı “Doğu Anadolu Gerçeği” isimli eserinde “Şark Meselesi” olarak ele aldığı “bölücülük” konusunda çok önemli tespitler ve tekliflerde bulunmuştur. Seyyid Ahmed Arvâsî, emperyalist güçler tarafından üzerinde haince oyunların sergilenmeye çalışıldığı bu talihsiz beldemizin bir ferdi olması hasebiyle bölücüleri ve onların oyunlarını çok iyi tanıyan bir insandır. Arvâsî Hoca, Doğu Anadolu Gerçeği isimli eserinde sun’î bir şekilde vücuda getirilen Şark Meselesi’ne bir eğitimci ve bir sosyolog gözüyle yaklaşmış ve bu problemin bütün boyutlarını büyük bir vukûfiyetle vuzûha kavuşturarak gözler önüne sermiştir: “Bazı ahmak politikacılar, bazı gâfil yazar ve çizerler, aldatılmış piyon ve basiretsiz ideologlar, millî ve mukaddes değerlere yabancılaşmış kadrolar, ajanlar, çeşitli türdeki azınlık ırkçıları, yabancı uzmanlar, misyonerler, barış gönüllüleri….vb el ele vererek ülkemizi felâkete sürüklemek istemektedirler… Fakat unutmamak gerekir ki, Türk Devleti’nin parçalanması, sadece, çeşitli renkteki “küfür cephesinin” işine yarayacaktır. Allah korusun, muhalfarz, böyle bir parçalanma olursa, bundan sadece Türklük değil topyekûn İslam Dünyası zarar görecektir. Bunu bilerek ve düşünerek hareket etmek yalnız bir namus borcu değil, aynı zamanda “dinî” ve “millî” bir vecibedir.” demiştir.

Rahmetli Seyyid Ahmed Arvâsî’nin son eseri “Hasbihâl”dir. Hasbihâl serileri de Türk-İslâm Ülküsü gibi gazete yazılarından meydana gelmiştir. 16 Eylül 1985 tarihleri ile vefât ettiği gün olan 31 Aralık 1988 tarihleri kaleme aldığı ve Türkiye Gazetesi’nde “Hasbihâl” başlığı altında yayınlanan köşe yazılarıyla, hiçbir yerde yayınlanmamış olan makâlelerinden oluşmuştur.

Seyyid Ahmed Arvasî’nin İlâhî aşk ve îmân dolu olan kalbi rahatsızdı… İlk kalp krizini Mamak Cezaevi’nde geçirmişti… Arvâsî Hoca, 30 Aralık 1988 günkü yazısında “Bu gece duvara yeni bir takvim asacağım” demişti..Ve öyle de yaptı…31 Aralık 1988 günü, o büyük insan daktilosunun başında dünya misafirliğini tamamladı… “Ölümüm, idrâkimin Mutlak Varlık’ta tükenişini ifâde eder. Çünkü; her şey ondan gelmiş, yine O’na dönecektir..” diyen, “İslâm îman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk Milleti’ni iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen” Arvâsî Hoca, simsiyah gözlerini, her zaman olduğu gibi dünya çirkinliklerine ebediyyen kapadı… Ve eşinin söylediği Kelime-i Şahadete iştirâk ederek mübârek ve temiz ruhunu Hakk’a teslim etti….Hayatı gibi son nefesi de mübârek ve şerefli oldu… Allah (c.c) rahmet eylesin… Rûhu şâd, mekânı Cennet olsun…

Nasıl bir deryâyı bardağa sığdırmak mümkün değilse, bütün hayatı mücâdele, çile, irşâd ve hizmet içinde geçen bu kadar büyük bir insanı benim kırık dökük cümlelerimle tasvir etmem elbette mümkün değil… Ummandan bir katre sunabildimse ne mutlu bana… Ve Fâtihâlar Arvâsî Hocaya…

