Tasavvuf Nedir? Dinde Vesile Var mıdır? Mürşid-i Kâmil Kimdir?

Tasavvuf Nedir? Dinde Vesile Var mıdır? Mürşid-i Kâmil Kimdir?

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُواْ بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
(Mâide Suresi 35-36. Ayetler)

Meâl:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı takvâlı olun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz ki inkâr edenler, yeryüzünde ne varsa hepsi ve onun bir misli daha kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verseler, yine de kabul edilmez. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”
Hadis-i Şerif:

Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın yollarda dolaşan, zikir ehli arayan melekleri vardır. Allah’ı zikreden bir topluluk bulduklarında, birbirlerine, ‘Gelin, aradığınız burada!’ diye seslenirler ve onları kanatlarıyla kuşatıp semaya yükseltirler. Allah (c.c.) –halbuki her şeyi en iyi O bilir– meleklere sorar: ‘Kullarım ne diyorlar?’ Melekler: ‘Sana tesbih ve tekbir getiriyorlar, hamd ve senâyı artırıyorlar’ derler. Allah: ‘Beni gördüler mi?’ diye sorar. Melekler: ‘Hayır, vallahi görmediler’ derler. Allah: ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ buyurur. Melekler: ‘Eğer seni görselerdi, ibadetlerini daha çok artırır, seni daha büyük bir tazimle yüceltirlerdi’ derler. Sonra Allah: ‘Ne istiyorlar?’ diye sorar. Melekler: ‘Cennet istiyorlar’ derler. Allah: ‘Cenneti gördüler mi?’ buyurur. Melekler: ‘Hayır, yâ Rabbi!’ derler. Allah: ‘Ya görselerdi?’ diye sorar. Melekler: ‘Eğer görselerdi, ona daha çok rağbet eder, daha şiddetle arzularlardı’ derler. Allah: ‘Neden sığınıyorlar?’ diye sorar. Melekler: ‘Cehennemden’ derler. Allah: ‘Onu gördüler mi?’ buyurur. Melekler: ‘Hayır!’ derler. Allah: ‘Ya görselerdi?’ diye sorar. Melekler: ‘Eğer görselerdi, ondan daha çok kaçar, daha çok korkarlardı’ derler. Bunun üzerine Allah: ‘Şahit olun, onları bağışladım’ buyurur. Meleklerden biri: ‘Falan kişi onlardan değildi, sadece bir iş için uğramıştı’ der. Allah: ‘Onlar öyle bir topluluktur ki, beraber oturan asla bedbaht olmaz’ buyurur.”
(Buhârî, Daavât 66; Müslim, Zikir 25)
Salavat:

“Allah’ım! Muhammed’e ve âline salât et. İbrahim’e ve âline salât ettiğin gibi. Şüphesiz sen hamîd ve mecîdsin.”
“Allah’ım! Muhammed’e ve âline bereket ver. İbrahim’e ve âline bereket verdiğin gibi. Şüphesiz sen hamîd ve mecîdsin.”
Vaazın Devamı:

Allah’a vesile aramak (tevessül) konusunda özellikle inkârcılar tarafından birçok itirazlar yapılıyor. Vesile edinmeyi, himmet istemeyi şirk sayıyorlar. Oysa Mâide Suresi 35. ayette açıkça “Allah’a yaklaşmaya vesile arayın” buyrulur.

Bazıları, “Fatiha’da ‘Yalnız senden yardım isteriz’ diyorsunuz, sonra şeyhten himmet istiyorsunuz” diyerek çelişki iddia ederler. Halbuki Peygamberimiz (s.a.v.):
“Kabrimi bayram yeri gibi sıkışık bir hale getirmeyin. Bana salât ü selâm getirin; nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaşır” (Ebû Dâvûd, Menâsik 97) buyurmuştur. Bu, vesilenin varlığının delilidir.

Peygamberimiz (s.a.v.) diğer hadislerinde de şöyle buyurur:
“Allah’ın size yardım etmesi ve rızık vermesi, aranızdaki zayıflar sayesindedir.” (Buhârî, Cihâd 76)
“Fakirleri gözetin. Zira siz, Allah’ın yardımını ve rızkını onlar sebebiyle alırsınız.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 7)
“Allah, bu ümmete zayıfların duası, ibadeti ve ihlâsı sebebiyle yardım eder.” (Nesâî, Cihâd 4)

Eğer vesile olmasaydı, Allah “vesile arayın” emrini vermezdi. Bazıları bu ayeti çarpıtarak “Vesile, sadece ibadetlerdir” derler. Oysa İsrâ Suresi 56-57. ayetlerde:
“De ki: ‘Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı çağırın. Onlar ne sıkıntınızı giderebilir ne de değiştirebilir.’ Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar…” buyrulur.

