Cennet Hakkında Bilmediklerimiz Bildiklerimiz 3
Cennet ebedi midir?
Allah Kur'an-ı Kerim'de cennetin de cehennemin de içerisinde bulunan sakinleleriyle birlikte ebedi olduğunu bildiriyor. Müminler için ebedi hayat cennettedir:
"...onlar orada ebedî kalacaklardır." (Bakara, 2/25).
"Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür. (Ancak) kim Allah'a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur." (Teğabün, 64/9)
"İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir." (Talâk, 65/11)
"Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür." (Nahl, 16/29)
"Kimin tartısı hafif gelirse işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır." (Mü'minun, 23/103)
"Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer, 39/72)
"İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Artık mütekebbirlerin konaklama yeri ne kötüdür." (Mü'min, 40/76)
Allah'a inanan bir insan için bu ve daha bir çok ayet yeterli delildir. Allah vaad ettikten sonra ancak Allah'a inanmayan bir kimse bunu yalanlar. Allah Teala ayetleri yalanlayanlar için şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz, ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu ve günahkârları işte böyle cezalandırırız." (A'raf, 7/40)
79-) "Kişi (cennette) bir günde yüz bakireye ilişir" hadisi sahih midir?
Ebû Hureyre der ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, cennette kadınlarımıza ilişecek miyiz?" denildi. Buyurdu ki: "Kişi bir günde yüz bakireye ilişir." (Taberanî, el-Mucem es-Sağîr, II, 12-13.)
Bu hadisin ravileri güvenilir olup, sadece bir tanesinin durumu hakkında bilgi yoktur. Yani o ravinin güvenilir olup olmadığı meçhuldür.
Hadis yedi farklı kaynakta geçmektedir. Bunların üçü hasen biri zayıf olarak bildirilmiştir. Benzer manalardaki rivayetlerin sayısı ise on altıdır. Bunların da biri sahih, dördü hasen, dördü zayıf, ikisi çok zayıf, beşi mevzu olarak bildirilmiştir.
Netice olarak, hadislerin genelinden çıkarılan mana kişinin cennetteki mertebesine göre huri ve dünyalık kadınları olacaktır. Hadislerde geçen sayılar kesretten kinayedir. Yani "yüz" sayısı "çok" anlamındadır, kesin bir sayı bildirmek için değildir. "Bakire"den kasıt ise cennette sürekli yenilenme olduğu için, kişi hanımıyla ikinci defa ilişki yaşayacağında hanımını bakire olarak bulacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de cennet hurilerinin cinsel yönüne işaret eden,
“Onlara kocalarından önce hiçbir insan ve cin dokunmamıştır.” (Rahmân, 55/56),
“Biz o cennet kadınlarını ashab-ı yeminden olan kocalarına düşkün bakireler kıldık.” (Vâkıa, 56/36-38)
gibi ifadeler bulunmaktadır.
80-) Allah'ın cennetliklere vereceği en büyük nimet nedir?
Allah cennet ahalisine “Ey Cennet halkı!” diye nida eder. Onlar: “Buyurun ey Rabbimiz!” derler.
Allah: “(Size verdiğim bu nimetlerden dolayı) razı oldunuz mu?” diye sorar. Onlar: “Ey Rabbimiz! Hiç kimseye vermediğin nimetleri bize verdin, daha ne isteriz ki!..” derler.
Allah: “Size bundan (verdiğim bütün cennet nimetlerinden) daha üstün bir şey vermemi ister misiniz?” diye buyurur. Onlar: “Ey Rabbimiz! Bize verdiğin bu nimetlerden daha üsütn nedir?” diye sorunca, Allah: “Rızamı sizinle beraber kılacağım / Sizden artık hep razı olacağım ve bir daha ebediyen size küsmeyeceğim.” diye buyurur. (Buhari, Rikak, 51; Müslim, Cennet,9; Tirmizi, Cnnet, 18)
Bu sahih hadisten anlaşılıyor ki, en büyük nimet Allah’ın hoşnutluğuna, rızasına mazhar olmaktır.
Öyle zannediyoruz ki, cennetliklere verilecek nimetlerin mertebelerini aşağıdan yukarıya doğru;
- İnsanın cismani tarafına hitap eden maddi nimetleri,
- Ruh, akıl, kalb gibi ruhani tarafına hitap eden manevi nimetleri,
- hem cismani hem ruhanî tarafına hitap eden -rüyetullah- nimeti ,
- Ve hem cismani hem ruhani yönünü sevinçlere boğan Allah’ın rızası ve asla gücenmemesinin garantisi,
şeklinde sıralama yanlış olmaz.
81-) Allah ezeli ve ebedi ilmiyle cennetin son durumunu biliyorsa, buna nasıl sonsuz diyebiliriz?
Cennet sonsuzdur; yani hiçbir zaman yok olmayacaktır.
Cennetin veya cehennemin sonsuzluğu Allah’ın iradesiyle gerçekleşen bir sonsuzluktur. Kendi başına, Allah’tan bağımsız olarak, fıtratının gereği olarak bir beka değildir. Allah’ın ibka etmesiyle devam eden bir bekadır ki, insanlar için de aynı şey geçerlidir.
Allah’ın bir şeyin sonsuzluğunu bilmesi, onu sonsuzluktan çıkarmaz. Çünkü sonsuzluk, Allah’ın ilminin de kuşatmadığı bir kavram değildir. Allah’ın bilmediği hiçbir şey yoktur.
Yani; sonsuz demek, sonu gelmeyen, sürekli olan demektir. Buna beka denir. Beka iki çeşittir.
Biri Allah’ın bekasıdır, bağımsız olarak, hiçbir şeye muhtaç olmayan, ezeli olduğu gibi ebedi de olan bir bekadır.
Diğeri, bağımlı bekadır ki, cennet, cehennem ve onların müştemilatı olan her şeyin, meleklerin, cinlerin ve insanların bekasıdır ki, Allah’ın ibka etmesiyle ancak beka bulan varlıklardır.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Ebedillik Allahuteala'ya ait ise cennet nasıl ebedi olacaktır?
- Ahirette insanların ebedi olarak yaşaması, yalnız Allah Teala'nın ebedi olması hususu ile nasıl açıklanır?
82-) Aden Bahçesi denilen yer nerededir?
a) Konuyla ilgili Tevrat’taki ifadeler şöyledir:
“Ve tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe yaptı; ve yarattığı Âdem’i oraya koydu. Ve Rab, görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden’den bir ırmak çıktı ve oradan bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı Pişon’dur; kendisinde altın olan bütün Havila diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın adı Gihon’dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı Dicle’dir; Aşur’un önünden akan odur. Ve dördüncü ırmak Fırat’tır.” (Tekvin 2:8-14)
- Fırat-Dicle nehirlerinin yerlerini düşünerek, söz konusu Aden cennetinin Diyarbakır veya oranın bölgesi olduğunu söyleyenler vardır.
