Thread Rating:
  • 9 Vote(s) - 3 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Letaif Nedir? Letaifler Nelerdir? Nakşibendilikte Lataif Virdi (Zikri) Yapmanın Usulu
#1
Oku-1 
Letaif Nedir? Letaifler Nelerdir? Nakşibendilikte Lataif Virdi (Zikri) Yapmanın Usulu Nedir?

Letaif zikir, vesvese, bir Kamil Mürşid!

Soru :

Ben özellikle vesveseye karşı etkili olucak bir ders almak istiyorum çünkü aşırı derecede vesveseliyim.letaif zikri yeni okudum bu kelimeyi yeni öğrendim ilmimde bilgimde gayet zayıf ve ben ne zaman namaza vs dinime sarılsam bu vesvese yüzünden terk etmeme sebep olmuştur.

Büyüklerimden istediğim şey bana letaif zikri veya okumam için günlük veya haftalık bir ders sunmaları ,zira gelişigüzel zikirde yapılmıyor bildiğim kadarı ile belirli sayılarda çekiliyor zikirler.bana zikir dersi önerebilirmisiniz ?

Cevab :

vesvese ´ye aldirmayacaksin, üsütnde durmayacaksin, sanki bir rüzgar gelmis gecmis...

Kalb Zikri ve Letaif Zikrine gelince bu herkez veremez, kendi basinada cekilmez bir Kamil Mürside varib onun usulünce cekilmesi gerek, günde belirli sayida Zikir Vird haline getirilmemesi gerekiyor yoksa kendi basina insan seytanin ve nefsin hilelerine uyar onlarin oyuncagi haline gelir...TV´de ve ortalikda dolasan örneklerinden görüldügü gibi...

illede insan cekmek istiyorsa sayi tutmaksizin cekebilir, heb ayni sayiyi veya belirli zamanlarda artirarak vid edinmek bir Allah Dostuna baglanmadan manevi desteksiz, tanisabilecegi bir üstad olmadan nefsin ve seytanin o merhalelerdeki hilelerini bilen ve gecmis olan birisi olmadan insanin helakina sebeb olabilir...

Menzildeki mübaregin usulünce Kalb Zikrinde belirli bir sayiya geldikden sonra verilir Letaif Zikri...nadiren ilk tövbesinden veya ilk zikrinden sonra (ihlas/muhabbet/halavetine göre) bu zikre gecenlerde olmus ama bunu mübarekler belirliyor öyle durumlarda...

cekilisini söylemekde bunun için dogru bulmuyoruz, birisi kalkar baslar cekmeye degisik haller zuhur eder , Nefs ve Seytan oyuna getirir , rüyada gösterilen makamlar olsun, istidrac (olaganüstü haller gücler kabiliyetler) yoluyla olsun, o da kalkar ben suyum,buyum,oldum, seyhim der alir kendine bir post oturur ve daha nice haller ...seytan nefs ikilisi istedigini elde eder. bediüzzaman hz.lerinin sözü olacakdi Allah-ül alem aldatmazlar aldanirla, seytan onlari aldatmisdir...yani kendileride samimiyetle öyle olduklarini , sanirlar.

onun icindirki bir Kamil Mürside varmazsan olmaz demisler, yada bir vekiline...size acizane tavsiyemiz kalb zikri olsun letaif zikri olsun , kim olursa olsun söyle cek böyle cek sukadar cek, diyenleri dinlememenizdir eger bir kamil mürsid yoksa baslarinda, hayatda degilse mübarek vede kendi yerini alacak halifede birakmadiysa...yani bu isler gelisi güzel olmaz...biz tarikat degiliz ama cekiyoruz olmaz, zarar kendilerinedir

Letâif, insan vücuduna yerleştirilmiş manevi, nuranî cevherlere verilen bir isimdir. Bunlar gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherlerdir. Baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin kafir her insanda mevcuttur. Kâmil mürşidler bu cevherleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve vazifelerini tespit etmişlerdir. Bu konudaki açıklamaların özeti şudur:

Cenab-ı Hakk (c.c) insanı on asıl şeyden yaratmıştır. Beşi mahlukat alemi denilen hâlk alemindendir. Bunlar toprak, su, hava ateş ve nefistir. Bunların başkanı ve hakimi nefistir.

Ölçü ve hesap ile bilinebilen, gözle görülen ve incelenebilen cisimlerden oluşan aleme ‘hâlk alemi’ denir.

Diğer beş unsur ise, asılları alem-i emirden olan insani kalb, ruh, sır, hafi ve ahfadır. Bunların başkanı ve hakimi kalptir.

Ruhun sarayı kalptir. Ruh kalbe hâkimiyetini kurunca, kalp bedeni ona göre yönetir; ruh vasıtasıyla aldığı ilâhi feyiz ve terbiyeyi bedenin bütün işlerine yansıtır.

His, hayal, yön ve mekanla sınırlanmayan, mesafe ve maddesi olmayan, Allahu Teala’nın ‘ol’ emri ve iradesinin tecelli etmesiyle yaratılan şeylere ‘emir alemi’ denir.

Allahu Teala yüce kudreti ve ince hikmetiyle her iki alemin latifelerini aşk yoluyla aralarını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. Öyle ki bunlar birbirinden ayrılmak istemezler. Bu aşktan dolayı hâlk aleminin latifeleri emir aleminin latifelerini hükmü altına almıştır.

Letaiflerin Vücuttaki Yerleri:

Kalb, sol memenin dört parmak altındadır. İlahi huzur ve tecelliyat mahâllidir.

Ruh, sağ memenin dört parmak altındadır. İlahi aşk ve muhabbet mahâllidir.

Sır, sol memenin iki parmak üstündedir. İlahi marifet mahâllidir.

Hafi, sağ memenin iki parmak üstündedir. ilahi tecelli ve nurlar içinde kaybolma mahallidir. Buna istiğrak denir.

Ahfa, göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlâhî sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

Nefs latifesinin yeri iki kaşın ortasıdır.

Bütün latifelerin merkezi kalptir. Kalb ruhun sarayı hükmündedir. Terbiye olmamış nefs, devamlı kötülüğü emreden sıfatıyla kalbi tamamen hükmü altına aldığı zaman, kalbden Allah için hiç bir hayırlı amel çıkmaz. Bu durumda ruh da, nefsin arzularına bağımlı hâle gelir. Artık kalb ve ruh asli vazifelerinden uzaklaşmış ve ölmüşçesine gaflete düşmüş olurlar. Bu hâl kalbin perdelenmesi ve günahlarla kararmasıdır.

İnsanın bu durumdan kurtulması için çok ciddi bir tedaviye ihtiyacı vardır. Bu tedavinin en güzel ve en kolay yolu bir mürşid-i kâmilin elinden tövbe alıp, kendisine intisap edip manevi terbiyeden geçmektir.

Mürşid-i kâmil, kendisine intisap eden müride önce güzel bir tövbe yaptırır. Sonra zikir telkin eder. Bu zikrin nuru ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaiflere sirayet eder. Zikre devam edildiğinde kalpten Allahu Teala’nın sevmediği ve razı olmadığı düşünceler silinip gider. Zikir kalbe iyice yerleşince her hâlde zikretme hâline geçer, böylece gaflet yok olur. Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir, insanda Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ahlak ve sıfatlar oluşur.

Mesela münafıklık, nefsin kötü sıfatlarından birisidir. Vücuttaki su unsurunun özelliği ile irtibatlıdır. Suda, bulunduğu kabın şeklini ve rengini alma özelliği ve bulunduğu şartlara göre değişme sıfatı vardır. Bu sıfat, insana yansır ve iki yüzlülük meydana gelir. Ancak bu sıfat, mürşid-i kâmilin terbiye, himmet ve tasarrufu ile alçak gönüllü olmaya dönüşür. Kalpten nifak ve yalancılık gider, yerini samimiyet ve mertliğe bırakır.

Ateş unsurundan kaynaklanan zulüm ve hiddet sıfatı, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında gayrete, ince davranmaya ve rahmani taraftarlığa dönüşür.

Havadan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfat, izzet, vakar ve heybete dönüşür.

Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, sabır ve efendilik sıfatına dönüşür.

Letaifleri hakiki vazifelerine döndürmek gevşemeyi gidermek için onların zikir nurları ile aydınlanması, temizlenmesi ve beslenmesi gerekir.

Minah-10 :
İnsanın kalbine gelen gayr-i ihtiyari vesveseler, zararsız olsada mürid bunlar için istiğfar etmesi gerekir.

Minah-34 :
Letaifi yükselirken halk aleminden kesilmeyen mütemekkin meczub, avam için daha faydalıdır. Avam tabakası bunlara, seyri sülukunu tamamlayıp dönenelerden daha fazla itibar gösterir. Onlarla aralarındaki münasebet fazla olduğundan, tanımaları daha kolay olur.

Minah-35 :
Ademoğlu başangıçta unutgandır. Çünkü alemi ervahdaki ahdini ve başından geçenleri unutmuştur. İnsanın bilgi sahibi olması ancak, letaiflerin alem-i emirdeki yerlerine ulaşmalarından sonradır.

Minah-36 :
Müridlerden biri Gavs (k.s) H.z.'lerinden sordu :

- '' Mürid fazileti olan nefs muhasebesiyle uğraşırken bazen fenaya sebeb olan (fena-fi şeyh) rabıtadan gafil kalıyor.'' buyurdular.

- '' Nefs muhasebesi kendisini var görenler içindir.''

(Muhasebe kendini var gören kişiye fayda verir. Bu nedenle rabıta hali daha üstündür. Rabıta fenaya ulaştırırsa muhasebeye lüzum yoktur. Kısaca buradan anlaşılan Gavs (k.s) H.z.'nin rabıtayı tercih etmesidir.)

Minah-37 :
Gavs (k.s) H.z.'lerinden soruldu : '' Letaifler meşhur olduğu üzere ayrı ayrımıdır ? Zoksa bazı meşayihlerin dediği gibi bir tektirde, makama göre isimleri mi değişir ? ''

Cevaben : '' Ayrı ayrı birer hakiattır.'' dedi.

Minah-38 :
Letaifler alem-i emire yükselmeğe başlayınca ekseriya müridde ağlama hasıl olur. Halbuki Letaifler kendileri için gurbet sayılan bu alemden, asıl vatan olan, emir alemine gidiyorlar. Bunun misali gelin olan kızın asıl evi olan kocasının evine giderken ağlamasında görülür.

Minah-56 :
İstiğrak halinde bulunan salik, içinde bulunduğu manevi halini, letaifleri, yükselip fenafillah'a ulaşıp dönen ile değiştirmek istemez.Halbuki letaifleri fenafillah'a ulaşıp dönen daha kamildir.

Minah-65 :
Nefsin yaratlışında liderlik ve başkanlık vardır. Letaifler makamlarına ulaşmadan önce, nefse bulunduğu kötülük hali üzerine hizmet ederler. Letaifler makamlarına ulaştıkları zaman nefis yalnız ve hizmetçisiz kalır. Bu ise nefsin tabiatına aykırı olduğundan, nefis bu hale sabredemez. Nefis de Letaiflerin peşinde, onların makamına çıkar. Yine onlara baş olur fakat hayır üzere emr eder.

Minah-66 :
Bazen salikin letaifi yükselir, fakat salikin bundan haberi olmaz.

Minah-67 :
Bazen letaifler birlikte yükselirler, Kendi alemlerine yönelirler.Bu durumda letaifler karışıp tek sütun gibi görülürler. Süluk ednlerde bu halet kuvvetli olup, böyle olanların halka menfaatleri daha çok olur. Letaifler zati olarak birdir diyenlerin sözü buradan kaynaklanmıştır.

Letaifler kendi alemine yönlirken bazende birbirini takib ederek sırayla giderler. Bu sğlukta zayıflıktır. Hem de böylelerinin halka menfaati az olur.

Minah-68 :
Letaifler nuranidirler. Salik hayr amelini bunlarla görür. Letaifin yükselmesinin belirtisi, salikin hazır amelleri görmemesidir.

Minah-69 :
Letaifler yükselirken, tecelliyat kalbe inmeye başlar. Letaifin yükselişini farkeden salik, kendisinden bir şey yükseldiğini ve üzerine sis gibi bir şeyin yağdığını hisseder.

Minah-70 :
İnsanın letaifi yükselince, letaif sütununun kökü bedende kalır. Bedenden temelli ilişiği kesilmez.

Minah-71 :
Tecelli-i berkiden önceki bütün tecellilier sıfatların tecellisidir. Ancak tecelli-i berki de Cenab-ı Hakk (c.c)'ın zatının tecellisi başlar.

Minah-72 :
Muteber olan fena (fenaillah) daimi fenadır. Gelip geçici olan berki fena muteber değildir. Berki fena tarikata yeni girende, hatta avamda da olur. Bu hal sonu başa getirmenin bir semeresidir.


LETAİFLERİN VÜCUTTAKİ YERLERİ



KALB : sol memenin dört parmak altındadır. İlahi huzur ve tecelliyat mahâllidir.

RUH : sağ memenin dört parmak altındadır. İlahi aşk ve muhabbet mahâllidir.

SIR : sol memenin iki parmak üstündedir. İlahi marifet mahâllidir.

HAFİ : sağ memenin iki parmak üstündedir. ilahi tecelli ve nurlar içinde kaybolma mahallidir. Buna istiğrak denir.

AHFA : göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlâhî sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

NEFS , latifesinin yeri iki kaşın ortasıdır.

Bütün latifelerin merkezi kalptir. Kalb ruhun sarayı hükmündedir. Terbiye olmamış nefs, devamlı kötülüğü emreden sıfatıyla kalbi tamamen hükmü altına aldığı zaman, kalbden Allah için hiç bir hayırlı amel çıkmaz. Bu durumda ruh da, nefsin arzularına bağımlı hâle gelir. Artık kalb ve ruh asli vazifelerinden uzaklaşmış ve ölmüşçesine gaflete düşmüş olurlar. Bu hâl kalbin perdelenmesi ve günahlarla kararmasıdır.

İnsanın bu durumdan kurtulması için çok ciddi bir tedaviye ihtiyacı vardır. Bu tedavinin en güzel ve en kolay yolu bir mürşid-i kâmilin elinden tövbe alıp, kendisine intisap edip manevi terbiyeden geçmektir.

Mürşid-i kâmil, kendisine intisap eden müride önce güzel bir tövbe yaptırır. Sonra zikir telkin eder. Bu zikrin nuru ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaiflere sirayet eder. Zikre devam edildiğinde kalpten Allahu Teala’nın sevmediği ve razı olmadığı düşünceler silinip gider. Zikir kalbe iyice yerleşince her hâlde zikretme hâline geçer, böylece gaflet yok olur. Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir, insanda Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ahlak ve sıfatlar oluşur.

Mesela münafıklık, nefsin kötü sıfatlarından birisidir. Vücuttaki su unsurunun özelliği ile irtibatlıdır. Suda, bulunduğu kabın şeklini ve rengini alma özelliği ve bulunduğu şartlara göre değişme sıfatı vardır. Bu sıfat, insana yansır ve iki yüzlülük meydana gelir. Ancak bu sıfat, mürşid-i kâmilin terbiye, himmet ve tasarrufu ile alçak gönüllü olmaya dönüşür. Kalpten nifak ve yalancılık gider, yerini samimiyet ve mertliğe bırakır.

Ateş unsurundan kaynaklanan zulüm ve hiddet sıfatı, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında gayrete, ince davranmaya ve rahmani taraftarlığa dönüşür.

Havadan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfat, izzet, vakar ve heybete dönüşür.

Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, sabır ve efendilik sıfatına dönüşür.

Letaifleri hakiki vazifelerine döndürmek gevşemeyi gidermek için onların zikir nurları ile aydınlanması, temizlenmesi ve beslenmesi gerekir.


LETÂİF VİRDİ



Önce letâifler hakkında biraz bilgi verelim.