Netice:
Tasavvuf, Allah’a vesile olacak ahlakî ve mânevî bir disiplindir. Mürşid-i kâmil ise bu yolda rehberlik eden, insanı Hakka ulaştıran bir vasıtadır. Vesile inkâr edilemez, zira Kur’an ve Sünnet’le sabittir.

“Subhâneke Allâhümme ve bi hamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfiruke ve etûbu ileyk.”
(Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tövbe ediyorum.)

Allah’a Yaklaşmak İçin Takva ve Vesile Aramak Nedir?

Bu konuyu bir örnekle açıklayalım:
Diyelim ki bir terziyim ve elbise dikmek için kumaşı kesmem gerekiyor. Kumaşı kenarından yırtarak da kesebilirim, ancak düzgün bir elbise dikmek için belirli bir kalıba göre kesmem gerekir. Peki bu işi nasıl yaparım? Tabii ki makas ve kalıp kullanarak. Makas olmadan elimle kesebilir miyim? Belki, ama dikiş için iğne, iplik ve hatta dikiş makinesi de lazım. Yani bir elbiseyi dikmek için ne kadar çok vesile (araç) kullandım!

Sen pazardan hazır bir elbise alıp giyiyorsun, ama o elbise sana ulaşana kadar kaç tane vesile (terzi, makas, makine, nakliyeci vs.) devreye girdi? Allah “es-Settâr”dır (örtücü, giydiren). Peki Allah giydiriyorsa, sen niye çıplak durmuyorsun da elbise alıyorsun? “Allah beni kendisi giydirsin, vesile kullanmayayım” diyebilir misin? Bu ahmaklık olur!

Bir başka örnek: Köydeki kuyudan su çekmek için zincir, kova, tulumba gibi vesileler kullanılır. Eğer bu araçları kullanmazsan, her susadığında kuyuya inip su içmek zorunda kalırsın. Peki bütün köy böyle yapabilir mi? Küçük çocuklar nasıl su içecek? “Vesile yok, şeyh yok, herkes kendi başının çaresine baksın” diyenlerin mantığı işte bu kadar saçma!

Bu vaazımızın sana ulaşması için bile:

    İnternet, bilgisayar, elektrik,

    Okuma-yazma bilgisi, göz, akıl,

    Yemek, çiftçi, güneş, su, toprak…
    gibi sayısız vesile gerekiyor. “Vesile yok” diyenler, bir damla suyu bile vesilesiz içemezken, Allah’ın salih kullarının nasıl vesile olmayacağını nasıl iddia edebilirler?

Peygamber de Bir Vesiledir!

Ey akılsız! Peygambere iman etmek, zaten Allah ile senin arana bir vesilenin girmesi demektir. Peygamber olmasaydı, bu dini nasıl öğrenecektin? Kur’an’ı kim tebliğ edecekti? “Ben peygamberim” diyen bir adamın sözüne inandık, “Bu Allah’ın ayetidir” dediklerine Kur’an dedik. Öyleyse, sen dini bile peygambersiz öğrenemezken, Allah’ı ve Kur’an’ı daha iyi anlamak için niye vesile aramıyorsun?

Elbette sahte şeyhler, mehdiler türemiştir, ancak akıllı bir insan iyiyi kötüden ayırt edebilir. Allah her insana bu fıtratı vermiştir. Ancak kör cahiller ve inatçılar gerçeği göremez.
Allah da Vesile Kullanır mı?

Bir çocuk için “Benim değil, Yaradan’ın” deriz. Halbuki Allah, o çocuğun doğması için babanı vesile kılmıştır. Anne de beslemiş, büyütmüştür. Peki bu çocuk kimin? Sen mi yarattın? Yoksa Allah mı? Sen sadece bir vesile oldun.

Tıpkı terzinin “Kumaşı ben kestim” demesi gibi. Aslında kumaşı kesen makas mı, el mi, yoksa Allah mı? Tasavvufa göre “Lâ mevcûde illâ Hû” (Allah’tan başka varlık yoktur) kuralı gereği, her şeyde Allah’ın kudreti vardır. Allah keser, ama terzinin eliyle ve makasla keser.

Eğer “Allah verir, çalışmaya gerek yok” dersen, dünyadaki açların halini görürsün. Allah “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm Suresi, 39) buyuruyor. Yani çalışmadan, vesile aramadan, “Allah bana versin” diye beklemek ahmaklıktır!