Gihon'un Nil, Pişon’un da İndüs olabileceği sonucuna varanlar da olmuştur. Bu dudumda Mısır bölgesi de akla gelir. Ancak, Gihon’un Ceyhun, Şipon’nun Seyhun nehri olmak ihtimali de vardır. Bu iki kelime, telaffuz bakımından daha uygun görülüyor. Bazılarına göre burası Irak bölgesidir. Rivayetler farklıdır. Kesin bir şey söylemek ilmen mümkün değildir
- Bununla beraber, yerli yabancı birçok araştırmacının bu konuda farklı yorumları olduğunu da söylemek gerekir.
b) Kur’an’ın ifadelerinden Âdem’in yerleştiği cennetin dünyada değil, göklerdeki gerçek cennet olduğunu anlamak mümkündür, hatta daha uygundur. Sitemizde ayetlerin ışığında bu konuyla ilgili bilgi verilmiştir.
c) Cennet, bağ bahçe manasına gelir. Cennet, her tarafı parklar, nehirler, bağ-bahçeler ve yeşillikler olmasından ötürü bu adı almıştır. Buna göre, dünyada bir bahçeye cennet adının verilmesi (bk. Kehf, 18/32, 33, 35, 39, 40; Furkan, 25/8; Sebe’, 34/15; Kalem, 68/17), öbür dünyadaki cennet ile bir çelişki teşkil etmez.
- Bunun gibi, Tevrat’ta da “Aden cenneti”nin yer alması -eğer bu bilgi sağlam ise ve bu adla anılmış bir yer varsa-, ahiretteki gerçek “Aden cennet”i ile bir çelişkinin sebebi olmaz.
Özetle: Tevrat’ta yer alan Aden Cenneti’nin ilahî bir vahiy eseri olduğunu düşünemiyoruz. Tevrat’ın yüzde doksanı beşeri düşüncelerden ve tarihi bilgilerden oluşmaktadır. Yerde şayet bir bölgeye böyle bir ad verilmişse, bu Yahudilerin kendilerinin verdiği bir isim olduğunu düşünüyoruz. Çünkü böyle bir şey olsaydı. Kur’an’da veya hadislerde de yer alabilirdi.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Hz. Adem cennette mi yaratılmıştır? Müfessirlerimizin farklı görüşleri var; bu konuda nasıl düşünüp inanmalıyız?
- Bakara Suresi 30. ayetinde geçen "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" ifadesi, Adem aleyhisselamın yeryüzünde yaratıldığını mı gösterir? Yani Hz. Adem'in cismine Dünya da mı şekil verilmiştir?
83-) Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayeti kerimesinde "altından ırmaklar akan cennetler" diyerek cenneti bize tarif ediyor. Neden okyanus, deniz yerine ırmak denilmiştir?
İnsanoğlunun mekân olarak en çok hoşuna giden, yeşillik ve suların aktığı yerler olduğu bilinmektedir. Cennetin -yiyecek, içecek, evlilik gibi- değişik lezzetlerinden bahsedildiği gibi, mekân olarak da ilk etapta insanların hoşuna giden dikkat çekici bir unvanla anılması, Allah’ın insana verdiği değere işaret etmektedir. Yeşil parklar, bağ ve bahçe manzaraları, bizzat cennet kelimesiyle ifade edildiği gibi, bu güzelliğin tamamlayıcı ikinci unsuru olan su kısmı ise, pınarlar ve ırmaklarla ifade edilmiştir.
Suların en güzeli, berrak, soğuk, tatlı, yerden fışkırarak akanlardır. Bunlar da, pınar ve ırmak adıyla tanıtılmıştır. Bir büyük okyanus yerine, değişik yerlerden fışkırıp akan ırmakların oluşturduğu suların manzarası daha güzeldir. Kur’an’da hep çoğul olarak enhar/ırmaklar sözcüğünün kullanması bu güzel manzaraya işaret etmek içindir.
Ayrıca, cismanî lezzetlerin başında yiyecek ve içecekler gelir. Cennet kelimesiyle yiyeceklere, ırmak kelimesiyle de içeceklere işaret edilmiştir. Rabbimiz bütün Müslümanlarla birlikte bizi de -rahmetiyle- zemininden ırmaklar akan cennetine koysun. Amin!
İlave bilgi için tıklayınız:
Cennetlerin altından ırmaklar akması ne demektir?
84-) "Orada, sabah akşam rızıkları hazırdır." (Meryem, 19/62) ayetine göre cennette yemek iki öğün mü olacak?
"Orada boş söz işitmezler, kendilerine yalnız esenlikler dilenir. Orada, sabah akşam rızıkları hazırdır." (Meryem, 19/62)
"Orada, sabah akşam rızıkları hazırdır." cümlesinden maksat sabah ve akşam kadar olan iki vakitte istedikleri yiyecek ve içecek maddeleri hazır demektir. Zira gerçek olarak sabah ve akşam cennette yoktur. Çünkü orada ne gün ne de gece vardır. Yani ayette «kadar» kelimesi takdir edilir (Bu yorum İbn Abbas ve İbn Cüreyc'ten rivayet edilmiştir).
Bazı tefsir alimleri bu cümlenin "Onların rızıkları kesilmez" anlamına geldiğini söylemişlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Ne kesilir ne de başkası tarafından menedilir.» buyurmuştur. Tıpkı «Ben sabah ve akşam seni anmaktayım.»; yani daimi şekilde anmaktayım denildiği gibi.
Zübeyr bin Bekkar, İsmail bin Ebi Uveys'ten, o da Enes İbn Malik'ten naklediyor: «Müslümanların yemeği günde iki defadır.» dedi ve bu ayeti okudu. Sonra devamla: «Cenab-ı Hak oruçta sahuru gıda yemeği yerine koymuş ki Müslümanlar onunla ibadete güç yetirsinler.» dedi.
Hakim-i Tirmizi «Nevadiru'l-Usûl» adlı kitabında Eban'ın hadisinden rivayet ediyor. O da Hasan'dan ve Ebi Kilabe'den nakletmektedir:
«Bir kişi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Acaba cennette gece ve gündüz var mıdır?' diye sordu.
Hz. Peygamber (asm) cevap olarak: «Bu suali sana sorduran durum nedir?» diye buyurunca:
«Ey Allah'ın Rasûlü! Kur'an'da Cenab-ı Hak 'Onlar için sabah akşam rızıklar vardır.' buyurmaktadır. Ben de gece, sabah ile akşam arasında olur diye düşündüm ve bunun için sana sordum» dedi.