Letâif, insan vücuduna yerleştirilmiş manevi, nuranî cevherlere verilen bir isimdir. Bunlar gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherlerdir. Baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin kafir her insanda mevcuttur. Kâmil mürşidler bu cevherleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve vazifelerini tespit etmişlerdir. Bu konudaki açıklamaların özeti şudur:

Cenab-ı Hakk (c.c) insanı on asıl şeyden yaratmıştır. Beşi mahlukat alemi denilen hâlk alemindendir. Bunlar toprak, su, hava ateş ve nefistir. Bunların başkanı ve hakimi nefistir.

Ölçü ve hesap ile bilinebilen, gözle görülen ve incelenebilen cisimlerden oluşan aleme ‘hâlk alemi’ denir.

Diğer beş unsur ise, asılları alem-i emirden olan insani kalb, ruh, sır, hafi ve ahfadır. Bunların başkanı ve hakimi kalptir.

Ruhun sarayı kalptir. Ruh kalbe hâkimiyetini kurunca, kalp bedeni ona göre yönetir; ruh vasıtasıyla aldığı ilâhi feyiz ve terbiyeyi bedenin bütün işlerine yansıtır.

His, hayal, yön ve mekanla sınırlanmayan, mesafe ve maddesi olmayan, Allahu Teala’nın ‘ol’ emri ve iradesinin tecelli etmesiyle yaratılan şeylere ‘emir alemi’ denir.

Allahu Teala yüce kudreti ve ince hikmetiyle her iki alemin latifelerini aşk yoluyla aralarını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. Öyle ki bunlar birbirinden ayrılmak istemezler. Bu aşktan dolayı hâlk aleminin latifeleri emir aleminin latifelerini hükmü altına almıştır


LETAİF VİRDİNİN ÇEKİLİŞİ


Nakşibendi yolunun büyükleri kalp virdini başarıyla tamamlayan kimseye Letaif virdi vermektedirler. Bu zikir de “Allah” ism-i şerifi ile yapılır. 23 bin ile başlar, 101 bine kadar devam eder. Bu zikrin çekiliş vaktini mürşid belirler ve seyrini kendisi takip eder.

Letâif virdi, altı latife üzerinde çekilir. Bunlar sırasıyla kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefis latifeleridir.

Mürid, letâifler üzerinde aynen kalb zikrinde olduğu şekilde zikir çeker. Her latife bir kalp gibidir; zikir onun üzerinde çekilir. hedef, her bir latifenin zikre geçmesi, uyanması, olgunlaşması ve böylece bütün vücudun zikre geçmesidir. Buna zati zikir, sultanî zikir, denir.

Tesbihi zikir çekilecek latifenin üzerine koyar ve kalb zikrinde olduğu gibi Allah Allah diyerek hızlıca çevirir. Kalb zikrindeki edeb ve usullere dikkat eder. Her yüz tespihten sonra dille, kendi duyacağı bir sesle ‘İlahi ente maksûdî ve rızake matlûbi” der.

Çekilecek zikir miktarı altı latifeye paylaştırılır. Önce kalpten başlanarak her latifede biner biner zikir çekilir. Nefs latifesiyle bir tur tamamlanmış ve altı bin çekilmiş olur. Tekrar kalbe dönüp ikinci tura başlanır. Binlik kaç turun gerektiği baştan tespit edilir ve hepsi tamamlanır.

Sonra, kurtarırsa her latifede beş yüz beş yüz zikir çekilir. Beş yüz fazla gelirse yüzer yüzer taksimat yapılır. Sonra kalan olursa, otuzüç otuzüç taksimat yapılır. Otuzüçler çekilirken yüzün tamamlandığı latifede ‘‘İlahi ente maksûdî ve rızake matlûbi” denir.

Kısaca taksimat bin, beş yüz, yüz ve otuz üç sıralamasıyla yapılır. Letaif zikri çekilirken bitmeden ara verilmesi gerektiğinde mümkünse bir kere devir yapıp tek sayıda bırakmak güzel olur. Mesela yedi bin, dokuz bin, onbeş bin gibi. Ancak zor durumda herhangi bir latifede iken ara verebilir. Sonra kaldığı yerden devam eder.

MENKIBE

Letaif zikri…
Mehmet yarbay abimiz sohbet
ediyordu ve sorulara cevap veriyordu. Sorusu olan varmı dedi?
kurban bize zikri anlat inşaallah! Mehmet Yarbay abimiz sohbete
başladı dedi nefis ahtapot gibidir bacakları vardır
bütün lataiflerin üstünü bacaklarınla kapatır kalbin üstünde bir
bacağı vardır ruhun üzerinde bir bacağı vardır
sırrın üstünde bir bacağı vardır ahvanın üzerinde bir bacağı vardır
hafi nin üstünde bir bacağı vardır makamıda iki kaşın arasıdır dedi
ve devam etti
bunlar vucutda olan lafaiflerdir nefs bunların hepsini sarmışdır ama
kalbin üzerinde zikir çekmeye başlayınca
ayağı yanar ve çeker dedi sonra şöyle devam etti kalp dedi
huzurullah makamıdır yeri sol memenin 4 parmak altıdır
orda insan ALLAHIN huzuru ile zikir çeker Ruh dedi muhabbetullah
makamıdır Allahın muhabbeti ile zikir çekilir dedi
makamı sağ memenin 4 parmak altındadır sır teklik makamıdır dedi
nefis hep herşeyin ikitane olmasını ister araba olsa
ikinciyi ister kadın alsa ikinciyi ister bina alsa bi apartman daha
ister bu makam dedi layiki ile ziker çeken
biri her şeyin bir olduğuna kanaat eder makamı sol memenin iki
parmak üstüdür Hafi sağ memenin iki parmak üstüdür dedi
bütün lataifler de toplanan nurlar bu noktada toplanır ve vucuda
burdan dağılır Ahva iman tahtası diyede geçer vucutdaki makamı
göğüs çukurunun iki parmak aşağısıdır
dedi ve anlat maya başladı ahvayı Nasıl çay var dedi nasıl çay
şekeri var dedi bu çay şekeri bu çayın içinde karıştırınca
kaybolduğu gibi işte bu makam da
Allah da kaybolma makamıdır dedi
ortalığı rahmet sardı ve sofilere cezbe hali geldi mubarek
tebessüm etti ve istirhatine gitti… Allah onlardan gani gani Razı
olsun.

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’ye göre Letâif ve Terbiyesi

Rabbânîyyun için Seyr ü Sülûk Rehberi

Letâif, latîfe (ince, nâzik, şeffaf şey) kelimesinin çoğulu olup, tasavvuf ıstılâhı olarak insanın hakîkatını oluşturan katmanları ifâde eder. Bunlara rûhun mertebeleri veya farklı boyutları da denebilir. Bir başka târife göre letâif, duyu organları ve aklın sağladığı bilgilerin ötesindeki mânevî gerçekleri bilmemizi sağlayan hassas bilinçaltı yetenekleridir.

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’ye göre insan, on letâiften oluşmaktadır. Bunlara “Letâif-i Aşere” adı verilir. Bunlardan beşi Âlem-i Emr’e (ruhlar âlemine), beşi de Âlem-i Halk’a (yaratılış âlemine) âittir.

Âlem-i Emr’in beş latîfesi “kalp”, “ruh”, “sır”, “hafî” ve “ahfâ” olup “letâif-i hamse” veya “cevâhir-i hamse” (beş latîfe) diye bilinirler.

Âlem-i Halk’ın beş latîfesi ise “nefs” ve insan bedenini oluşturan “dört unsur”dur (anâsır-ı erba‘a: Toprak, ateş, su ve hava). Bu dört unsurun da nefse dâhil olduğu kabûl edilir. Letâif-i Sitte (altı latîfe) dendiğinde Âlem-i Emr’in beş latîfesi ile “nefs”ten oluşan altılı grup kastedilir. “Letâif-i Seb‘a” (yedi latîfe) dendiğinde ise bu altılı gruba dört unsurun “latîfe-i kâlebiyye” (beden latîfesi) adıyla tek bir latîfe olarak eklenmesiyle oluşan yedili grup kastedilir.