SEYYİD AHMED ARVASİ HOCANIN BiR SOHBETİ

S. Ahmed ARVASİ HOCADAN müthiş bir yazı. Tam gündeme uygun. Bugünlere ışık tutuyor.

“Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur. İslâmiyeti en doğru tarzda anlayan, yaşayan ve söz sahibi olan bir millettir. Bağrından İmâm-ı Azamları, İmâm-ı Mâtûridileri, İmâm-ı Gazâli’leri, İmâm-ı Birgivileri, İbni Kemâl’leri, Mollla Fenari’leri Ebu suud Efendiler gibi daha nice din âlimlerini Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli Yunus Emre gibi nice tasavvuf büyüklerini yetiştiren Türk milleti büyük ve tarihi bir kitaplığa ve «bid’âtsız» bir din kültürüne sahiptir. İslâm dünyasının bütün kaynakları en sağlam belgeleri ile elimizdedir. Genç nesilleri bu kaynaklardan mahrum ederek onları ne idiği belirsiz kimselerin kitap ve yazılarına muhtaç bırakmak asla doğru değildir.
Bugün, kimlerin kontrolünde olduklarını bilmediğimiz pek çok “din akımı” ve onları temsil eden yazarların kitapları harıl harıl tercüme edilip, genç nesillerin ve halkımızın eline verilmektedir. Kimdir, bu yazarlar? Ne yazarlar? Hangi emellere hizmet ederler? Meselâ Serge Hutin adlı bir masonun yazdığı ve Fransa’da yayınlanan Fransızca “Les Francs-Maçons” adlı kitabın 27. sahifesinde yazıldığına göre, Cemaleddin-i Efgâni ve Muhammed Abduh din maskesi altında çalışan birer korkunç mason üstadıdırlar. (“Telfik-i Mezahip» adlı kitabın yazarı Reşit Rıza ise bunların talebesidir.) Arap dünyasında birçok siyasî hareketi ve yazarı etkisi altında tutan “İhvan-ül Müslimin” hareketi, aynı kitaba göre masonların kontrolü altındadır. Seyit Kutupların ve benzerlerinin kitaplarını genç nesillerin eline veren kimselerin bu yazarın “İhvanül Müslimin” hareketinin öncülerinden olduklarını bilmiyorlar mı? Meryem Cemile adlı yahudi dönmesi kadını himayesi altına alan Mevdudi acep ne yapmak ister? Bütün bu karanlık adamları okutmak için çırpınan çevreler, ne hikmetse İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Malik. İmâm-ı Şafiî, İmâm-ı Hanbelî gibi sünnet yolu büyüklerini küçümsemek ve unutturmak isteyen kimselerdir. Bunların içinde İmâm-ı Gazâlileri bile beğenmiyenlerine rastlarsınız. Yüce Mevlâna’ları ve Yunus’ları tenkid edenler, Muhyiddin-i Arabi’ye kâfir diyenler ne hikmetse bunların arasında yer bulur


0 halde, İslâm dininin dosdoğru öğrenilmesinin yolu nedir? Herşeyden önce bu işe, devletimizin ve milletimizin selâmeti ve ferdî vicdânen tertemiz bir tarzda oluşması bakımından gerekli önemi ve değeri vermenin lüzumuna inanmak şarttır. Sonra, genç nesilleri ve milletimizi ne idiği belirsiz yazarların ve kitapların tesirinden kurtarıcı tedbirleri almak gerekir. Bugün kitaplığımızı dolduran binlerce cilt kitabımız yalnız bizi değil, bütün İslâm dünyasını yeniden tertemiz İslami hayatı yaşamak için bekleyen en berrak ve gür kaynak durumundadır. Bu kaynakları yeniden gözlere ve gönüllere açacak inkılâp çapındaki hareket nerede?
Katışıksız, sapasağlam günümüze gelen tek vahiy kitabı Kur’ân-ı kerim’i okutacak okul ve öğretmen nerede? Kitaba, Sünnete, İcma-ı Ümmete ve Kıyas-ı Fukahaya bağlanarak “ana caddeyi” arayan ve bulan hamleyi bekliyoruz.”
S. Ahmed ARVASİ HOCA