Hz. Peygamber cevap olarak: «Orada gece yok. O ancak bir ışık ve nurdur. Sabah akşamların, akşamlar da sabahların üzerine gelir. Onlara hediyelerin en kıymetlileri Allah tarafından namaz vakitlerinde gelir. O namazlar ki onlar dünyada kılınırlar. Melekler onlara selâm verirler.» buyurmuştur.
Bu hadis, ayetin mânâsını açıklamaktadır.
Alimler «Cennette gece ve gündüz yoktur. Cennet ehli ebedi bir nur içindedirler. Gecenin gündüzden ayırımı ancak perdelerin sarkması ve kapıların kapanmasından anlaşılır. Perdelerin kaldırılması ve kapıların açılmasıyla da gündüzün miktarı anlaşılır.» demişlerdir. Bunu Ebu'l Ferec'il-Cevzi ile Mehdevi, muhaddislerden rivayet etmişlerdir. (Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 11, sh: 127, vd.)
(bk. Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/139-147.)
85-) Cennetteki gölgelerden bahsedilmektedir? Neden cennette gölgelenme ihtiyacı gibi bir acziyet içine düşelim ki?
- Abdullah ibn Abbas diyor ki, dünyada var olan şeylerin, cennetteki varlıkları ile dünyadaki varlıkları arasında bir isim benzerliğinden başka bir münasebeti yoktur. Buna göre, cennetteki muzların dünya muzlarıyla yalnız isimde bir benzerlikleri olduğu gibi, cennetteki gölgelerin dünya gölgeleri ile de sadece bir isim benzerliği vardır. Nasıl ki, naylondan yapılan portakal ile gerçek portakalın ismi aynıdır. Bunun gibi, Dünya nimetleri ile Cennet nimetlerinin ismi aynı olsa bile, her şeyi farklıdır.
- İnsan oğlunun dünyada en büyük arzularından biri de güneş sıcaklığından koruyan gölgeliklerde oturmaktır. Bu husus, açıklanmaya ihtiyaç duymayacak kadar açık bir realitedir. Gölge kavramı, insanın zihnini rahatlatan, hayaline zevk aşılayan bir gerçekliktir. Bütün zevklerin yeri olan cennetteki bu geniş zevk yelpazesinin içerisinde gölgelerin de bulunması hârika bir tablodur, tamamlayıcı bir unsurdur.
- Gölgeler, bağ-bahçeleri hatırlatır. Cennet ise, kelime olarak zaten bağ ve bahçe anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında, cennette gölgelerin varlığından söz edilmesi, çok hikmetli düşmüştür.
- Cennet, "...ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan Suresi, 76/13) şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar orada yoktur. Bundan da anlaşılıyor ki, oradaki gölgelikler, sıcaktan korunmaya yönelik bir ihtiyacı karşılamak için değildir. İnsan oğlunun her arzusuna cevap veren cennette ara-sıra arzuladıkları takdirde oranın özel gölgelerinden de istifade edip zevk alabilirler.
- Allah müminleri cennette "...ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe..." sokacaktır. (Nisa Suresi, 76/57) "Tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. Cennetteki her şey ve her durum müminin "tam istediği" gibi olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
- Başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır." (Mürselat Suresi, 77/41) şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has içkilerin içileceği, müminlerin bir araya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu pınarlardan tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.
86-) Namazsız abdestsiz de olsa, yetime bakan kişinin doğrudan cennete gideceğine dair bir hadis var mıdır?
Namazsız abdestsiz de olsa, yetime bakan kişinin doğrudan cennete gideceğine dair bir hadis bulamadık.
Soruda geçen hadis rivayeti şöyledir: Rasulullah aleyhissalatü vesselam şöyle buyurur:
"Cennetin kapısını ilk açan ben olacağım, bununla birlikte bir kadının (cennetin kapısını açmak üzere) beni geçmeye çalıştığını görünce: 'Ne oluyor sen kimsin?' diye soracağım. O da:
"Dünyadayken yetim kalan çocuklarımın başını bekleyen bir kadınım." diye cevap verecek. (bk. Münziri, et-Terğîb, 3/349; Hafız Münziri, hadisin hasen olduğunu söyler.)
Bu hadis, yetime sahip çıkan ve onun için meşru zevklerini terk eden kimsenin alacağı mükafatı bildirmektedir.
Nitekim şu hadis rivayeti konuya açıklık getirmektedir.
"Asil ve güzel olduğu halde kocasından dul kalıp da yetim çocukları için (onlar ev bark sahibi olup kendisinden) ayrılıncaya kadar yahutta (onlar) ölünceye kadar, kendini (kocaya varmaktan) alıkoyan (ve bu hususta karşılaştığı sıkıntılar sebebiyle) yanakları kararan kadınla ben kıyamet gününde (biribirimize yakınlıkta) şu ikisi (orta parmak ile şehadet parmağı) gibiyiz." (Müsned, 6/29; Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, 120-121)
Hadis-i şerifte kasd edilen, dul kalıp da yetim çocuklarını düşünerek evlenmeyi bile terk edip onları yetiştirmek için her türlü sıkıntıyı çeken ve bu sıkıntılar neticesinde de tazeliğini ve güzelliğini kaybeden kadındır.
Bu ve benzeri hadisler, yetim çocukları koruyup gözetmenin, onları İslam terbiyesi ile yetiştirmek üzere gösterilen çabaların ve bu hususta çekilen sıkıntıların mükafatının büyüklüğüne, yetim çocukların yetişmesi için gençliğini feda eden yetim annelerin cennetteki makamlarının yüksekliğine bir delildir.
Buradaki benzetmeye göre, orta parmakla şehadet parmağının beraberliği gibi, Rasulullah (asm) ile beraber ve O'na yakın olacağını ifade etmektedir. Bu yakınlıktan maksad, cennetteki yerlerinin yakınlığı olabileceği gibi, derecelerinin yakınlığı, yahud hem yerlerinin, hem de derecelerinin yakınlığı olabilir. Cennete girerken öncelik hakkına sahib olmadaki yakınlık da kastedilmiş olabilir.
Soruda geçen hadis de bu yakınlığı anlatmaktadır.
Bununla beraber, "namazsız, abdestsiz de olsa, yetime bakan kişi doğrudan cennete gider" anlamı yanlıştır. Elbette Allah dilerse böyle bir kulunu affedebilir. Ancak bunu yetimlere bakan bütün insanlar için genel bir hüküm olarak kabul etmek ve her türlü günahın affedileceği şeklinde anlamak doğru olmaz.