“Sübhaneke Allâhümme ve bi hamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfiruke ve etûbu ileyk.”
(Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tövbe ediyorum.)

Fenâ-fiş-Şeyh (Şeyhte Yok Oluş)

Bu, çaya karışan şekerin kaybolması gibidir. Şeker artık görünmez, ama çayın tadı olur. Mürşid-i kâmile bağlanan bir mürid de, zamanla onun ahlakıyla ahlaklanır: Onun gibi yürür, konuşur, giyinir… Artık “O=şeyh, şeyh=O” olmuştur.
Fenâ-fir-Resûl (Resûl’de Yok Oluş)

Eğer şeyh hakiki bir mürşidse, yaptıklarını “Muhammed (s.a.v.) yaptığı için” yapar. Yani o da Resûl’ün çayında erimiş şeker gibidir.
Fenâ-fillâh (Allah’ta Yok Oluş)

Resûlullah (s.a.v.) ise “Allah’ta fânî”dir. Yaptığı her şeyi Allah emrettiği için yapar. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.), Peygamber’in her hareketini yazarken, Resûlullah (s.a.v.) ona:
“Yaz ey Ebû Hüreyre! Ben, Allah’ın emrettiğinden başka bir şey yapmam.” buyurmuştur.

Kur’ân şöyle tasdik eder:
“O (Peygamber), kendi hevasından konuşmaz. O (söyledikleri), ancak vahyolunandır.” (Necm Sûresi, 3-4)
Allah’ın Velî Kulları

Allah, müminlere şöyle müjde verir:
“Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide Sûresi, 54)

En kötü varlıklar ise:
“Allah katında canlıların en şerlisi, aklını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir (taklitçi ahmaklardır).” (Enfâl Sûresi, 22)
Taklidî İman – Tahkikî İman

Sünnet ve Kur’ân, taklit ile değil, tahkik (araştırma) ile anlaşılır. Önce şeyh taklit edilir, sonra onunla Peygamber taklit edilmiş olur. Bu da insanı Allah’ın kâinata koyduğu yasalara (sünnetullah) ulaştırır.

Misal:
Gül mevsimi geçince yapraklarını döker. Aklını kullanan biri, gülün kokusunu 12 ay hissedebilmek için, onun özünü çıkarıp saklar. Eğer sen Muhammed’in (s.a.v.) kokusunu almak için “O yeniden doğsun” diye beklersen, kaybedersin! Oysa Allah her an yeni bir tecelli ile zuhur eder:

“Göklerde ve yerde olanlar O’ndan ister. O, her an yeni bir iştedir (ayrı bir tecellî ile zuhur eder).” (Rahmân Sûresi, 29)

Sonuç:

    Fenâ-fiş-şeyh → Mürşidde erimek,

    Fenâ-fir-resûl → Peygamber’de erimek,

    Fenâ-fillâh → Allah’ta erimek.

Bu yol, taklitten tahkike, oradan hakikate ulaştırır.

“Sübhaneke Allâhümme ve bi hamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfiruke ve etûbu ileyk.”
(Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tövbe ediyorum.)

Bakara Suresi 260. Ayet ve Diriliş Hakikati

Allah şöyle buyuruyor:
“Hani İbrahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ demişti. (Allah ona) ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için’ demişti. (Allah:) ‘Öyleyse dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.'” (Bakara, 260)

Bu ayetin tefekkürü:
Dağlardan akan sular nehirlere, nehirler denizlere, denizler okyanuslara karışır. Ölü bir kuşun parçaları da bu su döngüsüne katılır:

    Toprakta çürür, suya karışır,

    Buharlaşarak bulut olur,

    Yağmurla toprağa düşer,

    Bitki olur ve canlı bedenlere gıda olur.
    Allah’ın diriltme sanatı işte bu şekilde işler! “Ezilmiş kuş nasıl geri gelecek?” diye sorgulayanlar, bu ilahî döngüyü anlamayanlardır.

Hinduların İnek Tapınması Sapkınlığı

Allah inekte de tecelli eder, köpekte de, insanda da… Ancak bu:

    “Allah inektir” (hâşâ) demek değildir!

    “Enel-Hak” (Ben Hakkım) sözünü yanlış yorumlayanlar, tıpkı Hindular gibi şirke düşer.

Tarih tekerrür ediyor:
Musa (a.s.) Tur Dağı’ndayken, şeytan İsrailoğullarını altın buzağıya taptırmadı mı? Aklını kullanmayanlar her dönem kolayca saptırılır.
Parayı Veren Düdüğü Çalar

Bugün gazetelerde: “F-16’larımıza gece görüş sistemi ekledik” diye övünüyorlar. Oysa gerçek şu:

    Kaliteli ürün kaliteli parayla alınır.