Letâif-i sitte (altı latîfe) iç içe geçmiş halkalar şeklinde düşünülebilir. En dış halka nefs, onun içindekiler sırasıyla kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâdır. Bunlar insan rûhunun farklı mertebeleri ve boyutları olup bir içteki, dıştakine göre daha hassâs ve yüksek seviyelidir.

Sûfî, önce “kalbine” (göğsün sol tarafına) yoğunlaşarak zikre başlar. Kalbi zikrin lezzetini hissedip zikre iştirâk eder hâle gelince “rûhuna” (göğsün sağ tarafına) yoğunlaşarak zikre devam eder. Ruh da zikre iştirâk edince bunu sırasıyla sır, hafî, ahfâ ve nefs izler. Nefs zikre iştirâk ettikten sonra tüm bedenin zikre iştirâk etmesi sağlanır (sultânü’z-zikr). Bu işlemlere, “letâife zikrin ilkâsı” denir.

Ahmed Sirhindî’den önceki sûfîlerde, özellikle Kübreviyye şeyhleri arasında letâifin isimleri, nurları ve irtibatlı olduğu peygamberler bilinmekteydi . Ancak letâifin yerlerinden yani insan bedenindeki farklı bölgelere yerleştirilmesinden bahseden ilk yazılı kaynak, muhtemelen Sirhindî’nin Mebde’ ve Me‘âd adlı eseridir. Sirhindî bu eserde “kalb”in, göğsün sol tarafında, “rûh”un ise sağ tarafında olduğunu; sır, hafî ve ahfânın göğsün ortasında bulunduğunu, “ahfâ”nın tam ortada, “sır” ve “hafî”nin de onun yanlarında bulunduğunu, “nefs”in ise beyin (dimâğ) ile irtibatlı olduğunu ifâde etmiştir . Sirhindî bu cümleleri ile letâifin yerlerini ana hatlarıyla belirtmiş, detaylara girmemiştir. Sonraki Müceddidîler letâifin yerleri konusunda detaylı ya da detaysız olarak bazı bilgiler vermişlerdir . Ancak her sûfînin kendi rûhî tecrübesinin farklı oluşu sebebiyle olsa gerek, Sirhindî’den sonraki bazı Müceddidî şeyhleri letâifin yerleri konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Meselâ Sirhindî’nin halifelerinden Âdem Benûrî’ye göre “kalp” solda, “ruh” sağda, “sır” göğsün ortasında, “hafî” alında, “ahfâ” başın üst tarafında bulunmaktadır . Sirhindî’nin ana hatlarını belirlediği dizilişi prensip olarak kabul edenler bile bunu üç şekilde yorumlamışlardır:

1. Şekil: “Kalp” sol memenin altında; “ruh” sağ memenin altında; “sır” kalbin yanında, kalp ile göğsün ortası arasında; “hafî” rûhun yanında, ruh ile göğsün ortası arasında; “ahfâ” kalp ile ruh arasında ve göğsün tam ortasında yer alır. Nefs ise beyinde (dimâğ) bulunmaktadır. Bu dizilişe göre, ilk beş letâif insan göğsünde yatay bir çizgi üzerinde sıralanmış durumdadır . Ahmed Sirhindî’nin ifâde ettiği diziliş budur. İlk dönem Müceddidî şeyhlerinin de çoğunlukla bunu esas aldıkları anlaşılmaktadır.

2. Şekil: “Kalp” sol memenin iki parmak altında, “ruh” sağ memenin iki parmak altındadır. “Sır” sol memenin hizâsında, göğsün ortasına doğru iki parmak içte, “hafî” sağ memenin hizâsında göğsün ortasına doğru iki parmak içte, “ahfâ”, göğsün ortasının üst kısmında, nefs de alındadır. Bu dizilişe göre ilk beş letâif insan göğsünde bir üçgen üzerindeki noktalar şeklinde sıralanmıştır. Bu diziliş yorumunu, muhtemelen ilk kez Abdullah Dihlevî (ö. 1240/1824) yapmıştır.

3. Şekil: Abdullah Dihlevî’nin halifelerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (ö. 1242/1827) ile başlayan Hâlidiyye kolunda “sır” sol memenin hizâsına değil üstüne, “hafî” de sağ memenin hizâsına değil üstüne yerleştirmiştir. Bazı şeyhler bu dizilişi daha detaylı olarak şöyle ifâde etmişlerdir: “Kalp” sol memenin iki parmak altında, “ruh” sağ memenin iki parmak altında, “sır” sol memenin iki parmak üstünde, “hafî” sağ memenin iki parmak üstünde, “ahfâ” iki memenin arasında, göğsün ortasındadır. Bu dizilişe göre ilk dört letâif göğüste âdetâ bir dikdörtgen üzerinde dizilmiş, ahfâ da ortalarına yerleşmiş durumdadır . Bazı kaynaklarda “ahfâ”, “sır” ile “hafî” arasına yerleştirilmiştir.


ZiKiR NEDiR? ZiKRETMENiN ViRDiN USULLERi?

Kur’an ve sünnette farklı zikir çeşitlerinden bahsedilmiştir. Hz. Peygamber (sav) Efendimiz bütün zikir çeşitlerini bizzat yapmıştır. Tek başına zikir yaptığı gibi, cemaat halinde halka zikri de yapmıştır.

Gizli zikrin yanında açık zikri de icra etmiştir. Ashaptan bazılarının meşrebine uygun olarak kendilerine zikir öğretmiş; bazılarına açık, bazılarına gizli zikri tavsiye etmiştir. Ayrıca herkesin yapması gereken zikir çeşitlerini de belirtmiştir.

Efendimiz (say) tarafından miktarı, yeri ve zamanı belirlenen zikirler aynen uygulanır. değiştirilemez. Mesela, farz namazlardan sora otuz üçer defa ‘Sübhanellah, Elhamdülillah, Allahu ekber’ demek ve peşinden ‘ La İlahe İllallahü vahdehü La Şerike Lehü ‘ zikri ile bu rakamı yüze tamamlamak gibi.

Bu zikirlerin miktarı, yeri ve şekli bellidir. Kimsenin ekleme ve çıkarma yapma yetkisi yoktur. Namazların rüku, secde ve oturuşlarında okunan dua ve zikirler de böyledir. Tesbih namazı, telbiye, teşrik tekbirleri, ezan, kamet gibi belirlemiş zikirler de aynen uygulanır.

Bunların dışında Kur’an ve sünnette herhangi bir sayı, şekil ve zaman belirtilmeden teşvik ve tavsiye edilen zikirler mevcuttur. Bu tür zikirlerin alanı ve zamanı geniştir. Allahu Teala’yı anma ve yüceltme manası taşıyan her kelime veya cümle ile bu tür zikir yapılabilir.

Bu zikirler temelde ayet ve hadislere dayanır. Bu zikirlerin içinden içtihatla tercih yapılabilir. Bu konuda alim ve arif olan kamil mürşitler yetkilidir.

Kalbe ilaç olacak zikir çeşidini bu işte tecrübe ve ehliyet sahibi alimler tespit eder. Bu alimlere mürşit denir.

Bir mürşit tarafından tespit ve telkin edilen zikirler ilaca benzer. Hangi hastalığa ne kadar doz ilaç kullanılacağını doktor belirler.

Kalbin manevi hastalıklarda doktoru ise kamil mürşitlerdir. Bu zatlar, kalbe hangi zikrin şifa vereceğini bilirler. Çeşitli zikirler arasından bir tercih ve terkip yaparlar. Bu terkibi herkes hazırlayamaz.

Bu bir ilim gerektirir. Feraset, müşahede ve tecrübe ile yapılır. Verilecek ilacın şekil ve miktarı insanın mizaç ve meşrebine göre değişir. Bunu ehli olan anlar ve ayarlar. Tasavvufun ana gayesi kalbi Allah’ın zikri ve sevgisi ile mamur hale getirmektir. Bütün tasavvuf yolunun büyükleri, kalbin uyanması ve nefsin ıslahı için gizli veya açık zikir çeşitlerinden birisini tercih etmişlerdir.