Nitekim başka bir hadiste,
"Her kim Müslümanlar arasında bir yetimi tutar götürür, yiyeceği ve içeceğine onu ortak ederse, Allah onu, mutlaka cennete koyacaktır. Ancak affedilmeyecek bir günah işlemişse, o başka!" (Tirmizî, Birr, 14)
buyurularak, affedilmeyen günahların cezalarının çekileceği haber verilmiştir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Okunan dualara, yapılan ibadetlere verilen sevaplarla ilgili rivayetler var. İbadetlere vadedilen netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir? O duayı her okuyan ve o ibadeti yapan herkes o sevabı ve mükafatı alabilir mi?
87-) Ölümü seven, tebessümle karşılayan, bu dünya darlığından kurtulma, cennete kavuşma vesilesi ve terhis tezkeresi gibi gören kişi -haşa- cennete gideceğinden emin olduğundan mı böyle yapıyor?
Bu konuyu açıklamak için kısaca birkaç noktaya işaret etmekte yarar vardır:
İslam’da “Allah’ın azabından korkmak ve rahmetini ümit etmek” veya “Allah’ın azabından emin olmamak ve rahmetinden ümit kesmemek” itikadî bir prensip olarak önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple, hiç kimse bu prensibe aykırı olarak hareket etme veya düşünme imkânına sahip değildir. Hatta Aşere-i Mübeşşere / dünyadayken cennetle müjdelene sahabiler bile, hayatları boyunca herkesten daha çok takva göstermeleri, bu konudaki hakikî müminlerin tavırlarını özetleyecek mahiyettedir.
Bununla beraber, insanların mizaçlarına göre, bazılarında korku, bazılarında da ümit tarafı daha fazla ağır gelebilir. Ümit tarafı ağır basanların, korku tarafını hafife almaları ve ümit coşkusuyla kuvvetli iman ettikleri sonsuz rahmeti göz önünde bulundurmaları mümkündür. Bu sebeple, “ölüm gecesini bir “şeb-i arus” olarak değerlendirmelerinin imana aykırı bir yönü yoktur.
Ayrıca, imandaki marifetullah arttıkça, muhabbetullah denilen aşk duygusu da o nispette artacaktır. Hissiyata bağlı olarak gelişen bu aşk duygusu, çoğu zaman aklı dinlemez. Çünkü, “muhabbetin gözü kördür”. İşte bu muhabbet cazibesi bazen sahibine -şekli ne olursa olsun- “cehennem korkusunu” umursatmaz bir duruma getirebilir.
İlahî aşkın ne anlama geldiğini gerçek manada bilmeyen bizim gibilerin, onun başkası için de geçerli olmadığını iddia etmek insafsızlıktır. Mecazî aşklarda bile âşıkları ölüme götürmüş çok vakıa vardır. Hakîkî aşkın iksiri, mecazî aşkın iksirinden katbekat fazla olduğuna göre, Allah’ın cemalini görmeye can atanların cennet ve cehennemi unutmaları kadar tabii bir şey olamaz. “Gönlümde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu var...” diyen Bediüzzaman Hazretlerinin bu duygusuna sahip olamazsak da bunun varlığında asla şüphe etmeyiz. İmam Gazalî de İhya’da muhabbet bölümünde muhabbetin değişik mertebelerine işaret etmiş, mecazî aşk yüzünden canını feda etmiş olanlardan bazı misaller de vermiştir. Mecazî ve hakikî aşkın ne olduğunu bilmeyenlerin bunları inkâr etmelerinin doğru olmadığına vurgu yapmıştır.
Diğer taraftan, ölümü sevmek ve istemek, Allah’tan korkmaya, ona her zaman saygılı olmaya mani değildir. Allah korkusunun pek çok dereceleri vardır. Birileri Allah’ın azabından, birileri Allah’ın gazabından korkar, birileri de Allah’ın rahmetini incitmekten, büyüklüğüne karşı en ufak bir saygısızlık yapmaktan korkar. Bu makamda olanların korkusu, takvası, bu tür incelikli bir korkudur. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m) da cennetlik olduğunu bildiği halde “Ben hepinizden daha çok Allah’tan korkuyorum.” demiştir.
Özetlersek; Mecnun-Leyla, Ferhat-Şirin, Tahir-Zühre gibi dünyaya destan olmuş mecazî aşkların ve âşıkların durumunu yakından bilenler için, hakîkî aşkın meydana getirdiği istiğrak haletini anlamakta zorlanmazlar. İlahî aşkın mecnunları vuslat namına, huzura çıkma adına, kutsî cemali müşahede adına “lütf-ü kahrı bir” gören ve “lütfün da hoş, kahrın da hoş” diyen kimselerin, bu zevk-i manevilerine ermek için, marifetullahda, muhabbetullahda, takvada, terakki etmek gerekir. Allah bunu hepimize nasip müyesser eylesin. (ÂMÎN!..)
88-) İnsana vaadedilen ebedi cennet diyarı aşırı büyük bir lütuf değil mi? Beka sıfatının Allah´a özgü olması cennetliklerin sonsuza kadar yaşayacak olmaları durumuna ters düşmüyor mu?
Cevap 1:
Cennet, Allah'ın mü'min kullarına verdiği bir mükafattır. Elbetteki rahmeti ve hazinesi sonsuz olan Rabbimizin mü'min kullarına va'dettiği mükafat eşsiz olacaktır.
Esmasının cüz-i tecelligahı olan bu dünya misafirhanesinde bu kadar harika eserler sergilenirse, elbette esmasının azamî tecelligahı olan cennet diyarında harikalar gösterip kullarına her türlü nimetleri lütfedecektir.
Mü'min kulları için ebedi saadet yurdu ve esmasının azami tecelligahı olan Cennet yurdunda lütfünü kemaliyle göstermesi hikmete ve rahmete ne kadar münasiptir anlamında... Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:
"Bu misafirhane-i dünyada yolcuların için böyle rahmet havuzların bulunması ve insanın seyr ü seyahatına ve gezmesine ve istifadesine müsahhar olması işaret eder ki; böyle yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden zât, elbette makarr-ı saltanat-ı ebedisinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçük nümuneleridirler."(Lem'alar, s.364).
Cevap 2:
Allah’ın ebedi olması kendi zatının bir özelliğidir. Cennet, cehennem ve içindekilerin ebedi olması ise Allah’ın ebediyen var etmesiyle devam edecektir.
Mesela güneşin ışığı, ısısı ve renkleri kendindendir. Dünyadaki ısı, ışık ve renkler güneştendir. Güneş bu özelliklerini dünyada devam ettirdiği müddetçe, bu güzellikler var olmaya devam edecektir. Ama bu güzellikler dünyanın kendine ait değildir; güneşe aittir.
İşte bunun gibi bizatihi ebedi olan Allah’tır. Cennet, cehennem ve içindekilerin ebediliği ise Allah’ın ebediyen var etmesi ve devam ettirmesiyle olacaktır. Bu sebeple aralarında bir zıtlık söz konusu değildir.