Seyyid Ahmed El Arvasi'den Güzel Sözler


   Batmayacağına inanarak suya bas, yürür gidersin. Mucize yürüyebilmen değil, inanabilmendir.
   Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur.
   Bir Doğu Anadolu çocuğu olarak, doğduğum ve büyüdüğüm bölge etrafında döndürülmek istenen hain niyetlere, (:::) tertiplere karşı elbette kayıtsız kalamazdım. Beni yakından tanıyanlar, bütün hayatımı ve çalışmalarımı Türk-İslam Ülküsü’ne vakfettiğimi elbette bilirler.
   Biz Müslüman Türk’üz. Bizi, gelecek asırlarda yine biz olarak temsil edebilecek güçlü kadrolara muhtacız.
   Kadrolar değişmedikçe, anayasalar, kanunlar, kararnameler ve tüzükler değişse bile bir mana ifade etmez.
   Hayretle gördüm ki bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki bu ülkede İslam kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslam kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var.
   Bugün yeryüzünde iki sömürgeci blok vardır. Bunlardan biri kara renkli “kapitalist” emperyalizm, diğeri ise bütün fraksiyonu ile “kızıl” emperyalizmdir. Birincisi “çok uluslu şirketlerin” paravanasında “az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek” maskesi altında, ikincisi de “ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek” maskesi altında “sınıfsal savaş” sloganı ile “iç savaşlar” çıkarmakta ve “dünya proleterlerinin dayanışması” adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.
   Ve tarih bir gün, acz içinde kıvrana kıvrana şehadete susamış bir ülkücüden daha müthiş bir silahın keşfedilemediğini yazmak zorunda kalacaktır.
   Çok defa beynelmilelci sloganlara yapışarak vatan çocuklarını kendi öz tarihlerine milli ve mukaddes kültür ve medeniyetlerine, milli ülkülerine yabancılaştırmaya, dinlerine, dillerine, bayrağına ve tarihine düşman etmeye çalışıyorlar.

   Tarihine, kültürüne, bayrağına, devletine ve milletine yabancılaşmış nesiller ve kadrolar teşekkül etmişse, bizi biz yapan milli ve mukaddes değerlerimize alenen tecavüz edilebiliyorsa, devletin ve milletin bütünlüğüne yönelen eylemler pervasızlaşmışsa, bunları sadece sosyal değişmelerin tabii sonuçları olarak yorumlamak mümkün değildir; ihanetle, kendini sosyal değişmenin sancıları ile maskeleyemez.
   İtikat ve ibadete bid’at katan, İslâmiyet’i kendi dar idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslâm’a hizmet etmemektedirler.
   Türk milliyetçilerinin çile ve ıstıraba duçar olduğu dönemler Türk milli şuurunun yeni bir zaferini müjdelemektedir. Mustaripler, mağdurlar ve mazlumlar çoğalıp Türk milliyetçilerinin saflarını takviye ettikçe hareketin aşk ve hararet potansiyeli de artmaktadır.
   Türküm, Müslümanım ve medeniyim diyen Türk-İslam ülkücülerine, en az 200 yıldan beri ezilen hor görülen vatan çocuklarına devrimbazların neden, niçin ve nasıl düşman edildiğini acaba gösteremeyecek miyiz? “Türküm” derse ilkel olmakla itham edilen, milletin tarihine, kültürüne ülküsüne yabancılaşmayan öğretmen, memur, polis, öğrenci, işçi ve halkın ıstırabı ne zaman bitecek?
   Vatanımız ve milletimiz dört bir yandan ayrı renk ve biçimde gelişen kültür emperyalizmine maruz kalmaktadır. Kapitalist ve komünist oyunlara ilaveten Arap ve Fars kültürünün ülkemizdeki tahribatı çok büyük olmaktadır.
   Türk Milletinin hayati meselesi, tamamen kendinden olan, kendini çok seven milli tarihine, milli kültürüne gönülden bağlı ve bu değerlere yabancılaşmamış aydın ve milliyetçi kadrolardır. İşte milli eğitim Türk milletine daima bunları vermelidir.
   Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.
   İnanıyorum ki hem Türk, hem Müslüman olmak, hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür.
   Türk devletini yıkmak ve Türk milletini parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil, İslâm’a da ihanet etmektedirler.
   İslâm dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur.
   Kesin olarak iman etmişimdir ki Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse, İslâm dünyası da güçlüdür.
   Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)