Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mektubati imam Rabbani 19. Bölüm
#1
Oku-1 
Mektubati Rabbani 131-132-133-134-135-136-137-138-139-140. Mektuplar

Yüzotuzbirinci Mektup

Bu mektûb, Hâce Muhammed Eşref-i Kâbilîye yazılmışdır. Hâcelerin yollarının şânını ve bu yolda reform yapanların zararlarını bildirmekdedir:


Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Geçmişlerin ve geleceklerin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma ve Onun temiz Âline salât ve selâm olsun! Akllı kardeşim hâce Muhammed Eşref! Allahü teâlâ, Evliyâsına rahmetullahi aleyhim ecma în ikrâm etdiği ni metlerle, seni de şereflendirsin! Hâcelerimizin yolu kaddesallahü teâlâ esrârehüm kavuşduran yolların en kısasıdır. Başka yolların sonunda ele geçenler, bu yolun başında olanlara tatdırılmakdadır. Bunların (Nisbet)i, ya nî kavuşdukları huzûr, başkalarının nisbetinin üstündedir. Bütün bu üstünlükler, bu yolda sünnete yapışmak ve bid atden sakınmak bulunduğu içindir. (Ruhsat)ları, ya nî islâmiyyetin izn verdiği şeyleri de, elden geldiği kadar yapmazlar. Bunlar bâtına yarar görünseler bile, izn vermezler. (Azîmet)le hareket ederler. Ya nî (Takvâ) üzere hareket ederler. Kalb kazançlarına fâideli görülmese bile, azîmeti elden bırakmazlar. Hâllerin, vecdlerin islâmiyyete uygun olmasına dikkat ederler. Zevkleri, ma rifetleri islâmiyyet terâzîsi ile ölçerler. Çocuklar gibi, ceviz, kozalak sayılan vecdlere, hâllere aldanıp da, islâmiyyetin güzel cevherlerini elden kaçırmazlar. Tesavvufcuların islâmiyyete uymıyan sözlerine aldanıp bağlanmazlar. (Fuss)a kayarak, (Nass)dan ayrılmazlar. Fütûhât-i Medeniyye varken, (Fütûhât-i Mekkiyye)ye dönüp bakmazlar. Hâlleri devâmlıdır. Zemânlarında değişiklik olmaz. Başkalarına şimşek gibi çakıp geçen (Tecellî-i zâtî) bunlara devâmlıdır. Çabuk geçen, gayb olan huzûra kıymet vermezler. Nûr sûresinin, (O yüksek insanlara, ticâret, alış veriş, Allahü teâlâyı unutdurmaz) meâlindeki yirmidördüncü âyeti, bunların hâlini bildirmekdedir. Fekat herkes, bu büyüklerin tatmış olduğu şeyleri anlayamaz. Bu yolda olan kısa görüşlüler bile, bunların birkaç üstünlüğüne inanmayabilir. Fârisî beyt tercemesi:

Bir câhil, bu büyüklere dil uzatırsa,
Cevâb vermeğe değmez desem iyi olur.

Evet bu yüksek yoldakilerin ba zısı, son zemânlarda, bu yolda yenilikler yapdılar. Büyüklerin izinden ayrıldılar. Bunların mürîdlerinden çoğu, bu yeniliklerle, tarîkat olgunlaşdırıldı sandılar. Hâşâ! Öyle değildir. Ağızlarından çıkan söz çok büyükdür. Bu yeniliklerle, reformlarla, hak yolu yıkmağa, elden kaçırmağa çalışıyorlar. Yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun! Başka yollarda bulunmayan birçok bid atler, bu yolda meydâna çıkarıldı. Teheccüd nemâzını cemâ at ile kılıyorlar. Geceyarısı, bu nemâz için uzaklardan akın akın geliyor, toplanıyorlar. Cemâ at olup titizlikle kılıyorlar. Hâlbuki bu yapdıkları, mekrûhdur. Hem de, tahrîmen mekrûhdur. Fıkh âlimlerinden birkaçı, bunun mekrûh olması için duyurulması, i lân edilmesi şartdır demişler ise de, bunlar da, nâfile nemâzı câmi in bir köşesinde ve en çok üç kişi cemâ at ile kılabilir, demişlerdir. Üçden çok kimsenin cemâ at ile kılması, sözbirliği ile mekrûhdur. Bundan başka, teheccüd nemâzını onüç rek at kılıyorlar. Oniki rek atini ayakda kılıyorlar. İki rek atde oturarak kılıp, bunu bir rek at yerine sayıyorlar. Böylece onüç oldu diyorlar. Böyle şey olmaz. Resûlullahın aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât onüç rek at kıldığı geceler olmuşdur. Onbir, dokuz ve yedi rek at da kıldığı geceler olmuşdur. Fekat, teheccüd nemâzlarını vitr nemâzı ile birlikde kıldığı için toplamı tek olmakdadır. Bunların dediği gibi, bir rek at yerine, oturarak iki rek at kılmak olmamışdır. Resûlullahın sünnet-i seniyyesini alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye bilmedikleri ve incelemedikleri için, böyle yanlış şeyler yapıyorlar. Müctehidlerin de bulunduğu ve âlimlerin çok olduğu şehrlerde böyle bid atlerin yayılmasına, doğrusu çok şaşılır. Hâlbuki biz fakîrler din bilgilerimize, oralardaki büyüklerin ihsânları ile kavuşmuş bulunuyoruz. İnsanlara herşeyin doğrusunu bildiren ancak Allahü teâlâdır. Fârisî beyt tercemesi:

Az söyledim. Dikkat etdim, kalbini kırmamağa,
Bilirim incinirsin, yoksa sözüm çokdur sana!

Vesselâm.

Yüzotuzikinci Mektup

Bu mektûb, molla Muhammed Sıddîk-ı Bedahşîye yazılmışdır. Dünyâya düşkün olanlarla arkadaşlık etmemeli. Dünyânın ne olduğunu iyi bilenlerin sohbetine koşmak lâzım geldiği bildirilmekdedir:

Kardeşim! Görünüşe bakılırsa, fakîrlerin sohbetinden sıkıldığınız, zenginlerle arkadaşlık kurduğunuz anlaşılıyor. Çok fenâ yapıyorsunuz. Bugün gözünüz kapalı ise de, yarın açılacakdır. Fekat o zemân, pişmânlıkdan başka ele birşey geçmiyecekdir. Haberleşmeliyiz. Ey şaşkın! Senin şu hâlin iki şey olabilir: Zenginlerin arasında iken gönlünü Allahü teâlâ ile yapabilirsin veyâ yapamazsın. Eğer yapabilirsen fenâdır. Eğer yapamazsan dahâ fenâdır. Eğer yaparsan fenâ olur dedik. Çünki istidrâcdır. İstidrâc iyi görünür. Fekat felâkete götürür. Böyle olmakdan Allahü teâlâya sığınırız. Onların arasında gönlünü Allahü teâlâya veremezsen, dahâ fenâ olur dedik. Çünki, Hac sûresinin, (Dünyâda ve âhıretde ziyân etdiler) meâlindeki onbirinci âyetinde bildirilenlerden olursun. Fakîr çöpçüler, koltukda oturan zenginlerden çok iyidir. Bu söze belki inanırsın. Belki de inanmaz, şaşarsın. Fekat, bir gün gelecek inanacaksın. Lâkin, o inanışın fâidesi olmıyacak. Yağlı, tatlı yemeklere ve süslü, modaya uygun elbiseye düşkünlük, seni bu belâya da sürükledi. Fırsat elden dahâ gitmemişdir. İşin doğrusunu düşününüz! Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine engel olanları düşman biliniz! Onlardan kaçınız! Çok sakınınız! Tegâbün sûresinin, (Çok doğrudur ki, zevcelerinizden ve çocuklarınızdan size düşmân olanlar vardır. Onlardan sakınınız!) meâlindeki ondördüncü âyetini okuyarak gaflet uykusundan uyanmalıdır. Birlikde geçirdiğimiz günlerin haklarını göz önünde tutarak, size bir nasîhat yapıldı. İster dinleyiniz, ister dinlemeyiniz. Önceden de, sizin yersiz davranışlarınızı görerek bu yolda bulunamıyacağınızı anlamışdım. Korkduğum başımıza geldi. (İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci ûn). Doğru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafânın izinde bulunanlara selâm olsun aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü vettehıyyâtü etemmühâ ve ekmelühâ ! Yaradılışdaki iyiliği ve uygunluğu görerek, sizden başka şeyler umuyordum. Kıymetli cevherinizi çöplüğe atdınız. (İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci ûn).