Allah’ın ebediliği zatidir, kendine aittir, insanın ve diğerlerinin ebediliği arizidir. Yani onların ebediliği Allah’ın devam ettirmesi ve ebediyen var etmesiyledir.
89-) Cenab-ı Hakk'ın Şafi ismi cennette nasıl tecelli edecektir?
İnsanın acz , fakr, naks, firak gibi pek çok yaraları vardır. Bu yaralar bu dünyada tamamıyla ve kemaliyle iyileşmez. Şafi isminin tam ve kamil tecellisiyle ahirette daimi olarak iyileşme olacaktır. Yani insan hastalanmaması da Şafi isminin tecellisidir.
Ayrıca şu nokta da mühimdir: Bu dünyanın mikyas ve mizanıyla ahiret ölçülmemelidir. Çünkü oranın şartları kendine göre olacaktır. Yumurtanın içindeki civcivin dış dünyayı idraki nasıl zorsa, bizlerin ahireti kemaliyle idrakimiz öyle zordur.
90-) Cennette evlilik konusunda bilgi verir misiniz?
Dünyada bekâr olarak imanlı bir şekilde vefat etmiş bir kadın cennete girdiğinde, Cenab-ı Hak orada onu mü'min bir erkekle nikâhlar. Çünkü, cennetin zevklerinden birisi de, yeme ve içmenin yanında nikâhtır. Kadın da bu nimetten istifade etmelidir.
Bilindiği gibi, cennetteki her erkeğe iki dünya hanımı yanında derecesine göre huri ihsan edilecektir. Diğer taraftan, kadın bakire olarak vefat ettiği gibi, erkeğin de bekâr olarak öldüğü vakıadır. Cenab-ı Hak bekâr erkekleri de cennette nikâhlayacaktır.
Ayrıca cehennemlik erkeklerin cennetlik olan hanımları, cennet ehli mü'min erkeklere miras olarak kalır. Çeşitli hadislerde ifade edildiği gibi, mü'min erkekler kendi hanımlarından ayrı olarak bir de cennetlik hanımlardan bu şekilde olanları nikâhlayacaktır. (İbni Mace, Zühd: 39)
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennette kadınların durumu hakkında bilgi verir misiniz? Kadınlara da huri gibi erkek verilecek mi, birden fazla erkekle evlenebilecek mi?
91-) Cennetin ve içindekilerin her gün güzelleşeceği doğru mudur?
Müslim’in Hz. Enes’ten rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:
“Cennette bir çarşı vardır. Cennetlikler her cuma oraya gelirler. Şimal rüzgarı eser, yüzlerine ve elbiselerine savrulur. Daha bir güzelleşip hoş olurlar. Sonra ailelerinin yanına dönerler. Aileleri onlara: 'Vallahi bizim yanımızdan gittikten sonra daha bir güzelleşip hoş olmuşsunuz.' derler. Onlar da kendilerine: 'Yanınızdan ayrıldıktan sonra vallahi siz de daha bir güzel ve hoş olmuşsunuz.' cevabını verirler.” (bk. Müslim, cennet, 13; Kenzu’l-ummal, h. no: 39336)
Bu hadis-i şerif, insanların cennette gittikçe güzellik kazanacağını belirtildiği gibi,
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: 'Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu.' derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.” (Bakara, 2/25)
mealindeki ayette de nimetlerin gittikçe lezzetli olacağı ifade edilmiştir.
Cennetin ve içindekilerin sürekli güzelleşmeye devam edeceğinde şüphe yoktur. Ancak ebedi bir saadet diyarındaki durumları, dünya aklımızla idrak etmek biraz zor olabilir.
Bununla beraber, ebedi bir mutluluk yeri, bir saadet diyarı olan cennet, bu artışlara müsaittir. Allah’ın kudreti bunu çok kolay yapabilir.
Böyle güzelliklerin ve nimetlerin gittikçe artış göstermeleri, ebedi bir hayatta taze bir kan bahşedeceği için insanların çok muhtaç olduğu bir husustur.
Sevdiği kulları için özel olarak inşa ettiği cennet gibi bir yerde kullarının, tek düzelikte ve hep aynı şekilde kalmalarına izin vermeyip yeni yeni lezzetler vermesi, hikmetinin, rahmetinin bir gereğidir.
92-) Cennette bir anda bir çok yerde bulunmak nasıl olur?
Sebep ve hikmetler dünyasında yaşıyoruz. Burada her şeyin bir sebebi ve hikmeti vardır. Ama ücret ve kudret yeri olan ebedî âlemin kendine has özellikleri vardır. Buradaki ölçüler oraya uymadığı gibi, buradaki şartlar ve esaslar da o âleme benzemez. Bunun için o âlemi kendi ölçüleri içinde mütalaa etmek lazımdır.
Cennette bir mümin bir anda istediği kadar yerde bulunabilir. Bu dünyadaki gibi bir yerde bulunması diğer bir yerde bulunmasına mani değildir. Nitekim Abdulkadiri Geylani Hazretleri bir gece aynı anda kırk yerde bulunduğu gibi, ahirette de her mümin bir anda bir çok yerde bulunabilecektir.
Bunun numuneleri de bu dünyada çoktur. Televizyondaki tek spikerin bir anda her evde hazır bulunması, haberlerin tamamını da her seyirciye ânında iletmesi gibi ahirette de her mümin, aynı anda birden fazla olan hurilerinin yanında olabilecektir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Cennet nasıl olacaktır? Cennette hiç bir boş konuşma olmayacağı, yalnızca selamlaşma olduğu söyleniyor. Yani orada selamlaşmanın dışında sohbet edemeyecek miyiz?..
93-) Âl-i İmran suresi 15. ayetinde, "tertemiz eşler ve Allah’ın rızası"nın birlikte zikredilmesi pek uygun gözükmüyor, açıklar mısınız?
İlgili ayetin meali şöyledir:
“De ki: Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedî kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir.” (Âl-i İmran, 3/15)
Bu ayette takva sahipleri / Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için şunlar vadedilmiştir: İçinden ırmaklar akan cennetler, orada ebediyen kalmaları, tertemiz eşler, Allah’ın rızası.
Ayetten anlaşılması gereken şudur: Allah takva sahipleri kulları için büyük nimetler ve mükâfatlar hazırlamıştır. Bu mükâfatlar -hem cismanî hem de ruhanî tarafı olan- insanların maddi ve manevi arzularını tatmin edecektir. Mesela, cennet ve ırmaklar, insanların yiyecek, içecek gibi arzularını, tertemiz eşler ise insanın fıtrî arzularının başında gelen cinsel arzularını tatmin etmeye yöneliktir ki, bunlar maddi/cismanî lezzetlerdir. Razî’ye göre, cennet, yiyecek, içecek, mesken, tefrişat ve giyim bütün nimetleri kapsar. (Razî, ilgili ayetin tefsiri)
Ebediyete mazhar olmak ise, hem ruhanî hem cismani hayatın lezzetlerinin başında gelir. Çünkü ebedi hayat olmazsa, her şey boşa gider.