Elbette her ikisini birden uygulayanlar da olmuştur. Bu bir kolaylıktır. Böylelikle herkes meşrep ve mizacına uygun olan bir mürşide bağlanır.

Onun terbiye metoduna razı olur. zira önemli olan zikrin en faziletlisi insanın meşrebine en uygun olanı ve az da olsa ihlasla devamlı yapılanıdır.[181][181]

Şimdi bu iki zikir türünün genel özelliklerini tanıyalım.

1-  SESLİ ZİKİR CEEHRi ZiKiR

Bu zikir yüksek sesle ve dille yapılır. Sesli zikirde hedef sesi Allah’a değil, derin gaflet uykusuna dalmış olan nefse işittirmektir. Bunun için önce nefis hedefe alınır. Terbiyeye nefisten başlanır. Daha sonra kalbe sıra gelir.

Bu zikirler tek başına yapıldığı gibi, toplu halde de yapılabilir. Cemaat halinde yapılan zikir, cemaatle kılınan namaz gibi daha faziletli ve faydalıdır.

Tasavvufun en önemli özelliklerinden olan zikr, insanı gafletten koruyan, manevi bir zırhtır. İnsan ancak zikir sayesinde huzur bulur. Zikre devam eden insanların kalbinde dünyaya karşı duyulan rağbet zayıflar ve yerini Allah sevgisine terkeder.

İmam Suyutî’nin sahih dediği bir hadis-i şerifte, bir gün Cebrail (a.s.) gelip dediler ki; “Ya Resulellah, ashabına emret de yüksek sesle tekbir alsınlar”[182][182] buyurmuştur.

Muaz bin Cebel’ın (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v.):

“Sizden her hangi biriniz gece namaz kıldığı zaman kıraatı cehren okusun. Çünkü muhakkak onun namazına meleklerde iştirak ederler ve kıraati dinlerler. Mümin cinlerden havada ve evde olan komşuları da onun namazına katılırlar ve kıraati dinlerler. Bu suretle evin ve etrafındaki evlerde bulunan cinnilerin fasıklarını da, inadcı şeytanları da tard ve def edip kovalar”[183][183] buyurmuştur.

Allame Tahtavî, Zikri cehrinin faziletine dair de bir çok hadisi şerif olduğunu söyler. Bazı ilim sahiplerine göre zikri cehrinin ameli faydası daha çok başkalarına da etkili olmasıyla beraber, zakirin kalbini uyandırır. Uykuyu giderir, neşeyi artırır, dimağı tefekküre sevk eder.

Bu sebepledir ki zikrullah’ın mescidlerde toplu olarak yapılması alimler tarafından asla kerahet olmayıp, bilakis müstehap olduğunu gösteren hadisler vardır.

Allame Alüsî Ruhu’l-Meanî Tefsirinde, İmam Nevevî’nin Fetva kitabından naklederek şöyle der: Meşru bir sakınca olmadığı vakit aşikare zikir mendup ve Şafiî mezhebine göre de cehri zikir, hafi zikirden daha faziletlidir demiştir.

Büyük velilerden Mahmud İncirfagnevî Hocası Hace Arif Rivegerî Hazretlerinin vefatından sonra, Kale Kapısı önündeki mescidde sesli zikre devam eyledi. Vaktinin büyük alimlerinden Hace Muhammed Parisa’nın dedelerinden Mevlana Hafızuddin, alimlerin üs­tadı Şemsül- eimme Hulvanî’nin işareti ile, Buhara’da, o zamanın en bü­yük imam ve alimlerinin huzurunda, Hace Mahmud’a; “Siz hangi niyetle cehri (sesli) zikr ile meşgul oluyorsunuz?” diye sordu. Cevabında;

“Uyu­yanları uyandırmak, gafillere işittirmek ve insanları dinin ana caddesi ve doğru yolu üzerinde yürütmek, hakikate teşvik etmek, böylece insanla­rın, bütün iyiliklerin anahtarı, her saadetin esası olan tevbeye ve bir bü­yüğe bağlanmalarına sebeb olmak istiyorum” buyurdu. Bunu duyunca, Mevlana Hafızuddin ona;

“Niyetiniz böyle dürüst olunca, böyle zikr et­meniz helal olur” dedi. Ve hakikatın mecazdan ayrılma hududunun ol­ması için, sesli zikrin sınırını (şartını) rica etti. Bunun üzerine Mahmud İncirfagnevî şöyle buyurdu:

“Sesli zikri ancak, dili yalandan ve gıybetten, boğazı, midesi haram ve şüpheliden temiz, kalbi riyadan ve gösterişten uzak, sırrı Rabbinden başka her şeye teveccühden münezzeh olan ya­pabilir” buyurdu.[184][184]

Devrin ileri gelen ilim sahiplerinden Mevlana Seyfeddin Fidda şöyle sormuş:

“Niçin Allah’ı zikrederken cehri zikri tercih ediyorsun?”

Hace Azizan Ali Ramitenî (k.s.) şöyle cevap vermiş:

“Bütün alimler, her müminin son nefeste açıktan Allah’ı zikretmesi gerektiğini söylemişlerdir ve sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) şu mealdeki sözünü delil olarak ileri sürmüşlerdir:

‘Ölmek üzere olanlara kelime-i tevhidi telkin edin.’[185][185]

Tasavvuf yolunun mürşid-i kamilleri olan veliler de bu yüzden şöyle demişlerdir:

‘Dünyada iken alınıp verilen her nefes, aslında son nefes demektir.’[186][186]–[187][187]

2- GİZLİ ZİKİR HAFi ZiKiR

Gizli zikir, şanı büyük bir iştir. Hak yolcusu salikin kalbi bu zikirle nurlanır. Hak yolcusu salikin alacağı yollar, bu şekilde kısalır, tez zamana varacağı yere varır.

Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Teala’dır. 0, kula şah damarından daha yakındır.

Hz. Resülullah (s.a.v) Efendimiz:

“Zikrin  en hayırlısı, gizli zikirdir,”[188][188] buyurmuşlardır.

Bir yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah Efendimiz (s.a.v), onları şu şekilde uyarmıştır:

“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çağırmıyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.”[189][189]

Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya gerek yoktur.[190][190]

Zikrin gizliliği hakkında Kur’an-ı Kerim’den ve hadis-i şeriflerden bir çok deliller vardır. Kur’an’da:

“Rabbini kendi içinde tazarru ile (titreyerek) ve korkarak zikret Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.”[191][191]

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.”[192][192] buyuruldu. Zira gizli zikir matlub olan şeylerin hasıl olmalarına yarar. Faziletçe daha çok, makam itibarıyle daha büyüktür. Nasıl öyle olmasın ki: O muhafaza edilmiş bir incidir, inciler sandıklarında saklıdır. Ondan, Allah’ın meleklerinin bile haberi olmaz. hafaza (insanların amellerini yazmakla görevli olan melekler) onu deftere yazamazlar. Gizli zikir, aşikar zikirden  faziletçe daha üstün olduğuna dair, ilimde kök salan pek çok alimler olgun arifler açıkça belirtmişlerdir. Gizli zikir yapılması hakkındaki hadis-i şerif ise, şudur: Müslümanların annesi, Hz. Aişe’den rivayet olunur ki:

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) “Bir kısım zikir diğerinden yetmiş kat üstün olur” diye buyurdu. Camiu’s-Sagir kitabında ise,

“Zikrin iyisi, gizli olanı, rızkın iyisi, kafi gelendir” geçmektedir. Bu konudaki hadis-i şerifler pek çoktur.

Dil ile zikredilmesinin faisesi azdır ve pek çok zamanda afetlere maruz kalıp belalardan kurtulamaz. Hatta düşünerek inceleyip insaf edersen yalnız dil ile yapılan zikrin hiçbir faydası olmadığını mukaddes olan ilahi huzura yaklaşmaya sebep olmadığını anlayacaksın. Burada Feyd el-Varid kitabının ibaresi sona erdi.

Ey kardeşim! Allahu Teala seni yukarıda adları geçen kitapların yazdıkları şeylerle ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnetiyle amel etmeye muvaffak eylesin!

Akli delil dahi gizli yapılan zikrin müstehap olduğuna delalet eder. Mesela: Padişahın kölelerinden veya askerlerinden birisi, huzurunda terbiyeye aykırı olarak yüksek sesle ey padişah, ey padişah! demesi, gayet terbiyesizlik ve ahmaklıktır. Zira, köleler, padişah ve efendilerinin nezdinde sükut edip ses çıkarmamaları adettir. Bu akli delil, Reşahat kitabındadır. Yine Reşahat kitabının sahibi demiştir ki:

Bahaeddin Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin irşadı zamanında, Şeyh Abdülhalık Gücdevanî’nin ruhaniyeti tarafından azimetle amel etmekle memur olunca, gizli zikretmeyi arzu ederek aşikar zikretmeyi terk etti. Emir Külal’ın müridleri, aşikar zikir ettiklerinde, Şah-ı Nakşibend Hazretleri toplantılarından kalkıp onlardan ayrılıyordu. Yaptığı bu hareketi diğer ashabına hoş gelmez, fakat Hace Hazretleri buna iltifat etmeyip kalplerindeki bu düşüncenin izalesine önem vermiyordu.

Şeyh Alaeddin el-Gücdevanî demiştir ki: Emir Külal el-Vaşî, bana gizli zikir etmemi emretti. Hatta bunu yanında oturanlardan da gizledi.

Hülasa; ey kardeşim! Nakşibendi tarikatının temeli, gizlice zikir etme usulü üzeredir. Bu tarikatın sadatı (uluları) cehren zikir etmeyi kabul etmezler.[193][193]

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle buyurur: “Kul Rabbisini gizli olarak zikrederse Rabbi de onu gizlice anar. Eğer cehri olarak cemaatla zikrederse Allahu Teala’da onu daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikreder.[194][194]

“Zikrin en faziletlisi muhafaza meleklerinin işitmediği zikirdir.”

Hz. Aişe (r.a.) rivayet ettiği bir hadisi şerifte şöyle diyor: “Gizli zikir -açıkça yapılan- zikirden yetmiş kat üstündür. Kıyamet günü olunca Cenab-ı Allah hesaplarını görmek için bütün mahlukatı geri çevirir, Hafaza melekleri de tesbit edip yazdıkları şeyleri getirir, o zaman Cenab-ı Allah buyurur ki: “Bakınız bir şeyi kaldı mı?” Onlar (melekler): Bildiğimiz ve öğrendiğimiz şeylerden hiçbir şey terketmedik. Mutlaka hepsini, tesbit edip, yazdık, diye cevap verince Cenab-ı Allah buyurur: “Benim nezdimde sana ait bir iyilik vardır. Onun karşılığını sana vereceğim. O da gizli zikirdir.”

Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği hadisi şerifte şöyle buyurulur: “Ben kulumun hakkımdaki düşüncesi yanındayım. Beni anınca onunla beraberim. İçinden beni anarsa ben de onu içimde anarım. Beni bir cemaatta anarsa Ben de onu daha iyi bir cemaat içerisinde anarım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”[195][195]

Büyük veli Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) diyor: “Yapılan işler arasında öyleleri vardır ki; onları hafaza melekleri de bilmezler. O işlerin başında, kalben Allah’ı anmak gelir.[196][196]

Sonra da şöyle devam etti:

-Rüya gördüm; halka konuşma yapıyordum.

O konuşma arasında bana bir melek geldi, şöyle sordu:

-Yüce Hakk’a yakınlık duygusu kazananlar, en çok ne ile kazanırlar?

Şöyle dedim:

-Tam ölçülü gizli iş…

Yine dedi ki:

-Yüce Allah, kalblere iyiliğinden verir; amma, ettikleri zikirde temiz duyguları kadar…

Şu söz de onun: “Tasavvufun on tane temel özelliği vardır: Biri de Allah’ı kalpten zikretmektir.”[197][197]

Tavus bin Keysan (r.a) şöyle diyordu: “İbadetlerin en değerlisi, gizliliğine en çok riayet edilendir.”[198][198]

Abdurrahman bin Muhammed es-Sekkaf (k.s.) de şöyle diyor: “Kalb ile ilgili ameller işleyiniz. Zira kalb ile yapılan ameller zahirî amelleri güzelleştirir.”

Ebu Hureyre’nin rivayetine göre:

Arşı a’ladan başka gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde yedi sınıf insanın arşı a’la’nın gölgesinde gölgeleneceğini haber vererek bunlardan birisinin de: “Kimsenin bulunmadığı tenha bir yerde gizlice Allahu Teala’yı zikredip gözlerinden yaşlar akıtan kimsedir” diye buyurmuşlardır.[199][199]

Ebu’l-Hasan eş-Şazili (k.s.) ise şöyle demiştir: “Kalblerin zerre miktar bir ameli, azaların dağlar kadar amellerine denk gelir.”[200][200]

Ebu Abdullah el-Busrî (k.s) şöyle demiştir: “Zikir kalble olmalıdır. Yalnız dille yapılır da kalbe işlemezse riya olur.”[201][201]

Şeyh Takıyyüddin der ki: “Kalp ile zikir, kalpten gelmeyerek yapılan bir kıraattan efdaldır.”[202][202]

Muhammed bin Fadl (k.s) diyor ki: “Dil ile zikretmek, günahlara kefarettir. Kalb ile zikr, Allahu Teala’ya yakınlık ve mertebenin yükselmesidir.”

Seyyid Abdülkadir el-Geylanî der ki: “Asıl Allah’ı zikir kalple olur. Kalbi ile Allah’ı zikreden, Allah’ı zikretmiş olur. Kalbi bırakıp yalnız dille Allah’ı zikreden, Allah’ı zikretmiş sayılmaz. Dil kalbin yavrusudur; yavru, anaya uyar.”[203][203]

Yine Gavs şöyle buyurdu: “Ey evlad! Önce kalbinle Hak Teala’yı an. Sonra da dilinle… Yalnız şunu unutma. Bir defa dilden anarsan bin defa kalbinle an. Bilhassa başına gelecek afetlere karşı Hakk’ı an ve sabırlı ol. Hele dünyalık olan bazı kötü şeylerin terki için Hakk’ı anmaktan gayri çare yoktur.[204][204]

Büyük arif Mevlana Halid Bağdadi (k.s) sadık müridi Şeyhu’l-İslam Mekki Zade Mustafa Asım Efendiye yazdığı bir mektupta zikrin önemini kısaca şöyle anlatmıştır:

“Sağlam bir itikada sahip olup, hak mezheplerden birisine uyarak farzları yerine getirdikten sonra, ibadetlerin en yücesi ve en faziletlisi olan gizli zikre devam etmek gerekir.

Zikir esnasında insan, Allahu Teala’nm kendisini gördüğünü, işittiğini ve hiçbir şeyin O’ndan gizli kalmadığını bilmelidir. Burada bilmek taklit değildir. Tahkikle elde edilen bir ilimdir. Bu ilme yakin ilmi denir.

Bu ilme ulaşmak için, insanın Allah’tan başka her şeyden yüz çevirip ihlas, edep ve sevgiyle sünnete sarılması gerekir. Bunun en güzel yolu, irşatla görevli Allah dostlarından birisinin terbiyesi ve tasarrufu altına girmektir.[205][205]

Gücünüzün yettiği kadar, gizli zikre özen gösteriniz, bu yolun büyüklerinin himmet ve tasarruflarını üzerinize çekmeye çalışınız. Sahip olduğunuz yüksek rütbeler sizleri bunlardan alıkoymasın. Bu büyüklerden alacağınız azıcık nisbet bile size çok şey kazandırır.”[206][206]

İmam Gazali (k.s.) der ki: Faideli olan zikir, devamlı ve kalp huzuru ile olan zikirdir. Gafil kalp ile yalnız dilden yapılan zikrin faydası azdır.[207][207]

Yine İmam Muhammed el-Gazali (k.s.) demiştir ki: “Allah’tan başka bir şey hatırına getirmemeğe gayret etmeli, halvette kalp huzuru ile Allah Allah demeğe devam etmeli ve öyle bir hale gelmeli ki, dilini oynatmağı terketmeli ve yine Allah Allah der gibi olmalıdır. Sonra bu hale devam etmeli, ta ki zikir, dilden kalbine intikal etsin. Sonra kalbinden de lafız, harf ve kelimenin şekli kaybolup yalnız bu kelimenin manası kalıncaya kadar sabretmelidir.”[208][208]

Mevlana Halid el-Bağdadî (k.s.) şöyle demiştir: “Zikir, kalpten başlayarak ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs-i natika üzerinde yapılarak bütün vücudu sardığında artık zikir ‘zikr-i sultani’ ismini alır.

Zikr-i sultani; zikrin insnın bütün vücudunu sarması hatta bütün eşyada hissedilmesi demektir.”[209][209]

Velilerden Bennan bin Muhammed el-Hammal (k.s.) ise şöyle der: Dille yapılan zikir derecelerin artmasına, kalple yapılan zikir ise Allah’a yaklaşmaya sebep olur.[210][210]

Gavs-i Kasrevî (k.s.); “Nakşibendi tarikatında yapılan amelden Allah’tan başka hiç kimsenin haberi olmaz, hatta meleklerin bile haberi olmaz. Biri sağ diğeri sol omuzunda olan melekler bile haberdar olamazlar. Sağda sevap yazmak, solda da günah yazmak için bulunan meleklerin haberleri olmadığı için yapılan amelleri yazıp hesaba geçirmezler. O Allah’ın ilminde ve emanetinde kalan gizli bir mal olur hiç kimsenin haberi olmaz. Ancak kıyamette Allahu Teala açıkladığı zaman bilinir.

Nasıl ki insanın malı, altın ve gümüşü olsa ve onları saklasa, yerin altına gizlese, artık o emniyettedir. Kimsenin haberi olmaz, hırsız tarafından götürülme veya herhangi bir kimse tarafından zulümle elinden alınma tehlikesi olmaz. Çünkü gizlidir, kimsenin ondan haberi yoktur.

İşte Nakşibendi zikri de böyledir. Gizlenmiş bir mal gibidir. Onda nefis meydana gelip hayrını batıl etmez. O öyle bir maldır ki Allahu Teala’nın melekleri bile onu tesbit edemezler.”[211][211]

Abdurrahman et-Tahi (k.s.) de şöyle demiştir: “Bu tarikat-i Aliye-i Nakşibendiye mensupları, cehri olarak vird çekmezler. Kim vird maksadıyla kendisine verilen zikri yani Allah (c.c.) veya Lailaheillallah kelimei teyyibelerini sesli olarak dört sefer söylerse tarikattan düşerler.”[212][212]–[213][213]

Gizli zikir iki şekilde olur:

Birincisi sadece kalple yapılır. İkincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah (sav) Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır.[214][214]

“Kulum beni gizlice içinden zikrederse ben de onu zatımda zikrederim.”[215][215] Kudsi hadisi de, gizli zikrin ilahi huzurda ayrı bir değeri bulunduğunu gösteriyor.

Gizli zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmiştir. Dil damağa yapışık halde tutulur. Kalp ile ‘Allah… Allah… ‘denir. Allah lafzı, alemlerin rabbi Yüce Yaratıcımızın özel ismidir. Diğer bütün ilahi isimleri içinde toplamaktadır.

Bu isimle zikredildiği zaman bütün ilahi isimlerin tecellisine ulaşılmış olur. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahta ve nefs latifeleri üzerinde yapılır. Zikrin tesiri tüm vücuda yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “La ilahe İllallah”zikrine geçilir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmektedir. Böylece bütün vücut zikre katılmış olur.[216][216]


Vird Nedir?

Vird, düzenli bir şekilde günlük olarak yapılan ders ve zikir demektir. Nakşibendilikte bu ders ve zikirler, gizli usulle yapılır.

Vird kalp için günlük ilaç hükmündedir. Kalbin gafletten uyanması ve şifa bulması için her gün bu ilacın alınması gerekmektedir. Vird, beş vakit namaz gibi müslümanın hayatına girmelidir. Büyükler ‘virdi olmayanın varidi olmaz’[217][217]  demişlerdir.

Varid,. manevi feyiz ve ilahi hediyeler demektir. Vird, hak yolcusunun ana sermayesidir. Vird Allah dostlarının sırrı kabul edilmiştir. 0 sırra ve Allah dostluğuna ulaşmanın yolu virddir.[218][218]

Ebu Talib el-Mekkî, Kutu’l-Kulub eserinde virdlerle ilgili özel bölümde özetle şöyle der:

“Bil ki vird ve evrad; kulun Allahu Teala’ya ibadet etmek üzere gece ve gündüz, belirli bir vakitte tekrar ettiği ibadetlerin ismidir. Kul bu belirlediği vakitte kendisini, sevgilisi olan Cenab-ı Hakk’a verir ve O da, bunun karşılığını ahirette ona ikram eder.”[219][219]

Muhammed Emin Erbilî (k.s.) demiştir ki: “Kalbini başka şeyle meşgul eden ve günlük virdi olmayan veya olup da terk eden talebe, gaflet pislikleriyle kalbini kirletmiş olur. Emirleri yapmak ve tasavvuf yolunda yürümek onun için zorlaşır.”

Hz. Ömer’in, gece virdinden bir ayet-i kerimeyi okuyamadığı zaman, gündüzleri bayıldığı, hatta bu yüzden bir hasta gibi günlerce ziyaret edildiği rivayet edilmiştir.

Malik bin Dinar (r.a.) diyor ki: “Bir gece uyuya kaldım ve evradımı yerine getiremedim. Rüyamda birisi karşıma çıktı ve okuryazarlığın var mı? dedi. Var dedim. Şu yazıyı okur musun? dedi ve elime bir kağıt parçası verdi. Kağıtta; Dünyanın geçici ve aldatıcı nimetleri, ölümsüz olarak yaşayacağın Cennetin zevk aldığın bu uyku, ebedi saadetine yarayacak ibadetine mani olmuştur. Uyan, namaz kıl ve Kur’an-ı Kerim oku. Zira bunlar, uykudan hayırlıdır.”

Tacüddin (İbn-i Ataullah) İskenderî (k.s): “Kişinin devamlı edindiği virdi kendisini Allah’a yaklaştırır ve ancak cahiller virdi hakir görürler, halbuki vird sahibini yükseltir, ali makamlara çıkarır” demiştir.[220][220]

Büyük üstad Ebu Ali ed-Dekkak şöyle demiştir: “Manevi varidatlar (fayiz ve ihsanlar) virdlere bağlıdır. Kimin zahirde sürekli yaptığı bir virdi yoksa, onun sırlarında (iç aleminde) bir varidi (feyzi) yoktur.”[221][221]

Virdi olan gafletle de olsa vird çekmelidir. Gafletle çekilen zikir, hiç çekmeyip terk etmekten daha hayırlı ve kazançlıdır. Çünkü insan farkında olmasa da vücudu o anda Allah’ın zikri ile meşgul olur.

Büyük arif İbn-i Ataullah İskenderî (k.s) şöylr diyor: “O esnada Allahu Teala ile huzurda olmasan da, zikri terk etme! Çünkü zikir ettiğin halde Ondan gafil olman, zikir etmediğin zamanki gafletinden daha azdır. Umulur ki, böyle zikir, seni gafletten uyandırır ve huzura kavuşturur.”[222][222]

Ebu Osman’a şöyle bir soru soruldu: “Biz Allahu Teala’yı zikrediyor, fakat bunun zevkini ve halavetini kalbimizde bulamıyoruz.” Ebu Osman bu soruya, “şükrettiğiniz zaman sizi zikrin daha yüksek derecesine yükseltir. Zira şükrederseniz nimet ziyadeleşir.” diye cevap verdi.

Ebu Osman (k.s.): “Gafletin (ve zikirden uzak kalmanın) sıkıntısını çekmeyen, zikirdeki ünsün tadını bulamaz.” diyor.[223][223]–[224][224]


Kaç çeşit vird vardır?

Bu yolda vird olarak uygulanan üç çeşit zikir vardır. Birincisi kalp zikri, ikincisi letaif zikri, üçüncüsü de nefyu isbat zikridir. Bunları kısaca açıklayalım:

A- KALP ZİKRİ/VİRDİ

a) Kalp virdi nasıl verilir?

Kalp zikri dersi almanın/vermenin bazı şartları vardır:

1-Yukarıda anlatıldığı usullerde mürşide intisap edip adapları yapacak.

2-Sadatların isimlerini ezberleyecek.

3-Sağ elinin şehadet parmağı olacak.

b- Kalb virdi alması için mürid zorlanır mı?

Bu ders herkese tavsiye edilir, kendi irade ve arzusuna bırakılır, zorla yaptırılmaz. Zikir dersi isteyen müride ilk olarak kalp zikri verilir. Vekil, kimseyi virdini artırması için zorlayamaz. Kimsenin vird süresini takip etmesi gerekmez. Sofiye vird tavsiye ve teşvik edilir, kendi gönlü ile müracaat edenin virdi usulünce artırılır.

c- Kalb virdi nedir? İlk kaçtan başlar?

Kalbin üzerinde Lafza-i Celal, (Allah) zikri çekilir. Bu zikir en az beş bindir. Bu sayının altına düşülmez.

f) Kalb zikri nasıl artırılır?

Kalp virdi, en az aralıksız 4 ay çekilmek kaydı ile artırılır. Yani alınan bir zikrin vücuda yerleşmesi ve vücudun zikre alışması için en az 4 ay çekilmesi güzel olur.

Ancak özel durumlar ve gelişmeler olursa bu süreden önce de mürid mürşidine veya vekiline danışarak virdini artırabilir.

21 binden sonrası Letaif virdine girer.

•  Çocuklar kalb zikri alabilir mi?

Sadat-ı Kiram’ın isimlerini ezbere bilen ergenlik çağma gelmiş herkes beş bin kalb zikri alabilir. Onbeş yaşından küçük çocuklara, isterlerse vird dersi verilebilir, onbeş yaşına kadar beş binde devam ettirilir.

g) Sadatların ismini ezberleyemeyenlere ne virdi verilir?

Sadatların isimlerini ezberlemeyenlere kalp virdi verilmez. Sadat-ı Kiramın isimlerini                   

ezberlememiş kimselere isterlerse geçici ders ( acemi dersi) verilir.


B- LETAİF ZİKRİ

1- Letaif ne demektir?

Letaif, insan vücuduna yerleştirilmiş manevi, nurani cevherlere verilen bir isimdir. Bunlar gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherlerdir. Baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin kafir her insanda mevcuttur.

2- Letaiflerin vücuttaki yerleri ve görevleri nedir?

Kamil mürşidler letaifleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve vazifelerini tespit etmişlerdir.

Cenab-ı Hakk (c.c) insanı on asıl şeyden yaratmıştır. Beşi mahlukat alemi denilen halk alemindendir. Bunlartoprak, su, hava ateş ve nefistir. Bunların başkanı ve hakimi nefistir.

Ölçü ve hesap ile bilinebilen, gözle görülen ve incelenebilen cisimlerden oluşan aleme ‘Mülk alemi’ denir.

Diğer beş unsur ise, asılları alem-i emirden olan insani kalb, ruh, sır, hafi ve ahfadır. Bunların başkanı ve hakimi ruhtur.

His, hayal, yön ve mekanla sınırlanmayan, mesafe ve maddesi olmayan, Allahu Teala’nın ‘ol’ emri ve iradesi nin tecelli etmesiyle yaratılan şeylere ‘emir alemi’ denir.

Allahu Teala yüce kudreti ve ince hikmetiyle her iki alemin latifelerini aşk yoluyla aralarını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. Öyle ki bunlar birbirinden ayrılmak istemezler. Bu aşktan dolayı halk aleminin latifeleri emir aleminin latifelerini hükmü altına almıştır.

•    Letaiflerin Vücuttaki Yerleri:

Kalb, sol memenin dört parmak altındadır. İlahi huzur ve tecelliyat mahallidir.

Ruh, sağ memenin dört parmak altındadır. İlahi aşk ve muhabbet mahallidir.

Sır, sol memenin iki parmak üstündedir. İlahi marifet mahallidir.

Hafi, sağ memenin iki parmak üstündedir, ilahi tecelli ve nurlar içinde kaybolma mahallidir. Buna istiğrak denir.

Ahfa, göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlahi sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

Nefs, latifesinin yeri iki kaşın ortasıdır.

Bütün latifelerin merkezi kalptir. Kalb ruhun sarayı hükmündedir. Terbiye olmamış nefs, devamlı kötülüğü emreden sıfatıyla kalbi tamamen hükmü altına aldığı zaman, kalbden Allah için hiç bir hayırlı amel çıkmaz. Bu durumda ruh da, nefsin arzularına bağımlı hale gelir. Artık kalb ve ruh asli vazifelerinden uzaklaşmış ve ölmüşçesine gaflete düşmüş olurlar. Bu hal perdelenmesi ve günahlarla kararmasıdır.

İnsanın bu durumdan kurtulması için çok ciddi bir tedaviye ihtiyacı vardır. Bu tedavinin en güzel ve en kolay yolu bir mürşid-i kamilin elinden tövbe alıp, kendisine intisap edip manevi terbiyeden geçmektir.

Mürşid-i kamil, kendisine intisap eden müride önce güzel bir tövbe yaptırır. Sonra zikir telkin eder. Bu zikrin nuru ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaiflere sirayet eder. Zikre devam edildiğinde kalpten Allahu Teala’nın sevmediği ve razı olmadığı düşünceler silinip gider. Zikir kalbe iyice yerleşince her halde zikretme haline geçer, böylece gaflet yok olur. Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir, insanda Cenab-ı Hakk’m razı olduğu ahlak ve sıfatlar oluşur.

Mesela münafıklık, nefsin kötü sıfatlarından birisidir. Vücuttaki su unsurunun özelliği ile irtibatlıdır. Suda, bulunduğu kabın şeklini ve rengini alma özelliği ve bulunduğu şartlara göre değişme sıfatı vardır. Bu sıfat, insana yansır ve iki yüzlülük meydana gelir. Ancak bu sıfat, mürşid-i kamilin terbiye, himmet ve tasarrufu ile alçak gönüllü olmaya dönüşür. Kalpten nifak ve yalancılık gider, yerini samimiyet ve mertliğe bırakır.

Ateş unsurundan kaynaklanan zulüm ve hiddet sıfatı, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında gayrete, ince davranmaya ve rahmani taraftarlığa dönüşür.

Havadan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfat, izzet, vakar ve heybete dönüşür.

Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, sabır ve efendilik sıfatına dönüşür.

Letaifleri hakîki vazifelerine döndürmek gevşemeyi gidermek için onların zikir nurları ile aydınlanması, temizlenmesi ve beslenmesi gerekir.

C- NEFY U İSBAT ZİKRİ

Letaif zikrinde başarılı olan müride Nefy u isbat zikri tarif edilir. Bu zikir, zikirlerin en faziletlisi olan “La ilahe illallah” zikridir. Buna Kelime-i Tevhid zikri de denir. Bunun zamanını da mürşid belirler. Bu zikrin çekiliş şeklini mürşidin kendisi veya bizzat görevlendirdiği bir kimse yapar.

Bütün bu terbiye ve zikirlerle elde edilecek sonuç zati zikirdir. Zati zikir, insanın bütün vücuduna yayılan, benliğini saran, kalbini Allah aşkında toplayan zikirdir. Bu zikir haline ulaşan kimse yürürken, otururken ve yatarken devamlı Allahu Teala’yı zikreder. Ayrıca zikir nuru onun bütün etine kemiğine yansır. 0 insan bu nur ile bütün eşyanın zikrini işitecek, hissedecek bir makama ulaşır. Artık her şey ona Allah’ı hatırlatır, her varlık bir ilim sebebi olur, hikmet öğretir, İlahi sevgisini artırır. Bunların sonu müşahede ve güzel ahlaktır. Müşahede, ihsan makamı olup Allahu Teala’yı görüyor gibi O’na kulluk yapmaktır.






Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)