    Az parayla alınan uçağın eksikleri olması normaldir!

Nasreddin Hoca’nın dediği gibi: “Parayı veren düdüğü çalar.” Ucuz alan, kalitesiz alır.

Allah’ın uyarısı:
“Allah katında canlıların en kötüsü, aklını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir (taklitçi ahmaklardır).” (Enfâl, 22)

TASAVVUF VE MÜRŞİD-İ KÂMİL

İşte geçenki vaazda nefs-i kâmileden bahsettik ve gelelim “mürşid-i kâmil”e. Yani kâmil ve kâmile farkı nerede? Dişi ve erkek… Nefsin isimleri hep dişi isim: Râzıye, Marzıye… Buraya gelince hem dişi hem erkek, yani hem kâmil hem kâmile var. Daha önce “nefs-i râzıye” ve “rızâ” makamı var. Yani işte:

İnsan ya içe doğru erer, bedenden içeri doğru seyr ü sülûk edip, içe doğru erer ve dişi olur ve doğacak yeni versiyonu dişi, yani kız çocuk olarak doğar. Yahut da dışa doğru hareket edip, kâinatı okur: Fizik der, tabiat ana der, Darwin der, bilmem ne der ve dışa doğru okur büyük kitabı ve er olarak doğar, erkek çocuk olur onun yeni versiyonu da. Yahut da öyle kâmil kimseler vardır ki, onlar hem içe hem de dışa doğru gidebilir, istediği zaman ve ister oğlan, ister kız olarak doğabilirler. Yani ya zekerli (erkek organlı) çıkıntı, ya da rahimli (dişi organlı) çukurlu dibe doğru… Ve hal böyle olunca, dibe doğru günahları terk etmek ile ve dışa doğru kâinatın dışına doğru ise Güneş’ten ve Muhammed’den, dinden uzaklaşarak, yani günah işleyerek ilerler. Son sınır aşılırsa Allah muhafaza, ve en son kâfir karanlığı ve zulmet ve kara kişi olurlar.

Tasavvuf işte bu içe veya dışa doğru yolculuğu talim eden din ilmidir.

Ve Mehdi aleyhisselam, hem ileriye doğru hem de yakına doğru sınırdır. Yani geri döndüren göktür. O yüzden Rabbim, onun askerlerini ondan öteye geçmekten muhafaza eylesin. Yoksa ondan ötede kaybolursunuz. Gece 21 Aralık’tan daha ileri gidip hep gece olursa, artık gündüzün hakkına tecavüz etmiş olur. Yani en uzun gündüzde 1/3, yani en az sekiz saat gece, veya en uzun gecede 8 saat gündüz kalmak zorundadır. Bu Allah’ın dünyamıza koyduğu büyük kitaptaki yasadır, sünnetullahtır. Ve kadın ve erkeklikte en az 7.65 tabancalıdır. O da iki şarjör ile en az “Merkür yani 13.316” veya “14’lü Venüs” veya “7.65+7.65=15.25 cm, Dünya” veya “Mars 16” veya “17’li Ramazan davulcusu”…

Tasavvuf ve Mürşid-i Kâmil

Nefs mertebelerinde yolculuk:

    İçe seyr (Nefs-i Râzıye):

        Günahları terk ederek ilerler.

        Dişil enerji (kız çocuk) olarak doğar.

    Dışa seyr (Tabiat bilimi):

        Kâinatı okuyarak ilerler.

        Eril enerji (erkek çocuk) olarak doğar.

    Kâmil insan:

        Hem içe hem dışa seyredebilir.

        İstediği formda (erkek/kadın) tecelli eder.

Mehdî (a.s.) sınırdır:

    O, ileriye ve geriye gidişin dengelendiği noktadır.

    Tıpkı 21 Aralık’ta (en uzun gece) olduğu gibi: “Gece hakkı 16 saat, gündüz hakkı 8 saat” Allah’ın değişmez yasasıdır (Sünnetullah).

Dua:
“Allahım! Bize hakkı hak olarak gösterip ona uymayı, bâtılı da bâtıl olarak gösterip ondan kaçınmayı nasip eyle.”

“Sübhaneke Allâhümme ve bi hamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfiruke ve etûbu ileyk.”
(Allah’ım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tövbe ediyorum.)

El-Fatiha.

Kar©glan | Başağaçlı Raşit Tunca
Schrems, 15 Ocak 2016

Author: RasitTunca

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir