LİVÂTA
Erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunmaya Livata denir.
Islâm dininde zina, fahişelik gibi bir hayasızlık örneğini teşkil eden livâta da, kesinlikle yasaklanmıştır. Livâtaya, oğlancılık veya homoseksüellik de denir. Livâta, insan şahsiyetine ve haysiyetine hiç bir şekilde yaraşmayan ahlâkî suçlardan biridir.
Hz. Lût (a.s), sapıklığın, ahlâksızlığın, edepsizliğin en adîsi olan livâtanın yaygın olduğu Sedum halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Sedum halkı, daha önceki milletlerde görülmeyen bu ahlâksızlık suçunda çok ileri gitmişti. Iffet, namus ve hayânın unutulduğu bu toplumda Lût (a.s) gibiler, onların bu tür ahlâksızlıklarına engel olmak istemişler, ancak susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişlerdi.
Sedum halkının ahlâksızlık ve edepsizliğini ifade eden ayette şöyle buyurulur: "Lut`u da hatırla. Hani o, kavmine şöyle demişti: Âlemlerde hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz?" (el-Ankebût, 29/28). Ancak diğer ayetlerde, bunların yaptığı kötülüklerin cezasız kalmadığı vurgulanarak, gökten gelen acı bir azab ile yerle bir edildikleri belirtilmiştir.
Livâtanın veya başka bir deyişle homoseksüelliğin Islâm hukukundaki cezası, bazı fakihlere göre zina cezasıdır. Öte yandan, hakimin, bu kötü durumdan insanları alıkoymak için toplumun yararına göre ceza verebileceği görüşünü savunanların yanında, livâta işini yapan ve yapılanın öldürülmesi gerektiği görüşünde olan Islâm fıkıhçıları da vardır.
LİVÂÜ`L-HAMD
Hamd sancağı; kıyamet günü insanların altında toplanacakları sancak; Hz. Peygamber`in sancağı. Kıyamet günü övgü ve şeref Hz Peygamber`e ait olacağı için, onun ümmetini toplayacağı sancağın ismi "Hamd sancağı" diye isimlendirilmiştir.
"Gecenin bir kısmında da sana mahsus olmak üzere, onunla (Kur`an) gece namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud`a gönderir" (el-Isrâ, 17/79). Bu ayeti kerimede geçen makam-ı mahmud, ahiret günü Hz. Peygamber`e verilecek şefaat makamı olarak tefsir edilmiştir. Nitekim bir hadisi şerifte Hz. Peygamber makam-ı mahmudun ne olduğunu soran sahâbiye "o şefaattır" diye cevap vermiştir (Ahmed b. Hanbel, II, 444). Bu açıdan değerlendirildiğinde hamd sancağının, şefaatla alâkası ortaya çıkmaktadır. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)`in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Öğünmek için söylemiyorum, ben Âdemoğullarının efendisiyim! Kıyamet gününde ilk diriltilecek benim. Öğünmek için söylemiyorum; ilk şefaat isteyen ve şefaati ilk kabul edilenim. Öğünmek için söylemiyorum; kıyamet gününde hamd sancağı benim elimde olacaktır" (Tirmizî, Menâkıb, I; Ibn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Mukaddime, 8; Ahmed b. Hanbel, I, 281, 295, III, 14, 4).
Hamd sancağı Hz. Peygamber`e ait olan hususi özelliklerdendir. Bir rivayete göre diğer peygamberlerde bulunmayan, yalnızca Hz. Peygamber`e ait olan bu sancak altında Âdem (a.s)`den kıyamete kadar bütün müminler toplanacaklardır (Mübarekfürî, Tuhfetü`l-Ahvezî, Beyrut t.y, IV, 130).
LOHUSALIK (NİFAS)
Tanımı:
Nifas; parçalanmış organlar halinde de olsa çocuk doğurmanın ardından, kadının rahminden gelen kan veya organları belli olduktan sonra düşük de olsa, çocuğun yarıdan çoğunun çıkması, ya da doğurduğu çocuğun ardından gelen kan sebebiyle kadında oluşan bir şer`î engel hali demektir. Biz bu programımızda "nifas" için "Lohusalık" tâbirini kullanacağız.
Lohusalık haline islâm Fıkhında "nifas" denmesinin sebebi; onunla bir "nefs"in, yani bir canlının dünyaya gelmesi, veya canlıyı ayakta tutan esas unsurlardan biri olmasından dolayı "nefs" tâbir edilen kanın, doğumla beraber akması, ya da rahmin açılıp yarılmasından dolayı "rahim teneffüs etti" denmesi yani, "nifas"ın "teneffüs" kelimesinden türemiş olabilmesidir.
b)Lohusalığın Başlangıcı:
Tarifte de değindiğimiz gibi lohusalık, çocuğun yarıdan çoğunun çıkmasıyla başlar. Yarıyı belirlemek için çocuğun doğru gelmesinde göğsüne, ters gelmesinde ise göbeğine itibar edilir.
İslâm`da namaza verilen önemi anlayabilmek için bu noktada önemli bir fıkıh meselesini hatırlatmakta yarar vardır: Çocuğun yarıdan azı çıktığında gelen kan lohusalık kanı değil, hastalık kanıdır, dolayısıyla bu kadın abdestini alıp namazını kılacaktır. Rukû ve secde imkânı bulamazsa, çocuğa da zarar vememek için legen gibi bir çukura oturacak ve imâ ile kılacaktır. Çünkü en ufak bir imkân olduğu sürece, namaz kılmamanın çaresi yoktur, diyenler vardır.
Hamile kadından, doğumdan hemen önce bile olsa, çocuk çıkmadan gelen kan hastalık kanıdır. Âdetin en az süresi kadar uzasa bile âdet ya da lohusalık kanı değildir.
Doğum yaptığı halde fercinden kan gelmeyen kadın da yıkanma konusunda, fetvâ verilen görüşe göre lohusadır. Yani yıkanması gerekir. Çünkü doğan çocukla beraber en azından kanın bir ıslaklığının bulunmadığı olmaz. Ya da çocuğun çıkması lohusalık için zaten başlı başına bir sebeptir. Ayrıca kan aramaya gerek yoktur.
Lohusalığın Ölçüsü:
Lohusalığın en azının bir ölçüsü yoktur. Doğum yaptıktan bir saat sonra kan kesilse yıkanır ve ibâdetlerini normal şekilde yapar. Çünkü kanın lohusalık kanı olduğuna doğumdan başka bir delil gerekmez. Halbuki âdet kanını tanımak ve hastalık kanından ayırmak için en az üç gün sürmesi gerekir. Lohusalığıa en az süre, ancak ihtiyaç duyulduğu zaman belirlenir. Meselâ karısına: "Doğum yaptığında boşsun"` dese, bu kadının iddeti İmam Azam`a göre: Önce yirmibeş gün lohusalığı hesap edilmek, ardından onbeş gün temizlik, onun da ardından beşer günden üç âdet ve iki âdet arasında onbeşer günden iki temizlik olmak üzere en az seksen beş günde dolmuş olur ve kadın, bundan daha az zamanda iddetinin bittiğini söylese kabul edilmez.
Lohusalığın en çoğu ise kırk gündür. Dolayısıyla; iki âdet peşpeşe gelmeyeceği gibi, iki lohusalık ve bir lohusalık ve bir âdet de peşpeşe gelmeyeceğinden, kırk günü aşan kan lohusalık ya da âdet kanı değil, hastalık kanı olmuş olur.
İki lohusalık arasındaki temizliğin en az süresi altı aydır. Çünkü altı ay, gebeliğin en az süresidir. Buna göre eğer iki lohusalık arasındaki süre altı aydan daha az olursa bu iki doğum ikiz olarak kabul edilir.
Lohusalık Âdetinde Değişme (İntikat):
Kadının lohusalıktaki âdeti, önceki doğumunda kan gördüğü günler kadardır. Buna göre meselâ, önceki doğumunda yirmibeş gün kan görse bu, onun âdeti sayılacağından ikinci doğumunda kırk günü aşan bir sayıda, meselâ kırkbeş gün kan görse, yirmibeş günü geçen bu yirmi gününün lohusalık değil hastalık kanı olduğu anlaşılır. Ve bırakılan ibâdetler kaza edilir.
İkinci doğumda kan kırk günü aşmaz da, meselâ otuzdokuz ya da kırk gün devam ederse, bu defa lohusalıktaki âdeti otuz dokuz ya da kırk güne intikal etmiş sayılır ve kırk günü aşmadığı için bunların, hepsi lohusalık kanı olmuş olur.
Lohusalıkta âdetin değişmesine (intikaline) şu örnekleri de verebiliriz:
a) Lohusalık âdeti yirmi gün olan bir kadın, sonraki doğumunda on gün kan görse, yirmi gün temiz kalsa ve onbir gün daha kan görse toplamı kırkbir gün eder ki, bununla âdeti olan yirmi günü geçen kısmının hastalık kanı olduğu anlaşılır. Buna göre on günü temiz geçen ilk yirmi günü, yine âdeti olduğu üzere lohusalıktir. Geri kalan günleride temiz sayıldığı için ibâdetlerini kaza edecektir.
b) Aynı kadın yirmi gün kan gördüğü bu doğumundan sonraki doğumunda, bir gün kan görse, otuz gün temiz kalsa, tekrar bir gün kan görse, ondört gün temiz kalsa ve bir gün daha kan görse, lohusalık süresi âdeti olduğu üzere yine ilk yirmigündür. Çünkü ikinci kan ve ikinci temizlik eksik kan ve eksik temizliktir; âdet kanı ve âdet temizliği olamazlar. Eksik temizliklerde de kan devam etmiş sayılacağından ve kan gelen günlerin toplamı böylece kırk günü geçtiğinden kadın ilk âdetine döner ki, o da yirmi gündür.
c) Aynı kadın beş gün kan görse otuzdört gün temiz kalsa, tekrar bir gün daha kan görse toplamı kırk gün edeceğinden, yani kırk günü aşmamış olacağından bu kadının lohusalık âdeti yirmi günden kırk güne intikal etmiş ve kırk günün tamamı lohusalık olmuş otur.
d) Aynı kadın onsekizgün kan görse, yirmiiki gün temiz kalsa ve tekrar bir gün daha kan görse, bu defa lohusalık âdeti yirmi günden onsekizgüne intikal etmiş olur.Çünkü onsekizgün kan gördükten sonra geçirdiği temizlik onbeş günü aştığı için tam temizliktir ve son kan kırk günü aştığı için de iki lohusalık kanı arasında değildir.Böyle bir temizlikle lohusalığın sona erdiği anlaşılır.
Son gördüğü bir gün kan ise eksik kan olduğundan hastalık kanı olmuş olur. Bu kan bir gün değil de şayet üç gün olmuş olsaydı âdet kanı olmuş olacaktı ve son gördüğü bir gün kanı kırk günü aşmadan görmüş olsaydı, temiz geçirdiği günlerin sayısı onbeş günü geçmiş olsa da yine hepsi lohusalık olmuş olacaktı.
e) Yine bu kadın bir gün kan görse, otuzdört gün temiz kalsa, tekrar bir gün kan görse, onbeş gün temiz kalsa ve yine bir gün kan görse, bu kadının lohusalığı, önceki örneğin tersine; sonu kan olan otuzaltı gündür. Yani âdetine onaltı gün eklenmiş ve âdeti değişmiş (intikal etmiş)tir. Çünkü son kandan önceki temizlik tam ve sağlam temizliktir; dolayısı ile kan kırk günü geçmemiştir.
Bütün bu örnekleri İmam Ebû Hanife`nin şu görüşü özetler biçimdedir: Doğumdan sonra kan kırk günün içinde gelirse, araya giren temiz günler çok olsa da ayırıcı olamaz ve kan sürekli akmış sayılır. Hatta kadın doğumunda bir saat kadar kan görse, otuzdokuz gün temiz kaldıktan sonra kırkıncı günde de bir saat kadar kan görse bu kırk günün tamamında lohusa sayılır.
e) İkiz Doğumda Lohusalık:
Her iki doğum arasında süre altı aydan az olmak üzere kadının bir batından iki ya da daha fazla çocuk doğurması halinde lohusalık sadece birinciden olur, daha sonraki doğumlar için lohusalık yoktur. İsterse birinci ile üçüncü arasındaki süre altı ayı aşmış olsun.
Bu, İmam Ebû Hanife`nin (r.a.) ve İmam Ebû Yûsufun görüşüdür ve sağlam olan da budur. Imam Muhammed`e göre ise, lohusalık sonuncudan olur. Çünkü rahim ancak onunla boşalmıştır. İki doğum arasındaki kan ise hastalık kanıdır.
Ancak birden,çok doğumda iddet, ittifakla son çocuk ile tamamlanır. Çünkü iddet rahmin boşalması demektir, bu ise içindekilerin tamamen çıkması ile olur.
Sahih olan ikizliğin şartı, yüklülüğün yani, döllenmenin bir olmasıdır.
Erginlik lohusalık kanına bağlanamaz. Çünkü gebe kalmakla erginlik zaten gerçekleşmiş demektir.
LUKATA(BULUNAN MAL)
Bir şeyi yerden kaldırıp almak; ilmi, kitaplardan öğrenmek; kılları yolmak; bulunan mal hakkında kullanılan bir İslâm hukuku terimi. Mülkiyetini veya üzerindeki hakkını terketme niyyeti olmaksızın sahibinin iradesi dışında kaybolmuş ve başkası tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış, bulanın sahibini bilmediği muhterem (üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan) mal.
Lukata ile ilgili hükümleri İslâm hukukunun iki temel kaynağından ikincisi olan Hz. Peygamber`in sünneti düzenlemektedir. Kur`an-ı Kerîm lukata ile ilgili hükümleri açıklamamıştır (bk. Ebû Dâvud, Sünne, 5; Azîmâbâdî, Avnu`l-Mâbûd, Medine 1388-89/1968-69, XII, 354-356). Bu durum sünnet`e olan ihtiyacın en açık delîlidir.
Lukata konusunun mihverini teşkil eden hadis şudur: Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a.)`dan rivayet edildiğine. göre Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s)`e gelerek lukatanın hükmünü sordu. Hz. Peygamber: "Onun mahfazasını ve bağını belle, sonra bir yıl ilân et! Sahibi gelirse verirsin. Aksi takdirde onu nasıl istersen öyle yap" buyurdu. Adam: Koyunun hükmü nedir diye sordu. Hz. Peygamber:
"Onu al. O ya senin yahut din kardeşinin veya kurdundur" buyurdu. Adam; -kaybolmuş devenin hükmü nedir diye sordu. Hz. Peygamber: "Ondan sana ne? Su tulumu ve çarığı beraberinde. Sahibi rastlayıncaya kadar suya gider ve ağaçları yer" buyurdu (Buharî, Lukata 1, 2, 3, 4, 9, 10,11; Müslim, Lukata,1, 2, 5, 7, 8, 9...).
Bulunan malın alınmasının efdal olup olmadığı ihtilâflıdır. Hanefî ve Şafiîlere göre bulunan bir malın sahibine vermek üzere alınması, terkinden efdaldır. Çünkü böyle bir malı almakla, onun kaybolması önlenmiş olmaktadır. Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ise, böyle bir malı almanın, nefsi haram yemekle karşı karşıya getireceğinden, terkinin daha faziletli olduğu görüşündedir (Kâsânî, Bedâyiu`s-Sanayi`, Kahire 1327-28/1910, VI, 200; İbnü`l-Hûmâm, Fethu`l-Kadir, Kahire 1389/1970, VI, 118; Şirbînî, Muğni`l-Muhtaç, Kahire 1379/195960, II, 406; İbn Kudâme, el-Muğni, Nşr. M. Halil Herrâs, Kahire, ty., V, 694). Lukatanın alınıp muhafaza edilmesi ve sahibi çıktığında ona verilmesi, bütün ilâhi dinlerde mevcud bulunan zaruret-i diniyye`den malı koruma prensibine dahildir (Karâfi, el-Furuk, Kahire 1347, IV,33). Lukatayı alırken mültakit (lukatayı alan)in niyyeti önemlidir. Lukatayı alan sahibine vermek üzere alırsa, lukata onun yanında emânet hükmündedir ve telef olması halinde. ödeme mükellefiyeti yoktur. Ancak kendisine mal edinmek maksadıyla alırsa; gâsıb hükmündedir ve malın telef edilmesi halinde tazmin gerekir (Vehbe ez-Zühaylî, Nazariyyetü`d-Damân, Dımaşk 1402/1982, s. 174-175; Ali el-Hafif, ed-Damân fil-Fıkhi`l-İslâmî, Kahire 1971, I,102,104,107). Ancak Lukatayı alanın sahibine vermek üzere emâneten aldığının ortaya konulması bazı görevlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bunlar;
a. İşhâd: Lukatayı alanın bunu kendisi için almayıp sahibine vermek üzere aldığına iki adil kişiyi şahid tutmasıdır. Ebû Hanife`ye göre işhâd vâcip; Maliki, Şafiî ve Hanbelilere göre müstehaptır (Tahâvî, Şerhu Meâni`l-Asâr, Kahire 1388/1968, IV,136; Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, Kahire 1357/1983, V, 339; Nevevî, el-Mecmû, Beyrut, t.y., XV, 255-258; İbn Kudâme, a.g.e., V, 708; Necib el-Mutîî, Tekmiletü`l-Mecmü`, Bâcî, el-Müntekâ, Kahire 1332, VI, 135).
b. İlân: Lukatanın -sopa, kırbaç, ip vb. gibi insanların değer vermediği önemsiz şeyler haricinde- 1 yıl ilânı vaciptir (Tahâvî, a.g.e., IV, 136; İbn Kudâme, a.g.e., V, 694; Bâcî, a.g.e., VI, 136; Nevevî, Şerhu`l-Müslim, Kahire 1349, XII, 22). İlândan maksad malını sahibine ulaştırmaktır. Bundan dolayı ilân insanların kalabalık bulundukları yerlerde özellikle malın bulunduğu civarda belli aralıklarla yapılmalıdır. Mültakit lukatayı ilân ederken sadece cinsini -altın, gümüş gibi- zikretmelidir. Vasıfların hepsini zikretmesi halinde buna muttali olan ve sahibi olmayan birisi lukatayı kendisinin olduğunu iddia ederek alabilir. Bu durumda multakit lukatayı tazmin eder. Buna göre lukata başkasına gösterilemez (Erdebîlî, el-Envâr, Kahire 1326, I, 446; Bâcî, a.g.e., VI, 136). İlân herhangi bir masrafı gerektirirse Hanefî, Şafiî, Hanbelilere göre ilân masrafları multakite aittir. Malikilere göre ise multakit lukatanın ilânı için yapılacak masrafları lukatadan verilmek üzere bir başkasına yaptırabilir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu`l-İslâmî, Dımaşk 1405/1985, V, 778; Abdülkerim Zeydan, Mecmûa Buhûs Fıkhiyye, Bağdad 1407/1986, s. 329-330).
Şârî`in lukatayı alma konusundaki izni işhâd ve ilânla kayıtlıdır. Bu görevleri yerine getirmeye multakit hakkında gasb hükümleri uygulanır (bk. Gasb mad.).
Multakitin bulduğu malı koruması ve ilân etmesi karşılığında bir ücret hakkı yoktur. Yaptıkları, teberrûdan ibarettir. Ancak mal sahibi multakite bahşiş verebilir. Hanbelî ve Şafiîlere göre ise mal sahibinin vaadi varsa mültakit buna hak kazanır (Kâsânî, a.g.e., II, 202; İbn Adilberr, el-Kafi, Riyad 1400/1980, II, 839; İbn Kudâme, a.g.e.,V, 745; Şâfiî, el-Ümm, Bulak 1321-25, III,.291).
Multakitin lukataya yapmış olduğu masrafları mal sahibinden alabilmesi için masrafları hâkimin izniyle yapmış olması şarttır. Aksi takdirde bu masraflar teberrû mahiyetindedir. Hâkimin izniyle yapılan masrafları mal sahibinin ödememesi durumunda multakite masrafları ödettirinceye kadar malı hapis hakkı doğar (Şeyh Bedreddin, Câmiul-Fusûleyn, Kahire 1300, II, 81; Kâsânî, a.g.e., VI, 203; İbnü`l-Hümâm a.g.e.,VI, 127).
Lukatanın sahibi olduğunu iddia edene teslimi:
Lukatanın sahibi geldiğinde kendisine malın verilmesi gerekir. Ancak lukatanın kendisinin olduğunu iddia edenin doğruluğunu anlamak için iki yol vardır:
1. Lukatanın vasıflarını bilmek,
2. Delil ile ispat.
Lukatanın, kendisinin olduğunu delil ile isbat edene verilmesi ittifakla vaciptir. Ancak lukatanın vasıflarını bilene verilmesi Hanefîlere göre vacip değildir. Hanbelî ve Mâlikilere göre ise vasıflarını bilene lukata verilir. Şafiîlere göre ise multakit vasfedenin doğru söylediğine kanaatı varsa lukatayı vasfedene verebilir (Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 8; Kâsânî, a.g.e., VI, 202; İbnü`l-Hümâm, a.g.e., VI, 129 vd.; İbn Kudâme, a.g.e., V, 709-711; Sehnûn, el-Müdevvene" Kahire 1324, VI, 174-175; Şâfiî, a.g.e., III, 288; Şirbinî, a.g.e., II, 416).
LUKATANIN KISIMLARI
1. Hayvanlar: Hayvanın zayıflaması, sahibinin nafakasını karşılayamaması vb. sebeplerle sahibinin terkedip başkasının alıp beslediği hayvanlar, terk esnasında sahibi, kim alırsa onun olsun demiş ise, mal, alıp besleyene aittir. Böyle bir şey söylememişse, sahibi malını alır; ancak masrafı tazmin eder (İbn Nûceym, el-Bahru`r-Râik, Kahire 1333, V,125).
Hanefîlere göre, bulunan bir hayvanın alınması diğer lukatalar gibi câizdir. Hanbelî, Şafiî, Malikî ve Zâhirîlere göre ise devenin alınması câiz değildir. İhtilâfın kaynağı yukarıda zikredilen hadistir (Serahsî, a.g.e., XI, 11; Şirbînî, a.g.e., II, 409; Bâcî, a.g.e., VI,139-140; İbn Kudâme, V, 740-741. Bu konudaki tartışma için bk. Tahâvî, Şerhu Meanil-Âsâr, Kahire 1988/1968, IV, 133-136; İslâmî Araştırmalar, Temmuz 1986, sayı:1, s. 42).
Kendini korumaktan aciz olan koyun, kaz, tavuk gibi hayvanların alınması câizdir. Bu tip hayvanlar sahibi çıkmadığında yenilebilir. Ancak cumhura (fukaha çoğunluğu) göre, sahibi çıktığında bedelinin ödenmesi gerekir. İmam Mâlik`e göre ise gerekmez (İbn Rüşd, Bidâyetü`l-Müctehid, İstanbul 1985, II, 257-258; Şevkâni, Neylül-Evtâr, Kahire 1357/1983, V, 342).
2. Dayanıklı olmayan lukatalar: Hanefîlere göre bozulacağından korkulan andan biraz öncesine kadar ilân edilir. Sahibi çıkmazsa multakit bunu yiyebilir. Şafiî ve Hanbelîlere göre kavun, karpuz, üzüm gibi uzun süre dayanıklı olmayan malları bulan dilerse yer, bedelini borçlanır; dilerse satıp parasını muhafaza edebilir. Malikîlere göre ise dayanıklı olmayan lukatalarda ilân şartı yoktur. Multakit fakirse yiyebilir veya sadaka verebilir. Mal sahibi bundan sonra gelirse multakit yemiş ise bedeli öder; sadaka vermiş ise mal sahibi dilerse sadakaya razı olur, dilerse ödettirir (Serâhsî, a.g.e., XI, 9; Necib el-Multîî, Tekmiletül-Mecmû, XV, 278; İbn Kudâme, a.g.e., V, 739; Sehnûn, a.g.e., VI, 175).
3. Kullanımı haram olan bulunmuş şeyler: Bir müslümana ait olan içki, domuz vb. gibi kullanılması haram olan şeyler mal olamayacağından ilânı şart olmadığı gibi, imha da edilebilir (Necib el-Mutîi, a.g.e., XV, 278).
4. Önemsiz lukatalar (tâfih): İp, sopa, kırbaç, yiyecek kırıntısı gibi bulunan önemsiz şeyler, ilâna gerek kalmadan kullanılabilir. Ancak sahibi gelirse geri alabilir (Buhârî, Buyû, 4; Lukata, 6; Müslim, Zekât, 164,166,...; Şevkânî, a.g.e., V, 337). Çünkü başkasına göre önemsiz de olsa hiç bir hak zayi olmaz.
5. Mekke`nin lukatası: Mekke`nin lukatasının alınıp alınmayacağı konusu ihtilâflıdır. Bu konuda ihtilâfın kaynağı şu hadis-i Şerîftir: "....Onun dikeni koparılmaz, ağacı kesilmez, kaybolan eşyası alınmaz. Meğer ki, bulan ilân maksadıyla almış ola..." Buhârî, Lukata, 7; Müslim, Hacc, 447, 448; Ebû Davud, Menâsik, 89; Nesaî, Menasik 110, 120; İbn Mace, Menasik, 103; Darimî, Buyû, 60; Müsned, I, 318, 348; II, 238). Hanefî ve Malikîlere göre lukata konusundaki hadisler mutlak olduğundan Mekke`nin lukatası ile diğer yerlerin lukatası arasında fark yoktur. Bu hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) çeşitli beldelerden yabancıların gelip memleketlerine dönmesi sebebiyle sahibi bulunamaz endişesiyle Mekke`nin lukatası ilânı gerektirmez vehmini insanların kafasından silmeyi ve ilân konusunda azamî titizliğin gösterilmesini murat etmiştir. Hanbelî ve Şafiîlere göre ise Mekke`nin lukatası ancak ilân maksadıyla alınabilir ve ebedî olarak ilân edilir, temellükü câiz değildir. Mezkûr hadis buna delâlet etmektedir (Kâsânî, a.g.e., VI, 202-203; İbnü`l-Hümâm, a.g.e., VI, 128-129; İbnü`l-Kayyım el-Cevziyye, Zâdül-Meâd, Beyrut 1400/1981, III, 453; Şevkânî, a.g.e., 344; Necibel-Mutîî, a.g.e., XV, 253-254; İbn Kudâme, a.g.e., V, 706).
6. Alınan malın yerinde kalan mallar: Bir kimsenin malı değiştiğinde camide ayakkabı değişmesi gibi bu bir yanlışlık neticesinde olmuş ise, kalan mal lukata hükmündedir. Fakat kasten alınıp yerine kıymetçe ondan daha düşük bir mal bırakılmış ise, bu malı kullanmak câizdir (Ali Haydar, a.g.e., II, 435; Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, VII, 263-264).
İlân müddeti dolduktan sonra sahibi gelmeyen lukatalarda yapılacak muâmeleler:
1. Sahibi adına korunması: İlân müddeti dolduktan sonra multakit lukatayı korumaya devam edebilir. Ölümünden sonrada varislere paylaşmamaları ve hıfzetmeleri için vasiyette bulunur (İbnü`l-Hümâm, a.g.e., VI, 123).
2. Beytü`l-Mâla konulması: Burada lukataların korunacağı bir bölümün bulunması şer`î hükümlerin bir gereğidir. Sahibi geldiğinde lukatayı oradan alır (Ali Haydar, a.g.e., II, 431; Şevkânî, V, 343).
3. Hâkime teslim etme: Hâkim lukatayı koruyabileceği gibi borç verilebilecek bir cinsten ise multakite veya başkasına borç verebilir (İbn Nüceym, a.g.e., V, 125).
4. Satılması: Hâkim veya multakit lukatayı satıp parasını muhafaza edebilir. Hâkim, lukatayı ilân müddeti dolmadan satabilir ve mal sahibinin hâkimin yaptığı satış akdini feshetme hakkı yoktur (İbn Nüceym, a.g.e., V, 128; Ali Haydar, II, 431).
5. Sadaka olarak verilmesi: Multakit, fakir ise lukatayı kendisi kullanabileceği gibi, bir başka fakire de sadaka olarak verebilir. Hanefîlere göre, multakit zengin ise lukatayı kullanamaz ve bir başka zengine tasadduk edemez. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel`e göre ise verebilir (İbn Rüş d, a.g.e., II, 256; Kâsânî, a.g.e., VI, 202; İbnü`l-Hümâm, VI,131-132; Şirbînî, a.g.e., II, 415; İbn Kudâme, V, 700; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1987, III, 57).
Burada şuna işaret etmekte fayda vardır: Lukatanın ilân müddeti içinde sahibinin gelmemesinden dolayı yapılan tasarruflar mal sahibinin hakkını asla zayi etmez. Her ne zaman gelirse gelsin ve hangi değerde olursa olsun mal sahibi geldiğinde malını alabilir. İtlaf veya elden çıkması durumunda malını ödettirme hakkına sahiptir. Çünkü hakların iptali sözkonusu değildir (Mergınânî, el-Hidâye, el-Mektebetü`l-İslâmiyye ts., II,176; Şafiî, a.g.e., II, 288; İbn Kudâme, a.g.e., V, 700).
Lukatanın vergisi: Usûlüne uygun olarak sahibi arandıktan sonra sahibi bulunamayan lukataların 1/5 (humus)i tahsil edilir ve kalanı bulana ait olur (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahire 1401/1981, s. 313 vd.; Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, İstanbul 1984, s. 88; Tecrid-i Tercemesi, V, 314).
(Lukata konusuyla ilgili olarak klasik kaynaklar dışında bk.: Abdülkerim Zeydan, el-Lukata ve Ahkâmühâ fi`ş-Şerîati`l-İslâmiyye, Mecmûa Buhûs fıkhiyye, içinde s. 305-348; Feyzi N. Feyzioğlu, Lukata ve Define, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi sayı: 1-4, İstanbul 1954, s. 167; Saffet Köse, İslâm Hukukunda Bulunmuş Mal ve çocuk, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1988).
Erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunmaya Livata denir.
Islâm dininde zina, fahişelik gibi bir hayasızlık örneğini teşkil eden livâta da, kesinlikle yasaklanmıştır. Livâtaya, oğlancılık veya homoseksüellik de denir. Livâta, insan şahsiyetine ve haysiyetine hiç bir şekilde yaraşmayan ahlâkî suçlardan biridir.
Hz. Lût (a.s), sapıklığın, ahlâksızlığın, edepsizliğin en adîsi olan livâtanın yaygın olduğu Sedum halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Sedum halkı, daha önceki milletlerde görülmeyen bu ahlâksızlık suçunda çok ileri gitmişti. Iffet, namus ve hayânın unutulduğu bu toplumda Lût (a.s) gibiler, onların bu tür ahlâksızlıklarına engel olmak istemişler, ancak susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişlerdi.
Sedum halkının ahlâksızlık ve edepsizliğini ifade eden ayette şöyle buyurulur: "Lut`u da hatırla. Hani o, kavmine şöyle demişti: Âlemlerde hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz?" (el-Ankebût, 29/28). Ancak diğer ayetlerde, bunların yaptığı kötülüklerin cezasız kalmadığı vurgulanarak, gökten gelen acı bir azab ile yerle bir edildikleri belirtilmiştir.
Livâtanın veya başka bir deyişle homoseksüelliğin Islâm hukukundaki cezası, bazı fakihlere göre zina cezasıdır. Öte yandan, hakimin, bu kötü durumdan insanları alıkoymak için toplumun yararına göre ceza verebileceği görüşünü savunanların yanında, livâta işini yapan ve yapılanın öldürülmesi gerektiği görüşünde olan Islâm fıkıhçıları da vardır.
LİVÂÜ`L-HAMD
Hamd sancağı; kıyamet günü insanların altında toplanacakları sancak; Hz. Peygamber`in sancağı. Kıyamet günü övgü ve şeref Hz Peygamber`e ait olacağı için, onun ümmetini toplayacağı sancağın ismi "Hamd sancağı" diye isimlendirilmiştir.
"Gecenin bir kısmında da sana mahsus olmak üzere, onunla (Kur`an) gece namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud`a gönderir" (el-Isrâ, 17/79). Bu ayeti kerimede geçen makam-ı mahmud, ahiret günü Hz. Peygamber`e verilecek şefaat makamı olarak tefsir edilmiştir. Nitekim bir hadisi şerifte Hz. Peygamber makam-ı mahmudun ne olduğunu soran sahâbiye "o şefaattır" diye cevap vermiştir (Ahmed b. Hanbel, II, 444). Bu açıdan değerlendirildiğinde hamd sancağının, şefaatla alâkası ortaya çıkmaktadır. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)`in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Öğünmek için söylemiyorum, ben Âdemoğullarının efendisiyim! Kıyamet gününde ilk diriltilecek benim. Öğünmek için söylemiyorum; ilk şefaat isteyen ve şefaati ilk kabul edilenim. Öğünmek için söylemiyorum; kıyamet gününde hamd sancağı benim elimde olacaktır" (Tirmizî, Menâkıb, I; Ibn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Mukaddime, 8; Ahmed b. Hanbel, I, 281, 295, III, 14, 4).
Hamd sancağı Hz. Peygamber`e ait olan hususi özelliklerdendir. Bir rivayete göre diğer peygamberlerde bulunmayan, yalnızca Hz. Peygamber`e ait olan bu sancak altında Âdem (a.s)`den kıyamete kadar bütün müminler toplanacaklardır (Mübarekfürî, Tuhfetü`l-Ahvezî, Beyrut t.y, IV, 130).
LOHUSALIK (NİFAS)
Tanımı:
Nifas; parçalanmış organlar halinde de olsa çocuk doğurmanın ardından, kadının rahminden gelen kan veya organları belli olduktan sonra düşük de olsa, çocuğun yarıdan çoğunun çıkması, ya da doğurduğu çocuğun ardından gelen kan sebebiyle kadında oluşan bir şer`î engel hali demektir. Biz bu programımızda "nifas" için "Lohusalık" tâbirini kullanacağız.
Lohusalık haline islâm Fıkhında "nifas" denmesinin sebebi; onunla bir "nefs"in, yani bir canlının dünyaya gelmesi, veya canlıyı ayakta tutan esas unsurlardan biri olmasından dolayı "nefs" tâbir edilen kanın, doğumla beraber akması, ya da rahmin açılıp yarılmasından dolayı "rahim teneffüs etti" denmesi yani, "nifas"ın "teneffüs" kelimesinden türemiş olabilmesidir.
b)Lohusalığın Başlangıcı:
Tarifte de değindiğimiz gibi lohusalık, çocuğun yarıdan çoğunun çıkmasıyla başlar. Yarıyı belirlemek için çocuğun doğru gelmesinde göğsüne, ters gelmesinde ise göbeğine itibar edilir.
İslâm`da namaza verilen önemi anlayabilmek için bu noktada önemli bir fıkıh meselesini hatırlatmakta yarar vardır: Çocuğun yarıdan azı çıktığında gelen kan lohusalık kanı değil, hastalık kanıdır, dolayısıyla bu kadın abdestini alıp namazını kılacaktır. Rukû ve secde imkânı bulamazsa, çocuğa da zarar vememek için legen gibi bir çukura oturacak ve imâ ile kılacaktır. Çünkü en ufak bir imkân olduğu sürece, namaz kılmamanın çaresi yoktur, diyenler vardır.
Hamile kadından, doğumdan hemen önce bile olsa, çocuk çıkmadan gelen kan hastalık kanıdır. Âdetin en az süresi kadar uzasa bile âdet ya da lohusalık kanı değildir.
Doğum yaptığı halde fercinden kan gelmeyen kadın da yıkanma konusunda, fetvâ verilen görüşe göre lohusadır. Yani yıkanması gerekir. Çünkü doğan çocukla beraber en azından kanın bir ıslaklığının bulunmadığı olmaz. Ya da çocuğun çıkması lohusalık için zaten başlı başına bir sebeptir. Ayrıca kan aramaya gerek yoktur.
Lohusalığın Ölçüsü:
Lohusalığın en azının bir ölçüsü yoktur. Doğum yaptıktan bir saat sonra kan kesilse yıkanır ve ibâdetlerini normal şekilde yapar. Çünkü kanın lohusalık kanı olduğuna doğumdan başka bir delil gerekmez. Halbuki âdet kanını tanımak ve hastalık kanından ayırmak için en az üç gün sürmesi gerekir. Lohusalığıa en az süre, ancak ihtiyaç duyulduğu zaman belirlenir. Meselâ karısına: "Doğum yaptığında boşsun"` dese, bu kadının iddeti İmam Azam`a göre: Önce yirmibeş gün lohusalığı hesap edilmek, ardından onbeş gün temizlik, onun da ardından beşer günden üç âdet ve iki âdet arasında onbeşer günden iki temizlik olmak üzere en az seksen beş günde dolmuş olur ve kadın, bundan daha az zamanda iddetinin bittiğini söylese kabul edilmez.
Lohusalığın en çoğu ise kırk gündür. Dolayısıyla; iki âdet peşpeşe gelmeyeceği gibi, iki lohusalık ve bir lohusalık ve bir âdet de peşpeşe gelmeyeceğinden, kırk günü aşan kan lohusalık ya da âdet kanı değil, hastalık kanı olmuş olur.
İki lohusalık arasındaki temizliğin en az süresi altı aydır. Çünkü altı ay, gebeliğin en az süresidir. Buna göre eğer iki lohusalık arasındaki süre altı aydan daha az olursa bu iki doğum ikiz olarak kabul edilir.
Lohusalık Âdetinde Değişme (İntikat):
Kadının lohusalıktaki âdeti, önceki doğumunda kan gördüğü günler kadardır. Buna göre meselâ, önceki doğumunda yirmibeş gün kan görse bu, onun âdeti sayılacağından ikinci doğumunda kırk günü aşan bir sayıda, meselâ kırkbeş gün kan görse, yirmibeş günü geçen bu yirmi gününün lohusalık değil hastalık kanı olduğu anlaşılır. Ve bırakılan ibâdetler kaza edilir.
İkinci doğumda kan kırk günü aşmaz da, meselâ otuzdokuz ya da kırk gün devam ederse, bu defa lohusalıktaki âdeti otuz dokuz ya da kırk güne intikal etmiş sayılır ve kırk günü aşmadığı için bunların, hepsi lohusalık kanı olmuş olur.
Lohusalıkta âdetin değişmesine (intikaline) şu örnekleri de verebiliriz:
a) Lohusalık âdeti yirmi gün olan bir kadın, sonraki doğumunda on gün kan görse, yirmi gün temiz kalsa ve onbir gün daha kan görse toplamı kırkbir gün eder ki, bununla âdeti olan yirmi günü geçen kısmının hastalık kanı olduğu anlaşılır. Buna göre on günü temiz geçen ilk yirmi günü, yine âdeti olduğu üzere lohusalıktir. Geri kalan günleride temiz sayıldığı için ibâdetlerini kaza edecektir.
b) Aynı kadın yirmi gün kan gördüğü bu doğumundan sonraki doğumunda, bir gün kan görse, otuz gün temiz kalsa, tekrar bir gün kan görse, ondört gün temiz kalsa ve bir gün daha kan görse, lohusalık süresi âdeti olduğu üzere yine ilk yirmigündür. Çünkü ikinci kan ve ikinci temizlik eksik kan ve eksik temizliktir; âdet kanı ve âdet temizliği olamazlar. Eksik temizliklerde de kan devam etmiş sayılacağından ve kan gelen günlerin toplamı böylece kırk günü geçtiğinden kadın ilk âdetine döner ki, o da yirmi gündür.
c) Aynı kadın beş gün kan görse otuzdört gün temiz kalsa, tekrar bir gün daha kan görse toplamı kırk gün edeceğinden, yani kırk günü aşmamış olacağından bu kadının lohusalık âdeti yirmi günden kırk güne intikal etmiş ve kırk günün tamamı lohusalık olmuş otur.
d) Aynı kadın onsekizgün kan görse, yirmiiki gün temiz kalsa ve tekrar bir gün daha kan görse, bu defa lohusalık âdeti yirmi günden onsekizgüne intikal etmiş olur.Çünkü onsekizgün kan gördükten sonra geçirdiği temizlik onbeş günü aştığı için tam temizliktir ve son kan kırk günü aştığı için de iki lohusalık kanı arasında değildir.Böyle bir temizlikle lohusalığın sona erdiği anlaşılır.
Son gördüğü bir gün kan ise eksik kan olduğundan hastalık kanı olmuş olur. Bu kan bir gün değil de şayet üç gün olmuş olsaydı âdet kanı olmuş olacaktı ve son gördüğü bir gün kanı kırk günü aşmadan görmüş olsaydı, temiz geçirdiği günlerin sayısı onbeş günü geçmiş olsa da yine hepsi lohusalık olmuş olacaktı.
e) Yine bu kadın bir gün kan görse, otuzdört gün temiz kalsa, tekrar bir gün kan görse, onbeş gün temiz kalsa ve yine bir gün kan görse, bu kadının lohusalığı, önceki örneğin tersine; sonu kan olan otuzaltı gündür. Yani âdetine onaltı gün eklenmiş ve âdeti değişmiş (intikal etmiş)tir. Çünkü son kandan önceki temizlik tam ve sağlam temizliktir; dolayısı ile kan kırk günü geçmemiştir.
Bütün bu örnekleri İmam Ebû Hanife`nin şu görüşü özetler biçimdedir: Doğumdan sonra kan kırk günün içinde gelirse, araya giren temiz günler çok olsa da ayırıcı olamaz ve kan sürekli akmış sayılır. Hatta kadın doğumunda bir saat kadar kan görse, otuzdokuz gün temiz kaldıktan sonra kırkıncı günde de bir saat kadar kan görse bu kırk günün tamamında lohusa sayılır.
e) İkiz Doğumda Lohusalık:
Her iki doğum arasında süre altı aydan az olmak üzere kadının bir batından iki ya da daha fazla çocuk doğurması halinde lohusalık sadece birinciden olur, daha sonraki doğumlar için lohusalık yoktur. İsterse birinci ile üçüncü arasındaki süre altı ayı aşmış olsun.
Bu, İmam Ebû Hanife`nin (r.a.) ve İmam Ebû Yûsufun görüşüdür ve sağlam olan da budur. Imam Muhammed`e göre ise, lohusalık sonuncudan olur. Çünkü rahim ancak onunla boşalmıştır. İki doğum arasındaki kan ise hastalık kanıdır.
Ancak birden,çok doğumda iddet, ittifakla son çocuk ile tamamlanır. Çünkü iddet rahmin boşalması demektir, bu ise içindekilerin tamamen çıkması ile olur.
Sahih olan ikizliğin şartı, yüklülüğün yani, döllenmenin bir olmasıdır.
Erginlik lohusalık kanına bağlanamaz. Çünkü gebe kalmakla erginlik zaten gerçekleşmiş demektir.
LUKATA(BULUNAN MAL)
Bir şeyi yerden kaldırıp almak; ilmi, kitaplardan öğrenmek; kılları yolmak; bulunan mal hakkında kullanılan bir İslâm hukuku terimi. Mülkiyetini veya üzerindeki hakkını terketme niyyeti olmaksızın sahibinin iradesi dışında kaybolmuş ve başkası tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış, bulanın sahibini bilmediği muhterem (üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan) mal.
Lukata ile ilgili hükümleri İslâm hukukunun iki temel kaynağından ikincisi olan Hz. Peygamber`in sünneti düzenlemektedir. Kur`an-ı Kerîm lukata ile ilgili hükümleri açıklamamıştır (bk. Ebû Dâvud, Sünne, 5; Azîmâbâdî, Avnu`l-Mâbûd, Medine 1388-89/1968-69, XII, 354-356). Bu durum sünnet`e olan ihtiyacın en açık delîlidir.
Lukata konusunun mihverini teşkil eden hadis şudur: Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a.)`dan rivayet edildiğine. göre Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s)`e gelerek lukatanın hükmünü sordu. Hz. Peygamber: "Onun mahfazasını ve bağını belle, sonra bir yıl ilân et! Sahibi gelirse verirsin. Aksi takdirde onu nasıl istersen öyle yap" buyurdu. Adam: Koyunun hükmü nedir diye sordu. Hz. Peygamber:
"Onu al. O ya senin yahut din kardeşinin veya kurdundur" buyurdu. Adam; -kaybolmuş devenin hükmü nedir diye sordu. Hz. Peygamber: "Ondan sana ne? Su tulumu ve çarığı beraberinde. Sahibi rastlayıncaya kadar suya gider ve ağaçları yer" buyurdu (Buharî, Lukata 1, 2, 3, 4, 9, 10,11; Müslim, Lukata,1, 2, 5, 7, 8, 9...).
Bulunan malın alınmasının efdal olup olmadığı ihtilâflıdır. Hanefî ve Şafiîlere göre bulunan bir malın sahibine vermek üzere alınması, terkinden efdaldır. Çünkü böyle bir malı almakla, onun kaybolması önlenmiş olmaktadır. Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ise, böyle bir malı almanın, nefsi haram yemekle karşı karşıya getireceğinden, terkinin daha faziletli olduğu görüşündedir (Kâsânî, Bedâyiu`s-Sanayi`, Kahire 1327-28/1910, VI, 200; İbnü`l-Hûmâm, Fethu`l-Kadir, Kahire 1389/1970, VI, 118; Şirbînî, Muğni`l-Muhtaç, Kahire 1379/195960, II, 406; İbn Kudâme, el-Muğni, Nşr. M. Halil Herrâs, Kahire, ty., V, 694). Lukatanın alınıp muhafaza edilmesi ve sahibi çıktığında ona verilmesi, bütün ilâhi dinlerde mevcud bulunan zaruret-i diniyye`den malı koruma prensibine dahildir (Karâfi, el-Furuk, Kahire 1347, IV,33). Lukatayı alırken mültakit (lukatayı alan)in niyyeti önemlidir. Lukatayı alan sahibine vermek üzere alırsa, lukata onun yanında emânet hükmündedir ve telef olması halinde. ödeme mükellefiyeti yoktur. Ancak kendisine mal edinmek maksadıyla alırsa; gâsıb hükmündedir ve malın telef edilmesi halinde tazmin gerekir (Vehbe ez-Zühaylî, Nazariyyetü`d-Damân, Dımaşk 1402/1982, s. 174-175; Ali el-Hafif, ed-Damân fil-Fıkhi`l-İslâmî, Kahire 1971, I,102,104,107). Ancak Lukatayı alanın sahibine vermek üzere emâneten aldığının ortaya konulması bazı görevlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bunlar;
a. İşhâd: Lukatayı alanın bunu kendisi için almayıp sahibine vermek üzere aldığına iki adil kişiyi şahid tutmasıdır. Ebû Hanife`ye göre işhâd vâcip; Maliki, Şafiî ve Hanbelilere göre müstehaptır (Tahâvî, Şerhu Meâni`l-Asâr, Kahire 1388/1968, IV,136; Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, Kahire 1357/1983, V, 339; Nevevî, el-Mecmû, Beyrut, t.y., XV, 255-258; İbn Kudâme, a.g.e., V, 708; Necib el-Mutîî, Tekmiletü`l-Mecmü`, Bâcî, el-Müntekâ, Kahire 1332, VI, 135).
b. İlân: Lukatanın -sopa, kırbaç, ip vb. gibi insanların değer vermediği önemsiz şeyler haricinde- 1 yıl ilânı vaciptir (Tahâvî, a.g.e., IV, 136; İbn Kudâme, a.g.e., V, 694; Bâcî, a.g.e., VI, 136; Nevevî, Şerhu`l-Müslim, Kahire 1349, XII, 22). İlândan maksad malını sahibine ulaştırmaktır. Bundan dolayı ilân insanların kalabalık bulundukları yerlerde özellikle malın bulunduğu civarda belli aralıklarla yapılmalıdır. Mültakit lukatayı ilân ederken sadece cinsini -altın, gümüş gibi- zikretmelidir. Vasıfların hepsini zikretmesi halinde buna muttali olan ve sahibi olmayan birisi lukatayı kendisinin olduğunu iddia ederek alabilir. Bu durumda multakit lukatayı tazmin eder. Buna göre lukata başkasına gösterilemez (Erdebîlî, el-Envâr, Kahire 1326, I, 446; Bâcî, a.g.e., VI, 136). İlân herhangi bir masrafı gerektirirse Hanefî, Şafiî, Hanbelilere göre ilân masrafları multakite aittir. Malikilere göre ise multakit lukatanın ilânı için yapılacak masrafları lukatadan verilmek üzere bir başkasına yaptırabilir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu`l-İslâmî, Dımaşk 1405/1985, V, 778; Abdülkerim Zeydan, Mecmûa Buhûs Fıkhiyye, Bağdad 1407/1986, s. 329-330).
Şârî`in lukatayı alma konusundaki izni işhâd ve ilânla kayıtlıdır. Bu görevleri yerine getirmeye multakit hakkında gasb hükümleri uygulanır (bk. Gasb mad.).
Multakitin bulduğu malı koruması ve ilân etmesi karşılığında bir ücret hakkı yoktur. Yaptıkları, teberrûdan ibarettir. Ancak mal sahibi multakite bahşiş verebilir. Hanbelî ve Şafiîlere göre ise mal sahibinin vaadi varsa mültakit buna hak kazanır (Kâsânî, a.g.e., II, 202; İbn Adilberr, el-Kafi, Riyad 1400/1980, II, 839; İbn Kudâme, a.g.e.,V, 745; Şâfiî, el-Ümm, Bulak 1321-25, III,.291).
Multakitin lukataya yapmış olduğu masrafları mal sahibinden alabilmesi için masrafları hâkimin izniyle yapmış olması şarttır. Aksi takdirde bu masraflar teberrû mahiyetindedir. Hâkimin izniyle yapılan masrafları mal sahibinin ödememesi durumunda multakite masrafları ödettirinceye kadar malı hapis hakkı doğar (Şeyh Bedreddin, Câmiul-Fusûleyn, Kahire 1300, II, 81; Kâsânî, a.g.e., VI, 203; İbnü`l-Hümâm a.g.e.,VI, 127).
Lukatanın sahibi olduğunu iddia edene teslimi:
Lukatanın sahibi geldiğinde kendisine malın verilmesi gerekir. Ancak lukatanın kendisinin olduğunu iddia edenin doğruluğunu anlamak için iki yol vardır:
1. Lukatanın vasıflarını bilmek,
2. Delil ile ispat.
Lukatanın, kendisinin olduğunu delil ile isbat edene verilmesi ittifakla vaciptir. Ancak lukatanın vasıflarını bilene verilmesi Hanefîlere göre vacip değildir. Hanbelî ve Mâlikilere göre ise vasıflarını bilene lukata verilir. Şafiîlere göre ise multakit vasfedenin doğru söylediğine kanaatı varsa lukatayı vasfedene verebilir (Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 8; Kâsânî, a.g.e., VI, 202; İbnü`l-Hümâm, a.g.e., VI, 129 vd.; İbn Kudâme, a.g.e., V, 709-711; Sehnûn, el-Müdevvene" Kahire 1324, VI, 174-175; Şâfiî, a.g.e., III, 288; Şirbinî, a.g.e., II, 416).
LUKATANIN KISIMLARI
1. Hayvanlar: Hayvanın zayıflaması, sahibinin nafakasını karşılayamaması vb. sebeplerle sahibinin terkedip başkasının alıp beslediği hayvanlar, terk esnasında sahibi, kim alırsa onun olsun demiş ise, mal, alıp besleyene aittir. Böyle bir şey söylememişse, sahibi malını alır; ancak masrafı tazmin eder (İbn Nûceym, el-Bahru`r-Râik, Kahire 1333, V,125).
Hanefîlere göre, bulunan bir hayvanın alınması diğer lukatalar gibi câizdir. Hanbelî, Şafiî, Malikî ve Zâhirîlere göre ise devenin alınması câiz değildir. İhtilâfın kaynağı yukarıda zikredilen hadistir (Serahsî, a.g.e., XI, 11; Şirbînî, a.g.e., II, 409; Bâcî, a.g.e., VI,139-140; İbn Kudâme, V, 740-741. Bu konudaki tartışma için bk. Tahâvî, Şerhu Meanil-Âsâr, Kahire 1988/1968, IV, 133-136; İslâmî Araştırmalar, Temmuz 1986, sayı:1, s. 42).