İnsanın ruhanî lezzetlerinin temel kaynağı ise, Allah’ın rızasıdır. Zira onun razı olması, hoşnut olması, “aferin kulum’” demesi bütün lezzetlerin üstündedir. İşte bu ayette “Allah’ın rızası” ifadesi sadece tertemiz eşlerin ardından gelen bir unsur değil, daha önce zikredilen diğer bütün lezzetlerle de ilişkilidir ve onların hepsinden daha üstündür.
Taberi’nin de ifade ettiği gibi, bu ayette Allah’ın rızasının her türlü nimetin üstünde olduğuna işaret edilmiştir. (Taberi, ilgili ayetin tefsiri) Nitekim bir hadis-i şerifte ifade edildiğine göre, Allah cennet halkına: “Size verdiğim bu nimetlerden daha üstün bir nimeti vereyim mi?” diye buyurur. Onlar: “Ya Rab! Bize verdiğinden daha büyük bir nimet nasıl olur ki?” derler. Bunun üzerine Allah: “Size -her şeyden daha üstün olan- rızamı vereceğim.” buyurur.” (bk. Taberi, a.g.y)
Bazı alimlerin belirttiğine göre, Allah’ın rızası onun cemalinin tecellisini de ihtiva ettiği için, ruhanî lezzetlerin kaynağıdır. Onun cismanî olan nimetlerden sonra rıza makamına işaret edilmesi, cennetin en üstün lezzeti olan bu ruhanî tarafına işaret edilmiştir. (Râzî, a.g.y)
94-) Cennet hayatında da kaderimiz olacak mı ?
Kader, Allah’ın ilminin bir nevidir. Bu sebeple, cennet de Allah’ın ilminin dışında kalamaz.
Cennet hayatının bütün güzellikleri, Allah’ın ehil olan kulları için takdir ve tayin ettiği gerçeklerdir.
Cennet hayatında imtihan yoktur.
95-) Arabistan'da olmayan nimetler, neden cennette en çok vaad edilenlerdir?
- Kur’an’da Arabistan’daki insanların yakından tanıdığı meyvelerden bahsedilmesi, diğer insanların arzularının dışında bir şey değildir.
Hurma ve üzümü dünyanın her tarafındaki insanlar sever. İnsanların en çok sevdiği yeşillikler ve sular/denizler/ırmaklar olduğu artık kimsenin meçhulü değildir.
Örneğin, bugün İstanbul’da -uzak da olsa- bir evin bir penceresinde denizin azıcık bir köşesi görünüversin; o evin fiyatı/kirası birden yukarıya tırmanmaya başlar. Bu şunu gösteriyor: Allah, insanı hangi güzel duygularla donatmışsa, mükâfat yeri olan cenneti de o duyguları tatmin eden bir donanımla hazırlamıştır.
- Bununla beraber, Kur’an’ın ilk muhatapları olan Arapların bilmedikleri şeylerden söz edilseydi, o zaman belagat kuralına da aykırı olurdu. Zira, Kur’an, insanları doğru yola davet ederken, davetini cazip hale getirmek için iki kriter kullanmıştır: Bunlardan biri mükâfat yeri olan cennet, biri de ceza yeri olan cehennemdir.
Müjde ve uyarılardan söz edilirken, bu iki mekâna vurgu yapılması, onların tanıtılması gerekir. Bilinmeyen, görülmeyen mekânlardan söz edildiğine göre, muhatapların onları bir nebze tanıyıp anlayacakları bir üslubun kullanılması zorunludur. Bu da ancak muhataplara dünyada görüp bildikleri şeyler türünden benzerlerini hatırlatmakla mümkündür.
Abdullah b. Abbas:
“Cennetteki nimetler ile dünyadakilerin arasında sadece isim benzerliği vardır.” (Beyhakî'den naklen Âlûsî, 1,204)
derken, bu hakikate işaret etmiştir.
Demek ki, muhatapların bildiği nimetlerden söz edilmesi, irşad hikmetinin ve belagat ilminin gereğidir.
Kaldı ki, Kur’an’da sözü edilen daha başka nimetler, meyveler de vardır.
“Cennette nefislerin arzuladığı, gözlerin lezzet aldığı her şey vardır.” (Zuhruf, 43/71)
mealindeki ayette sadece Arapların değil, bütün insanların tasavvurlarının çok ötesinde her türlü nimetin varlığından söz edilmiştir.
Hz. Peygamber (asm) de -âdeta bu ayetin bir nevi tefsiri mahiyetinde- şöyle buyurmuştur:
“Cennet, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın tasavvur bile edemediği nimetlerle dolu güzel bir yerdir.” (Mecmau’z-zevaid, h. no: 18718)
- Diğer taraftan, sadece Araplar değil, isteyen herkes aşağıda mealleri verilen ayetlere uygun hareket eder ve lezzet dolu ebedi hayat yurdu cenneti kazanır:
“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanır ki, kendilerine o âyetler hatırlatıldığında, derslerini hemen alır, secdeye kapanır, Rablerine hamdeder, O’nu takdis ve tenzih ederler, asla kibirlenmezler. Teheccüd namazı kılmak için yataklarından kalkar, cezalandırmasından endişe içinde, rahmetinden de ümitli olarak Rab’lerine dua edip yalvarırlar ve kendilerine nasib ettiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. İşte onların dünyada yaptıkları makbul işlere mükâfat olarak gözlerini aydın edecek, gönüllerini ferahlatacak hangi sürprizlerin, hangi nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde, 32/15-17)
96-) Cennette insanların ırkı olacak mı?
Cennette olumsuz adına ne varsa silinip gidecektir. Kimse artık ırkçılık yapmayacaktır. Irk üstünlüğü ütopyası cennetin kapısından içeri girmeyecektir.
Ama insanların dünyada falanca ırka mensup olduğunu hatırlamasında bir mahzur yoktur.
“Sûra üflendiği zaman, aralarındaki bütün bağlar ortadan kalkar / o gün artık ne aralarındaki akraba tutkunluğu bir fayda verir, ne de kişi bir başkasının halini sormayı hatırından geçirir.” (Muminun, 23/101)
mealindeki ayette ırk bağı dahil -Allah ile olan bağ dışında- hiçbir bağın artık söz konusu edilmeyeceğine işaret edilmiştir.