Yüzotuzüçüncü Mektup

Bu mektûb, yine, molla Muhammed Sıddîka yazılmışdır. Fırsatı ganîmet bilmek, vakti kıymetlendirmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:


Gönderdiğiniz mektûb geldi. Fırsatı ganîmet bilmelidir. Vaktleri çok kıymetli ni met bilmelidir. Modaya, âdetlere uymakla ele birşey geçmez. Yalan sözlerden, kaçamak davranışlardan ancak zarar ve ziyân ele geçer. Muhbir-i sâdık, ya nî hep doğru söyleyici aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ (Helekel-müsevvifûn) buyurdu. Ya nî sonra yaparım diyenler helâk oldular. Bugünkü ömrü vehm ve hayâl için harc etmek ve hayâl olan şeyleri ele geçirmek için, mevcûd olanları elden kaçırmak çok çirkin bir işdir. Elde bulunan şeyi, en ehemmiyyetli, en kıymetli şey için kullanmak gerekir. Karışık, pis, fâidesiz şeyler geriye bırakılmalıdır. Hak teâlâ, mâsivâsı ile ya nî Ondan başka şeyler ile olan râhatlıkdan kurtarmak için, bir parça râhatsızlık versin! Dedikodu ile ele birşey geçmez. Kalbin selâmetini istemelidir. Asl lâzım olan işi düşünmeli, lüzûmsuz, fâidesiz şeylerden tâm kaçmalıdır. Fârisî beyt tercemesi:

Her ne ki güzeldir, Allah sevgisinden başka,
Hepsi câna zehrdir, şeker gibi de olsa.

Habercinin ancak haber vermesi lâzımdır.

Yüzotuzdördüncü Mektup

Bu mektûb, yine molla Muhammed Sıddîka yazılmışdır. Vazîfeyi gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir:

Hak teâlâ, kendine yaklaşdıran derecelerde ölçüsüz yükselmenizi ihsân eylesin! Bizi seven kardeşim! Vakt, keskin bir kılınç gibidir. Yarına çıkacağımız belli değildir. Mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları yarına bırakmalıdır. Aklı olan böyle yapar. Doğru düşünen akl, (Akl-ı mu âd)dır. (Akl-ı me âş) değildir. Dahâ ne yazayım Vesselâm.

Yüzotuzbeşinci Mektup


Bu mektûb, yine, hep iyi düşünen, sâdık olan Muhammed Sıddîka yazılmışdır. Evliyâlık mertebelerini bildirmekdedir:


Vilâyet,ya nî evliyâlık, Fenâya ve Bekâya kavuşmak demekdir. [Fenâ, kalbde, mahlûkların düşünülmesi, sevgisi kalmamasıdır. Bekâ, kalbde yalnız Allah sevgisi bulunmasıdır.] Bu da, herkes için olur veyâ belli kimseler için olur. Herkes için olan (Mutlak vilâyet)dir. Belli kimselere mahsûs olan ise, (Vilâyet-i Muhammediyye)dir alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye . Buradaki Fenâ tâmdır. Bekâsı da ekmeldir. Bu büyük ni mete kavuşmakla şereflenen kimsenin derisi ibâdet için yumuşar. Göğsü islâmiyyet için genişler. Nefsi, itmînân hâsıl ederek Mevlâsından râzı olur. Mevlâsı da, ondan râzı olur. Kalbini sâhibine teslîm eder. Rûhu kurtularak, hakîkî sıfatları [Allahü teâlânın sıfât-ı hakîkıyyesini] keşf eder. Sırrı, o makâmda, şü ûn ve i tibârları müşâhede eder ve bu makâmda, şimşek gibi çakıp hemen gayb olan (Tecelliyât-i zâtiyye)lere kavuşmakla şereflenir.

Hafî denilen latîfesi, tenezzüh, tekaddüs ve kibriyânın kemâli karşısında şaşkına döner. Ahfâsı, anlaşılamıyan ve anlatılamıyan bir vuslata kavuşur. Arabî mısra tercemesi:

Ni mete kavuşanlara âfiyet olsun!

Bundan anlaşılıyor ki, (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye , başka vilâyetlerin mertebelerine benzemez. Yükselirken de ve inerken de onlardan başkadır. Yükselirken başkadır dedik. Çünki, ahfâ denilen latîfenin Fenâsı ve Bekâsı yalnız bu Vilâyet-i hâssada olur. Başka vilâyetlerdeki urûc, yalnız hafîye kadardır. Fekat çokları, rûh makâmına kadar veyâ sır makâmına kadar, birkaçı da hafîye kadar yükselir. Herkes için olabilen (Vilâyet-i âmme) derecelerinin en sonu, hafî makâmıdır. İnişdeki başkalığa gelince, (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) ile şereflenen Evliyânın, maddeden olan cesedleri de, bu vilâyetin derecelerinin kemâllerinden pay alır. Çünki, bunların Peygamberi sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem mi râc gecesi Allahü teâlânın dilediği makâma kadar, mubârek cesedi ile götürüldü. Cennet ve Cehennem kendisine gösterildi. Kendisine gizli şeyler söylendi. O makâmda Allahü teâlâyı baş gözü ile görmekle şereflendi. Mi râcların böylesi, bu yüce Peygambere aleyhissalâtü vesselâm mahsûsdur. Ona tâm uyan, izinde giden Velîler de, bu husûsî mertebeden serpilen kırıntılara kavuşurlar. Arabî mısra tercemesi:

Kerîmlerin sofrasından toprağa da pay düşer.

Böyle olmakla berâber, Allahü teâlâyı dünyâda görmek, yalnız Muhammed aleyhisselâma mahsûsdur. Onun ayakları altında bulunan Evliyâya kaddesallahü teâlâ esrârehümül azîz hâsıl olan hâl, görmek değildir. İkisi arasındaki başkalık, birşeyin kendi ile resmi veyâ kendisi ile gölgesi gibidir. Bunların birbirinden başka olduğu meydândadır.

Yüzotuzaltıncı Mektup


Bu mektûb, yine, molla Muhammed Sıddîka yazılmışdır. İşleri sonraya bırakmanın ve maksada kavuşmak için çalışmayı gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir:


Mektûbunuzu getiren yolcu, Ramezân-i şerîfin bereketli son günlerinde geldiği için, Ramezân-ı şerîfden sonra cevâb yazabildik. Hân-i hânânın ve hâce Abdüllahın cevâbları da birlikde gönderildi. Dikkatle okuyunuz! Son olarak askere gidişiniz, bu fakîre uygun görülmedi. Buna sebeb ne oldu Her iş, Allahü teâlânın dilemesi ile olur. Hak teâlâ size, hergün geçinecek kadar rızk ihsân ediyordu. Bunu düşünmeli idiniz. Bu ni mete şükr ederek, kendi işinizi ele almalı idiniz. Bugünkü rızkı, ilerdeki günlerin rızkı için vesîle etmemeli idiniz. Bunun sonu gelmez. Çok ilerisini düşünmek, bu yolda küfr sayılır. Ödünç almakdan kurtulmanız için, Hâcegînin bir yol gösterip göstermiyeceği bilinmiyor. Bunda şübheniz varsa, Hâcegîye açıkca yazınız! O da size açıkca cevâb yazar, sağlam söz verirse, bu niyyetle gidersiniz. Fekat, bugünün işini yarına bırakmanın ve gecikdirmenin ilâcı ne olabilir Ne yapacaksanız yapınız! Fırsat [zemân] ganîmetdir.

Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Göz yaşının seher vakti yapdığını,
Düşman kaçıran süngüleri çok def a,
Toz gibi yapar, bir mü minin düâsı.

Yüzotuzyedinci Mektup


Bu mektûb, Efganistânlı hâcı Hıdıra yazılmışdır. Nemâz kılmak şerefinin yüksekliğini bildirmekdedir ki, bunu nihâyete yetişen büyükler anlayabilir:


Kıymetli mektûbunuz geldi. İçindekiler anlaşıldı. İbâdetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, Allahü teâlânın en büyük ni metlerindendir. Hele nemâzın tadını duymak, nihâyete yetişmiyenlere nasîb olmaz. Hele farz nemâzların tadını almak, ancak onlara mahsûsdur. Çünki, nihâyete yaklaşanlara, nâfile nemâzların tadını tatdırırlar. Nihâyetde ise, yalnız farz nemâzların tadı duyulur. Nâfile nemâzlar, zevksiz olup, farzların kılınması büyük kâr, kazanc bilinir. Fârisî mısra tercemesi:

Bu iş, büyük ni metdir. Acabâ kime verirler

[(Nâfile nemâz), farz ve vâcibden ziyâde, başka nemâzlar demekdir. Beş vakt nemâzın sünnetleri ve diğer vâcib olmayan nemâzlar, hep nâfiledir. Müekked olan ve olmıyan, bütün sünnetler nâfiledir. (Dürr-ül-muhtâr) ve (İbni Âbidîn), (Halebî) ve sâire].

Nemâzların hepsinde hâsıl olan lezzetden, nefse bir pay yokdur. İnsan bu tadı duyarken, nefsi inlemekde, feryâd etmekdedir. Yâ Rabbî! Bu, ne büyük bir rütbedir! Arabî mısra tercemesi:

Ni mete kavuşanlara âfiyet olsun!

Bizim gibi, rûhları hasta olanların, bu sözleri duyması da, büyük bir ni metdir ve hakîkî se âdetdir. Fârisî mısra tercemesi:

Bâri kalbimize bir tesellî olsun.

İyi biliniz ki, dünyâda nemâzın rütbesi, derecesi, âhıretde, Allahü teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya en yakın bulunduğu zemân, nemâz kıldığı zemândır. Âhıretde en yakın olduğu da (Rü yet), ya nî Allahü teâlâyı gördüğü zemândır. Dünyâdaki bütün ibâdetler, insanı nemâz kılabilecek bir hâle getirmek içindir. Asl maksad, nemâz kılmakdır. Se âdet-i ebediyyeye ve sonsuz ni metlere kavuşmanızı dilerim.

İnsan beşer, durmaz şaşar,
Eyler hatâ, üçer beşer.
Düz ovada yürür iken,
Ayağı sürter, düşer!

Yüzotuzsekizinci Mektup


Bu mektûb, şeyh Behâeddîn-i Serhendîye yazılmışdır. Alçak dünyâyı kötülemekde ve dünyâya düşkün olanlardan kaçınmağı bildirmekdedir:


Akllı oğlum! Allahü teâlânın sevmediği bu dünyânın arkasında koşmamalıdır! Gönlünü hep Allahü teâlâya bağlamak sermâyesini elden kaçırmamalıdır! Ne satdığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! Dünyâyı ele geçirmek için âhıreti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak alçaklık ve ahmaklıkdır. Dünyâ ile âhıret birbirinin zıddıdır, tersidir. İkisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. İkisi bir araya getirilemez. Arabî mısra tercemesi:

Din ve dünyâ bir araya gelirse, güzel olmaz!

Bu iki zıddan dilediğini seç ve seçdiğine karşılık kendini sat, fedâ et! Âhıret azâbı sonsuzdur. Dünyâda olanlar çok azdır. Allahü teâlâ, dünyâyı sevmez, âhıreti sever. Arabî beyt tercemesi:

İstediğin gibi yaşa, birgün öleceksin!
İstediğini topla, birgün ayrılacaksın!

Sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. Bunların idâresini Allahü teâlâya bırak! Bugün, kendini ölmüş bilmelidir. Onların işlerini Allahü teâlâya bırakmalıdır. Tegâbün sûresinin onbeşinci [15] ve Enfâl sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. Onlardan sakınınız) buyuruldu. Bunu iyi anlayınız! Tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zemâna kadar sürecek! Birgün gelip uyanılacak! Dünyâya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehrdir. Bu zehrle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. (Aklı olana bir işâret yetişir) demişlerdir. Biz ise, açıkca ve üzerine düşerek anlatıyoruz. Bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artdırır. Kalbin iyiliği, hastalıkdan kurtulması nasıl düşünülebilir Sakın! Sakın! Çok sakın! Fârisî beyt tercemesi:

Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana,
Yâ fâidelenirsin, yâ da çarpar kulağına.

Onlarla görüşmekden, arslandan kaçar gibi, hattâ dahâ çok kaçmalıdır. Arslan insanın yalnız cânını alır. Bu da, âhıretde fâideli olur. Dünyâya düşkün olanlarla berâber olmak ise, insanı sonsuz felâkete ve zarara sürükler. Onlarla konuşmakdan, onların lokmalarını yemekden ve onları sevmekden ve onları görmekden sakınmalıdır. Sahîh olan hadîs-i şerîfde, (Zengine, zenginliği için alçaklık gösterenin dîninin üçde ikisi gider) buyuruldu. Onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makâmları için midir, yoksa değil midir İyi düşünmek lâzımdır. Malları, mevkı leri için olduğunda hiç şübhe yokdur. Bunun sonu da, dînin üçde ikisinin gitmesidir. Artık müslimânlık nerede, kurtuluş nerededir Yağlı lokmaların ve uygunsuz kimselerle düşüp kalkmanın, bu yavrunun kalbinde va zları dinlemeğe ve nasîhatleri düşünmeğe yer bırakmadığını bildiğim için, bu kadar ağır ve sıkı yazıyorum. Hafîf sözlerle, yumuşak kelimelerle uyanmayacağını biliyorum. Sakın! Onların sohbetinden sakın! Onları görmekden sakın! Allahü teâlâ yardımcın olsun! Allahü teâlâ, bizi ve sizi, râzı olmadığı, beğenmediği şeylerden kurtarsın! Mi râc gecesi, (Gözleri Allahü teâlâdan ayrılmadı) diyerek övülen insanların efendisi hurmetine aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn.

Yüzotuzdokuzuncu Mektup

Bu mektûb, Ca fer beğ Tehânîye yazılmışdır. Ehlullaha dil uzatan saygısızları, söz ile, yazı ile kötülemek câiz olduğu bildirilmekdedir:


Okşayıcı mektûbunuzu okumakla şereflendik. Allahü teâlâ size selâmet versin! Fakîrlerin hâlini araşdırıyorsunuz. Yakınlığı, uzaklığı hep bir tutuyorsunuz. Saygılı kardeşim! Kureyş kâfirleri uğursuzluklarının, aşağılıklarının, taşkınlıklarının artdığı zemânda, müslimânları çekişdirici, kötüleyici şeyler uydururlardı. Peygamberimiz aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm İslâm şâ irlerinden birkaçına kâfirleri kötülemelerini emr buyurdu. O şâ irlerden biri, Resûlullahın aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâmü vettehıyye önünde menbere çıkdı. Herkese karşı kâfirleri kötüleyen şi rleri okudu. O Server aleyhissalâtü vesselâm , (Bu, kâfirlerin kötülüğünü açığa vurdukça, Rûhul-Kuds bununla berâberdir) buyurdu. İnsanların kötülemesi, incitmesi, aşkın ni metlerindendir. Yâ Rabbî! Peygamberlerin efendisi hurmetine aleyhi ve alâ âlihi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât bizleri onlardan eyle! Âmîn.

Yüzkırkıncı Mektup

Bu mektûb, Muhammed Ma sûm-i Kâbilîye yazılmışdır. Sevenlerin sıkıntılara, üzüntülere dayanmaları lâzım geldiği bildirilmekdedir:


Fakîrleri seven kardeşim! Kalbinde sevgi taşıyanların sıkıntı ve üzüntü çekmeleri lâzımdır. Dervîşliği seçenlerin dertlere, sıkıntılara alışması lâzımdır. Fârisî beyt tercemesi:

Seni sevmek, dert ve gam tatmak içindir,
Yoksa, râhat etdirecek şeyler çokdur.

Sevgili, sevenin çok üzülmesini ister. Böylece, kendinden başkasından büsbütün soğumasını, kesilmesini bekler. Sevenin râhatlığı, râhatsızlıkdadır. Âşıka en tatlı gelen şey, sevgili için yanmakdır. Sükûnet bulması çırpınmakdadır. Râhatı, yaralı olmakdadır. Bu yolda istirâhat aramak, kendini sıkıntıya atmakdır. Bütün varlığını sevgiliye vermek, ondan gelen herşeyi seve seve kapmak acısını, ekşisini, kaşları çatmadan almak lâzımdır. Aşk içinde yaşamak böyle olur. Elinizden geldiği kadar böyle olunuz! Yoksa, gevşeklik hâsıl olur. Sizin çalışmanız iyi idi. Bunun dahâ artmasını beklerken, azalıverdi. Fekat üzülmeyiniz. Eğer, kendinizi bu duraklamadan kurtarırsanız, eskisinden dahâ iyi olur. Sizi bu dağınıklığa sürükleyen şeylerin, toparlanmanıza da sebeb olacaklarını biliniz! Böylece, çalışmanız artar. Vesselâm.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)