Kendini korumaktan aciz olan koyun, kaz, tavuk gibi hayvanların alınması câizdir. Bu tip hayvanlar sahibi çıkmadığında yenilebilir. Ancak cumhura (fukaha çoğunluğu) göre, sahibi çıktığında bedelinin ödenmesi gerekir. İmam Mâlik`e göre ise gerekmez (İbn Rüşd, Bidâyetü`l-Müctehid, İstanbul 1985, II, 257-258; Şevkâni, Neylül-Evtâr, Kahire 1357/1983, V, 342).
2. Dayanıklı olmayan lukatalar: Hanefîlere göre bozulacağından korkulan andan biraz öncesine kadar ilân edilir. Sahibi çıkmazsa multakit bunu yiyebilir. Şafiî ve Hanbelîlere göre kavun, karpuz, üzüm gibi uzun süre dayanıklı olmayan malları bulan dilerse yer, bedelini borçlanır; dilerse satıp parasını muhafaza edebilir. Malikîlere göre ise dayanıklı olmayan lukatalarda ilân şartı yoktur. Multakit fakirse yiyebilir veya sadaka verebilir. Mal sahibi bundan sonra gelirse multakit yemiş ise bedeli öder; sadaka vermiş ise mal sahibi dilerse sadakaya razı olur, dilerse ödettirir (Serâhsî, a.g.e., XI, 9; Necib el-Multîî, Tekmiletül-Mecmû, XV, 278; İbn Kudâme, a.g.e., V, 739; Sehnûn, a.g.e., VI, 175).
3. Kullanımı haram olan bulunmuş şeyler: Bir müslümana ait olan içki, domuz vb. gibi kullanılması haram olan şeyler mal olamayacağından ilânı şart olmadığı gibi, imha da edilebilir (Necib el-Mutîi, a.g.e., XV, 278).
4. Önemsiz lukatalar (tâfih): İp, sopa, kırbaç, yiyecek kırıntısı gibi bulunan önemsiz şeyler, ilâna gerek kalmadan kullanılabilir. Ancak sahibi gelirse geri alabilir (Buhârî, Buyû, 4; Lukata, 6; Müslim, Zekât, 164,166,...; Şevkânî, a.g.e., V, 337). Çünkü başkasına göre önemsiz de olsa hiç bir hak zayi olmaz.
5. Mekke`nin lukatası: Mekke`nin lukatasının alınıp alınmayacağı konusu ihtilâflıdır. Bu konuda ihtilâfın kaynağı şu hadis-i Şerîftir: "....Onun dikeni koparılmaz, ağacı kesilmez, kaybolan eşyası alınmaz. Meğer ki, bulan ilân maksadıyla almış ola..." Buhârî, Lukata, 7; Müslim, Hacc, 447, 448; Ebû Davud, Menâsik, 89; Nesaî, Menasik 110, 120; İbn Mace, Menasik, 103; Darimî, Buyû, 60; Müsned, I, 318, 348; II, 238). Hanefî ve Malikîlere göre lukata konusundaki hadisler mutlak olduğundan Mekke`nin lukatası ile diğer yerlerin lukatası arasında fark yoktur. Bu hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) çeşitli beldelerden yabancıların gelip memleketlerine dönmesi sebebiyle sahibi bulunamaz endişesiyle Mekke`nin lukatası ilânı gerektirmez vehmini insanların kafasından silmeyi ve ilân konusunda azamî titizliğin gösterilmesini murat etmiştir. Hanbelî ve Şafiîlere göre ise Mekke`nin lukatası ancak ilân maksadıyla alınabilir ve ebedî olarak ilân edilir, temellükü câiz değildir. Mezkûr hadis buna delâlet etmektedir (Kâsânî, a.g.e., VI, 202-203; İbnü`l-Hümâm, a.g.e., VI, 128-129; İbnü`l-Kayyım el-Cevziyye, Zâdül-Meâd, Beyrut 1400/1981, III, 453; Şevkânî, a.g.e., 344; Necibel-Mutîî, a.g.e., XV, 253-254; İbn Kudâme, a.g.e., V, 706).
6. Alınan malın yerinde kalan mallar: Bir kimsenin malı değiştiğinde camide ayakkabı değişmesi gibi bu bir yanlışlık neticesinde olmuş ise, kalan mal lukata hükmündedir. Fakat kasten alınıp yerine kıymetçe ondan daha düşük bir mal bırakılmış ise, bu malı kullanmak câizdir (Ali Haydar, a.g.e., II, 435; Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, VII, 263-264).
İlân müddeti dolduktan sonra sahibi gelmeyen lukatalarda yapılacak muâmeleler:
1. Sahibi adına korunması: İlân müddeti dolduktan sonra multakit lukatayı korumaya devam edebilir. Ölümünden sonrada varislere paylaşmamaları ve hıfzetmeleri için vasiyette bulunur (İbnü`l-Hümâm, a.g.e., VI, 123).
2. Beytü`l-Mâla konulması: Burada lukataların korunacağı bir bölümün bulunması şer`î hükümlerin bir gereğidir. Sahibi geldiğinde lukatayı oradan alır (Ali Haydar, a.g.e., II, 431; Şevkânî, V, 343).
3. Hâkime teslim etme: Hâkim lukatayı koruyabileceği gibi borç verilebilecek bir cinsten ise multakite veya başkasına borç verebilir (İbn Nüceym, a.g.e., V, 125).
4. Satılması: Hâkim veya multakit lukatayı satıp parasını muhafaza edebilir. Hâkim, lukatayı ilân müddeti dolmadan satabilir ve mal sahibinin hâkimin yaptığı satış akdini feshetme hakkı yoktur (İbn Nüceym, a.g.e., V, 128; Ali Haydar, II, 431).
5. Sadaka olarak verilmesi: Multakit, fakir ise lukatayı kendisi kullanabileceği gibi, bir başka fakire de sadaka olarak verebilir. Hanefîlere göre, multakit zengin ise lukatayı kullanamaz ve bir başka zengine tasadduk edemez. İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel`e göre ise verebilir (İbn Rüş d, a.g.e., II, 256; Kâsânî, a.g.e., VI, 202; İbnü`l-Hümâm, VI,131-132; Şirbînî, a.g.e., II, 415; İbn Kudâme, V, 700; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1987, III, 57).
Burada şuna işaret etmekte fayda vardır: Lukatanın ilân müddeti içinde sahibinin gelmemesinden dolayı yapılan tasarruflar mal sahibinin hakkını asla zayi etmez. Her ne zaman gelirse gelsin ve hangi değerde olursa olsun mal sahibi geldiğinde malını alabilir. İtlaf veya elden çıkması durumunda malını ödettirme hakkına sahiptir. Çünkü hakların iptali sözkonusu değildir (Mergınânî, el-Hidâye, el-Mektebetü`l-İslâmiyye ts., II,176; Şafiî, a.g.e., II, 288; İbn Kudâme, a.g.e., V, 700).
Lukatanın vergisi: Usûlüne uygun olarak sahibi arandıktan sonra sahibi bulunamayan lukataların 1/5 (humus)i tahsil edilir ve kalanı bulana ait olur (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahire 1401/1981, s. 313 vd.; Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, İstanbul 1984, s. 88; Tecrid-i Tercemesi, V, 314).
(Lukata konusuyla ilgili olarak klasik kaynaklar dışında bk.: Abdülkerim Zeydan, el-Lukata ve Ahkâmühâ fi`ş-Şerîati`l-İslâmiyye, Mecmûa Buhûs fıkhiyye, içinde s. 305-348; Feyzi N. Feyzioğlu, Lukata ve Define, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi sayı: 1-4, İstanbul 1954, s. 167; Saffet Köse, İslâm Hukukunda Bulunmuş Mal ve çocuk, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1988).
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