“Şeytana uymaktan korunan müttakiler ise cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. ‘Esenlikle, emin olarak girin oraya! (denir onlara)'. Onların kalplerindeki kini söküp çıkarmışızdır. Dost ve kardeş olarak, divanlar üzerinde karşı karşıya otururlar.” (Hicr, 15/45-47)
mealindeki ayetlerde ise, cennete giren insanlar arasında olumsuz hiç bir düşüncenin olmayacağına, hepsinin kardeş olacaklarına vurgu yapılmıştır.
Diğer taraftan, insanlar hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar, diğer âlemde ırklarından değil, amellerinden sorumlu olurlar. "Şu ırktan olanlar cennete, başka ırktan olanlar cehenneme." diye bir ölçü yoktur. Ama "Mü'min olanlar cennete, kâfir olanlar cehenneme." ölçüsü vardır. Mü'min veya kâfir olmak ise, tek ırka mahsus değildir; hemen her ırktan hem mü'min hem de kâfir çıkabilmektedir.
Peygamber Efendimiz (asm) şöyle der:
"Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır." (Müslim, Birr, 33)
Peygamber Efendimiz(asm) bir başka hadisinde de şöyle der:
"Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (İbnu Mâce, Zühd, 9)
97-) Cennette olanlar, Allah'ın cemalini her zaman görebilecekler mi?
Bütün sahabeler ve onlardan sonra gelen Ehl-i sünnet alimlerinin hepsi “müminlerin ahirette Allah’ı görecekleri” hususunda ittifak etmişlerdir. (bk. Bakıllanî, el-İnsaf, Rüyet bölümü)
“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır / O'nu göreceklerdir.” (Kıyamet,75/22-23)
mealindeki ayetin ifadesinde müminlerin ahirette Allah’ı görecekleri hususu açıkça belirtilmiştir. İbn Abbas başta olmak üzere, âlimlerin cumhuruna göre bu ayet rüyetullah’ın olacağının göstergesidir. (bk. İbn Kesir, Kurtubî, ilgi,li ayetin tefsiri)
İbn Kesir’in belirttiğine göre, Allah’ın ahirette görüleceğine dair, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Hureyre, Enes, Cerîr, Suheyb, Bilal ve daha pek çok sahabî tarafından nakledilen haberler tevatür derecesine ulaşmıştır. (bk. İbn Kesir, a.g.y)
Ayet ve sahih hadis kaynaklarında cennette kimlerin en çok Allah’ın cemalini seyredeceği ve ne kadar aralıklarla seyredeceği hususunda açık bir ifadeye rastlayamadık.
İslam alimlerinin -bazı emarelere dayanarak- bildirdiğine göre, Allah’ın cemalini en sık müşahede edenler günde sabah-akşam olmak üzere iki defa bu mazhariyete hak kazanan kimselerdir.
Nitekim Peygamberimiz (asm),
“Cennette mü’minlerin derece bakımından en aşağı mertebede olanı bahçeler, saraylar, hanımları ve hizmetçileri ile oturarak bin yıllık bir mesafede olan mülke sahip kimsedir. En üstün derecede olan ise her gün sabah akşam rabbine nazar eden kimsedir.” buyurdu ve delil olarak da Kıyame Suresi 75/22–23. ayetlerini okudu. (Tirmizi, Tefsir, 75–1)
Hadiste geçen “sabah-akşam” ifadesi, insanların alışık olduğu bir zaman dilimi ölçüsüyle bir miktarı göstermeye yöneliktir. Yoksa akşam karanlığı olacağı anlamında değildir; devamlılığı ifade etmek içindir.
İmam Gazalî’nin bildirdiğine göre, vefatından sonra Süfyan Sevrî Hazretlerini rüyada görmüşler, durumunu sorduklarında “Allah beni affetti” demiştir. Sonra Abdullah b. Mübarek’in durumunu sormuşlar, “Onun durumu çok yüksektir, günde iki defa Rabbin huzuruna çıkıyor/cemaliyle müşerref oluyor” diye cevap vermiştir. (bk. İhya, IV/493)
Rüyet konusunda detaylı bilgi için tıklayınız:
- Cennette rü’yet yani Allah’ı görme olacak mıdır? Rü’yet hakkında İslâm alimlerinin görüşü nasıldır?
98-) Cennete en son girecek kişiye ne kadar yer verilecektir?
- Tirmizi’de (Cennet, 17) rivayet edilen hadisin beyanına göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Cennetliklerin en aşağı derecesinde olan bir kimsenin bağ-bahçelerine, hanımlarına, (kendisine verilen) nimetlerine, hizmetçilerine ve karyolalarına / koltuklarına bakma / seyretme (yani kendisine mahsus malikanesinin) alanı bin senelik bir mesafedir. Allah katında en değerli olan kimse sabah-akşam (dünya gözü itibariyle) Allah’ın cemalini müşahede eden kimsedir.” Peygamberimiz daha sonra “Bazı yüzler o gün Rablerine bakarlar.” (Kıyamet, 75/22-23) ayetini okudu.
Tirmizi, bu hadisin birkaç rivayetinin olduğunu, bunlardan üçünün mevkuf (Hz. Peygamberin değil, İbn Ömer’in kendi sözü) olarak rivayet edildiğini belirtmiştir. Rivayette yer alan “Suveyr” adındaki ravinin zayıf olduğu bildirilmiştir. (bk.Tuhfetu’l-Ahvezî, 7/227)
- Muğîre İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Hz. Musa aleyhisselâm Rabbine sordu: Derece itibariyle cennet ehlinin en düşüğü nasıldır? Rab Teâla buyurdu: O, cennet ehli cennete dahil edildikten sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine: "Cennete gir!" denilir. Adam: Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti, mekanlarını tuttu, der. Ona şöyle denilir:
"Sana dünya meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?" "Rabbim, razıyım!" der. Rab Teala: "Sana bu verilmiştir. Onun misli, onun misli, onun misli, onun misli de." Adam beşincide: "Ey Rabbim razı oldum (yeter)!" der. Rab Teala: "Bu sana verildi, on misli daha verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa, sana hep verilmiştir!" buyurur. Adam: "Rabbim razı oldum (yeter)" der. (Hz. Musa sormaya devam eder):
"Ya derecesi en üstün olan (nasıldır)?" "İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi elimde diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir, Hiçbir beşer kalbine de hutur etmemiştir." (Müslim, İman 312; Tirmizî, Tefsir Secde, 3196)
- Ebu Said el-Hudrî (ra) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Allah Teala Hazretleri cennet ehline: "Ey cennet ahalisi!" diye seslenir. Onlar: "Ey Rabbimiz buyur! Emrine amadeyiz! Hayır senin elindedir!" derler. Rab Teala: "Razı oldunuz mu?" diye sorar. Onlar: "Ey Rabimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlukatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin!" derler.
Rab Teala: "Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi?" der. Onlar: "Bu verdiklerinden daha üstün ne olabilir?" derler. Rab Teala: "Size rızamı helal kıldım. Artık, size ebediyyen gadab etmeyeceğim!" buyururlar." (Buhârî, Rikak 51, Tevhid 38; Müslim, Cennet 9; Tirmizî, Cennet 18)
- Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki yorumu şöyledir:
"Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki; Cennet'te bir adama beş yüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ı dünyevînin havsalasında nasıl yerleşir?"
"Elcevab: Nasılki bu dünyada herkesin dünya kadar hususî ve muvakkat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zahirî ve bâtınî duygularıyla o dünyasından istifade eder. Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır der. Başka mahlukat ve zîruhlar bulunmaları, o adamın mâlikiyetine mani olmadıkları gibi, bilakis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar, zînetlendiriyorlar."
"Aynen öyle de fakat binler derece yüksek, herbir mü'min için binler kasır ve hurileri ihtiva eden has bahçesinden başka, umumî Cennet'ten beşyüz sene genişliğinde birer hususî Cennet'i vardır. Derecesi nisbetinde inkişaf eden hissiyatıyla, duygularıyla Cennet'e ve ebediyete lâyık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki onun mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniş Cennetini zînetlendiriyorlar."
"Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatından; ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkiyle, zaikasıyla, sair duygularıyla istifade ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zaika, o bâki memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra ve kuvve-i sâmia orada beş yüz senelik mesiregâhındaki seyahattan; o haşmetli, baştan başa zînetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder." (bk. Lem'alar, s.156)
99-) İnsanlar cennete bu dünyadaki huyları ve karakteristik özellikleri ile mi girecektir?
Fani hayatın sona ermesinden sonra ebedî bir saadet başlayacak. Orada Allah'ın rahmeti, lütuf ve ihsanı bütün haşmetiyle tecelli edecektir. İşte bu ebedî saadetin ve sonsuz nimet ve güzelliklerin merkezi cennettir. Cennet hem mü'min erkeklerin, hem de mü'min kadınların nimetler içinde yüzdüğü bir mekândır.
Cennet; âhiret âleminin saadet köşesi... Cennet; nimet ve ihsan deryası, lezzet ve huzur ülkesi... Cennet; rıza beldesi, darü's-selâm. Rabb-ı Rahimimizin rahmetine erenlerin karargâhı...Her türlü noksan ve kusurdan münezzeh olan Rabbimiz, bizlere de elimizden geldiğince günahlardan kaçınmamızı, kötülüklerden temizlenmemizi emrediyor. Tâ ki, bizi bütün kötülüklerden ve kötülerden arı olan darü's-selâmına erdirsin...
Kötü inançların orada yeri yok. Küfür, şirk, dalâlet gibi...
Oraya kötü huylar da giremiyor. Yalan, gıybet, iftira, cimrilik gibi...
Orada noksanlık da bulamazsınız. Hastalık, yorgunluk, uykusuzluk gibi...
O beldenin lügatine giremeyen kelimeler var: Ah, of, keşke, eyvah gibi...
O darü's-selâm bunların hepsinden uzaktır...
Bir hadisin meali şöyle:
"Cennet ehli cennete girdiklerinde bir vazifeli şöyle seslenir: 'Şüphe yok ki, siz cennette ebedî yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve devamlı sıhhatli bulunacaksınız. Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz.' "1
Başka bir hadis-i şerifte de cennet ehlinin bir hâli şöyle anlatılır:
"Muhakkak, sizden biriniz cennetin en alt derecesinde bulunsanız bile, ona Allah'ın emri ile melekler tarafından, 'Gönlünden geçenleri iste!' denir. O da devamlı temenni eder durur. Bunun üzerine ona, 'Kalbinden geçenleri tamamen temenni ettin mi?' diye sorulur. 'Evet!..' cevabı verince, 'Muhakkak temenni ettiğin şeyler bir misli fazlasıyla sana verilecek.' denir."2
İnsanlar cennete bütün kötü duygularından arındırılarak ve kendisinde bulunan güzel hasletlerle girecektir.
Dipnotlar:
1. Müslim, Cennet 22.
2. Müslim, îman: 301.
100-) Cennette kaç dilber verilecek?
Abdullah b. Mesud’dan nakledilen bir rivayete göre Peygamberimiz (uzun bir hadis rivayeti içinde) şöyle buyurdu:
“Ramazan orucunu tutan her kul, 'Otaklarda eşlerine hasredilmiş güzeller / dilberler...' (Rahman, 55/72) ayetinde ifade edildiği üzere, içi geniş / ferah, incilerden örülmüş bir çadırda yer alan bir huri / dilber ile evlendirilecektir.” (İbn Ebi’d-Dünya, Fedailu Ramadan, 1/49)
- Heysemi, bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir. (Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 3/141)
- Kur’an’dan sonra en sağlam kaynak kabul edilen Buhari’de verilen bilgiye göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:
“Cennete ilk giren zümre, dolunay gibi (parlak yüzlü olarak) girer. Onların ardından girenler ise gökte en güzel parlayan yıldız gibidir. Bunların kalbi, bir tek kişinin kalbi üzerindedir (bütün kalpler, bir tek kişinin kalbi gibi aynı çarpar). Aralarında ne bir buğz / kin-nefret, ne de bir haset vardır. Her bir erkek için huri / dilberlerden İKİ eş vardır…” (Buhari, Bed’u’l-halk, 8)
- Sahih-i Müslim’de de şu ifadeye yer verilmiştir:
“Cennetlik bir adam evine girdiğinde, onun huriler / dilberlerden iki eşi de yanına varırlar." (Müslim, İman, 311)
Ancak burada adamın eşlerinin: “Bizi senin için, seni de bizim için canlandıran / dirilten / hayat veren Allah’a hamdolsun.” manasındaki sözleri de yer almaktadır. Bu ise, bazı alimlerin dediği gibi, bu iki eşin dünyadan gelme kadınlar olduğuna delalet etmektedir.
- Şunu da belirtelim ki, bazı rivayetlerde: “yetmiş-yetmiş iki huri” (Tirmizi, Fedailu’l-Cihad, 25) ifadesi kuvvetli ihtimalle kesretten kinayedir, birden fazla eşlere işarettir.
- İnsanoğlu çok acayiptir. Cenneti hak etmiş gibi, orada beğenmediklerini seslendirmeye çalışır. Halbuki, iman ettiğimiz Allah her şeyi en güzel yapar. O halde bütün zerrelerimizle İbrahim Hakkı hazretlerinin izinden gidelim: “Görelim Mevla neyler, neylerse güzle eyler.” Yetmiş de verse güzeldir, bir de verse güzeldir, hiç vermezse de güzeldir. Bize düşen kulluk görevimizi yapmak, gerisine karışmamak...